Yeni Üyelik
6.
Bölüm

"Manitacılıkta Sahtecilik"

@almelia

"Hülya'cığım ilişkinin evlilikten kaçan tarafı Orhan'mış gibi hissetmiştim ama senmişsin, şaşırdım açıkçası."

 

 

Sevda konuşuyordu ama ikili ona bakmıyordu.

 

 

 

"Sanırım kadınların evlilikten kaçmak için daha fazla sebebi var Sevdacığım, sen de çok iyi biliyorsundur."

 

 

 

Orhan kızın bakışlarındaki ürkekliği gördü, kesinlikle rol yapmıyordu ve Orhan kızın harika rol yeteneğini sekteye uğrattığı için bu durumdan keyif almıştı.

 

 

 

"Tabii. Biliyorum evet ama inan iyi bir kocayla korkuya mahal olan o sebepler bir bir yok oluyor."

 

 

 

Hülya biraz cesaret kazanarak Orhan'a gülümsedi, masada, mekanda, şehirde, dünyada ikisi varmış gibi birbirlerine baktıkları şu an gerçek dışıydı ama gerçekti işte.

 

 

 

"İyi bir koca olacağını düşünüyor musun hayatım?"

 

 

 

Hiç beklemeden cevabını aldı.

 

 

 

"Düşünüyorum."

 

 

 

Orhan'ın bir eli kızın sandalyesini tutuyor diğer eliyle de masadan destek alıyordu ve kızın üzerine doğru eğilmişti.

 

 

 

"Benim iyi bir eş olacağımı düşünüyor musun?"

 

 

 

"Evet."

 

 

 

Hülya'nın gülüşü her cevapta istemsiz soluyordu.

 

 

 

"Evliliğin getireceği sorumlukları yerine getiremem."

 

 

 

"Sana yardım ederim."

 

 

 

İkisinin tamamen rol yapmadığı an bu andı ve herkesi onların gerçek bir çift olduğuna inandıran da bu andı.

 

 

 

"Her gün eve gelip yemek yapmak beni korkutuyor."

 

 

 

"Ben yaparım," dedi Orhan yemek yapmayı pek bilmese de. Ama yapardı, kızın korkusu buysa bu kadarcık şey yüzünden Hülya'dan olacak değildi sonuçta.

 

 

 

"Misafir ağırlamaktan nefret ederim."

 

 

 

"Kimseyi çağırmam."

 

 

 

"Ailenle anlaşamam muhtemelen çünkü samimi aile tabloları beni rahatsız ediyor."

 

 

 

"Anlaşmana gerek yok ailemle yılda bir kez görüşeceğiz sadece."

 

 

 

Hülya, Orhan'ın ne yapmaya çalıştığını anlamıyordu, aralarındaki yoğun cinsel çekim yok olmuş gibi boşluğa düşürmüştü adamın cevapları Hülya'yı. Neden adamdan devamlı cevap beklediğini bile anlamdan yeni sorular sormaya başladı.

 

 

 

"Hayatımın her günü aynı insanı görmek beni korkutuyor."

 

 

 

"Göreve gidiyorum zaten, her gün göremeyeceksin."

 

 

 

"Kişisel alanım benim için çok önemli, yalnız kalamadığım zamanlar huysuzlaşıyorum."

 

 

 

Orhan inada bindirmişti, Hülya'nın hiçbir sorusu onu korkutmuyor ve korkutmayacaktı.

 

 

 

"İstediğin kadar yalnız bırakırım seni, aynı evin içinde bile olsak alanına girmem, sen oradan çıkıp bana gelene kadar."

 

 

 

Hülya tam da bu cevapla bocaladı ve kafası çok daha fazla karıştı.

 

 

 

"Orhan ne yapıyorsun?" diye sordu yalnızca onun duyabileceği sesle. Orhan da aynı kısık sesle karşılık verdi. "Soru işaretlerini ortadan kaldırıyorum."

 

 

 

"Çocuk bakabileceğimi sanmıyorum, çocuklardan korkuyorum." Hülya yine sesini güçlü bir hale getirip omuzlarını da dik bir hale getirmişti. Orhan kıza meydan okuyabilirdi, Hülya da aynı şekilde karşılık verecek kadar cesurdu.

 

 

 

"Sana yardımcı olurum, senin değil ikimizin çocuğu olacak sonuçta."

 

 

 

"Orhan göreve gidiyorsun." Hülya onu kendi kazdığı kuyuya yuvarlamış gibi hissedip keyif aldı.

 

 

 

"Yardımcı tutarız, iş yükünün çoğunu üstlenir."

 

 

 

Orhan kızın yüzünde dolaşan kıskanç ifadeyi silinmeden önce yakalamıştı, Hülya galip geleceğini sanıyordu ama çoktan yenilmişti.

 

 

 

"Evime asla yabancı birini sokmam."

 

 

 

Orhan kıza daha da eğildi, sinsi bir tebessümle. İş arkadaşları burada olmasa kızı tam o an öperdi.

 

 

 

"Tanıdığın biri gelir, arkadaşın, annen, kardeşin. Ben görevden gelene kadar sana yardımcı olurlar sonrasını ben devralırım."

 

 

 

Hülya adamın yakınlığından kaynaklanan sıcak yüzünden kışın ortasında yanan soba bulmuş gibi erise de omzunu itip onu uzaklaştırmaya çalıştı. Son bir kozu kalmıştı ve bu en iyi silahıydı.

 

 

 

"Sadık kalamayabilirim," dedi acımasızca. "Sen görevden dönene kadar başkasının kollarına koşmuş olabilirim."

 

 

 

Orhan'ın yüzündeki güçlü ve istikrarlı ifade silindi, Hülya bundan memnundu çünkü devam ederlerse adamın onunla gerçekten evlenmek istediğini düşünerek yanlış bir yola sapacaktı.

 

 

 

Orhan soruyu duymamış gibi davranmıştı, zaman ve mekan, mekandaki insanlar birer birer yerlerine yerleşti, ikisi de ana döndüler böylece ve Orhan sikimsonik jazz müziğine dans edenlerin adım seslerini duyunca "Benimle dans et ışığım," dedi Hülya'ya.

 

 

 

Hülya tabii ki şaşırdı, belki de pes etmiş ve rolüne geri dönmüştü. Kavga etmemeleri gerekiyordu, bu gece onların gerçek ilişkisiyle alakalı değildi sonuçta.

 

 

 

"Tabii," diye onay aldığında Orhan hızla yerinden kalkmış ve bir elini kızın eli avucuna konsun diye açmış bir elini de kız rahatça kalksın diye sandalyesinin arkasına koymuştu.

 

 

 

Dans edecekleri ufak piste doğru yürüdüklerinde "Çok centilmensin, beni şaşırtıyorsun" diye alay etmişti Hülya.

 

 

 

"Senin şaşıracağın pek çok numaram daha var ışığım," diye role devam ediyordu Orhan.

 

 

 

Sonunda durdular, Orhan'ın eli kızın ince belini sardı, kızın bir eli adamın avucunda kalmıştı ve diğer eliyle gömleğin sardığı ama şeklini belli ettiği sert göğse bastırmıştı.

 

 

 

"Dans etmeyi de mi biliyorsun?"

 

 

 

Hülya adama bakmamak için etrafa bakıyordu, boyu kısa kaldığı için adamın omzunun arkasında kalanı bile göremiyordu. Başıyla onayladı Orhan.

 

 

 

"Ve daha neler neler."

 

 

 

Artık kızın damarlarına öfke sızmaya başlamıştı, alay etmek, şakalaşmak iyiydi, o da bunu severdi ama Orhan onu rahatsız etmeye başlamıştı.

 

 

 

"Orhan ne yapıyorsun?"

 

 

 

Kızı sinirlendirdiği için içi keyif dolan Orhan ona alev alev bakan gözlere odaklandı.

 

 

 

"Ne yapıyorum ışığım?"

 

 

 

"Bana ışığım deme, şu an etrafta kimse yok farkında mısın?" Hülya resmen dişlerinin arasından, tıslar gibi konuşuyordu. Kızın öfke seviyesi arttıkça Orhan'a gevşeklik yayılıyordu.

 

 

 

Küçük dans alanında dans eden çiftlere baktı. Hülya yine bir alay konusu olacak gibi hissettiği için "Hiçbiri bizi duyacak kadar yakın değil, o yüzden öyle manidar manidar bakıp bu insanları öne sürmeye kalkma."

 

 

 

"Peki ışığım, sen öyle istiyorsan öyle olsun."

 

 

 

Hülya çirkeflik yapamayacak kadar bocaladı çünkü Orhan rol yapmıyor ama gerçekçi de davranmıyordu. Sanki yüz seksen derece dönmüştü aptal adam, bir anda.

 

 

 

"Orhan garip garip davranmayı keser misin lütfen?"

 

 

 

Orhan kızın kolunu göğsünden indirip tuttu ve iki elini de kızı aheste aheste uzaklaştırmak için kullandı, kızı kendi etrafında döndürüp yeniden göğsüne çektiğinde "Garip davranmıyorum," demişti.

 

 

 

"Hayır davranıyorsun, beni yarım saat evliliğe ikna etmeye çalıştın, evliliğe bu kadar meraklı olduğunu gördükleri için seni benden ayırıp başkasıyla evlendirmeyi düşünmüşlerdir. Özellikle Sevda'nın böyle düşündüğüne eminim."

 

 

 

Kendi etraflarında döndüler yavaşça, Hülya'nın karışık kafası yüzünden dans da karışık bir hal almıştı ama kafası gayet net düşüncelerle dolu olan Orhan dansı da idare ediyordu.

 

 

 

"Kimse beni senden ayıramaz Hülya."

 

 

 

"Konu bu mu Orhan? Beni sinirlendirmek için mi böyle davranıyorsun, eğer öyleyse asla inkar etmem çünkü beni gerçekten sinirlendiriyorsun."

 

 

 

Orhan yine kızı kendi etrafında döndürdü, bu kez kendine daha hızlı çektiği için kız sertçe göğsüne çarpmıştı.

 

 

 

"Ay Orhan!" diye çığırdı, dengesini bulmaya çalışırken aptal adamdan destek almak zorundaydı. "Bu kez gerçekten küseceğim sana."

 

 

 

Orhan yine bu tehditle eriyip kızın ayakları altına akmış ve orada keyifle ezilmişti. "Tamam. Küsme bana," diyordu çocuk eyler gibi.

 

 

 

Hülya adamın her hareketine ya sabır çekmeye başladı.

 

 

 

"Neden beni evlenmeye ikna etmeye çalıştın ki, sen de evlilik istemiyorsun ve buna rağmen dünden razıymış gibi davranıyorsun."

 

 

 

Kızın başını tutup göğsüne bastırdı biraz sakinleşsin diye, konuşmaya devam ettikçe kız hararetlendiği ve küsmekle tehdit ettiği için kızı ikna etme çabaları sekteye uğruyordu.

 

 

 

"Evlilik o kadar kötü değil bence."

 

 

 

Hülya kafasını sert göğüslerden ayırmaya çalışsa da adam izin vermiyordu, sırf çocuğun gecesi rezil olmasın diye o sert göğüs yumuşamış gibi davranıp mücadele etmeyi kesti.

 

 

 

"Neden fikrin değişti?"

 

 

 

Orhan kızın elini bırakıp bir elini beline sardı diğer eli başını göğsüne yaslıyordu, Hülya da adamın sırtına koydu ellerini ona iyice yaklaşarak. Dışarıdan öyle gerçek görünüyorlardı ki gerçek hallerine dönseler oradaki herkes rol yaptıklarını düşünürdü.

 

 

 

"Sen değiştirdin?"

 

 

 

Hülya adamın alay ettiğini düşünüp etkilenmedi.

 

 

 

"Sadık kalamam ben canım, sen eski fikrine geri dön en iyisi."

 

 

 

Orhan'ın kızmasını, gerilmesini bekliyordu fakat Orhan alt kattaki deli komşusunun görüşlerine gayet vakıftı.

 

 

 

"Finalde Aslı yine onunla evlenmesine rağmen Cem'i affetmedin Hülya. Sen mi sadık kalmayacaksın."

 

 

 

Bu kıza bir küfür, bir tokat, bir hakaret falan gibi geldi ve kızı sarstı. İşte kendi silahınla vurulmak diye buna denirdi.

 

 

 

Başını kaldırıp adama bakmak istese de yapmadı ve "Sen nereden biliyorsun?" diye sordu.

 

 

 

"Geçen gün Cem'e hakaret ettiğini duydum."

 

 

 

"Benim sesim oraya kadar geliyor mu?"

 

 

 

Orhan kızı utandırma ihtimalini göze alamazdı o yüzden "İlk kez o gün duydum işte," dedi.

 

 

 

"Peki." Bu gecenin kötü geçtiğini kimse düşünmüyordu ama yine de ikisinin de beklediğinden farklı geçiyordu. Ve Hülya verdiği kararı hatırlayıp üzüldü, Orhan fazla samimi ve daha az sinir bozucu olmaya başlamışken onunla görüşmeyi kesmek biraz zor olacaktı. Ama mecburdu hele de Orhan evlilik konusunda garip davranırken onların beraber olması ikisini de uçurumun kenarına kadar sürüklerdi.

 

 

 

"Tamam inandırıcıyız ve iyi gidiyoruz ama abartmaya lüzum yok. Saçma sapan davranmayı kes." Sonunda başını kaldırıp Orhan'a baktı. "Tamam mı hayatım," diye ekledi manidar bir sesle.

 

 

 

"Garip davranmıyorum ışığım, garip davranmıyorum."

 

 

 

"Öf Orhan öf." Yeniden başını sert göğüse yasladı kız. Belli ki yine Orhan'ın deliliği üzerindeydi, onu yola getirmek arenada kıpkırmızı giysiler giyerek boğadan kaçmaktan daha zordu.

 

 

 

Orhan'ın eli kızın sırtını okşadı hafifçe. Hülya ürperdi ama adam garip davranıyordu işte, hareketlerine anlam yüklemektense öylece beklemesi daha iyiydi.

 

 

 

Orhan'ın omzuna sert biz omuz çarptığında dönüp neler oluyor diye baktı. Albay ve karısı dans ediyordu, Sevda "Gel bakalım Orhan, güzel dans şovunu biraz da ben tadayım," diyordu. Orhan cevap vermeden önce Hülya'ya baktı. Hülya gülerek Sevda'ya baktığı için Orhan kızı serbest bıraktı ve eşler değişti.

 

 

 

Hülya gece boyunca hiç konuşmadığı adamın elinin içine bıraktı elini ve ağır hareketlerle dans etmeye başladılar. Adam hayata karşı aşırı memnuniyetsiz göründüğü için Hülya yüz ifadesini kişisel algılamayıp dans bitsin diye ayak uyduruyordu.

 

 

 

"Ee albayım, Orhan'a şantaj yapabileceğim birkaç malzemeniz yok mu bana verebileceğiniz."

 

 

 

Adam önce Hülya'ya çift başlı bir ejderha görmüş gibi baktı ama ifadesiz haline döndüğünde gülmese de bu Hülya'ya yetti. "İyi bir askerdir, iradesi kolay kolay kırılmaz," diye konuşmaya başladı Albay Mustafa.

 

 

 

"Duygularını belli etmez, sırtına kurşun yer yine de dimdik yürür ki kimse aldığı yarayı fark etmesin."

 

 

 

Mustafa güzel konuşuyordu, Orhan bunları duysa çok hoşuna giderdi ama Hülya'lık değildi bunlar işte. Şantaj malzemesi, alay konusu lazımdı ona.

 

 

 

"Ama tek bir konuda bana çok benzer," diyince, Hülya iyice koptu konudan. Mustafa ve Orhan'ın ortak yönünden alay konusu çıkmazdı.

 

 

 

"O da benim gibi ömrünü adayacak bir kadın bulmuş, o kadına bakarken sanki düşman orduları götüne dayanmamış gibi her şeyi unutuyor."

 

 

 

Hülya neredeyse tükrüğüyle boğuluyordu. Albay Mustafa belli ki işinde iyiydi ki kıza tek bir kurşun sıkmadan onu ölümün kıyısına getirmişti. Orhan'ın bakışları üzerlerine döndü. Sevda'yı bırakıp Hülya'ya gitmek istedi ama Sevda "Ah benim canım kocam, kim bilir kıza hangi teröristi nasıl imha ettiğini anlattı da kızı bu hale getirdi acaba," dedi ve Orhan'ın gitmesine izin vermedi.

 

 

 

"Korkma oğlum korkma. Alt tarafı öksürdü kız. Anladık seviyorsun, bitiyorsun da kızı duymadın mı, kişisel alan diye diye evlilikten bile kaçıyor."

 

 

 

"Kaçıyor valla," dedi Orhan yüzünü buruşturarak.

 

 

 

"Seni bir kez bile evlilikle ilgili insan gibi laf ederken görmedim Orhan. Bu kız sana ne yaptı Allah aşkına?"

 

 

 

Sevda'dan duyana kadar durumun ciddiyetinde bile değildi Orhan. Gerçekten Hülya istese şimdi gider evlenirdi ve kızı henüz bir haftadır falan tanıyordu. Bir de tatil mevzusu vardı. Tatile gitmesi gereken güzelim vakitleri iptal edip tüm zamanını Hülya'ya ayırmaya karar vermişti. Bora tatil planlarının iptal olduğunu duyduğunda resmen Orhan'ı boğmaya çalışmıştı ama Hülya ölümden de değerliydi, vazgeçmemişti Orhan.

 

 

 

"Sevda Abla, sana bir şey itiraf edeyim mi?"

 

 

 

Sevda hoşuna gidecek bir itiraf geleceğine emindi. Aşk meşk konularına biterdi. Kendisi Mustafa ile evlenene kadar ne insanları reddetmiş, ailesine kaç kez karşı gelmiş, ne büyük bir aşk savaşı vermişti. Hayatını aşk kurtarmıştı, herkesi de o kurtarır sanıyordu kadın.

 

 

 

"Et ablam."

 

 

 

"Biz sevgili değiliz, gel rol yapalım dedim diye böyle davranıyor ama ben rol yapmıyorum."

 

 

 

Sevda kandırıldı diye bir tokat yapıştırmak istedi Orhan'a ama hemen vazgeçti.

 

 

 

"Ah benim saf çocuğum kızın lafı, sözü rol olsa ne yazar, nasıl bakıyor sana, bunun rolü mü olur?"

 

 

 

Orhan hafiften keyiflendi, Sevda'dan destek alma fikri ona çok iyi gelmişti.

 

 

 

"Keçi gibi bir şey ama abla. Yardım et de inadını kıralım şunun. Bana şöyle şöyle bakıyorsun desem inadına gider karşısına çıkan ilk adama da öyle bakar sırf ben deli olayım diye." Orhan kendi söylediği şeye sinirlendiği için Sevda'yı itip kadını zorla kendi etrafında döndürdü.

 

 

 

"O bakış öyle kolay çıkmaz kaştan, gözden, emin ol inadı kırılır. Sen yeter ki pes etme, ben bir şeyler düşüneceğim."

 

 

 

Orhan bu oyunu uzatırsa oyun gerçeğe dönüşür diye düşünüyordu. Sevda'ya söylemekte çok iyi yaptığının farkına varıp keyiflendi, neşelendi ve dönüp ışığına baktı. Mustafa albayı kıza ne dediyse kız Orhan'a bakıyor ama gözlerini kaçırıyordu. Orhan'ın neşesi ve Hülya'nın kaçan huzuru bir an karşı karşıya geldi.

 

 

 

"Ben ışığımı almaya gidiyorum, sen de kocanı al abla hadi." diye dansı kesip malum çifte yürümeye başladı. Giderken de "Albayıma söylemeyin lütfen, aramızda kalsın Sevda Hanım," diye uyarıyordu kadını.

 

 

 

Sevda onayladı ama o kocasına her şeyi ama sahiden her şeyi anlatırdı, kocasından bir şey saklamak pek onluk bir hareket değildi çünkü demiştik, Sevda tam bir aşk kadınıydı.

 

 

 

Hülya ve Mustafa her ne konuşuyorsa yaklaştıkça duyulur olmaya başlamıştı.

 

 

 

"Orhan'a bakışlarından belli, değer veriyorsun ona," diyordu Mustafa.

 

 

 

"Veriyorum evet," diyordu Hülya da. "Orhan benim hayal ettiğimden daha iyi bir partner."

 

 

 

"Hayatım!" diye şakıdı Sevda. "Ait olduğum kollara dönmeye geldim, ben seni onca yıl üstüne bu kadar özlediysem Hülya kim bilir nasıl özlemiştir sevgilisini. Değil mi Hülya'cığım."

 

 

 

Hülya dimdik ayakta dikilip kendisini bekleyen Orhan'a doğru ilerlerken "Aynen o şekil Sevdacığım. Kesinlikle," diyordu. Muhtemelen Orhan onu duymuştu ama sorun yoktu, nasılsa rol yapmaya gelmişti buraya kadar.

 

 

 

Mustafa dolusundan kaçmak için Orhan yağmurlarına kaçtı kız mecburen. Orhan'sa hemen ışığına kollarını açtı ve dans için hazırolda bekledi kızı. Kızın hayal ettiğinden daha iyi bir partner olma hevesi içini öyle doldurdu ki diz çöküp evlenme teklifi bile edebilirdi, tabii ki bu kızın hayalinden daha kötü olurdu.

 

 

 

Sevda kocasının kollarına girdiği gibi "Ne öğrendim, bil," diyordu kocasının zekasını abartarak. Fakat kadın kocasının zekasını boşuna abartmıyordu, Mustafa görmez, duymaz, hissetmez gibi görünse de her şey onun radarına takılırdı.

 

 

 

"Kız Orhan'a hissettiği şeyi inkar ediyor, bunu mu öğrendin Sevda'm?"

 

 

 

Bu Sevda'nın beklediği cevaptan daha üst düzey olduğu için on altı yıllık kocasıyla daha dün tanışmış gibi içi kıpır oldu, kocasına bitiyor, ediyordu resmen. Onlar Sevda ile Orhan destanı nasıl yazılır diye düşünedursunlar, Orhan ve Hülya yine birbirlerine sataşmaya başlamıştı.

 

 

 

"Ay Orhan ya, ne garip çevren var. Albayın bir garip, diğerleri de bana garip garip bakıyor. Hayır güzel ve zeki kadın mı görmediler nedir? A yok anladım, senin yanına fazla gördüler beni kesin." Esprisine sadece kendisi güldü.

 

 

 

"Fazla alçakta kalan gönlüne hayran olmuşlardır belki de."

 

 

 

"Yok yok, bu alçak gönül meselesi değil Orhan'cığım. Göz var izan var neticede, benim gibi fıstık senin gibi dağ ayısının yanında garip kaçıyor."

 

 

 

"Fıstığında çeşidi var Hülya," dedi Orhan kızı sinirlendirmek için. "Sana bakınca yer fıstığı görüyorum mesela ben."

 

 

 

"Ananı da göstereyim sana o zaman." E Hülya ağzı bozuk bir kadındı, Orhan'dan bunu gizleyemezdi.

 

 

 

"Anamı karıştırma."

 

 

 

"Ebeni göstereyim o zaman hayatım, hm?"

 

 

 

"Olur ışığım," dedi Orhan gıcık gıcık gülerek. "Göster bana neyi istiyorsan."

 

 

 

Tövbeler ve ya sabırlarla dansı da sohbeti de bitirdiler. Masaya döndüklerinde Hülya biraz alkole abanmıştı. Orhan iş arkadaşlarıyla konuşmaya dalmıştı ama kızın abartarak içtiğinin de farkındaydı. Farkındaydı ama kızı durdurmayacaktı, eğer rol yapıyor olsaydı sarhoş olup rolden çıkar diye korkabilirdi ama alkolle bulanıklaşan zihniyle bile başı Orhan'ın omzuna düşüyor ve aşık gibi bakıyorken Orhan kızı serbest bıraktı ki kız kendisiyle yüzleşsin.

 

 

 

"Ne iş yapıyordun?" diye sordu Mustafa, Hülya'ya.

 

 

 

"Ay albayım işim yok ki benim, yeni mezunum ben," diyordu hıçkırıklar arasında.

 

 

 

"Neyden mezunsun tatlım?" diye sordu Sevda da.

 

 

 

"Felsefe," dedi Hülya, şaka yapmış gibi kıkırdıyordu.

 

 

 

"Donanımlı işsizim yani."

 

 

 

"Estağfurullah, niye öyle olasın." Mustafa kızın gelecek kaygısı çektiğini düşünüp üzülmüştü.

 

 

 

Hülya ise direkt Orhan'a laf sokuyordu.

 

 

 

"Orhan bana öyle söyledi albayım, ona sorun, niye öyle olayım?"

 

 

 

Orhan sessizce kadehinden bir yudum almıştı ki kızın lafıyla soluğuna kaçan şampanya güzelim çocuğun canına kast etti.

 

 

 

"Ay aşkım!" diye bağırıyordu aşırı yüksek kahkahalar atarak Hülya.

 

 

 

"Nefes al bebeğim, nefes al." Orhan'ın sırtına gücü yettiğince vururken şiddetli kahkaları kızın tuvaletini getirmişti.

 

 

 

"Tamam, iyiyim," diyip kızın elini itti Orhan ve albay ona soru sormadan cevap verdi hemen.

 

 

 

"Şaka yaptım albayım, şaka. Ben niye öyle diyeyim Hülya'ma salak mıyım ben?"

 

 

 

Mustafa hiçbir tepki vermedi, veremedi. Hülya fırsat vermedi çünkü buna.

 

 

 

"Ay yok ben aslanlar gibi sevdiceğime salak dedirtmem. Hayır Orhan hayır, yok öyle bir şey."

 

 

 

Orhan kızın hareketlerini raydan çıkarken yakalamak istediği için kollarını kıza sarıp başını da göğsüne bastırdı.

 

 

 

"Değilim hayatım tamam. Sakin ol."

 

 

 

"Ay Orhaan," dedi Hülya, çocuğun kaslı mı kaslı kolu çenesine değdiği için zorlanarak. "Bir daha hayatım desene."

 

 

 

Orhan belki de hata etmişti, bir şişeyi bitirmesine gerek yoktu sanki kızın.

 

 

 

"Lavabo mu hayatım? Tabii, gel göstereyim sana."

 

 

 

Hülya'nın lavaboya gitmesi gerekiyordu ama Orhan nasıl anlamıştı, yoksa kızın zihnini mi okuyordu? Eyvahlar olsundu o zaman, kız gece boyunca bir sürü sapık sapık şey düşünmüştü Orhan'la ilgili, e adam bunları hep okumuştu o zaman zihninden.

 

 

 

Orhan kızı kaldırırken kızın kıpkırmızı yüzünü ve kuzu gibi tavırlarını görünce biraz şaşırdı ama çok da üstüne düşünmedi, Hülya'ydı işte, dengesizlik bayrağını kimse elinden alamazdı onun.

 

 

 

Kızın belinden öyle sıkı tuttu ki kızın her yalpalıyışını ortadan kaldırıyordu gücüyle.

 

 

 

Hülya, Orhan onun zihnini okuyor diye iyice stres olmuş ve düşünceleri kontrol edilemez olmuştu.

 

 

 

Orhan kızın zihnini değilse de midesindeki çalkantıyı yüzünden okuyabiliyordu. Alkole karşı o kadar dirençsizdi ki şimdiden kusacak gibiydi kız.

 

 

 

"Biraz daha dayan, birazdan kusarsın."

 

 

 

Hülya resmen dondu, adam bildiğin zihnini okuyordu işte, yoksa midesinin bulantısını nereden bilecekti. Kız bir şey söylememişti bu konuda.

 

 

 

Adımlarını hızlandırıp kendisini lavaboya attığında Orhan girmesin diye kapıyı kilitlemeyi ihmal etmemişti.

 

 

 

Maalesef kızın içi dışına çıkmıştı, alkol ona pek yaramıyordu ama şu an bu berbat hali stresli düşüncelerden dolayı olmuştu, yoksa her içtiğinde kusmazdı kız.

 

 

 

Orhan kızın öğürme seslerini duyabiliyordu, şimdi gerçekten o kadar içmesine müsaade ettiği için pişmandı. Bu hale geleceğini düşünememişti.

 

 

 

Sonunda Hülya makyajı bozulana kadar yüzünü yıkamış sonra da o bozulan makyajı derleyip toplayana kadar yeniden yıkamıştı. Hareketleri inanılmaz sarsaktı çünkü kafasının içi alkol dolu gibi bulanık ve ağırdı.

 

 

 

"İyi misin?" diye seslendi Orhan içeri doğru, kız sessisleştiği için korkmuştu. Fakat Hülya iyiydi çünkü madem Orhan zihnimi okuyup hakkında düşündüğüm sapık senaryoları öğrendi e o zaman birini gerçekleştirelim de gecem şenlensin diye düşünüyordu. Hatta muhtemelen bunu da duymuştur Orhan diyerek kilidi açtı, kapıya dayanan Orhan'ı gücü yetermiş gibi içeri çekiştirdi hevesle.

 

 

 

Adamı kapının yanındaki duvara yaslarken kendini çok havalı ve güçlü sanıyordu, Orhan da bu deli beni kesecek mi korkusundan kızın buyruklarına ayak uydurdu.

 

 

 

"Her şeyi duydun değil mi?" diye sordu kız zihninden bahsederek.

 

 

 

"Duydum, evet," dedi adam albayla konuşmasından bahsediyor sanarak.

 

 

 

"O zaman daha fazla her şey normalmiş gibi davranmayacağım," dedi ve iki tane Orhan kafasından doğrusunu seçmeye çalıştı ki adamı öpebilsin.

 

 

 

Orhan tüm zamanların en büyük şaşkınlığını yaşıyordu. Hülya ilanı aşk mı etmişti, kapalı gözleri ve ileri uzanan dudakları kendisini öpmeye çalıştığı için miydi, şu an tam olarak ne oluyordu? Kızı omuzlarından itti, Hülya gözlerini açtı.

 

 

 

"Neyden bahsediyorsun Hülya, ne yapıyorsun şu an?"

 

 

 

"Nasıl neyden bahsediyorum?" dedi şaşkınlıkla. "E hani her şeyi duyuyordun?"

 

 

 

"Her şeyi mi duyuyorum?"

 

 

 

Hülya kafa karşılıklığı yüzünden iki olan Orhan'ı üç görmeye başladı, resmen cennetteydi ama adam susmuyordu ki, adamlar.

 

 

 

"Sen az önce neyi onayladın?"

 

 

 

Orhan kızın onu kadınlar tuvaletine kilitleyip bir de duvara yapıştırıp yetmezmiş gibi öpmeye çalıştığını ancak idrak ediyordu. Kıza ne olmuştu?

 

 

 

"Sen ne sordun?"

 

 

 

Kız zaten sarhoşluktan aptala dönmüştü, bir de Orhan'ın soruları yüzünden hepten iptal oldu.

 

 

 

Adamın onu kendinden uzak tutan elleri gevşediği için adama yaklaşıp yanaklarını elleriyle kavradı.

 

 

 

"Zihnimi okumuyor musun?"

 

 

 

Cevabı beklesin mi beklemesin mi bilemedi, her şeyi zaten arzu nesnesi gibi değlmiş gibi bir de şaşkın ve dolgun dudaklar bu adamda olmasa olmaz mıydı?

 

 

 

"Ne var ki zihninde?"

 

 

 

Hülya artık dayanamayacaktı, Orhan da direnemeyecekti daha fazla. Hülya kendi dudaklarını adamınkine resmen yapıştırdı. Orhan bu birleşmeyle kızın bedenini kendisininkine bastırdı hemen.

 

 

 

Kızın dili adamın dudaklarını araladı, sonunda diller de kavuştu birbirlerine ve Hülya sadece dilleri çarpıştığında bile sırılsıklam oldu.

 

 

 

Adamın kokusu, şehvetli öpüşü, sert bedeni ve Hülya'yı ayakta tutan güçlü kolları çok hoş karşılanmayacak olsa da cennet gibiydi.

 

 

 

Orhan kızı kalçasından tutup havaya kaldırdı, Hülya ise aralarında olanlar yüzlerce kez tekrarlanmış gibi bacaklarını adamın beline dolayıp kollarını da boynuna sardı. Orhan dönüp az önce yaslandığı duvara Hülya'yı dayadı.

 

 

 

"Böyle şeyler işte," dedi Hülya az önceki soruya cevaben.

 

 

 

Orhan parmaklarıyla kızın kalçasını sertçe sıktı, Hülya acıyla karışık zevk duyunca inledi.

 

 

 

"Bunları ne zamandır düşünüyorsun Hülya," dedi Orhan içine yırtıcı bir hayvan kaçmış gibi. Kızın uyluklarını sertliğine bastırmak için kalçasını belinden aşağı itti.

 

 

 

Hülya o pantolona rağmen hemen vajinasının üstünde hissettiği sertlik yüzünden gözleri döndü. Arkasındaki duvardan destek alıp kendisini o sertliğe bir bastırıp bir çekerken Orhan'ın elleri kızın iki yanından duvara tutunuyordu.

 

 

 

"Gördüğüm andan beri Orhan."

 

 

 

Adam ona doğru düzgün dokunmadan, sertliğini içine itmeden kızı öyle etkilemişti ki Hülya söylediği şeylerden utanmak yerine kendi kendine orgazm olmaktan korkuyordu.

 

 

 

Orhan'ın nefesi ciğerlerine bir balon tıkılmış gibi boğdu adamı. Hırlamadan ne nefes alabiliyor ne de konuşabiliyordu.

 

 

 

"Aklımı siktin Hülya," dedi kızın sıyrılan elbise askısını indirip açıkta kalan memesini avuçlarken.

 

 

 

"Ödeşelim o zaman Orhan," dedi Hülya kendisinden hiç beklemediği şekilde.

 

 

 

"Siktir," diyordu Orhan aklını kaybetmekten korktuğu için. "Siktir, anasını satayım. Siktir!"

 

 

 

Kızın elbise askısını düzeltti hızla. Beline dolanan bacakları kavrayıp kızı yere inmeye zorladı ve şaşkın bakışlarla bile aletini zonklatan Hülya'nın elini tuttu sıkıca.

 

 

 

"Sarhoşsun güzelim, aklın yerine gelince konuşalım. Gel hadi." Kızı yürümeye zorlayıp tuvaletin kapısını açsa da Hülya onu durdurmaya çalıştığı için iradesi kırılmak üzere bir hal aldı.

 

 

 

"İstiyorum Orhan."

 

 

 

Açtığı kapıyı öyle sert kapattı ki karşısındaki kızın güzel ve arzu dolu gözleri örtüldü.

 

 

 

Kızın sırtını duvara yasladı soğuk onu kendine getirir belki diye.

 

 

 

"Emin ol ben daha fazla istiyorum Hülya," dedi bağırmamak için kendini zorlayarak. "Ama seni pis bir tuvalette becermekten daha fazlasını istiyorum, seni istiyorum, aşkını istiyorum, gelecekteki bütün günlerini istiyorum, bana ait olmanı istiyorum."

 

 

 

Hülya'nın tüm arzusu, şehveti silinip gitti, her duygunun bıraktığı boşluğu endişe doldurdu. Belki de rolü abartıp Orhan'a umut vermişti ama niyeti ona yardım etmekti, onunla ömür geçirmeye hazır olduğunu göstermek değil.

 

 

 

"Ben öyle bir şey veremem sana," dedi kız düşen sesle.

 

 

 

"Orasını göreceğiz," dedi kızı sürüklercesine tuvaletten çıkarırken.

 

 

 

Onlar çıkarken içeri girmeye niyetli iki kadınla denk gelseler de yüzleri öyle huysuz, mutsuzdu ki kadınlar onların kavga ettiklerini düşündü, sevişmiş olmaları daha iyi bir dedikodu malzemesi olduğu için bu konuyla pek ilgilenmediler.

 

 

 

Masaya vardıklarında Orhan hala kızın elini tutuyordu.

 

 

 

Sandalyeden ceketlerini ve kızın çantasını boştaki eliyle alırken "Hepinize iyi eğlenceler, Hülya biraz kötü oldu. Biz gidiyoruz," diye bilgi veriyordu masadakilere. Hülya utançla dudak büküp masada Orhan dışında yakın olduğu ikinci kişiye baktı.

 

 

 

Sevda ona kınamadan ve küçümsemeden bakıp dudaklarıyla küçük bir öpücük savurdu kıza.

 

 

 

"Moralini bozma bebeğim, hafta sonu bize yemeğe davetlisin. O zaman yine görüşüz, şimdi git ve kendine dikkat et."

 

 

 

Orhan kızın önünden arkasına doğru geçene kadar hareket etmedi ve onu hareket etmeye zorlayana kadar beklemişti. Sevda'ya elini salladı mahcupça. Orhan'ın elini sıkıca tutuyordu çünkü Orhan kızın parmaklarını neredeyse ezecek kadar sıkıyordu.

 

 

 

Adam hızla çıktı mekandan. Arabaya vardıklarında kızı koltuğa oturttu, üzerine eğilip emniyet kemerini de taktı ve Hülya ona bu kadar yakın olduğu için şehvet ve arzu dışında bir şey hissetti. Merhamet gibiydi, sıcak bir sevgi gibiydi, Hülya hissettiği şeyin adını bilmiyodu ama bu his adamın dudaklarını değil şakaklarını öpme isteği uyandırdı kızda. Daha fazla emniyet kemeriyle uğraşsaydı dayanamayıp öperdi ama Orhan çekilip kapıyı da sertçe kapatmıştı.

 

 

 

Tatlı sarhoşluğu şimdi berbat bir hale bürümüştü, kaygı ve Orhan'ın sözleri onu ayıltmıştı.

 

 

 

Orhan arabaya binip de eve sürdüğünde tek kelime etmemişti, hatta dönüp kıza bakmamıştı bile. Kızgın olduğu için falan değildi, onu sözleriyle başbaşa bırakmak istiyordu. Ciddi olduğunu anlasın istiyordu. Fakat kızın o lafları düşünecek kadar hali yoktu, yan koltukta sızıp kalmıştı.

 

 

 

Her şeyi aynıydı, saçları, tatlı yüzü, dolgun fakat ince bedeni aynıydı ama uyku sanki onu biraz küçültmüş gibiydi ya da Orhan'ın kıza öyle bakası vardı.

 

 

 

Apartmanın önüne park edip arabadan indi. Kızın tarafındaki kapıyı açınca kızı uyandırmaya çalışmadı bile. Emniyet kemerini söktü ve kızı kollarının arasına alıp arabadan indirdi.

 

 

 

Hülya hemen taşındığı kucağa sokuldu, rüyasında da Orhan'ın kollarının onu sardığını görüyor ve kokusuyla deli oluyordu o yüzden uyanmasına neden olacak aksiliklerden çok uzaktaydı.

 

 

 

Orhan güçlükle arabayı kilitledi, kızı yukarı kadar taşıdı ve hemen kızın kapısının önünde durunca yaptığı aptallığı fark etti. Kızın çantası arabada kalmıştı. Anahtarı çantadaydı, annesi nöbetteydi.

 

 

 

Yavaşça kendi katına yürüyüp kendi kapısına vardı. Kızı uyandıracağına onu kendi yatağına yatırıp da kendisinin koltukta yatmasını tercih ederdi hatta bunu pek çok şeye daha tercih ederdi.

 

 

 

Kızı düşmesin diye diziyle sabit tutmaya çabalayıp kapıyı açtı. İçeri girdiğinde kızı doğrudan kendi yatak odasına taşıdı.

 

Geniş yatağın köşesine kızı bıraktıktan sonra kız uyanmanın eşiğine bile gelmemiş, hemen yatağa yayılmıştı.

 

 

 

Orhan kızın ayakkabılarını çıkarıp yatağın kenarına bıraktı. Dönüp son kez kıza bakmak istese de bunu yapmadı çünkü kıvrılıp kızın yanına yatma isteği ağır basacak diye korkuyordu. Fakat Hülya'nın arsızlığı yine üstündeydi, uyurken bile.

 

 

 

"Orhan," dedi cilveyle kıkırdayarak. "Gitmesen olmaz mı?"

 

 

 

 

Loading...
0%