@almelia
|
Hülya az önce olanlar yüzünden adamın dediklerini kafasının içinde biri uyduruyor da kız adamı konuşuyor gibi görüyor sandı önce.
Sonra adama hiçbir şey sormadı, kabul etmedi, reddetmedi de ve "Şu an seninle iletişim kurabileceğimi sanmıyorum," dedi. Dizleri artık onun güvenle yürüyeceği sağlamlığa eriştiği için de kalkıp dış kapıya kadar gitmişti.
"Yarın konuşalım olur mu?" Hülya bunu sordu ama cevap beklemeden çıktı. Hülya hem iletişim kuracak hem de düşünecek durumda olmadığı için geceyi karanlık kabuslar ve kaçma kovalamayla dolu olsa da Orhan'ın onu birkaç pozisyonda ıslattığı rüyalar görerek geçirmişti.
Orhan bir an önce sabah olsun istiyordu. İstiyordu çünkü Hülya'yı görmek istiyordu. Belki geleceklerinde evli olmayı arzulamıyordu ama o gece çok iyi anlamıştı ki zamanı Hülya ile geçsin istiyordu ve kızın da bunu istemesini sağlamak niyetindeydi.
Hülya erken uyuduğu için erken kalkmıştı, Orhan hep erken kalkar ve sporuna giderdi. Hülya vakit çok erken olduğu ve yapacak bir şeyi de olmadığı için kendisine iş çıkarmaya çalışıyordu, bir börek yapmıştı ve bunu yaparken aklında Orhan vardı.
Saat ona gelirken Hülya hiçbir şey yememiş, balkonda şarkı bile söylemeden oturuyordu. Mutsuz olduğu ya da kara kara düşündüğü için değildi, kafasının içinde düşünceler yerine şarkılar dönüyordu zaten ama bir şey bekliyor gibiydi.
Dışarı doğru bakarken iki apartmanın arasındaki boşluktan Orhan'ın apartmana doğru yürüdüğünü görmüştü. Ya onunla hemen yüz yüze gelecekti ya da ömür boyu utançla kaçacaktı. Hızlı bir mesaj attı.
Altkat H.
Eve geçmeden buraya uğra, börek yaptım.
Orhan gelen mesaja bakınca alık alık gülmeye başlamıştı. Hülya'yı görmek, yaptığı şeyi yemek, onu belki öpmek ya da onun yanında bunu sadece düşünmek bile içindeki kabloları tutuşturdu. Sanki Orhan bir robot olmayı bırakıyor gibiydi.
Hülya çalan kapının dibinde yere çökmüş beklese de hemen açamadı kapıyı. Ya şimdi ya hiç Hülya...
Kapı sonunda Orhan'a açıldığında adam Hülya'dan gelen mesajı yeniden okuyordu, kapı açılmadığına göre kızın onu çağırdığını sandığı mesajı yanlış anlamış olmalıydı. Ama kapı açılınca merdivenleri koşarak çıkmamış gibi nefesi durdu, ciğerleri içindekini tam dökmeden bozuk bir makine gibi dondu kaldı.
Hülya da sanki o merdivenleri koşarak çıkan kendisiymiş gibi nefes nefese kalmış halde "İçeri gir," dedi adama. Sesi fazla davetkar çıkmıştı düzensiz nefesi yüzünden.
Hülya balkona kahvaltı sofrası kurana kadar hiç konuşmadılar, niyeyse ikisi de olması gerekenden daha az rahatsızlık duydu bu durumdan. Orhan yardım teklif etmeden ve almadan ekmekleri kesmiş, çayları doldurmuş, tabakları yerleştirmişti sanki kendi evindeymiş gibi.
İlk konuşan Hülya oldu. "E kahvaltı sözümü yerine getiriyorum şu an galiba."
Orhan'ın hayalini kurduğu tam olarak böyle değildi, yemeklerle ilgili sıkıntısı yoktu ama olmasını beklediği o kahvaltı sözünde Hülya'yı doğal ortamında, sanki kendisi yukarıdaymış gibi şarkılar söylerken görür sanmıştı hep.
"Ve ağustosun ortasında çay içiyoruz."
Orhan genelde kıza karşı huysuz davrandığına pişman hissetse de bu kez bu her zamanki tavrı sayesinde mutlu olmuştu, kızı kaçırmak istemiyordu. Şimdi ve sonsuza dek.
"Ay limonata yapmıştım, dur getireyim." Hülya da bir şey olmamış gibi davranmaya başladığı için memnundu. Olanlar olduktan sonra pişman olmaktan, ağlamaktan, sızlanmaktan nefret ederdi.
Hülya ilk kez o kahvaltı sofrasında Orhan ve kendisini çift gibi hissetmiş ve bundan gizli bir haz almıştı. Biriyle beraber kahvaltı yapmak Hülya için çok keyifliydi, yanında huysuz ama tatlı bir adam varken istisnalar dışında keyfini kaçıran hiçbir şey olmaması bir işaret gibiydi. Yazık ki Hülya işaretleri pek yakalayamazdı.
"Dün gece," diye başladı çatallaşmış sesle. Boğazını temizlerken hızla cümlenin devamını getirmesi gerektiğini düşünüyordu çünkü Orhan da onun şu an düşündüğü müstehcen anları düşünebilirdi bu laftan sonra.
"Söylediğin şey yani. Neden öyle bir şey istedin?"
Hülya bunun üzerine gece hiç düşünmemişti çünkü düşünse de sebebi kendi başına bulamayacağını biliyordu.
"Bir davet var," diye başladı Orhan biraz sıkıntıyla çünkü daha öncesinde kıza reddedemezsin dediyse de Hülya tabii ki istemese reddedebilirdi isteğini.
"Albayın eşi beni ne zaman görse farklı farklı kadınlardan bahsedip beni evermeye çalışıyor." Orhan konuya iyi bir girizgah yaptığını sansa da farklı kadınlar ve evermek kelimeleri yüzünden Hülya'nın çiğnemeden yutmaya çalıştığı salatalığın parçası kızın boğazına takılmış ve Hülya'yı boğulmanın eşiğine getirmişti.
Orhan sakince kalkıp öksüren kızın sırtına avcunun içini boşluk bırakarak üç kere vurdu bir yandan da anlatmaya devam ediyordu. "İki yıldır kadın işini gücünü bırakıp mürüvvetimi görmenin peşine düştü. Yarınki davette -her yaz asker değilmiş de normal insanlarmış gibi buluşmak için düzenlenir- bizim albayı da işin içine sokup benzi zorla bir teklifi kabul etmek zorunda bırakabilir."
Kızın öksürükleri dinip de nefes alabildiğinde Orhan bir bardağa usulca su doldurup kıza uzattı. Abartarak anlattığı şeye devam ediyordu.
"Yarınki davete benimle katılırsan kimse beni evlendirmeye çalışmaz." Yerine geçmemiş, kızın yanındaki sandalyeye oturmuştu Orhan.
"Ya da gay olduğumla ilgili dedikodular kesilir." İşte abartmadan anlattığı tek kısım buydu ve bu cümleyi kurmak sesini yine huzursuz bir adam sesine çevirmişti.
"Senin gay olduğunu düşünmüyorlar," dedi Hülya inanmadığı için çünkü Hülya'nın buna inanması mümkün değildi hele de dün geceden sonra.
Orhan'ın göz kapakları göz bebeklerinin yarısını örtecek kadar düştü, Hülya ise bu huysuz suratı niyeyse diğer hallerinden bile daha çok seviyordu. Huysuz, gıcık ama tüm bunlar ona karşı değil gibiydi. Orhan cevap vermedi, cevabı surat ifadesiydi.
Hülya sonunda güzel kahkalarıyla adamın kulaklarını kutsayınca Orhan da güler gibi oldu.
"Yani ben sevgilin olarak katılacağım davete. Ve senin gay olmadığını, evlilik için de benden başka kimseye ihtiyacın olmadığını kanıtlayacağım." Bu soru minvalindeki cümle Orhan'a hiç de öyle gelmediği için jr Orhan iç çekip ürperdi. Senden başka kimse...
Orhan, sesi azgın ergenler gibi çıkacağını bildiği için ses çıkarmadan başıyla onayladı.
"O zaman hazır ol Orhan. Ömrünün en müthiş manitacılık deneyimini yaşayacaksın."
Fikir kızın hoşuna gitmişti çünkü dün Zeynep'le kitaplar hakkında konuşurken de söylemişti, en sevdiği konu sahte ilişki konularıydı ve Hülya her okuduğu sahte ilişki konulu kitapta baş karakterden daha iyi performans sergileyeceğine inanırdı. Bir geceliğine kendisini o kitaplardaki şeyi deneyimlerken göreceği için Orhan'la ilgili can sıkıntıları ve mahrem yerlerindeki aç sızı yok olmuştu.
Orhan, bu teklifi abarta abarta anlatırken kızın ikna olması için öyle davranıyordu çünkü dün kendisi mutfağa gidince Hülya'yı Bora'nın kardeşine "Sahte ilişki konulu kitaplara bayılırım!" diye carlarken duymuştu. Bu planı kabul ederse hem Hülya hayal ettiği bir şeye kavuştuğu için sevinir ve Orhan'a ısınırdı hem de Orhan gelecekte olmasını istediği ilişkilerinin bir kesitini görmüş olurdu. Tam bir kazan-kazan durumuydu ikisi için de.
"Tamam nasıl ve ne zaman tanıştık?"
Orhan'ın yüzündeki keyif silindi çünkü bunları hiç düşünmemişti.
"İki yıldır kadın seni evlendirmeye çalıştığına göre yeni tanıştık, öncesinde tanıştığımızı söylersek yemezler."
Ama keşke Orhan, bu heyecanlı haliyle kıpır kıpır görünen kızı yeseydi.
"Bir yıl."
Hülya, Orhan onu dinlememiş mi acaba diye susup adama baktı.
"Yeni tanıştıysak seni davete götürmemden hoşlanmazlar. İşler ciddileşene kadar söylemedim derim."
Orhan uzun süreli bir ilişkideymiş gibi davransın istiyordu çünkü uzun ilişkilerde daha az sınır olurdu ve bir geceliğine de olsa Hülya ona daha az sınırları varmış gibi davranırdı.
Hülya çok mantıklı bulmasa da onun için değişen bir şey olmazdı ve ses çıkarmadı.
"Nasıl tanıştık peki?" Bu soru Hülya'dan Hülya'nın kendisineydi, Orhan'dan iyi bir fikir çıkacağına inanamıyordu.
"Çarpıştık ve kitaplarım düştü," dediğinde Orhan devam etmesine izin vermedi.
"Beni rezil etmen için çağırmıyorum, saçmalama."
"O zaman ikimizin de acelesi varmış ve aynı taksiyi paylaşmak zorunda kalmışız."
"Taksiye binmiyorum." Tek sorunlu kısım taksi miydi?
"Madem benim söylediklerimi beğenmiyorsun sen söyle bakalım, paşamızın yaratıcı zekasını görelim."
Orhan kıza göz devirdi. Hülya da yüzünü buruşturdu.
"Komşuyduk deriz."
Hülya kanı kaynasa da huysuz davranmaya devam etti.
"Ee her komşu sevgili mi oluyor?"
"Taksi paylaştığın herkesle sevgili mi oluyorsun?"
"Daha önce böyle bir şey yaşamadım ama yaşasam olurdum evet. Tatlı bir tanışma hikayesi."
Orhan'ın da kanı kaynadı ama sinirden.
"Komşuyuz diyeceğiz," diyip kızın sesini kesmek istedi.
Orhan duymak ve konuşmak istemiyor olabilirdi ama Hülya çoktan komşudan aşka dönen bir aşk senaryosu yazmıştı bile ve yarın gece nasıl tanıştınız sorusunun gelmesini heyecanla bekliyordu.
"Bir yıldır sevgili olduğumuza göre çok şey olmamız lazım..."
İşte Orhan'ın sevdiği kısma gelmişlerdi.
"Ne?" diye sordu kızın söyleyeceklerini her şeyden çok merak ederek.
"Samimi." Hülya biraz çekindi ama yıllardır oynamak istediği oyuna kavuşmanın heyecanı utancından daha büyüktü.
"Eveet?" Orhan kız devam etsin diye çıldırıyordu.
"Bak, birbirimize dokunurken çekindiğimizi belli etmeyeceğiz." Orhan zaten çekinmiyordu.
"Birbirimizle uyumlu dünyanın en aşık çifti gibi davranacağız. Küçük şeyler yapıp birbirimizin hayatını kolaylaştırıyormuşuz gibi olacak. Birkaç aşık bakışma, hafif dokunuşlar falan işte."
Galiba Hülya'nın utancı ağır basmaya başlıyordu ki susmuştu.
Orhan kızın sandalyesini kendisininkine yaklaştırırken neredeyse hırlıyordu, Hülya ise dünyadan kaybolan oksijenin yasını tutuyordu. Adamın bir anda altındaki sandalyeyi tek eliyle kendisininkine yapıştırması yüzünden nefessiz kalmıştı.
Kızın beline koydu elini, gözünün önüne düşen perçemini hafif dokunuşuyla geri itti ve tüm bunları yaparken gözlerini kızınkinden hiç çekmemişti.
"Böyle mi?"
"Ve," dedi Hülya sesli sesli yutkunup. "Birbirimize özel sevgi sözcükleri."
Orhan başını yana eğip kızı öpecekmiş gibi duruken de gözlerini ayırmadı bal gözlerden.
"Her şey yolunda mı ışığım?" Orhan çok güçlüymüş, pek iradeliymiş gibi davransa da ışıl ışıl parlayan bir kadının bu kadar yakınında olmaktan dolayı gözleri kamaşıyor ve kararıyordu.
"Hmm?"
Hülya'nın kendi jüniorı şelaleler arasında boğularak Orhan'a doğru akmak hatta adamın ağzının içini doldurmak istiyordu. Çok heyecanla istediği ve en iyi şekilde yapacağından emin olduğu sahte ilişki planı ilk kez kızı korkuttu.
"İyi bir aşık oldum mu?"
Orhan'a karşı koymak zordu, Hülya yarın gecenin çoğunu bu hareketlere maruz kalarak geçirirse kendini kaybederdi.
Orhan, kız kendisinden kaçmak için sandalyesini ite ite eski yerine sürüklerken yaptığı şeyin etkisini kızın hızla inip kalkan göğsünden görebiliyordu.
"Eh işte, üzerine çalışılırsa oluru var."
Orhan kızın sözleri ve hareketlerindeki tezattan o kadar keyif aldı ki sandalyesinde geri yaslanıp kollarını göğsünde kavuşturdu.
"Tamam o zaman, sıra sende. Göster marifetlerini."
Hülya adam onu küfür etmiş gibi baktı çünkü şu an yapacağı hiçbir şey rol olmazdı ve işleri ileri götürmek için adamın koca bedeni altında ezilmeye bile razıydı.
"Benim marifetlerimi yarın bol bol görürsün canım."
Hülya konudan kaçmak için sofrayı toplamaya başlamıştı. Elindeki üst üste dizili tabakaları düşürme ihtimali olmasına rağmen yanından geçerken kalçasıyla Orhan'ın kolunu itmişti. Kesinlikle bu harekette cinsel bir ima yoktu, yalnızca adamın onu bu kadar etkilemesine kızdığı için böyle davranmıştı ama jr Orhan bunları anlayacak zekaya sahip değildi.
Orhan inler gibi nefes verdi kız içeri geçince. Mutfaktaki tıkırtılardan kızın orada olduğunu anlıyordu.
"Başarıp başaramayacağını görmeden seni o insanların arasına sokamam. Her şeyin daha kötüye gitme ihtimali var ve bu hoşuma gitmiyor." Bunları yalnızca Hülya'nın yarınki pastadan bir dilimi bugün vermesini istediği için istiyordu, kızın başaramayacağıyla ilgili hiç şüphesi yoktu.
Hülya, Orhan'dan biraz uzaklaşınca cesaret yeniden damarlarına sızmıştı, ufacık bir gösteriden ne zarar gelebilir ki diye düşündü, nasılsa yarın bundan kaçamayacaktı.
Pencerenin arkasında geniş sırtı görünen Orhan'a bakınca bakışları adama kilitlenmişti ve adımlarını ona iten bir şey varmış gibi kızı ona sürüklemişti.
Orhan, Hülya'nın girdiğini duymadı çünkü yarını düşünüyordu. Hülya fark edilmemiş olmanın verdiği cesaretle Orhan'ın arkasına ilerlemişti bile, parmaklarını adamın ensesine dokundurunca Orhan korkmamış, kıza da dönmemişti ama deli gibi ürpermişti.
Hülya omzu üstünden eğildi adamın kulağına doğru, parmak uçları masaj yapar gibi adamın omuzlarında geziyordu. "Yarın için istediğin özel bir şey var mı?" Bu neredeyse bir fısıldamaydı ve doğrudan adamın kulağının içinden girince adamın kafasında bir çığlığa dönüşmüştü, inlemelere, zevkli sızlanmalara, arzulu haykırışlara.
Orhan saniyeler içinde Hülya'yı beş yüz pozisyonda hayal etmiş ve beş yüz birinci canlanmadan ana dönmüştü. Kız hemen yanındayken hayaliyle vakit kaybetmek aptallık olurdu.
Orhan duruşunu bozmadan, dönüp kıza bakmadan "Neler yapabilirsin ışığım?" diye sordu. Bu rolü ömrünün geri kalanında oynayabilecek kadar çok sevmişti.
Hülya bir elini çekti diğer eli omzundan süzülüp ensesini dolaştı ve diğer omza kadar ilerledi. O esnada Hülya'nın aheste adımları da onu Orhan'ın arkasından önüne kadar getirmişti. Orhan'ın iki eli sıkı sıkı sandalyenin kenarlarına tutunurken Hülya boş olan bacaklardan birine yavaşça oturdu.
Orhan istediğine pişman olacak gibiydi çünkü gündüz vakti, evinin balkonunda bir kızı altına alırsa fiyasko olabilirdi her şey.
Hülya kaslı bacağa kalçasının hepsini vermeden oturmuş ve "Neler istersen sevgilim," diye cevap vermişti sonunda adamın sorusuna. Orhan'la böyle garip bir durumun içinde olmaktan zevk alıyordu Hülya çünkü Orhan'ın klasik bir erkek olarak görmüyordu, görece yakışıklı bir adam olması da değildi onunla bu anları yaşarken keyif almasına sebep olan. Orhan, sadece Orhan olduğu için ve ona böyle hissettirdiği için keyif alıyordu.
Orhan da kız bacağında olduğu için aptal gibi durduğunu fark edip rahat bir şekilde elini kızın kalçasına yerleştirdi. Kız eğilip sevgilisine bakıyor, gözlerinde yakıcı bir arzuyla, adam çenesini kaldırıp ışık kaynağına bakar gibi gözlerini kısıp bakıyordu kıza ve birbirleri için eriyen bir çift gibi görünüyorlardı.
"Neler istediğimi bilsen bu kadar cesur bakmazsın bana ışığım."
"Belki daha cesur bakarım bir tanem, birini söylemeye ne dersin?"
Orhan sinirliymiş gibi güçlü bir nefes verdi, kız iradesini öyle zorluyordu ki aldığı onlarca irade eğitimi yok olmuş gibiydi.
Orhan ikisini de yakacak bir hareket yaptı, bacağında oturan kızın kalçasını sertleşmiş aletinin üzerine çekti. Göz bebekleri titrese bile kıza bakmayı kesmiyordu çünkü kız sabrını taşırmıştı artık, korkup kaçarken gözlerine bakmak ve en azından bundan keyif almak istiyordu. "Bunun rahatlaması için bir şeyler yap o zaman."
Hülya da ikisini yakacak bir hareket yapıp, korkup kaçmak yerine kendisini sertleşen alete bastırıp adamın güçlüyüm, korkusuzum imajını paramparça etmek istedi. "Bir gecelik rol için bu istek biraz fazla değil mi?"
Hülya gerçekten de daha cesur baktığı için Orhan'ın midesine bir yumruk çarpmıştı. Parlayıp gözlerini kamaştıran kız artık o gözleri yakıyordu.
"Ya devam et ya da kalk." Orhan'ın çenesini kasılmaktan dolayı birbirine kenetlenmişti bu yüzden dişlerinin arasından zorla konuştu.
Hülya kendisini adama son saniyeye kadar sürterek kalktı o taş gibi kucaktan. Fakat cesareti bu kadardı, devamı için o kadar da cesur değildi.
Orhan'ın gözleri kızarmıştı çünkü ilk kez başına böyle bir şey geliyordu, bir kadın onu sertleştiriyor ve o sertliğin üzerinde dakikalarca zıplayacakmış gibi bakıyor fakat hiç de öyle değilmiş gibi pişkin pişkin kalkıyor, devam etmiyordu. Cehennem olan kızın ta kendisiydi, o güzel gözlerle, dolgun ve girintili vücutla, dalgalarının araları parlayan saçlarla evrenin en güzel ve aldatıcı cehennemiydi.
Hülya devam edecek kadar cesur değildi ama adamın kendisi için taş gibi kesilmiş bedeninden dolayı büyük bir cesaret de almıştı kesinlikle.
"Orhancığım ihtiyacın varsa lavaboyu kullanabilirsin, yerini biliyorsun."
Orhan sandalyesinden öyle hızlı kalktı ve kalkarken de öyle korkutucu bir sesle "Sikeceğim ama he" diye başlamıştı ki Hülya'nın mahalleyi inleten çığlığı adamı duraklatmıştı.
Hülya'nın çığlığı kahkahaya dönüşürken ve kız kaçtığı için sesi gittikçe uzaklaşırken Orhan seri katil gibi ağır ağır yürüyordu kızın peşinden.
Hülya arkasını her döndüğünde ona daha da yaklaşan adam yüzünden kalp krizi geçirecekti. Kendisini pencere ile koltuk arasındaki otuz ya da kırk santimlik boşluğa sıkıştırıp Orhan'ın kendisine ulaşamayacağına inandı.
"Niye öyle avına kilitlenmiş panter gibi üstüme ağır ağır geliyorsun Orhan, bir şey mi yaptım sanki?" Orhan kız konuşurken de yürümeye devam ediyordu evin sahibi gibi.
"Hayır yani sana yardım etmeyi kabul ediyorum, yap şovunu diyorsun yapıyorum e hata mı ettim ben hmm?"
"Ettin."
Orhan kızın fazla ileri gittiği için cezalandırılması gerektiğini düşünüyordu ve en iyisi cezayı da kendisi verebilirdi. Hele bir de kız kaçarken de kahkahalar atıp Orhan'ı köyün kavalcısının peşine takılan fare gibi hipnoz ettiğinden Orhan kızı bir an önce eline geçirmek istiyordu.
"Tamam Orhan gelme artık, güldük eğlendik ama korkuyorum artık."
Orhan'ın yüzünde mimik bile oynamıyordu, kızı eline geçirince yapacağı şeylere o kadar güveniyordu ki tamamen hedefe odaklıydı.
"Ama küseceğim bak şimdi." Hülya kalçasını kaydıra kaydıra koltuğun arkasından çıkmaya çalışıyordu. "Korkuyorum diyorum hala devam ediyorsun."
Orhan'ın ifadesi mecburen değişti çünkü kızın, karşısındaki kırılganlığı ve bunu kabullenişi bir de küsmekle tehdit edişi Orhan'ı mest etmişti.
"Küsecek misin?"
"E gerekirse."
Orhan artık durmuştu, Hülya da koltuğun arkasından çıksa da hemen geri girip saklanmak için köşesine tutunmuş bekliyordu.
"Tamam küsme, gel." Orhan köpek çağırır gibi elini bacağına vurdu iki kere.
"O ne be öyle? Hayvan mı terbiye ediyorsun?"
"Ehlileştirmeye çalışıyorum diyelim," diyordu Orhan sırıtarak. Kız adamın samimi gülüşünü çok sevmişti ama ettiği laf yüzünden yelkenleri dimdik yerinde kaldı ve suya düşmeye çok uzaklardı.
"Buradan bakılınca ehlileştirilmesi gereken senmişsin gibi görünüyor." Hafif tırsmıştı kız bunu söylerken. Cesurdu, ağzı iyi laf yapıyordu ama o bakışların altında herkes Hülya gibi tırsardı.
Dişlerinin arasından tıslayarak Hülya'yı yeniden çağırdı Orhan. Küserse de küserdi artık, adamın burasına kadar gelmişti çünkü.
Hülya da kendini pek zeki ve gözü kara bir kız sansa da ısrara dayanamazdı, Orhan'ın çağrısı da ısrardan çok emir gibi olduğu için kız ayaklarını adama doğru yürürken fark etmişti.
"Aferin kızıma." Bu bir espriydi ama Orhan da Hülya da gülemedi.
"Bana köpekmişim gibi davranma."
Orhan kız hala ona doğru gelirken kolunu uzatıp kızı kendine çekmişti mesafeyi kapatması uzun sürdüğü için.
"Dişi pantermişsin gibi davranmamı ister misin? Tatlı bir köpekten çok yırtıcı bir kedi gibi görünüyorsun çünkü." Hülya bunu hakaret olarak algılamalıydı aslında ama Orhan'ın sesi, o sesi kullanış şekli çok fazla cinsel elektrik yayıyordu.
Hülya beline sarılan ele, yumuşak göğsünün çarptığı sert gövdeye yığılmamak için o elden ve göğüsten destek aldı.
"Sen de bir pantersin bence." Hülya yarınki oyunu hatırlayıp heyecanlanınca adamın göğsüne sokulup bir ayağını da havaya kaldırmıştı ve "Yarın birbirimize panterim diyelim mi? Orijinal bir sevgi sözcüğü olduğunu düşünür herkes ve aşkımıza hayran olurlar," demişti.
Orhan kızın role çok çabuk ayak uydurmasına şaşırıyordu, öyle gamsız ve herkese, her şeye güveniyordu ki kızla tanıştığından beri kendisini basit romantik komedi filmlerindeymiş gibi tasasız hissediyordu.
"İnsanlar bizim iki azgın olduğumuzu düşünürler," dedi kızın söylediği şey yüzünden içi titreyerek. Hele iş arkadaşları ve albayın yanında ona panter denmesi fikri yüzünden plandan vazgeçmeyi bile düşünürdü.
"Tamam o zaman. Ben bir kahve yapayım sen de bana fal bak."
Orhan'ın hala panter lafından dolayı dağınık olan dikkatinden faydalanıp kız adamın kollarından kaçmıştı. Hülya kendisine maalesef yeni bir söz vermişti o an. Yarından sonra bir daha Orhan'a dokunmayacak, adamın kollarına girmeyecek ve ona cinsel çağrışım uyandıran şakalar asla yapmayacaktı. Hülya çok kitap okur film-dizi izlerdi ama gerçekte işlerin öyle yürümediğinin o da farkındaydı. Ne kadar Orhan yanındayken her şey bir romantik komedinin içindeki çekişmeli aşk hikayesine dahilmiş gibi hissettirse de burası gerçekti ve hayat biraz böyleydi işte, aşk meseleleri fazla abartmaya gelmezdi.
"Ben gideyim ve sen kendi falına kendin bak."
Hülya'nın aksine Orhan kıza daha da yaklaşması gerektiğini düşünüyordu, hayatında birine karşı duyduğu en yoğun şeyi yaşıyordu ve bunun bir adı bile yoktu. Hülya saf bir kız olsa da Orhan çok akıllı bir adamdı, bu aralarındaki şeyi otuz iki yıldır elde edemediğine göre şu an buna sahip çıkması gerekiyordu.
Hülya üstelemedi kalması için çünkü gitmesi en iyisiydi, kalsaydı kız verdiği kararı yüzlerce kez değiştirirdim, biliyordu.
Verdiği kararın ciddiyeti henüz Hülya'yı sarmamıştı çünkü vakit gelene kadar oyununda nasıl ikna edici ve gerçekçi olacağını düşünmek ilgisini daha çok çekiyordu. Hülya bazı zorluklara göğüs germeden önce vakit tanımayı severdi, bu da öyle bir şeydi işte.
Sonunda o gün gelip çattığında Hülya da Orhan da beklediklerinden daha stressiz ve keyifliydiler. İkisi de hiçbir açık vermeyeceklerinin daha dünden farkındaydılar.
Hülya, Orhan'a nasıl giyinmesi gerektiğini sormuştu çünkü ortam için fazla şık ya da günlük olma ihtimali vardı, Hülya kıyafetinden memnun olmazsa tüm günü ikisine de oradakilere de zehir ederdi.
"Ne bileyim, düzgün bir şeyler giy işte," demişti ciddiyetin farkında olmayan Orhan.
"Orhan eğer ortama uygun giyinmediğimi fark edersem yemin ederim orayı sana, kendime, o albayına ve karısına dar ederim."
Tamam Orhan, Hülya'yı öyle çok iyi tanımıyordu ama kızın ciddiyetini fark edemeyecek kadar da salak değildi.
Orhan korka korka önceki gecelerde kadınların nasıl giyindiğinden bahsetti Hülya'ya, hepsi elbise giyiyor genelde dedi, düğüne gider gibi değiller ama şık görünüyorlar işte ne bileyim dedi. Hülya da bu bilgiler ışığında siyah, diz altı bir etek giydi, dizinin on santim yukarısına kadar uzanan bir yırtmacı vardı elbisenin fakat elbiseyi öylece giyince çok düğünvari durduğu için annesine ördürdğü tığ işi ince bir crop hırka geçirmişti üstüne. Zaten yaz da olsa akşamları serin olurdu. Yedi santimlik bir topuklu sandalet giydi, yine siyah. Riske giremezdi, her şeyi siyah olacaktı.
Orhan ona, onu aşağıda beklediğinin mesajını attıktan yirmi dakika sonra ancak evden çıkabilmişti kız. Çıkmadan önce Şahika ona sırnaşmaya geldiğinde tüyleri elbisesine yapışmasın diye kedisini kış kışlayıp son kez girişteki aynaya baktığında kendisine bayıldı Hülya. Abartı olmayan ama bakanı memnun edecek bir makyaj yapmış, maşalı saçlarını serbest bırakmıştı.
Orhan arabaya yaslanıp kızın hazırlanmasına lanet okurken kız sonunda o kapıdan çıktı ve az evvel batmış olan güneş yeniden doğmuş gibi etrafı parlattı. Hülya sadece güzel değildi hatta öyle çok çok güzel değildi ama fena bir şeydi, hem bu kadar dolgun hem de minik başka bir şey görmemişti Orhan. Simsiyah kıyafetlerinin içinde güneş etkisi yaratmayı becerebilecek kadar fena bir şeydi.
Hülya da Orhan'ın siyah bir gömlek ve kumaş olmayan simsiyah bir pantolon giydiğini görünce, o güçlü omuzların kaliteli gömleğin zorlandığına da şahit olunca adamın derin mi derin, suyu serin mi serin bir kuyu olduğunu düşündü. İçine dalmak için can attığı bir kuyu gibiydi, ve kıza bakışları yüzünden Hülya ona aşırı, inanılmaz yakışan kıyafetleri parçalamak ve adamın kucağına yerleşmek istedi.
Adamın yanına vardığında ve adam da kıza daha yakından bakmak için sırtını arabadan ayırdığında "Evet, güzel olduğumu biliyorum," diyordu bu faslı hızlı geçmek için. Orhan'ın ona iltifat etmesi iyi olabilirdi ama şu an dikkatini çok dağıtırdı.
"Umarım mütevazı duruşunun da farkındasındır."
Yol çok çabuk geçmişti, aralarındaki elektrik zamanı bile etkiliyordu artık ve Hülya bunu reddederek mekana girişini düşünmüştü yol boyu.
Vardıklarına Orhan "Hazır mısın?" diye sormuştu.
"Tahmin edemeyeceğin kadar," dedi Hülya iştahla.
Sanki denizin üzerine kurulmuş bir veranda gibiydi mekan, usul usul oraya ilerlerken Orhan kızın elini tuttu.
Kız hazır olduğunu iddia etse de bu havada buz gibi olan elleri kızın gerginliğini ele vermişti.
Kocaman ve etrafı insanlarla dolu masaya ilerlerken tüm gözler onlara ve birbirine kenetli ellerine döndü. Orhan "Bu gece çok eğleneceğiz ışığım," diyordu. Hülya ise adamın elini daha sıkı tutmakla yetindi.
Oturanların bir kısmı ayağa kalkıp Orhan'a selam vermişti, kız resmen tanıştırılmadığı için ona karşı sessiz ama güler yüzlüydüler.
İnce fakat geniş omuzlara sahip bir kadın son anda ayağa kalkıp yanlarına geldiğinde "Bu gecenin en güzel sürprizi oldun tatlım, ben Sevda, genelde albayın eşi derler," dedi içten gülerek ve kendi durumuyla dalga geçerek.
Hülya için oyun resmen başlamıştı bu hamleyle. Kadının uzanan elini sıkarken "Memnun oldum Sevdacığım, Hülya ben de ve aynen de böyle derler," dedi. Kadın ondan en az on beş yaş falan büyüktü ama genç gösteriyordu ve o askeri bir hiyerarşiye dahil olmadığı için Sevda'ya resmi davranmak için hiçbir sebebi yoktu.
"Kız arkadaşım," dedi Orhan, oradaki herkes duysun ister gibi.
"Sıkılacağımı sanıyordum ama şu an tamamen heyecan doluyum," diye karşılık verdi kadın.
Yemeğe oturduklarında Hülya'ya ve Orhan'a sorular yığılmıştı. Sonunda Hülya'nın beklediğ soru Sevda'dan geldiğinde Hülya cevabı için çoktan hazırdı.
"Peki nasıl tanıştınız?"
"Beni yangından kurtardı, dumanların ve ateşin arasında kalmış ölmeyi bekliyordum ama Orhan hepsinin arasına daldı, beni kurtardı ve ne zaman yardıma ihtiyacım olsa beni yeniden kurtarmak için tam üst katımda oturuyordu. Bir kahramanla birlikte olmak çok şey hissettiriyor..."
Hülya abarttığını fark edemiyordu, sanki anlattıkları gerçek gibiydi.
Sevda cümlenin devamını heyecanla beklerken Orhan da aynı durumdaydı.
"Güvenli ve korkusuz." Hikayeyi güçlendirmek için Orhan'a aşık bir bakış atarak devam etti. "Sanki o yanımdayken yangından kaçmama gerek yokmuş gibi geliyor, onunla olduğum yerler cehennem bile olsa ev gibi hissettiriyor."
Orhan duyduklarına sevinemedi, bunların rol olduğunu ve bu kadar gerçekçi olduğunu bilmek adamı bütün bir boğa midesine sıkışmış gibi hissettirmişti.
Orhan kızın aşık bakışlarına hoyrat bakışlarla karşılık verip kızın alnını yumuşakça öptü. Dudakları alnından saçlarının arasına aktığında "Yalnızca komşuyuz diyecektik," diyordu kıza.
Kız Orhan'a tepki veremedi çünkü Sevda sanki bir gösteri izliyormuş gibi el çırpmaya ve ilişkilerine övgüler yağdırmaya başlamıştı.
"Orhan'ın böyle bir şans yakaladığına inanamıyorum ama buna çok seviniyorum. Emin o da senin için aynı şeyleri düşünüyordur Hülya, bakışlarından görebiliyorum."
Orhan kadına güldü daha fazla uzamasın bu konu diye, hala Hülya'nın oyunculuğu ve oyun değilmiş gibi söylediği sözleri yüzünden dağılmış durumdaydı.
Masadakilerin dikkati Orhan ve Hülya'dan çekildiğinde Hülya, kolu sandalyenin üzerinde sırtına dolanmış adama biraz daha yaklaşıp "İyi gidiyor muyuz sence?" diye sordu.
Orhan iyi gittiğini düşünüyordu ama bu kadarı onun istediğinden fazlaydı. Kızın ona bakışları, utanmadan sokulması, Orhan kızın yüzündeki saçları çekeceği zaman parmaklarını tutup yumuşakça öpmesi, bunlar Orhan için fazlaydı.
"Beklediğimden fazla iyi," diye itiraf etti Orhan.
Kızın rolünü çok iyi oynaması onu önce rahatsız etmişti ama Hülya'nın her hareketi o kadar doğaldı ki Orhan bunun rol olmadığına inandı en sonunda, yalnızca sınırlar kalkınca karşılaştığı Hülya bu olmalıydı, rol yapan değil.
Etrafı şuh notalar sardı, onlar birbirlerine bakarken masadan birkaç çiftin kalkıp dans etmeye başladığını fark etmediler bile.
"İlişki istemeyen bir kadının bu işte bu kadar iyi olması haksızlık," dedi Hülya durumla dalga geçmek için. Orhan ona tüm zamanlardan daha garip bakıyordu ve sanki hiçbir şaka adamın bakışlarındaki yoğunluğu dağıtamayacak gibiydi.
"İlişki istemek için hala geç değil." Orhan bu lafı öylesine söylemiş gibi algıladı Hülya, sanki kendi şakasının üzerine bir şaka yapmış saydı. Orhan kesinlikle şaka yapmıyordu, öylesine söylemiyordu, kızla geçirmek istediği bir ömür vardı ve ona geç kalamazdı.
"Güzel sohbetinizi bölmek istemem ama hala size dair merakım dinmedi," diyerek bakışmalarını böldü Sevda.
"Dindirelim o zaman." Hülya neşeli haline hemen geri dönmüştü. Bu gecenin tadını çıkaracak ve sonra Orhan mevzusunu kapatacaktı.
"Evlilik ne zaman? Bizimkş görev yerini değiştirmeden önce yapsanız iyi olur çünkü sizin evliliğinizi kaçırmak istemem."
Hülya artık rol yapamazdı, o kadar ileri gitmenin anlamı yoktu. Her ne kadar Orhan'ı zorla evlenmekten korumak için burada olsa da hayatında bir kadın olduğunu ispat ederek de onu evlilikten korurdu.
Orhan da artık rol yapmayacaktı ve en rol gibi görünen sahne de bu olacaktı.
"Henüz öyle bir şey düşünmüyoruz," dedi Hülya.
"Hülya kabul ederse hemen," dedi Orhan.
Rol yapmayı bırakmak bu gece için iyi bir şey değildi belli ki çünkü Hülya'nın tüyleri diken diken olmuş ve yüzü bir tokat yemiş gibi kızarmıştı.
Orhan, Hülya'nın rol yapamadığını anlamıştı peki ya Orhan da mı yapmıyordu?
|
0% |