Yeni Üyelik
1.
Bölüm

"Yangın Var"

@almelia

"Bak deme bana bakamam yüzüne!"

 

 

Hülya Çoşku mezun olalı üç ay olmuştu, okulsuz ve işsiz bir hayat onu biraz ev kuşu yapmıştı fakat biraz şey bir ev kuşuydu. Yani iyi taklitçi olmayan fakat yine de taklitçi olan papağanlar cinsinden bir kuş. Neredeyse yirmi dört saatin on sekizini mutfakta şarkılar söyleyerek geçiriyordu. Felsefe okumuş birine göre zihni pek felsefik çalışıyor denemezdi, söylediği şarkılar birbirinden bağımsız ve birbirinden beterdi ancak sesi yine de söylediği şarkıların şeklini inanılmaz değiştirse de güzeldi. Bu onun fikri değildi tabii. Hemen üst katına yeni taşınmış olan komşusu Orhan Genç'in fikriydi bu. Orhan, Hülya'nın şarkılarına kendisinden bile fazla maruz kaldığı için yorum yapmayı kendine hak görüyordu.

 

 

 

"Gül deme bana gülemem yüzüne. Kusura bakma iş işten geçti olamayız artık eskisi gibi!"

 

 

 

Orhan iki aydır apartmandaydı ve iki ayının neredeyse her bir gününü Hülya'nın, çok yakınlarındaki karşı apartmanın camına yansıyan görüntüsünü izleyerek, balkondaki sohbetlerini ya da mutfakta bir şeyler yaparken söylediği şarkıları dinleyerek geçirmişti.

 

 

 

Şu ana kadar Hülya'nın Orhan diye birinden haberi yoktu çünkü apartmana birinin taşındığını görmemiş duymamıştı. Evde olmak, evden çıkmamak, arkadaşlarıyla buluşmalarını ekerek evde kahve içmekle meşguldü üç aydır. Okul hayatı rezalet zor geçtiği için insan yüzü görmemek için çırpınıyordu.

 

 

 

"Birazdan susmazsa polis çağıracağım," dedi Orhan kızın karşı apartmanın camına titrek şekilde yansıyan görüntüsüne bakıp sigarasının dumanını üflerken. Yalnız bir ucube olduğu için kendi kendine konuşuyordu. Ve yalnız ile bir arasında virgül olsa bile Orhan'ın o günkü yalnızlığı ya da bir oluşu azalmazdı.

 

 

 

Yarın sabah güneş daha göz kırpmadan kalkıp işe gidecek sonra da yıllık izne çıkacaktı. Tam on yıldır Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sadık askerlerindendi fakat kadınlar konusunda pek sadık sayılmazdı. İhanet ediyor denemezdi fakat işleri ihanete varmadan bitirirdi zaten. Hülya onu tanısa şımarık olduğunu söylerdi, kötü ya da çapkın bir adam olmadığı için yalnızca bunu söyleyebilirdi.

 

 

 

"Aşk kaç beden giyer?" Hülya, şarkı akmaya devam ederken soruya cevap aramak için ıslak ellerini mutfak önlüğüne sildi.

 

 

 

"XL," diyordu çok komik olduğunu sanarak.

 

 

 

Fakat Orhan da bunu duysa gülerdi çünkü kendisi de Balkon demirine yaslanıp "XL," demiş ve kimse duymadığı için sevinse de tek omzunu sallaya sallaya gülmüştü.

 

 

 

Hülya susmamıştı ve susmayacaktı da, bilmem kaçıncı şarkısına geçtiğinde Orhan kızın balkonundan uzak odasına gidip uyumuştu bile.

 

 

 

Ertesi gün yine aynı saatlerde Orhan, Hülya'yı dinlemek için balkonda oturuyordu, ne balkonun ne de mutfağın ışığını açmazdı çünkü aydınlık ona göre değildi.

 

 

 

Hülya anne tarafından Trabzon'lu olmakla sınanan ve Trabzon'lu annesi ile yaşayan yirmi beş yaşında bir genç olduğu için bu geceki repertuarını Karadeniz şarkılarıyla donatmıştı. Trabzon'la ilgili bir problemi yoktu fakat pek sevmezdi de, sevdiği başka bir yer olduğu için değildi bu, kız Türkiye'yi bir bütün olarak seviyor şehirlerinden en sevdiğini bulamıyordu.

 

 

 

Orhan en çok bu repertuarını beğeniyordu çünkü hoşuna gidiyordu. Ankaralıydı fakat Karadeniz ilgisini çektiği için görev yerini de Karadeniz taraflarına çekmek için uğraşmıştı.

 

 

 

"Oy minnoşum," diye cıyakladı Hülya. Kedisi Şahika için canının bütününü değilse de büyük bir parçasını verirdi çünkü dünyanın en sırnaşık kedisine sahipti ve Şahika ona her yaklaştığında kendisini kutsanıyormuş gibi hissediyordu kız.

 

 

 

"Minnoşuna sokim," dedi Orhan balkon demirlerine alnını yaslayarak. Madem bu kadar rahatsızdı kızı dinlemeyi kessindi o zaman, Hülya olsa böyle derdi fakat Orhan, Hülya'nın sesini evinden geliyormuş gibi hissetmekten memnundu. Lojmanda kalmak hiyerarşik bir sıkıntı yaşatıyordu ona o yüzden de bir ev tutmuştu ama arkadaşları masraftan ölümüne korktuğu için ev arkadaşlığına yanaşmamış Orhan da yalnız kalmıştı. Kızın sesini dinlemesinin sebebi sapık olması değildi yani, yalnız olmasıydı.

 

 

 

Hülya kedisini öpücüklere boğduktan sonra balkon demirine yaslayıp dışarıyı seyrettirmeye çalışıyordu. Net bir bilgi değildi fakat öyle görünüyordu ki Hülya, Şahika'yı kendisi doğurdu sanıyordu ve onun bir bebek olduğunu. Üç yıldır sadece miyavlayan bir bebek.

 

 

 

Şahika yardım çığlıkları atınca doğrudan Orhan'ı hedef almıştı bu çığlıklar.

 

 

 

"Hayvan haklarına saldırıdan içeri girersin," dedi ayakları balkon demirinde üst üste atılmış, kolları başının arkasında birleşmiş halde. Hülya onu göremezdi çünkü o da kızı doğrudan görmüyordu, karşıdaki camdan izliyordu.

 

 

 

Hülya duyduğu cümleyi üzerine alınsa mı alınmasa mı emin olamadı fakat daha da önemlisi nereden geldiğini anlamadı.

 

 

 

Şahika'yı bıraktığı gibi kedi uçarcasına evin içine girdi.

 

 

 

"Bana mı dediniz acaba?" Ses aşağıdan geldi sandı çünkü balkon arka bahçeye bakıyordu ve ora hep karanlık ve ıssız olduğu için alakasız pek çok insan akşamları orada dolaşırdı.

 

 

 

Orhan'ın dudağının sağ kenarı yukarı yükseldi, Orhan'a sorsanız o pek gülmezdi ama gülüyordu işte. Kıza cevap vermedi.

 

 

 

"Şey, sizin o kafanızı koparırsam da insan haklarına saldırı mı olur acaba?"

 

 

 

Orhan tehdit edildiği gibi anında poker yüze geçip saldırgan bir tavırla doğruldu. Ondan muhtemelen yaş ve kilo olarak epey bir küçük olan kıza fazla tepki verdiğini ayaklarını soğuk taşa bastırınca fark ettiği için yine sessiz kaldı.

 

 

 

"Devamını getirmeyecekseniz laf atmayın yoksa sizi ağlatabilirim." Hülya bazen böyle üstten konuşmayı severdi, neden Hülya diye sorsanız da "Bilmiyorum, ben pek akıl sağlığı yerinde biri değilim galiba," diyerek şüphelerinden bahsederdi. Onun şüpheleri bazıları için gayet kanıtlı gibi görünse de henüz yüzüne söyleyen olmadı.

 

 

 

Hülya tüm gün evi temizlemek ve kendine iş çıkarmakla meşgul olduğu için ağustosun ilk günleri berbat ve fazla terli geçiyordu. Beş dakikalık bir duş molası verdi mutfakla olan ilişkisine. Ne yazık ki ömrünün en kısa duşu bu olacaktı çünkü ikinci kattaki dairede çıkan yangını fark eden apartman sakinleri tam da Hülya duşa girince itfaiyeyi aramış ve apartmanı boşaltmak için tüm kapıları çalmaya başlamıştı.

 

 

 

Kızın yatağının üzerindeki telefonu hiç olmadığı kadar ısrarla çalıyordu. Apartman yöneticisinde annesinin telefonu olduğu için doğrudan annesi aranmıştı ve apartmanlarının çaprazındaki özel hastanede hemşirelik yapan kadının nöbeti sekteye uğramıştı. Hülya'nın annesi Şehrazat Hanım kızına bir şey oldu korkusuyla ağlayarak iş yerindekilere haber verip eve koşarken bir yandan da kızını arıyordu.

 

 

 

Orhan Genç ise kokuyu çok önceden almış fakat Hülya'nın onu tehdit etmesi yüzünden donup kaldığı için idrak edememişti. Apartman yöneticisiyle aynı katta olduğu için ilk dışarı çıkanlardan oldu. Kapının önünde insanlar birikirken, herkes apartmandan çıkarken apartmana girmeye çalışan Şehrazat Hanım'ı gördüğünde kadının kolunu tuttu.

 

 

 

"Ablam yangın var, içeri girmiyoruz," diyordu. Fakat kadının gözyaşlarıyla ıslanmış ve endişeli yüzünü görünce direkt olarak "Çocuğunuz mu evde, hangi daire?" diye sordu.

 

 

 

"Kızım, arıyorum açmıyor, bu saatte uyumaz da. Birinci kattayız, daire bir." Kadın daha fazla şey söylerdi çünkü doğası buydu, nerede ve kiminle, nasıl bir zamanda olursa olsun bir şeyleri detaylı anlatmayı severdi. Fakat Orhan kadını duyunca şaşırmıştı ve kadın da susmuştu. Orhan her gün kapısının önünde geçtiği Hülya'nın adını bilmese de yaşadığı yeri çok iyi biliyordu ve kızın evde olduğuna emindi. Kadını içeri sokmadan apartmana daldı.

 

 

 

Merdivenleri İkişer-üçer çıktıktan sonra apartman yöneticisini kapıyı yumruklarken görmüştü.

 

 

 

Hülya ise hiçbir saniyesini şarkısısız geçirmediği için annesinin değerli ve şarjlı radyosunu banyoya sokmuş sesi de epey açmıştı. E kız yaşamayı seviyorsa onun suçu muydu bu? Fakat bu yaşama hevesinin bugün canından olmasına sebep olabileceğini nereden bilsindi ki.

 

 

 

"Bu ayrılıktan söyle ne umdun ne buldun? Bu sevdanın sonu acılı sevda!" Hülya Coşku gizlemeye çalışsa da müthiş bir Müslüm Gürses hayranıydı. Ve şarkının sözlerine bin kere baksa da "söyle ne buldun, ne buldun?" kısmını ısrarla ne umdunla başlatırdı, eh böylesi daha uyumluydu çünkü.

 

 

 

Hülya şarkı bitene kadar oyalandıktan sonra tam beş dakika sonra kendisine üç-dört beden büyük pembe bornozunu giydi, uyumlu pembe havlusunu da kafasına doladı ve beş saat falan bornozla yatağına uzanıp sosyal medya sörfü yapacağı için heyecanlandı. Heyecan tatlı bir şeydi fakat bazen tatlı sıfatıyla anılan heyecanlar insanların kalbini durdurabiliyordu.

 

 

 

Saat tam 22.48'i gösterirken banyo kapısının önünde dikilen iki genç heyecandan kalp krizi geçireceklerini sandılar.

 

 

 

"Allah belanı versin senin sapık!"

 

 

 

"Sus kız. Mahalle yanıyor sen saçını yıkıyorsun."

 

 

 

Orhan, Hülya kapısını açmayınca katını saran dumana rağmen kendi evine çıkmış ve balkonun demirlerinden sarkıp kendisini Hülya'nın yirmi dört saatini geçirdiği balkona atmıştı. Kızı bulup evden çıkarmak için etrafta dolaşmasına gerek kalmamıştı. Önünü kesen Şahika'yı tek kolunun altına almış ve doğrudan ses gelen banyoya yürümüştü. Apartman yanıyordu fakat kız banyodan üstsüz çıkacak diye ödü koptuğu için ne kapısını tıklatabilmiş ne de dönüp evden çıkabilmişti.

 

 

 

Zor durumda kaldığı çok olmuştu ama bu gece aynı kız tarafından ikinci kez tehdit edilme ihtimali tüylerini diken diken etti.

 

 

 

Hülya kedisini kolunun altına fırından alınmış sıcak ekmek gibi sıkıştırıp kendisine bakan dağlar taşlar gibi adamı görünce katil olacağını sanmıştı.

 

 

 

Yani adamın sapık olması anlaşılabilirdi ama ona bir de saç tarayan kadın imasında bulunduğu için hapishaneye değil tımarhaneye gideceğini de anlamıştı. Kafayı yiyecekti çünkü.

 

 

 

"Bari kedimi bırak Allahın cezası kör şeytan!" Kör şeytanı babannesi çok kullanırdı, Hülya ortama uymasa da bunu söylemeyi severdi.

 

 

 

"Apartman yanıyor, seni yangında ölüp gitme diye kurtarmaya geldim. Kör şeytana nerem benziyor?"

 

 

 

Orhan pek muhabbet adamı değildi fakat niyeyse apartman yanarken kurtarmaya geldiği kızı bedeninin açık kalan yerlerinden sular süzülürken görmek çenesini açmış, gözünü karartmıştı. Körlükten fazlaca uzaktı çünkü kızın kası seğirse Orhan'ın şahin gözleri yakalayıp aç aç izliyordu ama şeytanlık kısmına o da katılabilirdi.

 

 

 

Hülya kapısını yumruklayıp "Yangın!" diye bağırıldığını duyup kokuyu da alınca adama inanmıştı.

 

 

 

"Kediyi alıp çık hemen. Üzerime düzgün bir şey giyip çıkacağım." Hülya hemen yanında kalan odaya girip iç çamaşırlarını üstüne geçirdi. Kafası hızlı çalıştığı ve pratik biri olduğu için eli bile titrememişti. Ve zaten birinci kattaydı, yangın evin içine bile sızsa camdan atlar kaçardı.

 

 

 

Orhan'ınsa kafası durmuş gibi sessizce ve kolunun altında çırpınan kedi yokmuş gibi bekliyordu. Hülya'nın hayaleti hala banyo kapısının önünde durup Orhan'a bakıyordu çünkü. İki aydır kafasını siken kız beklediğinden daha güzeldi, yani güzellik beklentisi yoktu kızı bir anda karşısında öyle görünce o ana kadar ufak tefek, 17 yaşlarında bir çocuk göreceğini sanmıştı.

 

 

 

Hülya dolabından trençkotunu kapıp iç çamaşırlarının üzerine geçirdi ve önünü sıkı sıkı bağlayıp odadan koşarak çıktı. Orhan'ı hala aynı yerde, yerinden santim sapmamış halde görünce kediyi adamın kolunun altından kurtarıp koridora ilerledi. Hareketlerinde hiçbir kararsızlık yoktu, mutfağa sapıp kedisinin çantasını aldı ve kediyi içine tıkıştırdığı gibi dış kapıya koşup ayakkabılığın üstündeki mama kavanozunu aldı ve anahtarını çekip kapıyı açtı. Orhan, sanki evin sahibiymiş gibi ağır ağır yürüyüp kızın kusursuz hareketlerini izledi ve kız onu evde unutup kapıyı üstüne kapatınca da yumuşakça kapıyı açıp dışarı çıktı.

 

 

 

Hülya kendisini çoktan apartmanın dışında atmıştı. Kız annesini ağlarken görünce tek kolunu kadının sırtına sardı.

 

 

 

"Ay ağlama anne. Duştaydım."

 

 

 

"Ödüm koptu ya, kaç kez aradım seni," diye kızdı önce. "Bir tane genç seni çıkarmaya geldi, bir şey mi oldu acaba gelmedi daha," diyerek kızdan ilgisini çekmişti.

 

 

 

"Yok canım ne olacak ona. Dağdan inmiş gibi bir hali vardı." Hülya kalabalığın telaşlı tavırlarını küçümseyip karşı kaldırıma geçti ve bir arabanın üzerine kedisinin olduğu çantayı bıraktı. Hava her Allah'ın günü cehennemle yarışsa da Hülya bugün üşüyor ve dişleri zangırdayacak şekilde titriyordu.

 

 

 

Annesi kızının sırtına dokunup "İkinci katın balkonunda çıkmış yangın," diye anlatıyordu. "Kadının kocası bu saatte mangal yapacağım diye tutturmuş." Hülya, annesinin hızlı başlayan dedikodu seansına ayak uydurmaya çalıştı. "Salak, ateşin yanında sarhoşluktan sızmış."

 

 

 

"İkinci katta vukuat bitmiyor," dedi Hülya ellerini kendine sararak. Dizleri gücünden olmuş gibi titriyordu. Omzuna dökülen ıslak saçları yüzünden daha da üşüdü ve annesi "Zatürre olacaksın burada kızım gel hastaneye gidelim. Hastanın işini yarım bırakıp geldim korkumdan," diyip kızını yürütmeye çalışmıştı.

 

 

 

Hülya onayladı ama hareket edemedi, telaşlı insanları küçümsemenin karması biraz büyük olmuştu çünkü kız titreyerek bayılacak ve can verecekti.

 

 

 

Apartmanın önüne girmeye çalışan itfaiyeler çevredeki araç sahiplerini uyarıp araçlarını çekmelerini söyleyince Orhan, Hülya'yı düşünmeyi bırakıp arabasına yürüyordu ki maalesef kız onu düşünmemeyeceği boşluğu ona vermemişti. Kedisinin kutusunu canından çok sevdiği arabasının üzerine koymuş, titreyen parmaklarla arabaya tutunuyordu Hülya. Annesi kızın sırtına sarmıştı kollarını kızı düşmesin diye. Orhan koşarak karşı kaldırıma geçti ve arabanın kilidini açtı.

 

 

 

"Arabayı çekmem lazım, itfaiye girecek." Aklı biraz bulanıksa da sesi çok net ve duygusuzdu.

 

 

 

"Yürüyemeyecek haldeysen arabaya bin hemen, acelem var." Kızın yüzünde de Orhan'ın sesindeki gibi ifadesizlik hakimdi.

 

 

 

"Çok sağ ol oğlum, epey iyiliğin dokundu bugün bize," dedi Şehrazat, kızı konuşamayacak halde olduğu için.

 

 

 

"Estağfurullah."

 

 

 

Hülya erkeklerin mağaralarından çıkmayı hak etmeyen yaratıklar olduğunu düşündüğü için Orhan'ın gıcık üslubu onda hiçbir rahatsızlık uyandırmadı. Titreyen bacakları ve elleriyle itiraz edemeyeceği için arabaya binmeyi kabul etmişti hemen. Geçip yolcu koltuğuna otururken Orhan'ın mağarada yaşadığını gizlemeyen üslubunu sevmişti bile, en azından insan içine karışmak için insanmış gibi davranmaya çalışan kaypak erkekler gibi konuşmamıştı. Demek ki Orhan, Hülya'ya yavşamayacaktı, bu Hülya için onun arabasına güvenle binmesinin nedenlerinden biriydi.

 

 

 

"Annem sen işe dön, buradaki iş uzarsa yanına gelirim," diyip kapısını kapattı Hülya zorla.

 

 

 

Şehrazat, Orhan'a teşekkür etmiş, kızına dikkat etmesini telkin etmiş zor da olsa gitmişti.

 

 

 

Orhan, Hülya'nın titreyen bedeni yüzünden ağustos ayında koltuk ısıtıcıyı açıp arabayı park edecek yer aramaya koyulmuştu.

 

 

 

Hülya adamın ellerinin üzerini döşeyen damarları ve direksiyondaki hakimiyetini sağlamak için ellerini hareket ettirdikçe derinin altına gömülmüş yılanlar gibi süzülen damarları izlediği için titremesi biraz şekil değiştirmiş oldu. Adamın yüzü hatırladığı kadarıyla güzel fakat karanlıktı. Mimiksiz suratı onu biraz robotik gösteriyordu. Yüzündeki huysuz ifadeyi örtse Hülya adamın geniş bedenini saatlerce ağzının köşelerinden akan salyayla izlerdi.

 

 

 

"Tövbe tövbe," dedi anneannesi gibi.

 

 

 

"Ne günah işledin?" Orhan kıza bakmıyordu. Bakmak istemediğinden değil, kucağındaki kedinin kutusu trençkotunun sol köşesini açtığı için kızın bacağının büyük kısmı görünüyor ve sokak lambalarının altında altın gibi parlıyordu.

 

 

 

"Tövbe tövbe," diye tepki verdi adamın sorusuna. "Ne günahı tövbe tövbe ya."

 

 

 

Orhan'ın dudağının sağ köşesi harekete geçti.

 

 

 

"Dini bütün biri gibi görünmüyorsun ama tövbekarsın belli ki." Orhan hiç alt komşusuyla tanışacağını düşünmemişti, düşünseydi de kızın ilk cümlesinin Allah belanı versin senin sapık! olacağını düşünmezdi kesinlikle.

 

 

 

"Ay tövbe tövbe ya," dedi kız son tövbesini edip.

 

 

 

"Evime nasıl girdin sen?" Hülya kızmıyordu fakat sesi fazla çirkef çıkmıştı.

 

 

 

"Balkondan."

 

 

 

"Aa, Romeo gibi balkonu mu tırmandın?" Titremesi büyük ölçüde geçmişti. Adama cazgırlık yapmanın anlamı olmadığını fark ettiği ilk an azalmaya başlamıştı titremesi.

 

 

 

"Romeo balkon tırmanıyor muydu?" Orhan sonunda kıza bakınca kızın parlayan bacağı yüzünden gerçekten kör şeytan olacaktı ve kaşlarını çatarak önüne döndü. Hülya bacağının yarattığı sorunlardan bir haber olduğu için adamın soğuk nevale olduğu kanısına vardı ve dudak büküp içinden "Ay tipe gel! Beni beğenmiyor şam şeytanı," diyordu.

 

 

 

"Öyle bir şeydi işte."

 

 

 

Orhan park edilecek onlarca boş yer geçip gitmeye devam ettiğinin farkındaydı fakat sebebini henüz çözememişti ve Hülya'nın fark etmesinden de hafif tırsmıştı.

 

 

 

"Kahve içer misin, titreyip duruyorsun belki iyi gelir."

 

 

 

Hülya adamın şizofren olduğuna inandı hemen, ya da bipolar falan. Bir tersliyor bir kahve ısmarlıyordu. İçinde tutamadığı kahkaha arabanın içini doldururken adamın teklifini kabul etmişti.

 

 

 

Orhan yanında ilk kez bir kadın gülmüş gibi davrandığını fark edince kaçarak indi kendi arabasından. Kızlarla ya iyi anlaşırdı ya da kötü. Bu kızla tanışması biraz garip olduğu için mal gibi davranıyordu, bu kesinlikle onun tabiriydi.

 

 

 

Kıza mocha almıştı düşünmeden çünkü arabadan mabadı yanmış gibi kaçtığı için kahvesini nasıl ister diye sormamıştı. Ne yazık ki Orhan zaten Hülya'nın kahvesini nasıl sevdiğini biliyordu, soğuk, bol çikolata soslu mocha şeklinde.

 

 

 

Dükkandan çıkmadan önce kendisini ve abi dediği jr Orhan'ı uyarıp düzgün davranmaya karar verdi. Orhan'ın abisi jr Orhan söz veremem demişti, şey yani öyle dememişti çünkü onun dili yoktu. Çünkü kendisi Orhan'ın görece büyükse de abi mahlasını hak edecek kadar büyük olmayacak aletiydi. Abiyse abiydi ve laf dinlemeyi de pek sevmiyordu kendisi.

 

 

 

Adam arabadan inip elinde soğuk kahvelerle geri dönene kadar Hülya, Orhan hakkında terbiye sınırlarını zorlayan şeyler düşünüyordu. Televizyonlar ve okuduğu kitapların zihninde yaratıkları dışında böyle iri yarı ve düzgün hatlı bir adam görmediği için edepsiz düşüncelerinde kendine izin de vermişti. Adam kapıyı açıp kahveyi uzatınca Hülya kendisine son bir titreme izni verdi ve kendine geldi.

 

 

 

"Mocha almışsın," diye haykırdı kız sevinçle fakat Orhan kızın sevdiğini bilecek kadar dikkatli olduğuna mı yoksa kıza sormadan tam istediği kahveyi aldığına mı yansın bilemeyip burun kemerini sıktı.

 

 

 

"Fazla şeker olsun ısıtır diye aldım."

 

 

 

Hülya adamın mağaradan yeni çıkmış ayı hallerine alınmıyor bununla eğleniyordu, erkekler onu rahatsız etmediği sürece onları rahatsız etmek Hülya için cennetten kopan anlar gibi keyifliydi. Fakat onun da rahatsız olduğu bir şey vardı. Bacak arasındaki aşırı ıslaklık. Adamın tipi iyiydi hoştu ama gözüne bile bakmadan kızın hormonlarını harekete geçirmiş ve bedenini alev almış gibi hissettiriyor olamazdı değil mi?

 

 

 

"Teşekkür ederim ama biraz sıcak mı?" diye sordu keyfi kaçarak.

 

 

 

"İced mocha bu nasıl sıcak olabilir?"

 

 

 

Kız yangını dinsin diye bardağındakinden bir yudum aldı. Kedisinin çantasını arka koltuğa dikkatle bırakmak için bardağı adama uzatırken "Kahveden bahsetmiyordum," diyebildi.

 

 

 

Hülya kutuyu dikkatle yerleştirirken trençkotunun alçak, kalleş kumaşı yanlara kayıp çamaşırının görünmesine neden olduğu için Orhan, jr Orhan'a "Kendine gel köpek," diyip koltuk ısıtıcıyı kapattı. Son bir kez kızın pürüzsüz bacaklarına ve mahrem yerini kapatan ince kumaşa bakmak istese de başını camdan dışarı çevirdi.

 

 

 

"Değil."

 

 

 

"Eh, öyle diyorsan öyledir." Kız uzanıp kahvesini adamın elinden almadan önce utançtan kızararak trencini düzeltip bacaklarını iyice kapattı. Adamın görmüş olabileceğine ihtimal vermemeye çalıştı çünkü oralarda bir şey görmüş gibi ısrarla ve dikkatle dışarı bakmaya devam etti adam.

 

 

 

"O zaman tanışalım," dedi kız ve Orhan'ı ne söylesem ayı gibi görünmem derdinden kurtardı.

 

 

 

Orhan kızı zaten tanıyordu. Kesinlikle ağzı bozuk, arkadaşlarını ekmek için yalan söyleyen, ısrarla arayıp çağıran biri varsa "Kuzum akşam bize gel o zaman, çay demleriz," diyerek temmuzun ortasında ve ağustosun başında bile çay içip evden çıkmayı reddeden biriydi. Bir de evde kendisi ve annesi dışında Şahika diye sessiz bir kız vardı ki defaatle evdekilerin aşırı ilgisine maruz kaldığı için kulakları çınlıyordu evinin balkonunda. Tabii bir de pire doluymuş gibi görünen sevimsiz bir kedisi vardı. Orhan bir an kızın ona sapık demesinin altında gerçek bir sebep olduğunu fark etti çünkü kız muhtemelen aynı apartmanda yaşadıklarını bile bilmezken kendisi kızın en sevdiği çamaşırın detaylarını bile biliyordu. Gördüğü için bilsin isterdi fakat kız balkonunda arkadaşlarıyla konuşurken fazla sesli ve detaylar vererek konuştuğu için bu kadar şeye vakıftı. İç çamaşırının detaylı tarifi dışında kızla ilgili hiçbir şey Orhan'ı sapık yapmazdı, kendi balkonunda oturuyor diye sapık ilan edilemezdi ya.

 

 

 

"Orhan," dedi kuru bir sesle. Kızın yüzüne bakmaya pek cesaret edemedi çünkü henüz sapık olmadığına kendini ikna edememişti.

 

 

 

"Ay yok adım Orhan değil benim," diyordu Hülya. Hülya biraz şeydi, dünya üzerinde en çok kendi esprilerine gülen ve insanlar güldüğünde de terslik varmış gibi hisseden bir kızdı.

 

 

 

Hülya biraz daha gülerse tıkanan nefesi yüzünden domuz sesleri çıkaracağından korktuğu için kendisini susturdu hemen.

 

 

 

"Mizah seviyesi yükselebilen bir şey miydi?" Orhan kıza bok gibi davranmaya onu neyin ittiğini merak etti ama varoluşu böyleydi zaten.

 

 

 

Hülya hiç alınmayıp gülünce ikisi için de her şey daha kolay olmaya başladı.

 

 

 

"Hülya ben. Komedi makinesi Hülya." Kız tokalaşmak için elini uzatacaktı ama niyeyse elindeki terli histen utandığı için avucunu sıkı sıkı trencine bastırmıştı.

 

 

 

"Güzelmiş Hülya. İşleyen bir makine olmasan da seni de böyle kabul ediyorlar demek ki."

 

 

 

Hülya kahvesinden büyük bir yudum almıştı ki Orhan'ın cümlesi yüzünden kahveyi püskürtecek gibi oldu. Yutkunurken çıkan gürültü yüzünden hem utandı hem de boğazı yandığı için yüzü kızardı.

 

 

 

Sakinleşmek için başını koltuğun başlığına yaslarken hiç renk vermemekte kararlıydı.

 

 

 

"Ah canım, ne kadar gençsin halbuki."

 

 

 

Orhan kendisine canım dediği için Hülya'dan tırssa da kör olduğunu da düşünüp üzüldü.

 

 

 

"Otuz iki yaşındayım," diyebildi sadece, kızdan tırstığı için.

 

 

 

Hülya umursamayıp omuz silkerken "Ölmek için her yaş gençtir ama," diyordu sırıtarak.

 

 

 

"Niye ölüyorum?" Orhan sonunda dönüp kıza baktığında sokak lambaları ve kafenin göz yoran ışığını bütünüyle kızın üzerinde gördü. Sarıya meyleden saçları, tek bir pürüz olmayan yüzü ve parlak bakışları Orhan'ın midesi yıllardır duran bir kuyuymuş da bir deli bir taş atmış gibi çalkalandı. Bu parlayan kızın tek numarası ışığın altında olması değildi, Orhan çevresindeki her kadından duyduğu için çok iyi biliyordu ki böyle parlayan ve göz kamaştıran kadınlara aurası yüksek derlerdi.

 

 

 

Hülya, Orhan ona yabancı bir cisimmiş gibi baktığı için gözlerini ve yüzünü saran tebessümü silmek zorunda kaldı.

 

 

 

"Makinemin işlemediğini iddia ettiğine göre ölmek istiyorsun sandım, affedersin." Trenci gayet düzgünse de adam hala aynı şekilde baktığı için üstünü başını biraz daha düzeltti rahatsızlığı geçecekmiş gibi.

 

 

 

"Makinene bir şey demedim." Orhan'ın sesi boğulur gibi çıkmıştı. Tabii ki bunda jr Orhan Abi'nin büyük bir payı vardı, kızın makine lafını o güzel ağzından düştüğü anda yakalayıp kendi işlerine yormaya başlamıştı çünkü.

 

 

 

"Ölmek istemediğine ikna oldum." Hülya erkeklerin keyfini kaçırmayı severdi fakat bu kez kendi keyfi kaçar gibi olduğu için muhabbeti uzatma hevesinden olmuştu.

 

 

 

"Dönsek mi, büyük bir şey yoktur muhtemelen. İnsanlar evlerine girmiştir."

 

 

 

Orhan kızı huzursuz ettiğini düşündüğü için kendi de huzursuz oldu fakat çok da yıpranmadı bundan. Ertesi gün ve şimdiki apartmanda kaldığı sürece kızla yeniden iletişim kurmayacaktı nasılsa. Her zaman olduğu gibi alttaki deli komşu olarak anacaktı kızı.

 

 

 

Hülya kafasındaki soru işaretlerinden rahatsız olduğu için adam arabayı sessizce çalıştırıp onları eve götürürken birkaç cevap istedi ondan.

 

 

 

"Romeo'nun balkon tırmanışı şaibeli olduğu için aynı örneği vermeyeceğim ama sen balkonu mu tırmandın?" Adama bunun için teşekkür edemediği için ortam hazırlamaya çalışıyordu yandan.

 

 

 

"Hayır," dedi Orhan kızın tarafındaki yan aynayı kontrol edip sağa dönerken. Kız ona baktığını sanıp heyecanlanmıştı ama Orhan bir kere bile ona bakmamıştı. "Üst katta oturuyorum, kendi balkonumdan seninkine geçtim."

 

 

 

Hülya biraz korkmuştu, biraz utanmış ve azıcık da ölmek istemişti maalesef. Geldiğinden beri üst katı boş sandığı için ve alt katında da daire olmadığı için apartmanda tek yaşıyormuş gibi davranmıştı. Gürültülü şarkılar dinlemiş, aynı gürültüyle eşlik etmişti ve daha fazlası.

 

 

 

"Üst katı boş sanıyordum."

 

 

 

Orhan kızın sesinin düştüğünü fark edince ne düşündüğünü de fark etmişti. Bu Orhan'ın gülüşünü zor bastırmasına neden oldu.

 

 

 

"İki aydır oradayım."

 

 

 

"Öyle mi?" dedi kız trencin örttüğü çıplak bacaklarını stresle birbirine çarparak. Orhan'ın abisi jr Orhan çok minik bir hareketlilikle baş kaldırdığında Orhan kız kendisine hakaret etmiş gibi oflamıştı.

 

 

 

"Ben de üç aydır evdeyim. Yeni mezun oldum da bir süre evde olmanın tadını çıkarmaya çalışıyordum." Kız bunları söyleyerek, verdiği rahatsızlık adına özür dilediğini sanmıştı, en azından bir bahanesi vardı hep böyle değildi imajı vermekti amacı.

 

 

 

"Hangi bölümden mezunsun?" Orhan ilk kez insan gibi soru sorduğu için birine bir beşlik çakmak istedi.

 

 

 

"Felsefe," dedi Hülya bölümüne duyduğu ilgiyi sesine de yansıtarak.

 

 

 

"Donanımlı işsizlik yani." Orhan kızın hevesini kaçırmak için söylemişti bunu ve az önce çakmak istediği beşliği şamar niyetine kendi yüzüne yapıştıracak gibi oldu.

 

 

 

Hülya ayı yaratılışlı bir erkek bireyin anlayamayacağını bildiği için Orhan'ın lafına bozulmamıştı. Beklentiye girmediği sürece insanlarla iletişim kurmanın daha kolay olduğunu bilecek donanımdaydı en azından.

 

 

 

"Ee, evli misin ya da ailenle falan mı yaşıyorsun?"

 

 

 

Evlilik lafını duyunca irkilen Orhan kız sanki onu evliliğe zorlamış gibi bu kelimeden rahatsız olsa da arka koltukta korkakça miyavlayan kediye merhametle dönüp "Anneciğim, sıkıldın mı sen orada?" diye konuşan Hülya, Orhan'ın nabzını yükseltmiş ve evliliğe karşı buzlaşmış duygularında anlık bir erime başlamıştı.

 

 

 

"Yalnız yaşıyorum, evli değilim." Orhan özellikle belirtmiş gibi olduğu için utandı ama iş işten geçmişti.

 

 

 

Hülya, Şahika'nın kutusunu yeniden kucağına çekerken Orhan'ın arabayı yavaşlattığını fark etmişti. İyi bir baba olur gibi hissetti nedense. Sonra her zamanki Hülya olup amaan dedi. Bana ne canım, bana mı baba olacak sanki?

 

 

 

Hülya'nın evlilikle ilgili düşünceleri de Orhan'ınkinden pek farklı değildi. Kız yirmi beş yıllık hayatında hiç iyi giden bir evliliğe rastlamamışken evlilik hakkında düşünmeye gerek bile duymuyordu. Evlilik ona Tanrı'nın dünya içindeki görünmez ateşlerle çevrelediği cehennem gibi geliyordu.

 

 

 

"Neden yalnız yaşıyorsun, sıkıntılı bir tip misin?" Hülya'nın şaka yaptığını gülünce anlamıştı Orhan.

 

 

 

"Askerim," dedi Orhan bu cevabın yeterli olacağını düşünerek fakat Hülya sanki biraz utanmaz bir kız gibiydi ya da geveze ya da farklı bir şey vardı ki "Ee kankim, asker olunca ne oluyor? Tehlikeli misin yani?" diye sormuştu alay ederek.

 

 

 

Orhan'ın niyeti korku salmak değildi, tehlikeli olduğunu da iddia etmemişti ama Hülya'nın kullandığı boktan kankim kelimesi midesini bulandırdığı için kızı susturmak istedi. Böyle konuşacağına sussun daha iyiydi.

 

 

 

"Neden askerlik arkadaşım gibi konuşuyorsun?" Bu soru kızı utandırır sandı, belki biraz daha toplumun belirlediği hanımefendi çizgisine girer sanmıştı ama Hülya "E asker arkadaşın değilim ama sen benim asker arkadaşımsın artık," diyerek kahkaha atıyordu.

 

 

 

Hülya yeni arkadaş aramıyordu yalnızca şaka yapıyordu adama. Her zaman arkadaşlığa normalden fazla değer vermişti ama arkadaş edinmek için büyük çabalarsa girmezdi, elindekiler ona yetiyordu zaten.

 

 

 

"Senin arkadaşın değilim." Bu kadarı Hülya'yı da bozardı, Orhan'ın kabalığı Hülya için sınıra ulaşmıştı fakat Orhan cümlesinin arkasından "Güzel kadınlarla arkadaş olmam," diye eklediğinde Hülya da onunla arkadaş olmak için yanıp tutuşmadığı için sözlerini iltifat olarak algılayıp önüne döndü.

 

 

 

Apartmanın önüne sessizce vardıklarında insanları hala kapının önünde gördüler, itfaiye arabasının büyüklüğü kızın içini ürpertti. Sonunda adama teşekkür etmeye vakit bulabildiğinde Orhan insan gibi rica ederim bile diyememişti, yalnızca homurdanarak tepki vermesi de kızı rahatsız etmemişti ama.

 

 

 

Hülya kırk yıllık arkadaşının yanından ayrılır gibi Şahika'nın kutusunu alıp arabadan indikten sonra hala arabada duran Orhan'a el sallamış ve toplam otuz iki adımda annesinin çalıştığı hastaneye varmıştı.

 

 

 

Şehrazat ve nöbetteki arkadaşları kızı görünce geçmiş olsun dileklerinde bulunup kızla yalnızca üç dakika samimiyetle ilgilendikten sonra annesi önüne bir yığın spanç koydu ve "Katla bakalım," dedi. Hemşireler belki insanları ölümden kurtarıyor ve yorulmuyorlardı fakat spanç katlamak kadar kolay işi sürekli kakalayacak bir enayi arıyorlardı. Enayi kısmı kesinlikle Hülya'nın düşüncesiydi.

 

 

 

Hülya masadaki dosyalara telefonunu yaslayıp Avrupa Yakası bilmem kaç yüzüncü bölümü izleyerek spanç katlarken Orhan ve diğerleri evlerine girmişti bile.

 

 

 

Orhan sanki bir büyü bozulmuş gibi hissediyordu. Kötü bir büyü müydü iyi bir büyü müydü bu konuda emin değildi fakat balkonuna çıkıp da Hülya'nın güzel sesini sanki dünyanın en berbatıymış gibi bile isteye detone ettiğini duyamayınca garip hissetmiş ve doğrudan yatağa gitmişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%