Yeni Üyelik
12.
Bölüm

bölüm12|"Hainin Nasırlı Eli Dostun Yumuşak Karnı"

@almelia

Hırkamı omuzlarımdan dirseklerime düşürüp sırtımdaki acının bir izi var mı diye görmeye çalışıyordum dakikalardır. Yalnızca bir ay evvel elimi kolumu sallayarak gezdiğim sokaklarda şimdi sırtımdan iten her el beni ölüme yaklaştırıyordu. Ben değil de bir başkası olsaydı ne yapardı diye düşünürken çenemi omzuma yaslayıp bir süre kendimi kendi omzumda dinlenmeye bıraktım.

 

Bir başkası olsa pes ederdi ve bir acı birini pes ettiriyorsa o acıyı sırtlanmayı tercih ederdim. En azından kendi ömrümün gidişatında ışıklı bir yol olmadığı kesindi, ışıklı günler görme ihtimali olan birinin yerinde ülkem için sırtımdan taşlanmak çok da dert değildi.

 

Kapım bir rüzgarla savrulmuş gibi açıldığında başımı hızla kaldırıp hırkamı omuzlarıma yerleştirdim.

 

Kılıç tek kelime etmeden geniş adımlarıyla odanın zeminini titreterek bana ilerliyordu, varlığı öyle tehditkardı ki iç güdülerim beni ayağa kalkmaya zorluyordu. Saatler önce üzerinde olan üniformasını değiştirmemiş hatta buna vakit bulamamış gibi görünüyordu. Yaklaştıkça alnında bir cam yüzeyde birikmiş gibi sergilenen terini gördüm, tutamlar tam da yarasının üzerine yapışıp onu gizliyordu. Saçlarını geriye doğru tarayarak "Yatağının önünde diz çök," dedi vurucu ve vahşi görüntüsünü hiç yansıtmayan sakin sesiyle. Görünüşünün bende uyandırdığı hislerin bir tezahürü sandım cümlesini önce, hormonlarımın kulaklarıma oynadığı bir oyun. Fakat tam karşımda dikilip bana boyun eğmeye iten bakışlarla baktığında gözlerimi kırpıştırarak kapıldığım yanılgıdan kendimi çekip çıkardım. Hasta herif, gerçekten hastaydı sanırım.

 

"Odama koşarak gelmenin nedeni seni bir an evvel öldürmem için yalvarmak mıydı?"diye sordum yana eğik başımla onu ince ince süzerken. Bir yırtıcı gibi karşılık verdi bakışlarıma, dilini ön dişlerinin üzerinde gezdirdiğinde daha da tehlikeli görünmesinin nedeni beni daha güçsüz hissettirmesiydi. Meydan okuyor gibi diş bilesem de nabzım kulaklarımda atıyordu, heyecan ve korku midemi düğümlemişti.

 

"Bu kez cezalandırılacağını biliyordun." Öyle sakindi ki tane tane çıkan kelimelerin şuh tonu bakışlarındaki vahşetin yanından geçemezdi. "Diz çök Karnelyam." Israrcı fısıltısı yüzüme yayıldı, ensemi kavradı ve bir an için dizlerim çökmek için yalvarır hale geldi. Başımı iki yana salladım hemen. Uçuşan perçemler ağır ağır yüzümün yanlarına düştüğünde konuşmaya hazırdım.

 

"Cezam ne?"

 

Yanımdan geçti yavaşça, kolumu tutup önce beni bir adım atmaya zorladı ardından yatağıma oturup bacaklarını genişçe açtı, kolumu hala bırakmamıştı.

 

"Diz çök," dedi tekrar. Etrafıma baktım hızla saldırgan olmasa da kendimi savunmak için bir şeyler bulmak adına.

 

Bileğime kayan el beni kendine çekti ama diz çökmeye zorlamadı. Bacaklarının arasında durmuş, oturan Kılıç'ı izledim, çenesini kaldırmış beni izliyordu o da. Bu kadar günahkar bir görüntüyle ıslak rüyalarımda bile karşılaşmamıştım, aklımı yitirmemek için dilimi ısırdım fakat damağıma yayılan kanın demirimsi tadı yüzümü buruşturdu.

 

"Bana saç örmeyi öğreteceksin," dedi, oynayan adem elması öyle hipnoz ediciydi ki kelimelerin tek birini bile algılayamadım. "Asen yalnızca saçının örülmesini kabul ediyor artık fakat ben bunu layığıyla yapamıyorum."

 

Sözlerin nazikliği içimde uyanan vahşi hislerden çok uzaktı, yutkunurken göz kapaklarım düştü. Kılıç'a bakmaya geri döndüğümde şaşkındım.

 

"Böyle bir şey için sapıkça diz çökmemi emretmen gerekmiyordu, bir ricayla sana bunu öğretirdim."

 

Ellerini yatakta geri yaslayıp sırtını arkaya eğdi, vücudumu çekinmeden süzerken "Bu bir rica değil, bu senin cezan," dedi müthiş ahlaksız bir laf eder gibi ses tonu takınarak.

 

İç çekerek sırtımı döndüm edepsiz gözlerine, dizlerinin arasında bacaklarımın üzerine otururken elleri hızla omuzlarımı bulmuştu. Ardından minik bir güçle kopacak kadar hassaslarmış gibi saçlarımı arkaya taradı büyük elleri. Sert elleri hiç beklenmeyecek kadar yumuşak hareket ederken tüylerimin ürpertisini bastırmak için kollarımı gövdeme sardım. Anlık titreyişimi hisseden sert fakat sıcacık eller yanaklarımı ısıtarak saçlarla birlikte geri çekildi. Bana dokunmasına izin vermemeliydim fakat ağır bir cezadansa bunu tercih etmek zorundaydım. Sana ceza vermesine de müsaade etmemeliydin Karnelyan! diye çınladı zihnimdeki Karnelyan Mahver harabesinden kalan ses.

 

"Saçlarımı eşit tutamlar halinde üçe ayır." Sessizce ve nazikçe dediklerimi yaparken "Eğer cezaların böyleyse kızın çok şanslı," lafı çıktı ağzımdan. Buna gerçekten gerek var mıydı Karnelyan?

 

Ellerinin duraksadığını fark ettiğimde "En soldaki tutamı ortadakinin üzerinden geçir sonra da sağdakini onun üzerine ekle," diye talimatlarıma devam ettim. Yavaşça dediklerimi yaptı.

 

"Daha sert bir ceza mı isterdin Karnelyam?" diye sordu tümüyle ahlaksız bir sesle.

 

"Nedense uygunsuz bir şey söylüyormuşsun gibi hissediyorum," diye tersledim onu. Saçlarımı örmeyi bıraktığında sağ eli ensemden kayıp çenemin altını kavradı ve yüzümü kucağına doğru eğip beni ona bakmaya zorladı, karşı koymadan yaptığı her adımı takip ettim. Başımın altında kalan elden anladığım kadarıyla örmeyi henüz bitirmemişti ve bozulmasın diye onları tutmayı sürdüyordu.

 

"Uygunsuz bir şey söylememi ister miydin?" Bana tepeden bakarken ve sesine kattığı edepsiz tınıyla kulaklarımı gıdıklarken yaratılmış en büyük günah gibi görünüyordu. Çenemdeki elini itip yüzümü önüme çevirdim.

 

"Kesinlikle istemezdim sersem herif."

 

Güler gibi solusa da örmeye devam etti. Birkaç kez başarısızlıkla sonuçlanan örme işini her seferinde yeniden başlattı ve her seferinde inanılması güç olsa da öncekinden daha nazik davrandı. Sonunda onun şefkatli yanının sinirlerimi bozduğuna kendimi ikna ettikten sonra "Biraz sıkı yapmazsan örgü açılır," diye çıkıştım suçlu birini azarlar gibi.

 

"Canını yakmak istemiyorum," diye mırıldandığında göğsümün ortasına bir tekme yemiş gibi kalakaldım. Yutkunmak ve nefes alabilmek için birkaç saniye gözlerimi yumup sakinleşmem gerekmişti. Onun bir hasta olduğuyla her yüzleştiğimde bu katlanılması daha zor bir hale geliyordu.

 

"Bunun için çok geç kaldın."

 

🕑

 

"Son iki haftada intihar oranı yüzde yirmi arttı, insanların çoğu belirsizliğe katlanamadığı ve kime karşı savaşacaklarını bilmediği için pes ediyorlar," dedi Bünyam Buhran oturduğu sandalyede huzursuzca kıpırdanarak. Anlaştığımız gibi Kılıç'ın her anında yanındaydım, Batın'la ders tekrarı yaptığımız ve uyuduğumuz anların haricinde. Bakanların çoğunu şehirde toplayan Kılıç kendi odasında toplantı yaparken üyelerin arasında oturuyor ve öğrendiğim şeylerle ümitsizliğe kapılıyordum.

 

"Bu veriler ne zaman elinize ulaştı, intihar oranlarına dair veri elde etmek sizin göreviniz mi?" Kılıç'ın sesi bir balyozun duvara toslaması gibi toktu. Onu hep benimle konuşurken dinlediğim için işinin başındayken nasıl biri olduğuna daha önce denk gelmemiştim. Müthiş ciddiyeti ve resmiyeti ona saygı duymaya zorluyordu beni. Dünyaya bir gök taşı çarptığını öğrense bile ciddiyetten çatılmış kaşları bozulmaz, yüzünde mimik oynamazdı, öyle hissettiriyordu bana.

 

"Biliyorsunuz ki ülkenin sağlık işleriyle tümüyle ben ilgileniyorum. Günden güne hastane acillerine intihar vakaları geliyor ve ex dosyaları kabarıyor. İntihar denen düşman insanın olduğu yerde hep bir ihtimaldir Bay Seryum fakat son zamanlarda Seryum halkı bunu kuvvetli bir seçenek olarak görüyor."

 

Bünyam Buhran'ın acı sözleri hepimizi sessizce kafalarımızın içinde bir mücadele vermeye itmişti. Ülkenin gidişatı konusunda herkes, her birimiz endişeliydik ve sonunda bununla ben de yüzleşiyordum. Her zaman Kılıç'ı alt edip bu işi kökünden çözeceğime inansam da belli ki bu kolay kolay olamayacaktı. O gün gelene kadar umutsuzluk bulutları ülkenin her yanına yağmur taşıyacaktı.

 

Kılıç parmaklarını birbirine geçirmiş, masanın üzerindeki duruşlarını izliyordu nötr bir ifadeyle. Halkın acz içinde olması yüzünde mimik bile oynatmıyordu, güçlü bir adamdı fakat bana iğrenç gelmişti bu. Kılıç nasıl tüm bunları göze alabiliyordu merak ediyordum. Binlerce insanın geleceğe dair umutlarını elinden sökerek almak nasıl bir his, onlarca insana tek bir kurşun sıkmadan öldürebilmek kim bilir nasıl hasta hisler uyandırırdı?

 

Toplantıda öğrendiğim kadarıyla ülke kaos denen dikenli tellerle çevrilmişti ve kargaşa gün geçtikçe büyüyodu. Ülkenin topraklarının bir kısmında kendi vatandaşları kalamıyordu, ülke genelinde aksayan her türlü iş alanı yüzünden hizmet almak çok zor olmaya başlamıştı. Bir aylık süre koca bir ülkeyi yokuştan aşağı freni tutmayacak şekilde itmiş ve iner halde bırakmıştı.

 

"Keskin Karma ile iletişime geçildi mi Bahran Ars? Ordu geri dönüyor mu?"

 

Hemen karşımda oturan Bahran Ars ara Ara beni rahatsız eden bakışlarıyla toplantı boyunca sessiz ve düşünceliydi.

 

"Hayır söylediğiniz gibi, haber verilmediği gibi dön emri de verilmedi, başladıkları işi bitirmeleri yönünde DYK talimatlarına uyuluyor."

 

Kılıç'ın gözlerindeki keskin ve baktığı yerin ardını gösteren ışık olmasaydı yalnızca bir heykel olduğunu düşünürdüm. Usta ellerden çıkmış, gerçekçi bir mermer heykeli gibiydi. Sol yanağını örten sakallara rağmen elmacık kemiklerine uzanan pürüzler dahil ince işçilikle meydana çıkmış olan Kılıç sonunda toplantıyı bitirmeye karar verdi.

 

Birkaç kişi rejim değişikliği oylamasına dair sorular sormaya meyletse de Kılıç "Çıkabilirsiniz," diye üsteleyerek soruları yanıtsız bırakmış, kendi içindekileri cevaplamak için kafasının içine hapsolmuştu.

 

Toplantı boyunca beni görmezden gelen bakanlar ağır ağır ve tek kelime etmeden odadan çıkarken en az bir kez bana bakma ihtiyacı hissetmişti. Benim hakkımdaki düşüncelerinden öyle tiksiniyordum ki biraz bile merak etmiyor ve hiçbiri ile konuşmaya yeltenmiyordum. Baş yönetici Kamer Mahver'in kızı yönetimi ele geçirip krallık rejimine bağlı Kılıç Kül Seryum'un evcil hayvanı olmuştu. Onlarla birlikte toplantıya katılabilmiş olmama şaşırdıklarını görmüştüm, sonrasında benden kaçan gözlerin sebebini de anlamıştım. Onlarla aynı masaya oturmak için evcil bir hayvan olmaktan daha fazlasını vermiş olduğumu düşünüyorlardı.

 

Herkes çıkarken yerimden kalkmadan Kılıç gibi karşımda kalan camı seyrettim. Huzursuz birkaç kuş pervaza yaklaşıp falsoyla uzaklaşıp gitmişti. Bu oda öyle huzursuz ve kasvetliydi ki özgürlük timsali kuşların yalnızca yanaşması bile onları boğuyor, kaçırıyordu.

 

Kılıç'ın hareketi beni hızla ona döndürdü. Çenesine yasladığı ellerini açıp yüzünü ovarken aldığı kesik nefesleri de duymuştum. Ellerini yüzünden çekti, gücünden biraz bile kaybetmeden fakat bana güçsüz görünen bir halde masanın üzerinde kenetlediği ellerini izledi.

 

Onun bana yaptığı çok acımasız bir işkenceydi, yaptıkları ve sebep olduklarıyla hayatımı mahvederken karşıma geçip bunun için ızdırap çekiyor, göğsümün en içinde yakıcı bir merhamet uyandırıyordu. Kendimi asıl hedefim için atılan bir adım olduğuna inandırarak yerimden kalkıp Kılıç'ın yanına ilerledim. Yanında olduğum her an tüm hareketlerimi büyük bir dikkatle izleyen Kılıç bu kez bakışlarını sert ve dövüşmek için yaratılmış ellerinden çekmemişti.

 

Hemen yanında durup onu izlediğimde ne yapmam gerektiğine dair hiçbir fikrim yoktu. Kılıç öyle yalnızdı ki yanında olduğumu bile görmüyordu.

 

Kılıç sonunda başını kaldırıp bana baktığında yüzünde onu ele geçiren huzursuz düşüncelerden kopamadığını gösteren bir ifade vardı ve benim hala burada olmam onu açıkça şaşırtmıştı.

 

"Bir gün bana kendi isteğinle geleceksin değil mi?" diye sordu. Başımı sahiden inanarak ve üzülerek iki yana salladım. Bunu açıkça söylemek artık bana da zor gelmeye başlamıştı, sessizdim.

 

"Gidebilirsin, bugün yanımda olmana ihtiyacım yok," dedi güçlü fakat yumuşak bir sesle. Esasen hiçbir problem olmayan cümlesi beni tokat yemişim gibi hissettirdiğinde her iki durum da beni şaşırtmıştı.

 

Nedense çocuk gibi karşı çıkmak istesem de karakterimin dışına çıkmamaya çabalayarak "Ama anlaşma," diyordum. Devam etmeme izin vermedi.

 

Sandalyesini itip yerinden kalkarken "Anlaşmada ben istediğim sürece yanımda olacağın yazıyor, bunu daha önce de söyledim," dedi ve dönüp çalışma masasına yürüdüğünde sırtına bakakaldım. "Çıkabilirsin Karnelyam, yapmam gereken işler var."

 

Söyleyecek bir şey bulamadım, beni yine alt etmişti. Sanki o beni değil ben onu istiyormuşum gibi hissetmeme sebep olduğunu fark etmiş ve bunun için öfkelenmiştim.

 

Kendimi sakince kapının önüne attım, iki yanımdaki iki askere güvenerek dönüp kapıyı kapatmamış ve koridor boyunca ilerlemeye devam etmiştim. Ne yapacaktım, nasıl yapacaktım? Bunları neden yaşamak zorundaydım?

 

"Karnelyan'ı görmek için buradayım."

 

Kendi içimi boğan kasvet bulutları duyduğum tanıdık sesle geri çekilip görüşümü açtı.

 

"Çok yazık siz kızlarda ilginç bir vahşilik gözlemliyorum, kraliyet nezaketine alışmanız için yardımcı olmak gerekiyor sanırım," diyen Batın'ı görmek için merdiven trabzanlarına tutunup aşağı baktım. Sesinde alaycı tınının zerresi yoktu, az evvelki toplantıda bu cümleyi bu sesle söylese garip kaçmazdı.

 

Holde dikilen Batın ve Afelya'yı gördüğümde keyfim gittiği yerlerden geri gelmişti.

 

"Kraliyet nezaketini alıp başına çal sersem, çekil önümden!"

 

"Karnelyan'ı şu an göremezsin."

 

Afelya geçmek için hamle yapıyor, Batın her birini geri püskürtüyordu. Onları çok net görebiliyordum. Batın çabasız bir şekilde Afelya'nın hamlelerini boşa çıkarırken Afelya çırpınıyor gibi görünüyordu. Genelde sakin ve ılımlı biri olan arkadaşım Batın'ın yanında onu çok az gördüğüm huysuz bir hale bürünüyordu.

 

"Nedenmiş o?"

 

"Karnelyan fazla huysuz ve depresif olduğu için arkadaşını ziyarete gelmeni destekliyorum fakat kendisi bir toplantıda," dedi Afelya'yı döndürüp dış kapıya yürütürken.

 

İkisinin de sırtını izlerken Afelya arkasını dönüp bağırmaya başladı. "Karnelyan!" Sarayın duvarlarında yankılanan ses yüzünden kulaklarım çınlamıştı. Bağırmaya devam ettiğinde merdivene yürüdüm hızla. "Buradayım, geliyorum."

 

Basamakları koşar adım inerken Batın bana memnuniyetsiz şekilde bakıyor, Afelya adamın kolundan kurtulmaya çalışıyordu.

 

Son basamağı indiğimde Afelya, Batın'dan kurtulup bana koşmaya başlamıştı, sonunda birbirimizin önünde durduğumuzda eski hayatımıza kavuşmuş gibi sarıldık birbirimize.

 

"Seni görmeye geldim," dedi çenesini omzuma bastırarak.

 

"Seni gördüğüme sevindim."

 

"Ve beni," diye yanımıza geldi Batın rahat bir tavırla, elleri cebindeydi.

 

Afelya şaşkın ve biraz da küçümseyerek Batın'a bakarken "Böyle bir adam bir ülkeyi ele geçirebiliyorsa babalarımız sahiden çok yanlış şeyler yapmış olmalı," diyordu bana.

 

Batın sağır bir adam gibi tepkisiz kaldı bu sözlere. Ancak yine de yanıt vermekten geri kalamadı. "En azından babalarınızla ilgili kısımları anlamış olduğunuz için memnunum. Önceki kısma katılmıyorum."

 

"Sesini duymaktan bıktım," dedi Afelya adama sırtını dönüp bana bakarak. "Lütfen buradan gidebilir miyiz? Yanlız olabileceğimiz, sessiz bir yere tercihen."

 

İndiğim merdivenleri Afelya'yla birlikte geri tırmanırken Batın arkamızda şeklini bozmadan bekliyordu.

 

"Misafirperverlik konusunda o kadar kötüsünüz ki misafir olmaktan da nasibinizi almamışsınız," diye seslendi Batın biz köşeyi dönmeden evvel.

 

Son kez ona baktık, aşağıda bekliyor ve gidişimizi izliyordu. Afelya saçlarını savurarak ona bakmayı kestiğinde "Yemin ederim dünya üzerindeki en katlanılmaz adam," dedi bana.

 

"Sahiden öyle," diyerek onaylasam da gerçek düşüncem bu değildi, en katlanılmaz olan Kılıç ve onun garip davranışlarıydı bana göre.

 

"Baban geldiğini biliyor mu?" diye sordum tedirginlik dolu bir ruh haliyle.

 

"Biliyor," dedi ve gelmek için verdiği mücadelenin yorgunluğunu sesinden bile anladığım için ayrıntılara dair tek bir soru bile sormadım.

 

Odama kadar sessizce yürüdük. Afelya'nın gelmiş olması benim için iyi olduğu kadar stresliydi de. Sanki burası bir kapandı ve Afelya da benimle birlikte bu kapana kısılacaktı.

 

Odaya geçtik, Afelya kapımın önündeki iki asker hakkındaki rahatsızlığını dile getirirken ceketimi üzerimden sıyırıp yatağın üzerine atmıştım.

 

"Dün Mars'la görüştüm," dedi dolabımın yanındaki yazı masasına yaslanarak.

 

Yatağın yanında eteğimi sıyırdım, gömleğim kalçamı kapatacak şekilde üzerime aktığında yatağın üzerindeki kıyafetlerimi itip çöker gibi yanlarına oturdum.

 

Hemen karşımda kalan ve aramızdaki mesafeye rağmen huzursuz bakışlarla ruhumu kemiren Afelya'yı iyi görebilmek için Kılıç'ın hep oturduğu tahta sandalyeyi ittim ayağımın kenarıyla. Benim odamda Kılıç'a ait olan küçük bir sandalyeydi ve odama kendi başına, boş dururken bile hakimiyet kuruyordu.

 

"Seni gördüğünü, ondan kaçtığını söyledi. Benden bir şeyler öğrenebileceğini umduğu için saraya gelmeden önce benimle konuşmak istemiş."

 

"Saraya gelmedi," dedim ama soruyordum aslında.

 

"Hayır gelmedi," diye onayladı beni. "Onu vazgeçirdim. Tehdit edildiğini sanmıştı, endişeliydi."

 

Afelya'nın keyifsiz sesi tam da duruma uygundu, keyifli hiçbir şey kalmamıştı hayatlarımızda sesimiz bile.

 

"Tehdit edilmedim," dedim ve buna Afelya'yı da kendimi de ikna etmek için sesli söyledim. "Mars sana olanlardan bahsetti mi?"

 

"Evet. Askerinin sana silah doğrulttuğunu da söyledi."

 

Şimdi yüzüm de ruhum da iki kat daha keyifsizdi.

 

"Beni hem babam yüzünden hem de Kılıç'ın yanında olmam yüzünden aşağılık biri olarak görüyorlar," dedim iç çekerek. "Babam toprakları bambaşka bir halka açmış Afelya. Kılıç ona uyarı yollamasına rağmen, bu hareketi beklemesine rağmen binlerce askeri ülke dışına yolladı ve ülke topraklarını tek bir anlaşmayla elinden çıkardı. Halbuki bu ülke onun ellerinde olmamalıydı bile."

 

Dalgınlık gözlerimi Afelya'ya kaldırmama izin vermedi, Kılıç'ın sandalyesinin kuru bacaklarını izledim.

 

"Böyle bir şey yaptığına inanamıyorum. Babamı onu vazgeçirmeye çalışırken duymuştum. Ama başarısız olduğunu bilmiyordum."

 

"Bugün çok güzel olmuşsun," dedim iç karartan konumuzdan uzaklaşmak için. Sessiz ve minnetle gülümsedi. Dolaptan gül kurusu geceliğimi çıkarıp üzerime geçirdim, ipek sabahlığımın kemerini sıkıca bağladıktan sonra tüm günümün Afelya ile geçmesini diliyordum.

 

"Volfi bahçede mi?" diye sordu Afelya. Ben üzerimi değiştirirken odanın içine ilerleyip camdan dışarı bakmaya başlamıştı. Kedimin bahçede olmasını öyle istedim ki acı çekerken Afelya'ya hızlı bir yanıt verememiştim.

 

Dönüp bana baktı sessiz kaldığım için. Cevap vermem gerekiyordu artık.

 

"Hayır işgalden sonra onu hiç görmedim."

 

Afelya'dan hüzünlü bir bakış beklemiştim fakat hızla çatılan kaşlarının altından korkuyla bakmıştı yüzüme, bir anlam arıyordu.

 

"Sen nasıl uyuyorsun Karnelyan?"

 

Bu soruyu hiç ama hiç beklemiyordum, öyle şaşkındım ki Afelya'nın şaşkınlığı bile gölgede kalmıştı ta ki ben yanıt verene kadar.

 

"O adam ben uyuyana kadar şu sandalyede oturup kitap okuyor, ben uyandığımda gitmiş oluyor her zaman."

 

Durumu kabullenmem zaten zor olmuştu fakat sesli bir şekilde söylüyor olmak beni başladığım noktaya savurdu ve ruhumun dizleri kanadı. İçten içe yüksek bir acı duyarak yemek masasına oturup Afelya'nın bakışlarını izledim.

 

"Nasıl yani?"

 

Sormak istediği yüzlerce soru arasından bunu seçmesinin sebebi kesinlikle beni üzmemekti.

 

"Yalnızken uyuyamadığımı öğrendi," dediğimde daha da yanlış anlaşılacağımı fark ettim. "Garip olduğunu biliyorum Afelya ve şaşkınlığını da kesinlikle mazur görüyorum. Haklısın ben aşağılık bir insana dönüştüm ve ülkemi bu hale getiren adam olmadan uyuyamıyorum."

 

Ağzı hala aralık ve kaşları çatık olsa da başını iki yana salladı hızla.

 

"Sen aşağılık biri değilsin Karnelyan. Bunu çok iyi biliyorsun. Benim şaşırdığım nokta onun yanında uyuyabilmen değil, o adamın bu konuda sana yardım etmesi."

 

Afelya sahiden bir arkadaştı, öyle iyiydi ki bu işte arkadaşlarını neredeyse hiç yargılamazdı. Beni bile bu haldeyken yargılamıyordu. Fakat zaten yargılanmayı hak etmiyordum, beni burada zorla tutan adam uyumam konusunda da bir şeyler yapmalıydı, hayatta kalmam için bu şarttı.

 

Ona Kılıç'la ilgili her şeyi anlatmak istiyordum. Arkadaşım oturduğunda konuşmaya başladım onu şaşırtacak kadar hızla ve asaletle beni dinlemeye başladığında içimdeki zehri akıttığımı hissediyor, rahatlıyordum.

 

Afelya beni sessizce ve anlayışla dinlerken onun anlayış kapasitesinin genişliğine güvenerek "Madem beni istiyor ona istediğini vereceğim çünkü günün sonunda onu bu isteğine pişman etmek istiyorum," diye söyledim planımdan üstü kapalı bahsederek.

 

"Seni anlıyorum sanırım," dediğinde aynı gizlilikle devam ettim anlatmaya.

 

"Ne olursa olsun sana güveniyorum Karnelyan ama sakın kendini tehlikeye atma."

 

Bu korku öyle gerçekti ki o gerçekliğe zihnim ulaşamıyordu, Kılıç'ın bana zarar vermesinden korkmuyordum. Ülkedeki insanları dokunmadan bile ölüme iten adamın bana zarar vermesi mümkün gelmiyordu. Düşük bir ihtimaldi ama Kılıç'ı elde etmek isterken avcunun içine bile isteye girmek beni korkutan tek şeydi.

 

"Eğer ona tamamen güvendiğime inanırsa ve bana tamamen güvenirse bana zarar vermez Afelya. Doğduğumdan beri beni hayatının bir yerinde taşımış biri, kolay kolay bana zarar vermek istemez."

"Hala aklım almıyor, senelerdir bir şekilde hayatında olan biri karşına çıkıyor ve hayatını mahveden o değilmiş gibi seni uyutuyor, yalnız bırakmıyor, işine devam etmeni sağlıyor," dedi gözlerime bakamayacak kadar dalgın şekilde. "Ve anladığım kadarıyla baban da bu zaafı adamın daha seninle karşılaşmasına fırsat bile verilmeden fark edip kullanmış. Babanın kaçması aşağılık bir şey tabii ama bulunamaması bile Bay Seryum sayesindeymiş, senin sayende."

 

Babam hakkında konuşmak rahatsız ediciydi, Kılıç Kül hakkında konuşmak ise berbat. Omuz silktim sadece.

 

"Babam annemin yerini bilirken neden hiçbir şey yapmadı, merak ediyorum."

 

"Ama bahsettiğin adam Seryum soyundan himaye isteyen birini babana gönderecek birine benzemiyor." Onun dalgınca söylediği şey beni bir kabusa daldırmıştı. Cümle tümüyle aşağılayıcıydı ve tümüyle gerçek.

 

"Bunca sene, sen annenin nerede olduğunu bile bilmezken o Kılıç denen adam sayesinde senin her bir adımından haberdarmış," diye söylendiğinde Afelya da açıkça üzgün görünüyordu. İkimiz de bunların yaşanmasını istemiyorduk ve ben konuşmak da istemiyordum. Mesleğe başladığımdan beri düzenli gittiğim psikoloğumla bile annem ya da babamdan bahsetmeyi minimum düzeyde tutardım. Onların hatalarının sebeplerini düşünmek beni kendimden uzaklaştırıyordu.

 

"Annenin evli olduğu adam kimdi ya da babanla yolları nasıl kesişti, bunlardan bahsetmedi mi?" Bu konu Afelya'nın zihninde daha uzun süreler döneceğe benziyordu fakat benim umrumda değildi, umrumda olmamasını sağlıyordum.

 

"Belli ki Kamer Mahver evli bir kadını baştan çıkarıp adamı ortadan kaldırmış. Ülke için de aynı şeyi yapmıştı sonuçta." Onlardan birer yabancı gibi bahsetmek rahattı, onların trajedisine dahil değilmiş gibi hissetmek iyiydi.

 

"Annen babanı seviyordu," dedi daha çok kendini inandırmaya çalışır gibi. Ben bunun cevabını bilemezdim, sevginin anlaşılması için neye bakmam gerekiyordu ki?

 

"Karnelyan," diye başladığında masanın üzerindeki elini benimkinin üzerine bıraktı usulca. "Rejim değişikliğinden ölesiye korksam da bu ülkeyi yönetmek için senelerce eğitim görmüş Kılıç'ın burada olması o kadar da rahatsız edici değil bana sorarsan. "

 

Afelya'nın sözleri tenimi kesmiş paslı bir bıçakmışçasına sıçramama neden oldu. Elimi fark etmeden elinden çekmiş ve kendi dizime bastırmıştım.

 

"Son kralın oğlunun hayatta olması babamın onu annesinin karnındayken öldürmüş olmasından daha iyi bir seçenek. Beni yargılama ama fikrini savunmasam da o adamdan nefret etmiyorum."

 

Afelya, Kılıç Kül Seryum'dan nefret etmiyordu tıpkı benim gibi. Fakat söyledikleri ne kadar doğru olsa da ona hak vermek istemiyordum. Ona hak vermek beni yürüdüğüm yoldan döndürür diye endişeleniyordum.

 

"Çok önceden gelebilirdi ya da seni haksız sebeplerden hapsettirebilirdi ama o doğduğundan beri seni zihninde yaşatarak anneni babandan korumayı seçti," dedi hararetle. Afelya'nın sözleri benim için öyle beklenmedikti ki sanki ruhu ele geçirilmişti. "Düşünsene Karnelyan bir işgalci olduğunu söylüyoruz ama akşam yemeklerini bile kendi getiriyor, yemeklerini kontrol ediyor! Gitmeni istemiyor ve ısrarla gitmek istersen diye saçma sapan bir anlaşmayla senden çok kendisine bir süre tanıyor."

 

Kaşlarımın çatıklığını başıma hızla çarpan baş ağrısıyla fark etsem de yüzüme heyecandan kızarmış bir yüzle bakan Afelya bunun farkında olmadan devam ediyordu. "Evet tamam, krallık ısrarı ülkeyi açık hedef haline getirecek ve DYK nazarında kontrol edilmesi zor bir duruma sokacak fakat kaçtığında bile sana kızmadığını, yaralarınla özel olarak ilgilendiğini söylüyorsun."

 

Bir an masada doğrulup çok ama çok derin bir nefes aldığında o da böyle bir heyecanla konuştuğuna şaşırmıştı. "Demem o ki o adamla başka şartlar altında tanışmanı dilerdim."

 

"Beni burada zorla tutuyor Afelya," dedim kendime hatırlatmak için.

 

"Haklısın," dedi fakat gözlerini kaçırdığında benden çok daha farklı düşündüğünün farkındaydım.

 

"Ne olursa olsun o bir işgalci Afelya. Ülke topraklarının en savunmasız olduğu anı kollayıp harekete geçmiş bir adam."

 

Afelya sessiz kaldı. Bana hak verdiğini bilsem de kendi düşüncelerinden kopmamıştı.

 

"İyi de adam evli değilse nasıl bir kızı olabilir? "

 

Bu ansızın gelen sorunun yanıtını müfredat özeti esnasında Batın'dan almıştım dolaylı yoldan.

 

"Öz kızı değilmiş ama çocuğa bebeklikten beri babalık yapıyormuş. Anladığım kadarıyla bekar bir annesi var ve muhtemelen yakında buralarda olur."

 

🕑

 

Yatağımın enine uzanan ortasında sırtımın üzerine yatıp havaya diktiğim kitabımı okurken tek bir kelimesi bile aklıma girmiyordu. Yattığım için kemik çerçevesi kirpiklerime değen gözlüğümü burnuma itip hala yastığımın altında olan mektubu düşünüyordum.

 

Afelya gittikten sonra açmaya fırsat bulduğum zarftan mektup arkadaşımın el yazısını görünce şaşkınlıktan kendimi yere çökmüş halde bulmuştum. İşgalden, muhtemelen çoktan duyduğu evlilik haberinden tek söz bile etmemiş, özetle "Yakında görüşeceğiz Bataklık Çiçeği." minvalinde bir mektup karalamıştı. Kılıç'ın nezaket gösterip mektubu bana getirmesi yine de iyi bir şeydi, günlüğümü kime ait olduğunu anlamak için okuduğunu iddia edecek kadar barbar olan bu adamın mektubumu da aynı kaderle buluşturmamasından mecburen memnuniyet duymuştum.

 

Odamın kapısı tıkladıldığında gelene değil saate baktım. 20.12'yi gösteren ekrandan gözlerimin yansımasını gördüm bir an. Kendimle göz göze gelme işi rahatsız bir hal almıştı son zamanlarda.

 

"Karnelyan Mahver'in bir misafiri vardı efendim. Bahran Ars'ın ilk kızı Afleya Ars."

 

Nöbetçinin verdiği haberin hiçbir niteliği yoktu, Kılıç'ın hasta ruhu buna niye ihtiyaç duyuyordu merak bile etmiyordum. Dinlemeyi kesip yatağın ortasında doğruldum. Tam o esnada kapıdan girmiş bulunan Kılıç'la göz göze geldik ve adam sanki elimde bir hançerle üzerine atlamayı bekliyormuşum gibi donup kaldı. Odada görülmesini istemediği bir manzara varmış gibi kapıyı arkasından hızla çekip kapatırken kaşları çatıktı.

 

Sonunda dikkatini çekenin ne olduğunu fark edip gözlüğümü burnumun üzerinden itip iyice yerleştirdim.

 

"Olduğumdan daha yaşlı göründüğümü biliyorum ama bunu fark etmemiş gibi yapabilirdin." Bir yandan homurdanırken bir yandan yeri titreterek bana doğru yürüyen büyük bedenini izliyordum.

 

"Bir günah gibi görünüyorsun," dedi sesinde bariz öfkeyle. Kaş çatma sırası bana geçtiğinde hala söyleniyordu. "Belki de daha iyi bir ceza istiyorsundur." Söylenirken memnuniyetsizliği gün ışığı altındaymış gibi açıktı.

 

"Gözlük taktığım için mi?"

 

Sonunda önümde durdu. "Cezalandırılacak bir şey yapmadan bir hafta geçiremeyeceğini ikimiz de biliyoruz Karnelyam."

 

Elimi uzattığında kafa karışıklığım beni bilinçsiz itaate itmişti. Doğrulmama yardım ederken boştaki eli düşen hırkamı omzuma yerleştiriyordu.

 

"Neden sürekli beni cezalandırmaktan bahsediyorsun?"

 

İki eli iki elimi kavrayıp yere basana kadar beni tutmaya devam ederken "Çünkü seni başka nasıl ehlileştireceğimi bilmiyorum," dedi ve nazik tutuşu sanki boynuma çıkmış soluk borumu sıkıyor gibi hissederek ondan uzaklaştım.

 

"Ben ehlileştirilmesi gereken bir hayvan değilim," diye mırıldanabildim ondan uzaklaşırken.

 

Odam onu tümüyle görebileceğim kadar aydınlık değildi her zaman olduğu gibi.

 

Onaylar gibi başını sallayıp dudaklarını büktükten sonra yanımdan geçip gitmiş, gerimde kalan şömineye dönmüştü.

 

"Fakat vahşi bir tabiatın olduğu kesin ," dedi zayıf ateşi izlerken. Ani soğukluğu ateşi de soğutmuştu.

 

"Bu seni hiç ilgilendirmez," diyebildim sadece hala olduğum yerde dikilerek, tek hareketim yönümü ona dönmek olmuştu.

 

Şöminenin duvarına çakılı çividen demir maşayı alıp ateşi ve közleri karıştırmaya başladı. Yere çökmüştü, onu yukarıdan izlesem de geniş bedeni şöminenin önünü tümüyle kapatacak kadar büyük olduğu için ona üstten bakmak bile beni aşağıda hissettirebiliyordu.

 

"Bana bir gün kendi isteğinle gelecek misin Karnelyam?"

 

Kılıç en aşağılık ve hastalıklı hislerimi ortaya çıkarıyordu hem de öyle yoğun şekilde meydana çıkmalarına neden oluyordu ki hangi birini bastıracağıma karar veremeden yoğunluklarında eziliyordum.

 

"Senin kendi isteğinle çekip gitmeni tercih ederim. "

 

"Pekala, bu gece seni rahat bırakacağım. Kendi isteğimle gideceğim." Sözlerinden memnun olmam gerekirken içimde acı bir huzursuzluk peyda olmuştu. Ne yapmaya çalıştığını düşünerek kafayı yemekten korkuyordum.

 

"Ama anlaşma," dedim gece uyurken yanımda olacağıyla ilgili maddeyi hatırlayarak ve hatırlatmak isteyerek.

 

Oturduğu yerde kolunu kaldırarak maşayı duvara astı ve bir süre orada oturup ateşi izlemeye devam etti.

 

"Ben istediğim sürece," diye hatırlattığında tenim çok ama çok soğuk bir buz kütlesine değmiş gibi yanmaya başlamıştı. Beni bu kadar kötü ve çok etkilemesine izin vermek istemiyor fakat bunu bir türlü başaramıyordum.

 

"Güzel," dedim kendime gelerek. "Sahiden bir gün sana kendi isteğimle geleceğime inanıyor musun?"

 

Canını yakmak istiyordum, onu güzel günlerden ve dahası her şeyden mahrum etmek istiyordum. Ona bir ülke vermek, ait hissettirmek ve vatanında huzurla soluklanırken onunla birlikte o vatanı yok etmek istiyordum. Öfke tanıdık bir duygu olduğu için onu Kılıç'tan gizlemenin yolunu biliyordum, bunu yaptım ve bir kaşımı cevap bekleyerek havaya kaldırdım.

 

"Tüm kalbimle."

 

Yerinden kalkıp dizlerinde bir toz varmış gibi silkeledi ve pencereye yürüdü. Kalbi olduğuna inanmayı reddetti kalbim, ona tabii ki gidecektim ancak bu kendi isteğimle olmayacaktı. DYK ile işbirliğime katkıda bulunacaksa ona gidecektim yalnızca.

 

"Peki, şu an burada olmanın sebebi ne?"

 

Büyük pencereyi gövdesiyle örterek karanlık gökyüzünü izlemeye başlamıştı. Onun canını yakmak içimde yakıcı bir arzuyla ters tepiyor olsa da bedenlerimiz arasında her an daralan bir ip varmış gibi ona sürüklendim.

 

"Anlaşma," dedi umursamaz bir sesle. "İstediğim her an yanımda olacaksın. İstersem gece seni uyandırabilir ve yanıma gelmeni isteyebilirim."

 

Yanına kadar gittiğimi yeni idrak ediyor gibi geri sıçradım, sözlerindeki acımasızlık midemi bulandırmıştı.

 

"Böyle bir şey yapamazsın." İsyan eder sesimi duygudan arındıramamıştım. Bu, Kılıç'ın benim üzerimdeki sihriydi. Kötücül sihri.

 

"Yapabilirim Nimfea fakat yapar mıyım?" derken bana dönüyordu. Kalçam masanın köşesine değdi ve kaçmama engel oldu, buna minnet duydum. Kılıç'tan kaçmama gerek yoktu, onu bu kadar ciddiye almamalıydım. "Bunu sen belirleyeceksin."

 

İşgalin ilk günü bile bana bu kadar soğuk davranmamış olması kafamı karıştırıyordu.

 

"Nasıl olacak bu?"

 

Ellerimi masanın tahta gövdesine bastırdım ve cansız ruhundan güç almaya çalıştım. Kılıç'ı ne olursa olsun gözlerinin içerisindeki yaldızlı örtüden tanırdım, bugün o örtü ortada yoktu ve karşımda gerçek bir yabancı vardı.

 

"Sana olan davranışlarımla diğer tüm insanlara karşı tavırlarım arasında bir fark gördün mü?" diye sordu bana üstten bakarak. Hakaret eder gibi hissedeceğim kadar soğuktu üslubu. Fakat yine de gözlüğümün leopar desenli çerçevesini izlerken soğukluğun arasında yırtıcı birkaç tutam karışmıştı.

 

"Neden bahsediyorsun?"

 

"Soruma cevap ver, bana karşı dürüst ol Karnelyam, her zaman." Ceplerindeki ellerini yumruk yaptığını görebiliyordum. Çenemi dikleştirip bakmaya başladım ben de, bir sorun vardı fakat Kılıç'ın sorunları beni ürkekleştirmemeliydi.

 

"Evet," dedim özgüvenle. Ülkemi mahvederken beni kollarına alıyor oluşu diğerlerinden farklı davrandığını gösteriyordu. İnkar edilemezdi bu. Ortada olan bir şey vardı ve inkar ederek aptal gibi görünmeyecektim.

 

Yeni aldığım duruşu izledi bir süre. Kollarımı göğsümde bağlamış, masadan destek almayı bırakmış ve Kılıç'a meydan okumaya başlamıştım.

 

"Peki bu farklılık bunu suistimal edebileceğin anlamına geliyor mu?"

 

Kafamda müthiş korkutucu düşünceler çığlık çığlığaydı, öyle ki kafamın içi bir mağaraydı ve biri bir taş atarak gizlenen yarasaların huzurunu bozmuştu. Kılıç belki de onu alt etmeye dair planımın farkına varmıştı, belki anlaşmayı kabul etme sebebimi öğrenmişti. Fakat Afelya dışında kimsenin bilmediği planımı nasıl öğrenebilirdi?

 

Utanmazca "Evet," diye karşılık verdim Kılıç'a. Madem dürüst olmamı istiyordu ben de olacaktım. Fakat onun gibi, gerçeklerin bir kısmını saklayacaktım yalan söylememek için. Planımı öğrenmiş gibi davransa da onunla açıkça bunun hakkında konuşmayacaktım. "Eğer zayıf yönün buysa bunu kullanmak benim hakkım, eğer zayıf bir yanımı yakaladıysan kullabileceğini biliyorum," diyerek Kılıç'ı da itham etmiş oldum.

 

"Zayıf yanını kullanmaya neden ihtiyaç duyayım? Senin güçlü yönlerinle de baş edebilirim Nimfea," dediğinde sesinde buz gibi küçümsemeyi öyle iyi sezdim ki odadaki tüm ateşler sönmüş gibi üşüdüm.

 

"Kolay gelsin sana o zaman," dedim korku ve kaygı duymayarak. Belki de bu yeni bir savaş başlangıcıydı aramızdaki ve ben buna kesinlikle vardım. Evvelinde karşımda güçlü bir duvar varmış gibi yalnızca saldırıyor ve yumruklarımı kan içinde bırakıyordum fakat şimdi gerçek bir saldırıda her şey daha kolay olurdu.

 

"Senin düşmanın olmayacağım," dediğinde beni kendinden aşağıda görüyor gibi algıladı zihnim bunu. Fakat bu da işime gelmişti, beni savaşmaya değmeyecek kadar zayıf görmeye devam ederse onu sinsice alt etme planımı takip de edemezdi. Afelya'ya bahsettiğim plan ne kadar üstü kapalı şekilde anlatılmış olsa da Kılıç bir şekilde duymuş, öğrenmişti fakat itiraf etmeyeceğini biliyordum.

 

"Güzel," dedim yalnızca. Ona yakın davranmak ve öyle alt etmek hedefime giderken bana epey yardımcı olacaktı fakat şu an bunu yapamıyordum. Karşımda bir dağ gibi dikilirken ayak altındaki değersiz çakıl taşları gibi hissetmekten bıktığım için Kılıç'a yaklaştım. Tam önünde durdum yeniden, bu kez çok yakındık. Üstten konuşan, dik başlı Kılıç'ın gözlerinde fiziksel yakınlığımla yaldızlı örtünün izleri belirdi fakat oraya tam yerleşmedi.

 

"Sanırım aramızda bir savaş başladı Bay Seryum," derken omzuna uzanıp görünmez bir tozu silkeledim elimin tersiyle. "Düşmanın değilsem de aynı safta olmadığımızı sen de çok iyi biliyorsun." Elim göğsüne indi ve orada minik okşama hareketleriyle adamın sıcaklığını hissetti. Kılıç tüm hareketlerimi dikkatle izledi. Ceplerindeki yumrukların hareketini görebiliyordum, kendini tutmak için gösterdiği çaba tebriğe değerdi.

 

"Hayır," dedi sessiz ama net bir şekilde. Hareketlerim, ona özgürce dokunmam onu memnun etse de içimde öfke değil sevgi olsun istiyordu. Ona dokunurken bir duvarın yüzeyinde elimi dolaştırır gibiydim, o duvarın ardındaki ruhu hissedeyim istiyordu. Çok şey istiyordu. "Kesinlikle aramızda bir savaş olmayacak."

 

Kılıç bileğimi kavrayıp elimi göğsünden çekti. Bana anlaşmayı imzalamadan önce söyledikleri ile yaptıkları öyle çelişiyordu ki aklım karmakarışık olmuştu.

 

Ellerimi önümde bağlayıp Kılıç'ın karşısında duygularıma yenilmekten korkup derin nefesler aldım. Önüme bakıyor, bakışlarımı Kılıç'a kaldıramıyordum.

 

"Eğer aramızda bir savaş olmadığını hissettirirsen ben de sana bunu hissettiririm." Sonunda yeniden gözlerine bakıyordum hem de bu kez daha özgüvenle. "Bana nasıl gelirsen sana öyle geleceğim. Bir kılıçla gelirsen elimde bir Kılıç görürsün. Bir çiçek varsa elinde, aynısını bende de görürsün."

 

"Bu yeni bir anlaşma mı Karnelyam?"

 

Elimi uzattım sıkması için, bir süre ikimizin arasında küçücük duran iddiasız elimi izledi.

 

"Evet," dedim ruh halimi sağlam tutmaya çalışarak. "Bu yeni bir anlaşma."

 

Sonunda uzun ve sıcak parmakları benimkileri kavradığında adamın sıcaklığını ilk önce göğsümün arasındaki boşlukta hissettim. Buna yemin edebilirdim, ellerimin hissetmediği sıcaklığı göğsümün hissetmesi gerçek üstüydü ama gerçekti işte.

 

"Seve seve kabul ediyorum," dedi sonunda. Parmakları çözüldü ve az evvelki şuh sıcaklığın yerini sert bir buz kütlesi aldı, göğsüm acıyla sıkıştı. "Yeni bir anlaşma daha öneriyorum," derken yanımdan geçip arkama ilerliyordu. Bir süre daha bıraktığı büyük boşluğu izledim. "Sana güvenmemi istiyorsan bana güveneceksin, sana güvenmemi istiyorsan bu güveni kazanacaksın."

 

Emindim, Afelya ile konuştuğum şeyi duymuştu fakat ben buna endişelenmek yerine büyük bir rahatlık hissettim. Afelya'ya planımdan açıkça bahsetmemek yaptığım en iyi şeylerdendi. Eğer DYK'den de bahsetmiş olsaydım Kılıç şu an karşıma yeni bir anlaşma ile gelmezdi.

 

"Neden güvenime ihtiyaç duyuyorsun?"

 

Bizi duymuşsa da bana yardım etmeye mi çalışıyordu? Kılıç gerçekten beni bu kadar istiyor muydu?

 

"Sen benim güvenime ihtiyaç duyduğun için."

 

 

Loading...
0%