@almelia
|
Afelya'yı odamda bırakıp çıktığımda kütüphaneye gidip bomboş birkaç saat harcamıştım. Döndüğümdeyse Afelya'yı uyurken bulmuş ve yatağın uzak köşesine ilişip hızlıca uykuya dalmıştım. Kılıç'ın Afelya yanımda olacağı için odama gelmediğini tahmin edebiliyordum, bunun için Afelya'yı biraz daha kalmaya ikna etmeliydim ancak bunu zerre kadar istemiyordum.
Güneşin keskin ışını doğrudan göz kapaklarımdan sızmaya çalışırken uyandığımda odada yalnızdım. Sabah rutinimi gerçekleştirirken Afelya'nın hala sarayda olduğunu sandalyenin üzerine bıraktığı kıyafetlerinden anlayabilmiştim. Onunla yeniden konuşmak zorunda olduğumu bilmek beni mutlu etmiyordu. Zaten davama olan inancım pamuk ipliğine bağlıyken onun köstek olmasıyla yerle bir olmak beni korkutuyordu.
Kahvaltı için odama gelen olmadığı için bu faslı es geçecektim, doğrudan müfredat özetine devam etmek amacıyla Batın'ı bulmaya odaklandım ve odamdan dışarı attığım adım hızla sekteye uğradı. Karşımda şaşkınca dikilen Valof dışında kapımın önünde tek bir asker yoktu. Valof yarım kalan adımını geri çekip omuzlarını dikleştirdi ve konuşmasını beklerken hiçbir teşvikte bulunmadım.
"Yetişmen gereken bir yer yoksa," diye başladı cümleye ama devamı nedense gelmedi. Adamı ilk kez çekingen denebilecek bir halde görüyordum. Bu halinden iyi bir şey çıkmayacağına emin olduğum için kapıdan çekilip içeri girmesini bekledim ve bana sorunu bir an evvel anlatmasını diledim. Adam siyah ceketinin jilet gibi duruşunda bir kusur bulmuş gibi kumaşı düzelterek içeri girdi ve kapıyı kapatmamı beklerken ses çıkarmadan içeriye ilerledi. Adam yanmayan şömineyi izlerken ben de sırtını izliyordum çatık kaşlarla.
"Bundan sonra sabah ve akşam yemekleri yemek odasında yenilecek."
"Ve?" Bu karardan nefret etsem de sırf bunu söylemek için böyle kıvranıyor olamazdı, ki onu çok iyi gözlemlemiş olmasaydım yan tarafında yumruk olan elinin onun gergin olduğunu gösterdiğini anlayamazdım. Herkes kadar rahat duruşu vardı, onun ruh halini anlamak kolay değildi.
"Ve senin için yapabileceğim bir şey olup olmadığını öğrenmek istiyorum."
Sonunda bana döndüğünde gerginliğini öyle iyi gizlemişti ki az evvel yanıldığımı sanabilirdim. "Kılıç yine seni bakıcım olarak mı görevlendirdi?" diye sordum doğrudan.
Donuk ifadesindeki çatırdama gözlerini devirmemek için kendini tutuşuyla ortaya çıktı.
"Bakıcıya ihtiyacın olmadığını hepimiz biliyoruz. Yalnızca dün için teşekkür etmek istiyorum ve yaptığın şey kuru bir teşekkürden daha fazlasını hak ediyor."
Eğer Kamer Mahver'in taktığı kadim taş maskem olmasa şaşkınlıktan çığlık atar, yerlere yapışır, ona ne olduğunu sorardım haykırırarak.
"Asen'i kullanarak Kılıç'ın gözüne girmeye çalıştığım için mi teşekkürü ve daha fazlasını hak ediyorum?" Elime bir güç geçtiği için şaşkınlığımı gayet iyi saklayabildim.
"Öyle bir şey yapmadın. Aslında sandığımdan daha komplike olduğunun farkındayım o yüzden bu faslı geçelim ve bana teşekkür etme fırsatı ver."
Emredici tonu yüzünden ona bir tokat geçirmeye atıldım fakat kollarımın önümde bağlı olması beni bu aptallığı yapmaktan kurtardı. Adamla aramda bir adımlık mesafe kalana kadar yürüdükten sonra "Tam olarak teşekkür ettiğin şey ne?" diye sordum kışkırtıcı sesimle. Kavga etmek istiyor gibiydim.
"Asen'i kendi güvenliğinin önüne koyup onu saraya getirmen."
"Ben Asen'i kurtarmadım." Sesim öyle keskindi ki adam küfrediyormuşum gibi çattı kaşlarını hemen. "Sana aptalca gelebilir ama o çocuk benim arkadaşım, tabii ki onca yolu sırf onu görünce sevinirim diye gelmiş birini bir yetişkin bile olsa öylece bırakmazdım," derken öfkeliydim hem de çok. Birkaç hafta önce beni Asen'i Kılıç'a karşı kullanma ihtimali olan pislik olarak itham eden adam karşımdayken öfkeli olmamak mümkün müydü? "Ve ben iddia ettiğiniz gibi çocukları babalarına karşı kullanacak kadar zekasız değilim. Teşekkürünü kendine sakla, sen teşekkür edesin diye yemedim ben o taşları."
Reddedilmenin boğucu öfkesi adamın yüzünü birkaç saniye ele geçirse de gözlerini yumup ellerini ceplerine ittikten hemen sonra yüzüme daimi ifadesiyle bakmaya geri döndü. "İstesen de istemesen de sana bir teşekkür edeceğim ve bunu öyle basit bir sözle de geçiştirmeyeceğim. Dramatik olmayı kesip bana ne istediğini söyleyecek misin yoksa senin için tütülü iğrenç elbiseler diktirip balolar mı düzenleyeyim?"
İşte bu şaşkınlık diğerlerine hiç benzemediği için yüzümün tiksinti içinde buruşmasını engelleyememiştim. Ağzımı açarsam kusacağımdan korktuğum için gözleri bir başarı elde etmiş gibi parlayan adamın salak suratına bakakaldım.
"Erkeklere havalı takım elbiseler giydireceğim tabii ki. Eğer dehşetli bakışlarının sebebi buysa..." Başını hafifçe eğip başka bir yöne baktı önemli bir şey düşünür gibi. "Eğer teşekkürümü kabul etmenin koşulu erkeklerin tarlatanlı elbiseler giymesiyse Batın'a bunu yaptırabilirim." Bakışlarını gözlerime dikti bir an sonra. "İsteğin bu mu?"
"Valof eğer parlak ve işçilikle dolu güzel ayakkabılarına kusmamı istemiyorsan bu saçmalıklara bir son verip odamı terk et."
"Ayakkabılarım o kadar değerli değil, kusabilirsin."
Aramızdaki mesafeyi kapatıp başımı aşağı eğdim hemen en azından o ayakkabılara tükürmek için ama Valof Diren gayri ihtiyarı geriye sıçradığında buna gerek kalmadı.
"Balo da teşekkür de istemiyorum. Bana Batın'ın yerini söyle yalnızca."
Omuzlarını yükselten düşünceli bir nefes aldı fakat beni zorlamak yerine Batın'ın hala kahvaltı yaptığını söylemekle yetindi. Batın'ı sürükleyerek sınıfıma oturtmak ve müfredat tekrarı saçmalıklarından bir an evvel kurtulmak için koşturmaya girişmiştim ama tabi ki o kadar şanslı olmadığımı unutmuştum. Beyaz üniformalı bir asker beni yakalayıp durdurduğunda kılıç ustamın beni bahçede beklediğini ve biraz kızgın olduğunu söyledi. Tamam korkak biri değildim ama o herif tahta bir kılıçla beni ikiye bölecekmiş gibi tedirgin olmama sebep olduğundan aklımdaki her şeyden arınıp topuklarım kıçıma vura vura hocamın azarını işitmeye koştum. Beklediğim gibi huysuz, kök söktürmeye kararlı ruh haliyle beni gördüğü gibi tahta kılıcımı ayaklarımın ucuna atarak özür faslını duymaya bile katlanamadan saldırıya girişmişti bile.
Daha erken kalkıp kahvaltı yapmadığım için ve derse geç kalmamdan dolayı hocam iki kat katı davrandığından dersim bir felaketten daha iyi geçmemişti.
Babamın diktirdiği lacivert takımım çamur içinde kalmıştı ve dizlerimin üzerine o kadar çok kez düşmüştüm ki kumaşla birlikte dizlerim sıyrılmıştı. Bu acımasız herifi Kılıç nereden bulmuştu bilmiyordum ama adam tahta sopasıyla elimdeki tahtayı ortadan ikiye ayırdığında bitmişti ders. Bu kadar haşin olursa nasıl korkmadan soru soracağımı sanıyordu ki? Öğrencilerime bu kadar katı davransaydım ve onları dersten soğutsaydım babam hepsinin önünde kulağımı çekip beni azarlardı. Keşke Kamer Mahver kılıç ustamın da babası olsaydı, onu babam kulağını çekerken hayal etmek bir nebze güldürmüştü beni.
Sürüne sürüne kaçtım oradan çünkü bir anda kılıç öğretmeyi bırakıp yumruklarla dövüşmeye girişecek diye tırsıyordum. Belki de Valof'tan beni bu adamdan kurtarmasını isterim diye düşünerek odama doğru sarsak adımlar atıyordum ki lanetli bir ruha sahip olduğuma emin olmam için bir asker daha gelip beni Kılıç'ın odasına götürmesi gerektiğini söyledi nefes nefese. Üzerimi değiştirmemi bile bekleyemeyecek kadar acil olması yüzünden duvarları yumruklamak istesem de tıpış tıpış askerin peşinden gittim.
"Bana saati söyler misin?"
Asker adımlarını yavaşlatıp saatine baktığında dijital saatinin ekranını okuyabiliyordum.
"12.24 efendim," dedi asker. Fakat bu, gece saatiymiş gibi şimdiden yorgundum.
Toplantı odasının kapıları benim için açıldığında bir düzine adamın gözleri üzerime dikildi, yalnız Bahran Ars beni herkesten daha dikkatle izleyen Kılıç'ı inceliyordu.
Sandalyesinden kalkarken "Devam edin," diye talimatta bulunduktan sonra hemen yanında bulunan boş sandalyeyi çekti Kılıç ve bakışlarıyla beni çağırdı. Bunun anlamı neydi bilmiyorum fakat üstüm başım çamur içindeyken jilet gibi giyinerek parlak saçlarını arkaya taramış bakanların arasında daha bir dikkat çekiyor ve iğreti duruyordum. Yine de sefalet içindeki halimle o sandalyeye oturdum. Kılıç yanımdaki yerine oturmak yerine arkamda dikilerek eşlik etti toplantıya.
"Fakat DYK desteği şu an her şeyden daha değerli. Rejim değişikliğini en kolay şekilde atlatmak istiyorsak toplantıya katılmalıyız."
Seryum'un ülke içinde ve dış ülkeler tarafından en çok ziyarette bulunduğu Mesel şehrinin etkin başkanıydı konuşan. Bir asır evveline dek Seryum'un başkenti olan Mesel ülke için daima değerli bir şehir olduğu için kontrolleri de en sağlam adamlara bırakılırdı.
"Rejim değişikliği atlatılacak bir şey değil, değişiklikten yalnızca bakanlıklar, Yüce meclis üyeleri ve esas Yönetim etkilenecek. Halkın hissettiği yalnızca yaşam kalitesindeki artış olacak."
"Fakat," diye atıldı lacivert takım elbiseli üye. "Fakat ne halk ne de DYK bu vaatlerin gerçekleşeceğine dair bir kanıt görüyor. Size inanmaları önemli değil mi?"
"Bu konum için ömrümün tümünü işin içine kattım. İkna etmekle uğraşmak yerine vakti geldiğinde yaşatarak görmelerini sağlamak bana hem zaman hem de enerji kazandırır."
"Bakın, Salta'daki icraatleriniz son zamanlarda herkes tarafından hayranlıkla konuşulur oldu, kabul ediyorum bu da bir teminattır. Ancak Salta, Seryum'un iki şehri kadar bir toprak parçası. Seryum dünyanın en büyük ada ülkesi derken yalnızca övünmüyor yönetilmesinin zorluğundan da bahsetmiş oluyoruz. Salta'da işleyen yöntemleriniz burada eksik kalabilir."
Bu kadar açık sözlü konuşabilmelerinin nedenini biliyordum ve neden katiyen onların cesaret seviyeleri değildi, Kılıç'ın her toplantıda acımasız gerçekleri konuşmaktaki ısrarı ve eleştirileri gayet mantıklı açıklamalarla savuşturmasıydı. Ne kadar desteklemesem de Kılıç korkak adamları çevresinde tutan biri değildi aksine belli bir konuyu tartışırken her bir noktasını irdelemeye hevesli adamlarla çevreliyordu kendini. Belki de babamın seçtiği üyelerin yeni yönetime çabucak ayak uydurmalarının nedeni buydu. Önceleri bir işgalcinin masasında oturduğu için nefret ettiğim adamlara hak vermek beni iyi hissettirmedi.
"Ve benim Salta ile Seryum arasındaki farkı göz ardı edip bir ütopya yaratmaya çalıştığımı mı düşünüyorsunuz?" Arkamda bir dağ gibi yükselen adamın odayı dolduran elektriği hepimizin üzerinde bir tehdit gibi titredi.
"Hayır," diye yanıtladı biri sonunda, bir çırpıda. "Ülkelere göz açtırmayan DYK'ye sırt çevirirsek bir ütopyadan çok daha farklı Seryum olasılığıyla karşılaşacağımızı da biliyor olmalısınız."
Mesel'in belediye başkanı ve konseyin önemli adamı yeniden konuştuğunda sesi daha sağlamsa da ifadesi belli şekilde kararsızdı. "Bir kral olmakta ısrar ediyorsanız Tarhun'daki askerlerimizi bir an evvel ülkeye döndürmelisiniz çünkü rejimle birlikte ülkeler arasındaki barış hali de değişecek. Bunun için de DYK ile irtibata geçmek zorundayız, askerlerimizin her birine ihtiyacımız var hatta yine DYK'nin bize destek gruplar yollamasına da."
"Her krallık savaş yaşayacak diye bir kaide yok değil mi?" diye sordu Tarko, Kılıç'a destek olmak ister gibi. Hala toplantılara katılıyor olması bile garipti.
Kılıç sessiz kaldığında Bahran Ars'ın bariton sesi yükseldi. "Monarşi topraklarında kralın üstünlüğü DYK'nin kontrolünü kısıtladığı için DYK kurallarına göre geleneksel Monarşi ile yönetilen ülkeler fetihe açık olacak. Geleneksel bir sistem olan fetih sadece geleneksel yönetimde işliyor. Eğer monarşi rejimine dönersek topraklarımız bu kez gerçekten İŞGAL edilebilir." Bu iğrenç adamdan ta en başta duymayı beklediğim şeyi şu an duyuyor olmak göz bebeklerimin büyümesine neden oldu. Bu sözler tamamen benimkilerle uyuşuyordu.
"DYK bu konuda katı, kuralları onlar koyduğu sürece bir risk var evet," dedi Kılıç kaynağı belirsiz bir özgüvenle.
"Ne demek istiyorsunuz?" Masadaki gözlerin her biri ardımdaki adama kilitlenmişti, tek bir hareketi bile kaçırmaktan korkar gibilerdi.
"DYK'ye karşı yeterli müttefikim var, topraklar hakkında kurallar koyan bir grup insan inanın pek çok yöneticinin hoşuna giden bir şey değil."
"DYK'ye karşı savaşamazsın," dediğimde sesin benden çıktığını anlamam için her gözün bana delirmişim gibi bakması gerekmişti.
"Yapabilirim," dedi Kılıç ve şok içinde dönüp yüzüne baktım. Ciddiydi, sahiden kararlıydı ve kesinlikle delirmişti.
"Yani başından beri amacınız DYK'nin gücünü zayıflatmak mıydı?" Profesyonelliğini kaybeden bir üye dehşet içinde haykırmıştı. Kılıç bir an aşağıdan onu izleyen gözlerime teminat veren bir bakış attıktan sonra masadakilere geri döndü. Başını iki yana salladıktan sonra "Başından beri amacım DYK'yi bitirmek," diyerek kimsenin düşünmeye cesaret edemeyeceği şeyi dünyayı yöneten bir adamın keskinliğiyle sesi bile titremeden söylemişti. Şaşkın nefesler yükseldi ancak tek bir itiraz, onay yükselmedi. Kılıç'ın deli olduğunu düşündüklerini gözlerinden görmek için önüme döndüm ve kararsız kaş çarpıklıklarına rağmen adamların çoğunu ilk kez Kılıç'a hayranlıkla bakarken yakaladım.
"Dünya Yönetim Kurulu olmazsa geleneksel yönetimlerde savaşlar olmaz." Biri kendi kendine mırıldandı. Fakat daha mantıklı olan Bahran Ars "DYK olmazsa cumhuriyet toprakları da barbar gibi savaşmaya başlar," dedi.
"Askerlerimizin en donanımlı olanlarını DYK'ye haraç diye vermezsek savaş konusunda hazırlıklı oluruz."
Kılıç ortaya bir şey atmış ve sonrasında tümüyle sessiz kalmıştı, adamlar kendi ürettikleri tezleri çürütüp yenilerini ortaya atarken o kadar odaklı görünüyorlardı ki kimse güçlü parmakların omuzlarımı yumuşakça ovduğunu görmüyordu bile. Ondan silkinerek kurtulmaya çalıştım çünkü düşünceleri gün geçtikçe akıl sağlığını kaybettiğini gösteriyordu ve ülkemi mahvetmeyi aklına koymuş gibiydi.
"Savaşa hazırlıklı olmak savaşacak olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor. Elli küsür senedir cumhuriyet ülkeleri arasında savaş olmuyor ve bunu sağlayan da Dünya Yönetim Kurulu."
"Hepimiz o şerefsizler olmasa ülkeler arasındaki bağlantıların sağlamlaşacağını biliyoruz. Diğer ülkelerle irtibat bile kuramıyoruz yanımızda DYK eşlikçisi olmadan. Ülkeler aptal suçlularmış da DYK devlet tarafından atanan bekçimizmiş gibi yaptığımız her şeyi kısıtlamak dışında ne yapıyor?"
"Kısıtlıyor çünkü aşırılıklar dünyayı kaosa sürükler."
"Kısıtlıyor çünkü özgürlüğü tadarsak onlara ihtiyacımız olmadığını görmemizden korkuyor."
Kılıç ve babamın ortak noktası DYK nefreti olabilirdi fakat Kılıç'ın babamdan birkaç adım önde olduğu hepimiz tarafından onaylanmıştı.
"Fakat yine de Seryum fiilen bu toplantıya katılım göstermeli. Kamer Mahver senelerce DYK'nin etkinliklerinden uzak durdu," dedim bu konuyu açmak için daha iyi bir zamanım olmayacağını bilerek. "Ve DYK öç alır gibi işgal edildiğimizde varlığımızı unutmuş gibi davrandı."
Kılıç hızla omuzlarımı sıkarken canını yakmıyor, beni uyarmaya çalışıyordu. "Bu bir işgal değildi çünkü."
Onunla tartışırsam planım ters teperdi, bunu yapmadım.
"Ciddi bir ayaklanmada bizi yalnız bıraktı. Ülkeye başka topraklardan binlerce asker gelmesine rağmen Seryum'daki belirsiz değişikliği durdurmak için askeri destekte bulunmadı."
"Çünkü ülke dışından gelmiş olsalar bile askerlerimin her biri kayıtlı Seryum vatandaşı. Yani bunun bir işgal ya da isyankar bir eylem olduğu kanaatine varamazlardı."
"Onlar Salta'dan geldi, nasıl Seryum vatandaşı olabiliyorlar?"
Bir üye küçümser bakışlarıyla beni ilk kez görür gibi süzse de yanıt vermeye tenezzül etmişti.
"Salta özerk bir bölge olabilir, yönetimi farklı gruplardan oluşuyor olabilir ama metnin bütününe bakıldığında Seryum'a ait bir kara parçası. Kimliklerin her birinde ülke Seryum, doğum yeri Salta olarak geçer."
"Bu konuda bu kadar bilgi sahibiydiniz ve halkın Kılıç Kül Seryum'un varlığından bihaber olmalarında sorun görmediniz mi?" Bakışlarımı tiksintiyle her birinin üzerinde dolaştırdığımda her birinden de aynı şekilde karşılık aldım.
"Ülke başkanı ve kural koyucu Kamer Mahver'in yüce emirlerine nasıl karşı çıkabilirdik ki?" Bu aldatıcı alay nefretten doğuyordu. Kamer Mahver herkesin nefretini alnının teriyle, ustaca kazanmıştı.
🕑
Kılıç DYK'yi bitirme niyetine rağmen iki gün sonra gerçekleşecek olan toplantıya katılmak için ikna olmuştu ve bunun için önce masadaki kararsızları toplantıya katılmanın gerekli olduğuna inandırmakla uğraşmıştım. Benimle birlikte Kılıç'a baskı yapmaları sayesinde DYK'nin verdiği görevi yerine getirdiğim için mutlu olmalıydım. Oysa durum hiç de öyle değildi. İçten içe Kılıç'ı vazgeçirmek istiyordum, DYK'nin planlarından ona bahsetmek istiyordum ve düşündükçe DYK nefretine daha da katılıyordum. Yine de vazgeçirmek için hiçbir şey yapmayacaktım.
Toplantı bitiminde Kılıç'ın radarına takılmamak için herkesten önce kaçar gibi odayı terk ettikten sonra günün ikinci duşunu alarak Afelya ve Batın'ın bahçemi mahvedişlerini durdurmaya iniyordum. Odamın Kılıç sayesinde açılan manzarasından dışarıyı izlerken kanın beynime sıçramasına neden olan şey kaskafalı Batın'ın boy göstermiş ıspanaklarımı yabani otlar gibi çekip etrafa saçışı olmuştu. Afelya, Batın'ın dibinde dolaşmasından rahatsız görünmese de konuşurken adama dönüp bakmak konusunda idareli davranıyor ve adamın yaptığı aptallığı göremiyordu.
Ön kapıdan çıktığım anda Esteran ve Asen'i dal peşine koşan köpekler gibi bana koşarken yakaladım. Cüsseleri değilse de hızları beni devirmek için fazlasıyla yeterdi, ürkerek geri sıçradığımda elini beni yakalamak için uzatan Asen yüz üstü kapaklanmıştı. Ben yardıma koşamadan Esteran kendini frenleyerek saniyeler içinde kızı havaya kaldırıp çizilmiş çenesine bakıyordu bile. Asen'in yüzünde ağlamaya birkaç saniye kaldığını gösteren titreme gezinirken Esteran'ın korkan ve şefkatle buruşmuş yüzü küçük kıza ağlamak için nedeni varmış gibi hissettiriyordu eminim.
"Ne kadar hızlıydın Asen!" diye resmen haykırdım çünkü dikkati üzerime çekip kızı göz yaşlarından uzaklaştırmak için daha iyisini düşünecek vaktim yoktu. Asen dolu gözler ve titrek dudakla baş salladı ama sesini çıkaramadı.
"Esteran'ı geçtiğine göre sen kazandın değil mi?"
Esteran'ın omzuna sıkı sıkı tutunan çocuğun beyaz külotlu çorabı kirli ve yırtılmıştı, hoyrat saçlarının örgüsü bozulmuştu. Yalnızca Kılıç'a ördürüyordu saçlarını ve Kılıç hala bu konuda başarılı değildi.
"Yarışmıyorduk ama yarışsak sen kazanırdın." Esteran kızın yere çakılması kendi suçuymuş gibi ağlamaklıydı ama sözleri Asen'e sonunda vahşi tabiatını hatırlatmıştı. İki eliyle saçlarını geri iterken yeni bir yarış için oğlanı zorluyordu kız. O esnada "Asen!" diye bağıran kızgın sesle her birimiz aynı ufak yaşlardaymışız gibi donduk. Sezma'nın Asen konusunda daha dikkatli olduğuna emindim ve dünden sonra yeni bir azarı hiç çekemeyecektim.
"Biz yarışmıyorduk efendim yemin ederim." Esteran'ın korkulu telaşı beni de telaşlandırdı. Sezma'nın gazabıyla başa çıkamazdı çünkü. "Ben Karnelyan'a bir haber vermek için koşuyordum, kız beni görünce oynuyoruz sandı ama ben koşalım demedim, inanın doğruyu söylüyorum."
Sezma kızını yavaşça Esteran'dan alıp yere bırakırken beklemediğim bir şekilde "Sana tabii ki inanıyorum, seni suçladığımı düşünme sakın," diyerek oğlanı yatıştırdı. "Kızımın birilerinin peşine takılmak gibi berbat bir huyu var ne yazık ki." Arkasında beliren Madam değerlendirici bakışlarla Asen'i süzmeye gelmişti ki Sezma çocukla ilgilenmesini isterken ben de Esteran'ın omzunu sıkıp ne haberi vereceğini soruyordum.
"Bahçede iki kişi ektiğimiz her şeyi mahvediyor, beyefendi yeni görevliler mi aldı? Ya da Saray bahçesine sebze ekmek yasak mıydı? Of Karnelyan! Seni zorladığım için ikimiz de kovulduk değil mi?"
"Esteran kovulmadık," dedim hemen. "Ve ben bir çalışan değilim hatırlarsan ama sen kesinlikle kovulmadın. Ben de bahçemi talan eden iki sersemi uzaklaştırmak için inmiştim. Hadi gidelim."
Çocuk elimin altında dönüp parmaklarımdan kopar gibi koştuğunda Sezma'nın hala yanımda dikildiğini rahatsızca fark ediyordum. Esteran'ı takip ettim onunla boş bir nefret çatışması yaşamamak için.
"Eğer işin çok acil değilse biraz zamanını istiyorum," diye seslendi kadın arkamdan. Aslında işim çok ama çok acildi, bahçemde boğulması gereken iki kişi vardı fakat Esteran'ın haklarından geleceğine güvenerek arkama döndüm Sezma'ya zaman ayırmak için.
Olduğumuz yerde dikildik bir süre, sonunda Sezma bana doğru gergin adımlar atarken yere bakıyor, parmaklarını iç içe geçirip kıvırıp duruyordu.
"Teşekkür etmek istiyorum."
"Sezma," diye sızlandım geriye süzülürken. "Lütfen birbirimizi aptal yerine koymayalım. Eğer Kılıç sorarsa bana teşekkür ettiğini söylerim tamam mı? Bu faslı geçip işimize bakalım." Ve arkamı dönüp sert adımlarla ilerledim.
"Kılıç'ın bununla alakası yok. Verdiğim tepkinin yanlış olduğunun farkına vardım ve kızım için sana gerçekten teşekkür etmek istiyorum." Cümle bitse de bir şey o cümlenin devamını söylemesine izin vermiyormuşçasına duraksadı kadın. Yanına geri dönmesem de ona bakmak için durmuştum. Aramızdaki üç dört adımı yine o kapattı yeri izleyerek.
"Ve Valof'a karşı beni savunduğun zaman için de teşekkür ederim." Omuzlarını dikleştirip yüzüme baktığı an gardını aldığını görüyordüm. Bir saldırı bekliyordu ve savuşturmaya hazırdı. "Ama Valof'a karşı korunmaya ihtiyacım yok. O, ben ve Asen için her zaman en iyisini ister, yalnızca aşırıya kaçan korumacılığı kötü bir adam gibi görünmesine neden oluyor."
Bunu haftalar önce zaten tahmin ettiğimi ona söyleme gereği duymadım. Ve o zaten konuşmaya devam etti. "Asen'in peşine takılmış olmasının imkansız olmadığını biraz geç fark ettim."
Gardı bir anda düştü ancak kadın yine de dimdik durmayı sürdürdü.
"O seni seviyor. Bazen onu senin kapının önünde oynarken yakalıyorum. Kapını hiç çalmıyor çünkü başlarda kızımın sevgisini kullanacağından ya da hevesle çaldığı kapıyı onun yüzüne çarpacağından korktuğumdan ona bu konuda sert davranıyordum. Kızım adına endişelendiğim için senden özür dilemeyeceğim. Sadece teşekkür etmek istiyorum."
Bu konuşmada yanlış giden bir yan varsa da kendimi yine Sezma'ya hak verirken bulduğum için kurcalamadan kadının teşekkürünü sessizce kabul ettim.
"Eğer," dedi kıpırdanarak. "Bir gün kapını çalarsa onu nazikçe geri çevir. Kızımın reddedilmekle erken yaşta tanışmasını istemiyorum."
"Onu reddetmeyeceğim Sezma. Ben onu seviyorum."
Kadının bakışlarındaki kargaşadan ne hissettiğini katiyen çözemiyordum. Onu sevmemden rahatsız mı olmuştu ya da memnun muydu anlaşılmıyordu.
"Pekala seni daha fazla tutmayacağım." Ardından koşar adım uzaklaştı benden. Teşekkür etmesi benim için önemli değildi, beni rahatlatan küçük kızını alçakça kullanacak biri olmadığımı anlamasaydı. Fakat şimdi alçakça bahçemi katleden Batın ve Afelya belasını def etmeliydim ve bu konuda canavarlaşmaktan zerre çekinmeyecektim.
🕑
Sıcak bir avuç yanağıma yumuşak bir rüzgar gibi dokunurken kapalı göz kapaklarım titredi.
Afelya her ne halt yiyorsa uykumu böldüğü için onu sabah olunca pişman edecektim, şimdi ise yanağımdaki eli sinek misali savuşturup yüzümü yastığa gömdüm.
Kaba bir nefes sesi duydum fakat Afelya'nın canına susadığına dair inancım sayesinde yastığa doğru "Afelya yalnızca tek bir yumrukla çeneni kırmamı istemiyorsan benden uzaklaş," diye boğuk sözler çığırıyordum. Fakat canına susayan ahmağın erkeksi kıkırtısı ruhumu gıdıkladıkmasının ardından adam omzumu çekip beni sırt üstü döndürünce Kılıç'la karşılaşmıştım.
"Afelya uzun süredir odada değil Karnelyam. Sanırım çenesini senden koruması gereken kişi benim."
Geri kayarak doğrulduğumda sırtım yatak başlığını itecek kadar sert yaslandım arkama.
"Nereye gitti?"
Yazı masamın tepesindeki duvar şamdanından saçılan zayıf ışığa rağmen Kılıç'ı görmek için fazlasına ihtiyaç duymuyordum, gözlerinin ışıltısı onu yeterince aydınlatıyordu.
Başını çevirip bir nefes aldı ve gözüme çok şüpheli göründü. "Uyku tutmamış olabilir," dedi yalnızca.
"Ona bir şey mi yaptın?" Yerimden sıçrayarak sökülüp Kılıç'a atıldığımda bir kapanmış gibi kollarıyla beni yakalayıp kaçmama izin vermeden beni kucağına çekmeye çalıştı anlaşmayı bir kez bile ihlal etmediğini savunan adam. Oysa her fırsatta beni kucağına çekmeye çalıştığını göremiyor muydu?
"Tabii ki ona bir şey yapmadım." Öfkelenmişti ama bu beni durduramazdı.
"Nerede o zaman?" Çırpınıp kollarından kurtulmaya çalışıyordum ki bir an kollarındaki baskıyı söküp aldığında düşecek gibi oldum. Ondan uzaklaşırken artık ben de öfkeliydim.
"Uyku tutmayan başka biriyle bahçeyi turluyordu en son."
O kişiyi çok iyi tanıdığım için çıplak ayaklarla pencereye yürüyüp Batın ve Afelya'yı görmeye çalıştım hemen. Batın'ın Afelya'ya zarar vereceğini düşünmüyordum ama yine de bu saatte yalnız olmaları içimi huzursuz etmişti.
"Belki yapacak daha iyi bir şey bulmuşlardır. Yatağa geri dön."
Dönüp arkama baktığımda Kılıç bir bacağını yatağıma çekmiş otururken belirdi karşımda. Uykumdan böyle acımasız bir şekilde koparılmak için ne günah işlemişim?
"Neden yatağımdasın?"
"İstersen benimkine gidelim," dedi hiç de pişkin olmayan, alaysız sesiyle. Kanım damarlarımda gürlemeye başlamıştı ama.
"Beni uykumdan etmenin sebebi ne?" Gecenin karanlığı sesimin korkak çıkmasından duyduğum utancı gizlemişti.
"Seni görmeden gitmek istemedim."
Adımlarımı durdurmaya kalmadan yatağın yanına yürümüştüm merakla.
"Nereye?"
"Toplantı için erkenden yola çıkacağım ve sen benden yeniden uzaklaşmaya kalkıştığın için seni uykundan etme cüreti gösterdim."
Düşünmeden yatağa çıkıp dizlerimin üzerinde oturduğumda kendimi garip derecede korkak hissediyordum. "Bensiz mi gideceksin?" diye sordum yakınlığımı arzulu gözlerle izleyen adama. Onun odasındaki berbat masanın üzerinde parmaklarına boşalmış olmamın ardından Kılıç'ın gözlerinde bu bakışı daha fazla görmeye başlamıştım, ondan kaçma sebeplerimden biri de buydu zaten. Aramızdaki duvarın bir kısmını yıktığımızı biliyordum, geri döndürülemez şekilde.
"Deniz yolculuğu Karnelyam," dedi Kılıç gözlerini kaçırarak. "Toplantı Raxeria'da."
Onunla gitmememin sebebini sormuştum, sorumun cevabı bu muydu? Derken zihnimde yükselen korkularım bir okyanusun iri dalgaları gibi nabzıma çarpmaya başladı ardı ardına.
"Denizden korktuğumu sana daha önce söylemiş miydim?"
Korkularım beni alt etmek için taarruza başlamış olsa da kuyruğu dik tutmaya çalışırken ellerime yüklenip başımı eğdim. Kılıç sessizce ve tepkisizce durmayı sürdürüyordu yıkılmanın eşiğinde olduğumu görerek. O benim seneler boyu mektuplaştığım adamdı ve ben bunu zaman zaman gözden kaçırıyordum. Yalnızca psikoloğuma açtığım bu korkuyu tabii ki beni her açıdan kabul etmeye hazır olan arkadaşımla da paylaşmış olmam anlaşılır bir şeydi değil mi? Afelya ve Mars'a neden söylememiştim peki?
"Ama anlaşma..." Bunu neden öne sürdüğümü bilmiyordum, onunla gitmek için bahaneler üretiyordum sanki. Fakat DYK Kılıç'ın yokluğunu değerlendirerek döndüğünde bir koltuk bulamaması adına elinden geleni yapacağını söylemişti. Belki de bu Kılıç'ı son görüşümdü, ondan kurtulmam için iyi bir fırsattı.
"Benimle gelmek mi istiyorsun Bataklık Çiçeği?"
Başım hızla kalktı adamı görebilmek için. Belki de bu sondu. DYK Kılıç'ın yokluğuyla ülkeye müdahale ettiğinde ve işbirliğimiz ortaya çıktığında onun yanında olmam akıllıca bir karar değildi. Zihninde senelerimi geçirdiğim adamın böyle bir gerçekle yüzleşmesinin getirdiği yıkımı görüp de sağlam kalmam mümkün müydü? Fakat Kılıç'ı son görüşümdü, bir kez daha Seryum'a dönemeyecekti.
Boğazımdaki yumrudan kurtulmak için yutkundum ve yutkundum, dolan gözlerimin kızarıklığını gizlemek için başımı omuzlarımın arasından eğmiştim. Fakat içimdeki delici güç beni sırtımdan Kılıç'a doğru iterken ondan gizlenirken bile dizlerimin üzerinde sürünerek ona gitmiştim ve kılını kıpırdatamayan, ne yaptığımı dikkatle izleyen adamın kucağına tırmanıp kollarımı hiç beklemeden omuzlarına sardım. Bugünden sonra düşmanım olmayan adama, doğduğum ilk günden bu yana beni bir yük gibi omuzlarında taşıyan adama iyi bir kucaklama borçlu olduğuma inanıyordum acı verse de.
Kılıç kollarını bir saniye bile beklemeden etrafıma sararken derin bir nefes alıyordu yüzüne dökülen saçlarımdan.
"Ben de geleceğim," dedim hiç düşünmeden. "Geleceksin Karnelyam," dedi bir solukta. Ve kendime ilk ve son kez izin verdiğim o şeyi yaptım. İzleriyle kusursuz olan güzel yüzünü ellerimle kavradıktan sonra kuru dudaklarını dudaklarımın arasına aldım. Nefesi kesildikten sonraki an hırıltıyla soluyarak öpücüğü derinleştirerek bana eşlik etti zevkle. Bu gece özgürdüm, ondan nefret etmiyordum ve sıcak bir ağustos günü denk geldiğim, hayran kaldığım adamla sonunda buluşmuştum. Kendime itiraf etmem on senemi almıştı fakat o ağustos günü etraf çiçekler ve sıcak güneşle bir cenneti andırsa bile terk edilmenin ağır sızısı ruhumu cehennemde hissettirirken göz göze geldiğim bu adama çocukça bir aşkla kapılmıştım. Zaman zaman onun Seryum'a gelip benimle aynı hisleri duyduğunu itiraf ederek kitaplardaki sonsuz mutluluğa kapı aralamasını hayal ettiğim olmuştu. Afelya zaman zaman mektup arkadaşımla evlenip buralardan gideceğim konusunda şaka yapar ve ben onu her seferinde kalbim bu fikirle kıpır kıpır olsa da terslerdim. Çünkü ona kapılmak büyük aptallık olurdu! Çünkü ona zaten çoktan kapılmıştım. Annem gittiğinde beni mektuplarıyla teselli eden o olmuştu, babamdan nefret etmemek için direndiğim günlerde onun sükunetle işlenmiş gibi görünen güzel sözleri beni sakinleştirmişti. Büyümüştüm ve onu aşmam gerektiğini binlerce kez kendi yüzüme tokat gibi çarpmıştım ancak bir anlamı yoktu, daha büyük bir gerçek vardı ki büyürken yanımda bu adamın samimiyetle dizilmiş sözcükleri olmuştu ve spiral gibi uzanan ömrüme ilmeklenip yukarıları tırmanmış bir ipti artık. Ondan kurtulmak için onu kesmeliydim. Kesecektim.
Dudaklarımı dudaklarından ne kadar zor olsa da ayırdım ancak teninden koparmak mümkün değildi. Dudaklarım yüzünün bütün köşelerine ıslak öpücükler bırakırken Kılıç sessiz fakat telaşla sıralanan sık nefesleriyle bana müdahale etmeden uysalca bekliyordu. Elleri vücudumda sıcacık izler bırakarak ileri geri hareket ediyordu ona dokunmamı teşvik etmek için.
Pürüzlü elmacık kemiğinin üstüne belki yüzlerce öpücük döşedikten sonra çenesine kadar süzüldüm. Boynunda atan nabzın sıcaklığı ışıkmış ve ben bir pervane böceğiymişim gibi döne döne teninin her milimine öpücükler yağdırdığımda da Kılıç beni altına almamak için büyük çaba sarf edip bana izin veriyordu. Kokusunu üreten yere yasladım burnumu, tüketmek için, zihnime kazımak için. Bugünden sonra ben ondan değil o benden nefret edecekti.
"Benden nefret edeceğin bir gün gelecek," dedim kokusuyla başım dönerken. "Ve ben o gün senden nefret etmeyeceğim."
Kılıç yüzümü boynundan söküp kendisine bakmaya zorladı, elleri kollarımın altında yanlarımı güçlü bir şekilde okşuyordu gerçek olduğumdan emin olmak ister gibi. Öyle derin bir inançla baktı ki gözlerime konuşmadan önce söyleceği şeyi anlamış ve neredeyse inanmıştım. "Senden bir kez daha nefret etmeyeceğim Karnelyam. Hiçbir şey bunu başaramayacak."
Başaracaktı çünkü bunu ben yapacaktım. DYK ve ben...
🕑
Afelya odaya döndüğünde Kılıç gitmiş bense içine birkaç parça eşya koyduğum valizimi üzerine bıraktığım masaya oturmuş hiçliği izliyordum. Hiçbir kararımdan dönmemiştim. Kılıç'ı toplantıya gitmekten vazgeçirmeyecek, onunla toplantıya katılmaktan vazgeçmeyecektim.
"Karnelyan?"
Afelya'nın tedirgin adım seslerini bana yaklaşırken duyuyordum.
"Kılıç'la DYK toplantısına katılacağım. Birazdan çıkacağız."
Soru sormamak için sormadığı soruyu yanıtlamak istemiştim.
"Senin kalacağını sanıyordum. Batın Kılıç'ın yalnız gideceğini söyledi."
Arkadaşımın hayatına bir kez daha özenirken buldum kendimi. Batın'ın yanında olduğunu çekinmeden söylüyordu çünkü benim aksime kendine nefret üretip durmuyordu. Bense Kılıç'ın bir düşman olduğunu iddia edip adamı teselli etmek uğruna yanı başında olmak için devamlı can atıyordum. Onu yıkan ben olduğumda da onu teselli etmek isteyeceğimi biliyordum.
"Bir anlaşmamız var. İki buçuk ay boyunca yanında olacağım."
Gürültü çıkarmadan bir sandalye çekip hayalet gibi üstüne çöktü.
"Peki onunla ilgili düşüncelerin hala aynı mı?"
Aslında aynıydı. Başından beri güzel bir adamdı, başından beri bir felaket. O yüzden sessiz kaldım. Dönüp ona bakmaya bile yeltenmemiştim.
"Sana söylememiş olması haksızlık biliyorum," dedi yumuşacık sesiyle. "Ama o adamdan gelen bir zarfı elinde tuttuğunda bile gözlerinin nasıl ışıldadığına şahit oldum Karnelyan, yüzlerce kez hem de. Bu adama karşı kalbinde büyük bir yer bulunduğundan emin olduğum zamanlar da oldu. On sene yüzlerce mektup aldın Karnelyan. Bir dolu sır, hatıra, bilgi, rastgele anlatılan hislerini paylaştı seninle. Bunlar basit bir işgalcinin yapacağı bir şey değil. İkinize de hak ettiğiniz o şeyi verebilirsin."
O şeyin ne olduğunu bilmiyordum ve Afelya'ya yanıt da vermeyecektim. Ondan yalnızca destek bekliyordum çünkü bunun için o ve Mars dışında kimsem yoktu fakat biri beni Kılıç'ın etkisi altında kalmakla suçlayıp yüz üstü bırakırken öteki ben ve Kılıç arasındaki duvarın bir hiç uğruna orada olduğunu iddia ediyor, onu yıkmam gerektiğini söylüyordu.
"Eğer fikrin değişirse ya da bazı şeyleri kabul edecek olursan seni asla yargılamayağımı bil." Afelya gömleğimin açık yakasından görünen inci kolyeye tüy gibi hafif bir dokunuş için uzanırken "Unutma," diyordu. "Sen bir incisin ve yanında başka incilere ihtiyaç duyman tamamen doğal."
Fakat ben bir inci değil Karnelyan'dım. İnciler tane tane çıkarılır ve bir araya getirilirdi karnelyansa bir bütün haliyle çıkar ve parçalara ayrılırdı. Afelya'ya bunu söylemek için hevesim yoktu. Yumuşak bir tıkırtı ile çalınan ve nazikçe açılan kapıdan giren Batın da beni kurtarmıştı.
"Gitme vakti prenses."
Ayağa kalktığımda Afelya her şeye rağmen bana tüm sevgisi ve sıcaklığıyla sarıldı. Sanki beni yaptığım şey için şimdiden affediyor, çekeceğim ızdırap için şimdiden teselli ediyordu. Omzuna alnımı bastırıp bir süre gözlerimi kapattım ondan geleni kabul etmek için. Yanlış bir şey yapıyor olabilirdim fakat doğru amaç uğrunaydı.
Sonunda ön kapıda arka kapısı açık bir şekilde bekleyen yeşil sedana bindiğimde bir cenazeye gider gibiydim. Saatler sürecek olan deniz seyehatinin gerginliği bile beni ele geçirecek boş bir yer bulamıyordu. Ne yazık ki bu da son buldu çünkü ismi Atlas olan, beklediğimden daha büyük tekneye adım attığım an midem boş olduğunu unutup çalkalanmaya başlamıştı.
Yüzümün rengini görmesi yetmişti Kılıç'a beni tek kişilik kamaraya götürüp yatırması için. Oda küçük ve dışarısı buz gibi olmasına rağmen içerisi müthiş havasızken korkularımla başa çıkmak konusunda daha iyi değildim. Denizin beni yutup hiçliğe sürüklemesi ihtimali iliklerime kadar titrememe neden oluyordu.
"Bir süre sonra denizde olduğunu unutacaksın Nimfea, istemediğin sürece güverteye çıkmana gerek yok." Kılıç dudaklarını yüzümde gezdirmek için üzerime eğilmişti, burnuma dolan kokusu bir an için unutmamı sağladı her şeyi. Başımı sallayacak kadar iyi bile hissettim hatta. Döktüğüm soğuk terlerin tek nedeni denizde olmak değildi çünkü, büyük bir kısmı ihanet etmiş gibi hissetmemden kaynaklanıyordu ve bunu bir türlü çözemiyordum.
"Git, ben iyiyim," dedim, kendimden daha derin nefret etmek için yalnız kalmaya ihtiyacım vardı.
"Sen bu kadar titrerken seni yalnız bırakmayacağım."
Adam bir an yakınlığını da alarak çekildiğinde sözleri ve hareketleri arasındaki tutarsızlık yüzünden bocalamıştım ancak o oyalanmadan üzerindeki paltoyu ardından da kalın tabanlı postallarını çıkartıp özenle bir köşeye koyduktan hemen sonra bir kişinin bile zor sığdığı yatakta kendine yer açtı. Ağırlığı şilteyi çökertince yavaşça doğruldum yerimde.
"Bakıcılık yapmana ihtiyacım yok Kılıç, beni sıkıştırmaktan vazgeçip gider misin?"
Doğrulduğum için yatağa biraz daha özgürce yerleşmekle meşguldu, sonunda az evvel başımın olduğu yastığa başını koyup tahta panele sırtını yasladıktan sonra minik bir boşluk bırakabildi bana. Elleri beni tutup kendine çektiğinde itaat etmeye zorluyordu bedenimi.
"Bakıcılık mı?" Alayla konuşup düşmemem için bir kolunu arkama doladığında kokusundan derin bir soluk almamak benim için imkansızdı. Odunsu, çayırlarda koşarken esen sert rüzgarı andıran erkeksi kokusu bir cehennemde bile en az birkaç saniye sakince içimde huzuru bulmama yardım ederdi. Aslında bir kez bunu yaşamıştım da.
"Sana yakın olma fırsatını değerlendiriyorum yalnızca."
Direnmeyi çoktan kesmiştim ki başımı tamamen güçlü göğsüne gömdükten sonra Kılıç da kaçmamdan korkarak beni kendine bastırmaya bir son verdi, en azından tutuşunu bir nebze gevşetti.
"Yolculuk ne kadar sürecek?" Sesimi boğan göğsün her hareketini rahatça hissediyordum, kazağının sık örgüleri arasından sızan sıcaklık her yerimi ısıtıyordu bir mucize gibi.
"Doğrudan Raxeria limanına demir atacağımız için beş saat kadar sürer. Sen bu süre boyunca uyumana bak."
"Denizden nefret ediyorum," demekle yetindim uyumak yerine.
"Boğulmaktan mı korkuyorsun Nimfea?" diye sorarken büyük avucu sırtımda geziniyordu. Olumsuz küçük bir ses çıkardım çünkü neden korktuğumu ben de bilmiyordum. Suyun derinliği güvensiz hissetmeme yol açıyordu ve bu güvensizlik beni rüzgarda savrulan bir dal gibi titretiyordu.
"Burada bir inanış var," dedim beni duyabileceğini bilerek sessizce. "Boğularak ölen her zaman yeniden doğar. Soluksuz kalmak yaşanmamış günlerdir çünkü."
"Ve vaktinden önce ölmek bir ruh için mümkün değildir," diye tamamladı beni çakıllı ses. Bu inanış ikimizi göğüs göğüse olmamıza rağmen çok farklı yerlere taşıdı ve hapsetti. Seryum'u ne kadar sevdiğimi düşünmeye başladım bu Seryum temelli inanışla. Hiçbir zaman gitmeyecek olan bir yerdi benim için, içi anne babalarla dolu bir yuva... Ülkem beni hiçbir zaman terk etmeyecekti ve birkaç taş yedim diye vazgeçmeyecektim ondan.
"Tüm bunlar biterse eğer ne yapacaksın?"
Düşüncelerim beni öyle derinden ele geçirmişti ki adamın yumuşak sesiyle bile irkildim.
"Öz saygımı geri kazanacağım sonra da çevremi bana saygı duyan insanlarla çevreleyeceğim." Gözlerim kapalıyken bile bakışları göz kapaklarımın içine çizilmişti sanki, gözlerimi sertçe sıktım silmek için.
"Saygı senin için çok mu önemli?" Bir bulmaca çözer gibi düşünceli tınlamıştı sesi.
"Bir insan için daha önemli ne olabilir ki?" Dişlerimin arasından derin bir soluk aldım kokusunun sağladığı uyuşukluğun hapsinden kurtulmak için. "Sevgiyi kazanmak ya da birine vermek zor ve her zaman için mümkün değil fakat bir insan sırf var olduğu için saygıyı hak eder. Sanırım temel bir ihtiyaç bu."
"Saygı sandığın kadar önemli değil, saygı duyduğum adamlarla da savaşa girdim." Sırtımdaki eli enseme çıktı beni bir darbeden korumak ister gibi, parmaklarının her birini saçlarımın arasına yerleşirken tek tek hissedebiliyordum, bu da onu bir darbeden korumak içindi sanki.
"Benim için önemli,"diye kestirip attığımda başını bana doğru eğdiğini anlayabildim, karmaşık tutamlarımın arasında soluklandı bir süre sessizce.
"Şu an çevrende sana saygı duyan insanlar da var."
Uzun süre devam eden sessizliğin ardından bu konu kapandı sanmıştım, şimdi ise o süre boyunca bunu düşündüğünü anlıyordum.
"Çevremde sen, Batın ve sizin askerlerinizden başka kimse yok."
"Evet," dedi esas kastettiğim şeyi anlamayan Kılıç. Her birine düşman gözüyle bakarken, bazıları tatafından berbat şekilde itham edilirken çevremde bana saygı duymayan insanların sayısının artış gösterdiği çok açıktı.
"Sen bana saygı duyuyor musun Kılıç?"
"Duyuyorum Karnelyam."
"Tek yaptığım sana sorun çıkarmak, kaçmak ve seninle kavga etmek. Bunlar birine duyduğun saygıyı etkilemeli."
"Ülkeni düşünerek verdiğin savaş için sana duyduğum saygı neden azalsın?"
"Yani bana hak mı veriyorsun?"
Kılıç onu tuzağa düşürmeye çalıştığımın farkına vararak sıkıntılı bir nefes aldıktan sonra konuştu.
"Sen bilinçli bir vatandaşsın Nimfea, yanlış olduğunu düşündüğün bir şey için ülken adına mücadele etmen bende yalnızca hayranlık uyandırıyor fakat eğer ülke sandığın gibi felaketin eşiğinde olsaydı bile bunu çözecek olan sen değilsin. Kararları verecek, sorumluluk üstelenecek yetkili pek çok adam var bunun için."
Rahatsızlığımı kıpırdayarak atmaya çalışsam da sıkışıp kaldığım kollarda hareketlerim yeterli etkiyi yaratmadı. Başımı geriye attım adamın yüzünü görmek için.
"Psikoloğumla el ele verip beni sinirlendirmeye mi çalışıyorsunuz, neden onun gibi konuşuyorsun?" Kaşlarımı çatıp başıma bir ağrı saplanmasına neden olsam da Kılıç'ın kasılan bedeni, rahatsızca yüzümü izleyen gözleri kendi acımı unutturdu. Onu bir sebepten rahatsız etmeyi başarmış olmak bile yeterliydi.
"Mektuplarımı okuduktan sonra atıyor musun?" Bir an düşündüğüm soru ağzımdan sesli bir şekilde çıktığında ikimiz de şaşırmıştık. Kılıç'ın kasları gevşediğinde şeftali rengi dudakların tembel bir gülüşle parlayışı beni etkisi altına aldı.
"Senin gibi saklamalı mıydım?"
Komik olduğunu mu sanıyordu? Yalancı bir adamın şaka anlayışından ne bekliyordum ki zaten.
"Çatma kaşlarını boşuna, her birini saklıyorum," dedi yüzüme eğilerek. Sıcak nefesiyle şekil alan sözcükler Kirpiklerimi titretti.
"Ben hepsini attım. O mektupları saklamamın nedeni dürüst bir dosttan geliyor olmasıydı." Yüzüne ağır ağır inen gölgeyi izlemek keyfimi öyle yerine getirdi ki ciddiyetimi bozmamak için kendimi epey zorlamam gerekmişti. "Fakat çok iyi biliyorsun ki yalancı bir işgalciden gelen kağıt parçalarıymış yalnızca. Saklanacak kadar değerli değillerdi."
"Bir gün beni bunun için affedebilecek misin acaba?"
Sanki hakkı varmış gibi öfkeyle konuşuyordu. Ama cevap evetti, bir gün onu affedecektim çünkü onun beni affedemeyeceği şeyi yapacaktım. Onu hem kendimden hem de Seryum'dan mahrum edecektim.
"Sen olsan affeder miydin?" Kahretsin ki sesim çatlamış, gözlerim dökülmeyecek olan yaşlarla doluydu. Ağlamaya bu kadar yakın olmak şu an için felaketten başka bir şey değildi. Senelerce tepelere yağan gibiydim artık, bir çığlık tek göz yaşımı dökerse çığ gibi devamı gelirdi ve o zaman Kılıç yanlış giden bir şeyler olduğunu anlardı. Anlamamalı ydı ve ben ağlayıp rahatlamayı dilediğim günlere dönüp ruhsuzlaşmalıydım. "Seni affederdim Bataklık Çiçeği"
|
0% |