Yeni Üyelik
26.
Bölüm

bölüm25|"Kırılır Karnelyan, Saçılır Taşlar "

@almelia

 

 

 

 

 

 

İki kitap şeklinde düşündüğüm kurgumun birinci kitap finali. Bir yirmi beş bölüm daha görüşmek dileğiyle...

"Elbisem berbat," diye fısıldadım Kılıç'ın kulağına.

 

"İçindeki güzel," dedi Kılıç. Bana bakmadan söylemiş olsa da tepki olarak klişe ruh haline göz devirdim.

 

Gövdemi streç gibi saran diz hizamda biten gri, şeritli elbisenin kumaşı dışında hiçbir yanı resmi durmuyordu. Toplantı değil de konseptli bir baloya gidecekmişiz gibi konmuş gri renk kuralına uyacak hiçbir şeyim yoktu, aslında böyle bir kuraldan da haberim yoktu çünkü babam DYK toplantılarına katılmazdı. Kuralı öğrendiğimde ülke yöneticisinin eşi benim için uygun olacağını düşündüğü dar kısa kolları pazularımı sıkan bir elbise vererek imdadıma koşmuştu. Fakat bedenlerimiz arasındaki fark sağolsun ki bir başkasının elbisesini giydiğim fazlasıyla belli oluyordu.

 

"Kılıç, DYK'nin sağı solu belli olmaz. Kızı oraya sokmak kurtlar sofrasına sokmaktan farksız olur. Sen de biliyorsun ki DYK toplantıları düşünüldüğü gibi nezih olmuyor."

 

Raxeria'ya vardığımızda bizzat ülke yöneticisi Serhan Ala'nın evine götürülmüştük ve buna şaşırdığımı sezen Kılıç Serhan'ın yakın bir arkadaşı olduğunu açıklamıştı bana.

 

Serhan arabanın ön koltuğundayken arkasına dönüp Kılıç'a bakarken ben de onu görmek için başımı çevirdim. Teklifi değerlendiriyor gibi görünmesi telaşa kapılmama neden olduğunda müdahale etmek için "Hayır Kılıç," diye mırıldandım sessizce. Gözlerini gözlerime ilmekledi hızla. Başımı yalnızca onun görebileceği kadar yana salladım, buraya gezmeye gelmemiştim. Kılıç'ı son görüşüm bu kadar erken olsun istemiyordum. DYK Kılıç'ın Seryum dışında oluşuna dayanarak bugüne kadar planladığı şey dahilinde onu geri dönemeyecek şekilde benden ayıracaktı, bunu biliyordum. Tek başıma deniz yolculuğu yapmamın imkanı olmasa da bunu yalnız başıma yapmak zorunda kalacaktım ve bu bile beni daha fazla korkutmuyordu.

 

"Benimle geliyor," dedi sonunda güçlü bir sesle ve ben farkına varamadan ona yanaştığımda adam sıkıca koltuğun üzerindeki elimi kavradı.

 

Serhan Ala ikimize bakarken her ne gördüyse tedirginliği biraz olsun dağılmış gibi dudaklarını birbirine bastırırken başını salladı ve önüne döndüğünde bu konuyu bir daha açmadı.

 

Şehir ağaçlarla çevrili gibiydi ve güneş her açıklıktan insanların üzerine yapışmaya çalışıyordu Raxeria'da. Kılıç arkadaşıyla toplantıya dair sıkıcı bir sohbete girmişti ve ben onları dinlemek yerine şehrin manzarasını izlerken Kılıç'ın elini bir an olsun bırakamamıştım.

 

Hata mı yapıyordum? Ona her şeyi itiraf ettirip Seryum'a dönmemizi sağlayabilirdim, hala geç değildi bunun için.

 

Hayır bunların hiçbiri çözüm değildi. Eğer monarşi ile ülkeyi ele geçirme fikrinden vazgeçmeyecekse bugün elimdeki fırsatı bir hiç uğruna kaçırmış olacaktım ve güvenini tamamen kaybetmiş olarak döneceğimiz Seryum'da elime bir fırsat daha geçmeyecekti.

 

Dışarıdan bir apartmana benzeyen sade yapının önünde durduğumuzda Kılıç'ın elini bırakarak arabadan indim. Serhan Ala önden giderek bize yolu gösterdi. Dışarıdan görünen sadeliğin tersine içerisi lüks bir otel lobisini andıran binada oyalanmadan asansöre ilerledik. Etraf neden sessizdi hiçbir fikrim yoktu fakat endişelerim asansörden indiğimiz an son buldu. Doğrudan bir tiyatro salonu büyüklüğündeki alana açılan asansör kapıları neredeyse yüzlerce görünen gri takım elbiseli adamın cümbüşünü gözler önüne serdi. Ev sahibiymiş gibi gelen bir DYK grubunun arasında tanıdığım ve planlar yaptığım birkaç yüz de bulunuyordu.

 

"Seryum'un şahsi yüzünü görebilmekten memnunuz," diyerek Kılıç'ın elini sıkan DYK üyesinin arkasında dizilenler aramızdaki sırrı hemen orada açığa çıkarmayı hedefliyormuş gibi yüzüme bakıyordu. İçimden bir ürperti geçti, bir hain olarak bulunuyordum burada ve her şeyden habersiz Kılıç'ın herkesin önünde bununla yüzleşme ihtimali beni daha da aşağılık hissettiriyordu.

 

"Hoş geldiniz Sayın Karma. Sizi burada görmeyi beklemiyorduk."

 

Gerginlikten buz kesmiş elimi tanıdık üyenin kuru ve sıcak avucuna bıraktığımda sesimi çıkaramıyor, mimiklerle bu faslı atlamaya çabalıyordum.

 

Çember oluşturulmuş koltuk gruplarında oturan, çevrelerinde dikilen pek çok insanın çoğu Kılıç'ı süzerken Kılıç bir az bile rahatsızlık emaresi göstermeden DYK ve Serhan Ala ile konuşuyor, başlayan sohbete yön veriyordu. Bense ona bakan her yüzü dikkatle izliyordum anlam verebilmek için. Kılıç'ın bir adım gerisinde kaldığımda onu görünce yerinden kalkan bir adamın boş bıraktığı yere oturdu Kılıç tüm bu yöneticilerin arasında bir ülke değil koca bir gezegen yönetiyormuş gibi kibirle. Yanındaki boş yere büyük parmaklarını vurdu yavaşça ve karşısında ayakta dikilen üyelerle konuşmasını sürdürürken yanına çağırdığı kişi olduğumu anladım.

 

Korkakça süzülüp oturdum boş yere, ne ona değmeye cesaret edebiliyordum ne de ses çıkarmaya.

 

"Size retro yönetici dendiğini biliyor muydunuz?"

 

Hangi ülkenin yöneticisi olduğunu ya da yönetici olup olmadığını bile bilmediğim bir adam arkasında dik omurgası ile yürüyen bir kadınla yanımıza geldiğinde sohbet bölündü.

 

"Ülkemi geri döndürmeye çalışmıyorum, "diye kestirip attı Kılıç şakaya ayak uydurmayarak.

 

"Fakat fikirlerinizden etkilenen çok kişi olduğuna göre dünyada bir retro başlattığınızı söyleyebilirim."

 

Adamın sinsi gülüşü ayan beyan parlıyordu, arkasında kalan kadınsa benim kadar sessiz ve gergindi. En azından tek kadın olmadığımı bilmek teselli oldu bana.

 

"Düzenler değişir, yöneticiler de. Bu fikir yalnız benimle doğmadı benimle ölmeyecek de."

 

Adamın omzu kıkırdarken sarsılsa da Kılıç tepkisizce olan biteni izliyordu.

 

"Seryum'dan bir parça almak isteyen pek çok insan olacaktır," diye konuştu kadın sonunda. Merakına yenik düşmüş gibi şaşırdığını gördüm bir an. Çabucak toparlanıp devam etti. "Fethedilebilir güzel bir toprak olarak görünecek olmanız sizi rahatsız etmiyor mu?"

 

"DYK bu ilkel yollara bir son vermek için yok mu?"

 

Beklediğimiz cevap kesinlikle bu değildi, gizlice ya da doğrudan bizi dinleyen herkes açıkça sessizleştiğinde Kılıç hala bir duvar kadar hareketsizdi.

 

"DYK ülkelerin toprak bütünlüğüne kesinlikle değer veriyor, evet." Bir üye olduğunu göğsüne iliştirilmiş çift başlı yılan sembolünü görünce anladığım adam rahatsız görünmüyordu fakat rahatsız edecek kadar sinsi bir plana sahipmiş gibi kıpır kıpırdı.

 

"Toplantı salonumuza yerleşmemiz için son on beş dakika hanımlar, beyler. Lütfen yığılma olmaması adına sizleri içeri yönlendiren personellerimizi sakince takip edin."

 

Bir uğultu yükseldi bu talimatla, Kılıç ise yerinden kıpırdamadı bir şey bekliyormuş gibi.

 

"Bay Seryum beni takip edin lütfen. Ancak hanımefendi toplantıya dahil olamaz, kurallar gereği."

 

Bir DYK üyesi hastane üniforması gibi steril tulum giyen personelin ardında belirdi. İnsanlara rehberlik ederek toplantı odasına yerleştiren herkes bu şekilde giyinmişti.

 

"Hanımefendi toplantıya dahil olacak." Dünya Yönetim Kurulu değil de Kılıç Kül Seryum tatafından idare edilecekti sanki toplantı, onun bu kendinden emin hali etraftakileri ürkütüyordu.

 

"Sayın Karma'ya eşlik edecek iyi personellerimiz var. Toplantı sürerken sıkılmaması için elimizden geleni yapacağımızdan emin olabilirsiniz."

 

Sonunda Kılıç bana baktı ve artık onu zorlamanın bir anlamı olmadığını gördüm. Benim için DYK ile tartışacak gibi görünürken ağzını açmadan durdurdum onu. "Kuralları çiğneyemeyiz. Seni dışarıda beklerim."

 

İtiraz etmeye ve kafasına koyduğunu yapmaya çok meyilli görünüyordu. Ağır ağır doğruldu, ayağa kalktığında parmakları yukarı bakacak şekilde benimkileri beklediğinde ona tutunup kalktım ben de.

 

"Sayın Mahver benimle toplantıya katılacak, konuşulanları kayıt etmek için buraya geldi."

 

Elimi bırakıp bana bakmayı da kestiğinde DYK üyesine öyle keskin gözlerle bakıyordu ki adamın sahte güveni bir rüzgara tutulmuş gibi titremeye başlamıştı.

 

"Fakat bu toplantılara yalnızca yöneticiler ve baş danışmanları katılabilir. Sayın Karma'nın ikisi de olmadığını biliyorsunuz."

 

"Kendisi ikisi kadar değerlidir. Toplantıya katılacak," dedi net bir şekilde. "ya da toplantıya katılmayacağız." Bu tehditle ortamın uğultusu bir bıçakla kesilmiş oldu, yerini huzursuzluk tohumları almışken müdahale etme işinin bana kaldığını görebiliyordum.

 

"Bize biraz izin verebilir misiniz?" diye sordum hemen. Üç çift göz şaşkınlıkla bana döndüğünde ben Kılıç'a döndüm. "Bir dakika yalnız kalabilir miyiz Bay Seryum?"

 

 

Resmi dil Kılıç'ın yüzünde bir gölge gezdirirken karşı çıkmadığı için şanslıydım. DYK üyesi memnuniyetsizce de olsa onay verip geri çekildiğinde ben odada gözlerden ırak bir yer bulabilmek için yürümeye başlamıştım bile.

 

Dar bir koridora dönüp kapalı kapılara göz attıktan sonra yalnız kaldığımıza emin oldum Kılıç'a dönmeden önce. Kendimi durduramadan beni izleyen adama sokulduğumda ellerim sıkı sıkı sarıyordu ceketin altındaki gömleğin kumaşını.

 

"Seninle toplantıya katılamayacağım, buraya üyelerle kavga etmeye gelmedik o yüzden kabul et ve seni beklememe izin ver." Cümlem biter bitmez elleri yanaklarımı kavradı. Sıcak avuçların içinde erimek, küçülmek ve öylece yok olmak istesem de ondan bir cevap almadan ölemezdim.

 

"Buraya seni kapının dışında bırakmak için de gelmedim."

 

Farkına varmadan parmaklarımın ucunda yükselip yüzüne yaklaştığım adama acıyla baktım, son saniyelerimizi tartışarak geçirmekten nefret etmiştim.

 

"O toplantıya katılmayacağım Kılıç, bırak kalayım."

 

"Sana verdikleri suyu bile içmemelisin Karnelyam. Yanında değilken seni koruyamam."

 

Sanki yeterli gelmiyormuş gibi daha yaklaştım ona başımla sözlerini onaylarken. "İçmem."

 

Kabul etmemi beklemiyormuş ki kaşlarını çatarak yüzümü inceledi.

 

"Ben gelene kadar yemek yemeyeceksin, seni ellerimle beslerken nefret ettiğim DYK'nin seni benden almasına izin veremem."

 

Oysa ben DYK'ye onu vermiştim bile.

 

"Yemem."

 

"Soruları masum bile olsa seni tuzağa düşürmek için uğraşacaklardır, onlara güvenemezsin."

 

 

"Güvenmem."

 

Acı çeker gibi buruştu yüzü ve "Nimfea," diye homurdanırken dudakları alnıma değdi. Öpmedi fakat öpseydi karşı çıkmazdım. Başımı geriye attım, vaktimiz daralıyordu.

 

"İstemediğin hiçbir şeyi yapmayacağım, git," diyordum fakat yumruklarım kumaşı öyle sıkı hapsediyordu ki adamın uzaklaşmak için fırsatı yoktu.

 

"O kadar uysalsın ki istediğim her şeyi yapacak gibisin." Alay yoktu, gülümseme yoktu yalnızca gözlerinden taşan tenimi yakan arzu vardı. Son kez bu bakışların karşısında olduğumu bilmek iyi hissettirmedi.

 

"Yaparım," dedim bir fısıltıyla ve benden bir şey istemesini bekledim muhtaçça.

 

"Öp beni."

 

Derhal dudaklarımı dudaklarının üzerine kapattığım anda nefesim kesildi. Bir akım üst gövdemi dolaştığında bu hissi kaybedeceğimi bilmenin hüznü ile öptüm onu. Gövdesini okşadım, sert kasların üzerindeki hasarlı teni hissedebilecekmişçesine. Yanaklarını kavradım ve sıcak yüzü parmak uçlarımda minik alevler yaktı. Büyük eli belime yerleşmiş ve beni kendine itmeye kalkmıştı. Göğsüm sert göğse yapıştığı an meme uçlarımın dar elbisenin içinde sertleştiğini hissettim.

 

Dilimi yumuşak dudaklarında gezdirmeme bir an için izin verdi fakat kontrolü ele alıp dilini dişlerimin arasından ilerletip benimkini okşadığında tatlı, baharatımsı tadı göğsüme bir balyoz çarpmış gibi hissetmeme neden oldu. Beni yumuşakça arkamda kalan duvara ittiğinde, sırtımı soğuk taşa sertçe yasladığında kendi sert gövdesi ile beni sıkıştırıyor ve bu baskıyla başımı döndürüyordu. Güzeldi, çekiciydi, lanetlenmiş ölümsüz bir vampir karizmasına sahipti fakat sıcaktı bir köz gibi. Baskındı ve nazikti de, zıtlıkların içine tıkıldığı bir keseydi bu adam. Bir yay gibi gerilip ona sürtünmekten kendimi alıkoyamıyordum, bana nerede olduğumu unutturabilen bu adamın yanında yer ve zaman denilen zemin çöküyordu.

 

Pantolonunun önünü zorlayan ereksiyonunu uyluğuma bastırdı ve geri çekildiğinde dudakları dudaklarımdan kelimenin tam anlamıyla söküldü, zorla.

 

Farkına bile varmadan çekilen adama doğru yaklaştığımda Kılıç kollarımı tutup devrilmişim gibi doğrulttu beni. Daha fazlasını istiyor ve şu an bundan utanamıyordum. Suyun altına dalmadan evvel alınan güçlü bir soluktan daha değersiz değildi bu son yakınlık. Tutuşundan kurtulmaya çalışıp dudaklarına yaklaşsam da "Beni bekleyeceğinden emin olmam lazım Bataklık Çiçeği, o yüzden bunun devamını toplantının bitimine saklayacağız," dedi. Burnumu çekip gözlerimi kırpıştırdım âna dönmek, kendime gelmek için. Toplantının bitiminde burada olmayacağımı söyleyemezdim, devamının asla gelmeyeceğini de. Yalnızca başımı aşağı yukarı eğdim konuşamadığımdan.

 

"Artık Seryum'da değiliz Karnelyam. Orada DYK üyeleriyle görüşmen beni endişelendirmiyor ama buradayken avantaj onlarda. Benden nefret bile etsen onlara güvenme."

 

Onayladım hızla çünkü çoktan bu aşamayı geçip ona karşı DYK'nin yanında olduğumu anlatsam bile artık çok geçti. Amacım canını yakmak değil Seryum'u ondan kurtarmaktı.

 

"Efendim, size eşlik edebilir miyim?"

 

Omzunun üzerinden konuşana baktığımda rehber personellerden birini nötr bir ifadeyle Kılıç'ın sırtını izlerken buldum. Kılıç dönüp gitmeden önce kollarımdaki parmaklarını sürükleyerek yanaklarıma sardı ve yeniden öpecekmiş gibi baktı dudaklarıma.

 

"Git," diyebildim sonunda. Ve dönüp gitmek için arkasını döndüğünde olduğum yerden bir santim bile kıpırdayamadan köşeyi dönüşünü izledim.

 

Bugün bir şey bitecek ve başka bir şey başlayacaktı, tam olarak ne olduğunu tanımlayamadım ama bundan emindim. Dar koridorda dikildim can vermiş fakat yerinden sökülmek için sert bir rüzgara ihtiyaç duyan kuru bir ağaç gövdesi gibi. Kendimi iyi hissetmeye zorlamadım, artık anlamı yoktu.

 

"Sayın Karma!"

 

Zeminin kadife yüzeyini izlerken dalgınca, gelen DYK üyesinin siması tanıdık bir biçimde karşımda belirdi. Yüzünde gerginliğini gizlemeye uğraştığı emanet bir tebessümle bana doğru bir adım attı.

 

"Bana saati söyleyin," diye talep ettim hemen, adamın şaşkın yüzü boş bileğine döndü.

 

"Ne yazık ki saatimi takmayı unutmuşum," dedikten sonra ellerini yeniden iki yanına sarkıtıp güçlü bir pozisyon aldı. "Sizi toplantının bitimine kadar oyalama görevini üstlendim. Seryum'daki misafirperverliğinize karşılık vermeme müsaade eder misiniz?"

 

Aslında bu andan sonra neler olacağını sorabileceğim biri karşımda belirdiği için memnun olmuştum. Adamın uzun, esmer gövdesi arkasından yayılan ışıkla sönük ve hasta gibi görünse de üzerindeki takım ile titiz görünüyordu. Onun peşine takıldığımda bizim için çağırdığı asansöre binene dek sessiz kaldım. Yalan söyleyemezdim, Kılıç bizi duyabilirmiş gibi huzursuzdum çünkü.

 

Aşağı hareket etmeye başlayan asansörün kapıları kapandığı an "Şimdi ne olacak?" diye sordum bastırılamayan bir telaşla.

 

"Güzel şeyler."

 

"Seryum'u kast ediyorum. Kılıç'ı toplantıya katılmaya, Seryum'dan ayrılmaya ikna etmemi istemiştiniz, bundan sonraki planınız ne?"

 

"Sizsiniz," dedi omzunun üzerinden sinsi bir gülüşle bana bakarak. Garip tavırlarını okuyacak kadar sakin değildim, doğrudan açıklanmasına ihtiyacım vardı.

 

"Seryum'a döndüğümde ne ile karşılaşacağım?"

 

Zarif bir çınlama ile duran asansörün ağır kapıları açıldı ve DYK üyesi arkasından yürümekten başka çarem olmadığını bilerek çıkıp ilerledi. Peşinden giderken yanıt vermesini bekliyordum ancak hızlı adımlarla adama yetişmeye çalışırken yeni bir asansörün önünde durduğunu geç fark ettim. Bizim için hazırda bekleyen asansörün içi en fazla iki kişinin sığabileceği kadardı. Göstergede yalnızca sıfır ve eksi üç kat gösteren tuşlardan eksi üçe basıp ardından takip edemediğim bir sayı dizisi ile tuşların tepesine parola girdiğinde dar alanda adamla göz teması kurmaya çabaladım.

 

"Toplantı bitmeden Seryum için yola çıkmalıyım, yani beni oyalama görevinizi feshedip sorularımı yanıtlayın. Bundan sonra Kamer Mahver ve Kılıç Kül Seryum olmayacaksa Seryum'un için belirlediğiniz bir kişi var mı?"

 

Adam bana dönmese de yeni traş edilmiş yanağındaki seğirmeden güldüğünü anlayabiliyordum. Bir şeylerin ters gittiğini o esnada anlayabildim ancak Korkunç derecede beyaz bir koridor belirdi karşımda, tepeden yayılan beyaz ışık da karla dolu bir tepede yolumu bulmaya çalışıyormuşum gibi hissetmeme neden oldu. Adam asansörden çıktı fakat ben elimi gözlerime siper edip daha da geri çekildim. Tuşların her birine bastım bir an evvel kapıların kapanmasını isteyerek, buradan hiçbir şey öğrenmeden gidecektim ama gidecektim, gitmeliydim. Kapılar kapanmadı, asansörün hareket etmesi için parolayı girmem gerektiğinin farkına vardım. DYK üyesi bileğimi yakalayıp kör eden aydınlıktaki koridorda yürümem için beni çekiştirirken farkına vardığım bir şey daha vardı, DYK ile Kılıç'ı tuzağa düşürdüğümü sanarken tuzağa düşen bendim ve bunu DYK yapmıştı. Bir kapı aralandığından adam ve ben içeri süzüldüğümüzde buradaki loş ışık gözlerimin yangınına su tutmuştu. İçerideki ufak masanın başında boş bir sandalye vardı, odada üç tanıdık DYK üyesi sakince bizi izliyordu, belki de düştüğüm şey tuzak falan değildi. Yeni bir plan için burada olduğumu düşünmeye çalışırken bileğimdeki eli silktim, kendi başıma içeri süzülürken "Lütfen oturun Sayın Karma," diye konuştu gözünün altında damardan bir düğüm olan üye. Denileni yaptım. Tek sandalye vardı ve ona da ben oturmuş bekliyordum.

 

"Dünya Yönetim Kurulu'nun genelde insanlara güven veren bir yanı olduğunu duymuştum, sanırım yanılmışlar."

 

"Bize sadık olanlara güven verdiğimiz doğrudur Sayın Karma," dedi arkamda kalan üyelerden biri. Panik halimi ortaya sermemek için ardıma dönüp onları gözleyemiyor, masanın üzerindeki ellerimi izliyordum. "Şu an güvende hissetmiyor musunuz?"

 

"Hayır," dedim dürüstçe, korkakça geldi kulağa ama sesimde hala cesaretin tınısı vardı. "Size sadakat borcum olmamasına rağmen aleyhinize dair hiçbir şey yapmadığım göz önünde bulundurulursa güvensiz hissetmemeliyim."

 

"Aleyhimize dair..." diye mırıldanan üyelerden biri cümlenin dilinde bıraktığı tadı almaya çalışır gibi odaklıydı. Omzumun üzerinden bir kol uzandı ve masaya bir dolu fotoğraf karesi serildi. Gözlerimin büyümesine, ellerimin yumruk olmasına, soluklarımın hızlanmasına engel olamayacak kadar hazırlıksızdım bu görsellere.

 

"Pekala Sayın Karma..." DYK üyesi masanın üzerindeki fotoğrafları her birini görebileceğim şekilde zemine yayarken görsellerin hepsinde bir erkek ve bir kadının yan yana olduğu gizli çekimler vardı. Erkek ve kadın, Kılıç ve bendik. Bir tanesine uzandım, Sare çarşısının orta yerinde Kılıç'ın elleri yüzümü kavramışken bana yoğun bir ilgiyle baktığı görünüyordu fakat o günü hatırlıyordum, o an hissettiğimi bile fark edemediğim bir kırılganlıkla gözlerimi kaldırıp onunkilere kilitlemiştim. Kılıç'ın yoğun, sert ilgisine karşın benim kırılgan, muhtaç görünen bir ilgiyle parlayan enerjim kimse bana dokunmazken tokat yemiş gibi hissetmeme yol açtı. Kılıç'a baş kaldırmış, ona dolaylı da olsa ihanet etmiştim, ona hakaret ettiğim zamanları da çok iyi hatırlıyordum, nefret doluymuş gibi tavırlarımı da hiç eksik etmemiştim fakat fotoğrafların her birine tek tek bakarken yüzümde hangi duygu olursa olsun Kılıç'a bakarken hep ilgili görünüyordum. Belki de Kılıç'ın bugüne dek pes etmeme sebebi buydu, sözlerim ve bakışlarım birbirine uymuyordu.

 

Ekte limanında bir çift gibi yürürken Kılıç'ın elimi tuttuğu bir fotoğrafı elime aldım, ben denize çatık kaşlı bir merakla bakarken Kılıç bana dudağının köşesi yanağına yükselmiş memnun bir tebessümle bakıyordu. Güneşin sarı ışığı sahne ışığı gibi ikimizin üzerine düşmüş, geri kalan kısımları gölgede bırakmıştı.

 

"Bu fotoğrafların yedekleri var mı?" diye sormak oldu ilk sözüm.

 

Üye alaycı gülüş, omuz silkişle başını iki yana sallarken "Bunları yok etmek niyetinde misiniz Sayın Karma?" diyordu eleştirel havasıyla.

 

"Eğer yedekleri varsa bunları almak istiyorum. Şurada saçlarımın ne kadar parlak çıktığına baksanıza."

 

DYK üyelerinin ne yapmaya çalıştıklarını anlıyordum, beni korkutmaya, utandırmaya çalışıyorlardı fakat sol yanı yangında ömürlük hasar alan buna rağmen hiç düşünmeden beni yangından kurtaran bir adama gayet doğal bir ilgiyle bakarken yakalandığım için utanmanın kıyısından bile geçmiyordum.

 

"Eşinizin bu durumdan hoşlanacağını hiç sanmıyoruz Sayın Karnelyan."

 

"Sevgili eşimi görürseniz bunu ona mutlaka sorun, belki de farklı düşünecektir. Bu arada lütfen biriniz bana saati söyleyebilir misiniz?" Panik sinsice damarlarıma sızıp beni ele geçirmeye niyetlense de hiçbir şey belli etmediğimin farkındaydım.

 

Bıkkın homurdanmalar hiçbir anlaşılır kelimelere dönüşmedi. Birkaç fotoğrafı daha aldım elime, bambaşka açılardan, hiç tahmin edilemez noktalardan yakalanan karelerde genelde dudakları kıpırdarken yakalanan bendim Kılıç ise hep dinliyor, izliyor gibi yakalanmıştı. Biraz düşününce bu gerçeğin kendisiydi zaten.

 

"Hiçbir erkek eşinin bir başka erkeğin yanında böyle samimi görünmesinden hoşlanmaz."

 

"Şunu da almak istiyorum," diye bir tane daha çektim önüme ve "bunu pek sevmedim, saçlarım çok dağılmış ama Kılıç'a baksanıza... Gerçek bir kral gibi görünüyor," diyerek üç fotoğrafı kabanımın içine dikili cebe yerleştirdim özenle. "Bir erkeğin eşini casusluk kisvesiyle başkasının sırlarına ulaşabilmesi için görevlendiririrken böyle düşünmüyor muydunuz?"

 

Tehdit ya da şantaj... Yaptıkları her ne ise etkilenmemiştim.

 

"Sizce iyi bir casus muydunuz?" Soranın sesi şaka yapar gibiydi, ardından gülen adamlar da şaka yapılmış gibi gülüyorlardı.

 

"Buraya Bay Seryum'la geldiğime göre bir şeyleri doğru yapmış olmalıyım."

 

"Aynen öyle!" Arkamda kalan üyenin sesi keyifliydi, doğru yaptığım şeyin kendi adıma yanlış olduğuna inandırdı beni.

 

Gözünün altındaki kızıl damar yumağını izlediğim adam masaya ellerini yaslayarak üzerime eğilirken aramızdaki mesafenin azlığı, bilmediğim bir ortamda dört güvenilmez insanla olmanın tedirgin edici yanını ortaya koydu. "Karnelyan Karma, casusluğunuz bize ne kattı?"

 

Kendime olan inancım çok şişkin bir balondu fakat biri ince mi ince bir iğneyi değdirmişti yüzeyine, inanç hızla sönerken kendimi savunmaya çalıştım.

 

"Kılıç Kül'ün eylem günü Seryum'da hatta sarayda olduğunu biliyorsunuz." Daha etkili bir şey düşünürken sessizleştim ve DYK üyesi devam etmem için sahte bir teşvikle "Ve?" diye sordu.

 

"Her şeyden önemlisi Kılıç Kül Seryum'u toplantıya katılmaya ikna ettim," diye konuşuyordum ki dişe dokunur hiçbir şey söylememiş olduğuma kanaat getiren üye lafımı kesti.

 

"Ve iddiamız böylece doğrulandı."

 

Üyeler birbirlerine bakıp sonunda bana döndüler ve bir an önce buradan çıkıp Kılıç'ı bulmayı diledim, her şeyi anlatmayı göze almıştım.

 

"Ne iddiası?" Sessizliğe daha fazla dayanamıyordum, huzursuzdum.

 

"Karnelyan," diye başladı üye acır gibi yüzüme bakarak. "Bize verdiğin bilgilerin işe yaradıklarına kendini inandırmış olamazsın. Ve," dedi fakat bir diğer üye lafını kesip arkamdan yürüyüp önüme geçerken "Kılıç Kül Seryum'u bu toplantıya katılması için ikna edecek pek çok gönüllümüz vardı. Aslına bakarsan Bay Seryum'un buraya gelmesi sandığın kadar önemli değil; buraya seninle, sen vasıtasıyla gelmiş olmasıydı bizi ilgilendiren," diye bitirdi sözlerini.

 

Henüz, kafamda dönen kaos yüzünden hiçbir şey anlayamamıştım.

 

"Başından beri Bay Seryum'un size karşı yaklaşımını doğrulamaya çalışıyorduk. Gerçekten iddia edildiği gibi bir zaaf mıydınız? Yoksa abartılmış bir balondan başkası değil miydi bu?"

 

Sorunun muhatabı ben değildim, yanıtını almış bir adamdı soran zaten.

 

"Planı sormuştunuz Sayın Karma... Plan sizdiniz derken bunu kast ediyordum. Seryum'u elinden alamayınca biz de sizi almaya karar verdik."

 

Başım öne eğildi istemsizce, sanki en tepeme bir ağırlık bağlanmıştı, taşıyamıyordum. Kılıç'ın yanında olmak istiyordum, yanımda Kılıç olsun istiyordum; kendimden nefret ediyordum.

 

"Ne sanıyorsunuz peki? Bu fotoğraflar," derken önümdekileri yavaşça itiyordum. "Bu laflarla nereye varmayı planlıyorsunuz? Kılıç benim yokluğumla kral olmaktan vaz mı geçecek? O kral olmak için doğdu, Karnelyan uğruna ölmek için değil."

 

Öyle büyük bir nefret vardı ki içimde, ruhum Kılıç'ın yanında dikilmiş suretime karşı düşmanlık besliyordu.

 

"Belki de Kılıç Kül Seryum'u bu tutkusundan vazgeçirmemeliyiz." Konuşan doğrulup düşünceli bir halde kollarını önünde birleştirdi, gözleri daldığı yerde düşünceleri yakalamaya çalışıyordu. "Seryum'un fetihe açık bir hale gelmesi, fetihle başka yöneticilerin yönetimine geçmesi bizim için mevcut halinden de Kamer Mahver'in zamanındaki halinden de çok daha iyi. Haylaz bir çocuk gibi Dünya Yönetim Kurulu'nu bezdiren bir ülke için daha iyisini düşünemiyorum."

 

"Madem daha iyisinin bu olduğunu düşünüyorsunuz, ben neden buradayım."

 

"Siz Seryum'u düşürmek için değil Kılıç Kül'ü düşürmek için buradasınız," derken açıkça sırıtıyordu üye.

 

Kılıç'ın benim yüzümden Seryum'a dönmeyeceğini düşünürken duyduğum ızdırap şu an olan bitenden daha fena değildi. Kılıç'ın benim yokluğumu fark ettiğinde ne yapacağını hiç ama hiç düşünmemiştim fakat Kılıç benim DYK tarafından kendisine karşı kullanabileceğimi fark ettiğinde ne olacağından ölesiye korkuyordum. Tek isteğim hiçbir şey yapmamasıydı, beni hiç tanımamış, hiç görmemişçesine unutup gitmesiydi.

 

"Kılıç'ın düşmesi için ben yeterli olmam, ne yapmayı düşünüyorsunuz bilmiyorum ama anladığım kadarıyla bu tımarhaneden hallice yerden çıkmama izin vermeyeceksiniz. En azından bana saati söyleyin."

 

Dört adam ufak odanın çeşitli yerlerinde konuşlanıp birbirlerine bakarken düşünceli görünüyorlardı. Bana yanıt vermeye tenezzül etmeyen adamlardan biri boydan boya halı serili odada tok adım sesleri çıkararak minik bir ilaç dolabına uzandı. Adamların bazıları benim üzerime gelmeye başladıklarında bedenim gerildi, önümdeki masayı itip hızla ayağa kalktığımda üzerime atılan adamların arasından yere saçılan fotoğrafları gördüm. Kılıç ve Karnelyan, karelerin her bir anında yan yana görünüyordu. Birinin bir ilaç ampülünü kırdığını duyduğumda yönetici odasında Kılıç'ın kucağına oturmuş, kollarımı omuzlarına sarıp onu teselli ettiğim an çekilen fotoğrafın parlak yüzeyini çiğneyen ayağı izleyebiliyordum.

 

Ben ne yapmıştım?

 

"Kolunu sabit tutun," dedi biri, bense ağzım sıkıca bağlıymış gibi suskundum. Soluklarım hızlanmış, görüşüm bulanmıştı. Ayakkabı fotoğrafın üzerinden çekildiğinde, lekelenen yüzeyin altında sırtım vardı, Kılıç ve onu saran kollarım hala temiz görünüyordu.

 

"Ona ihanet ettiğimi söyleyin," dediğimde boğazıma kadar suya batmış gibi hissediyordum, kendi sesimi zor duyabilmiştim. Koluma batan iğneyi hissedemediğimi dirseğimin içinden çıkarken görünce anlamıştım. Bunun beni öldürmeyeceğini biliyordum, zaten korktuğum da bu değildi. "Başından beri iş birliği yaptığımızı söyleyin. Ona bir casus olarak yaklaştığımı söyleyin."

 

Çırpınıyordum fakat üzerime bir karabasan çökmüştü, ruhum kilometrelerce koşarken bedenim her yanına beton dökülmüş gibiydi. Biri ayaklarımı yerden kesti, kollarımın altından tutanlar beni taşıyordu.

 

"Saati söyleyin!" Bu sondu, ne cevap ne de ışık vardı. Her yer karanlığa büründüğünde saatin ibrelerini görmeye can atıyordum ya da yanındayken zamanın bir hükmü olmayan adamı...

 

🕑

"Bize saati söyleyebilir misin Karnelyan?"

 

Polis memuru gözlerimin içine bakmaya çalışırken çöktüğüm yerde buz gibi ellerimi buz gibi eline sardığım ablamın ölü bedenine bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Odadaki metalik kan kokusu genzimi yakmayı bırakalı çok olmuştu, yalnızca ablamın gül ve narenciye kokusunu alabiliyordum. Beni çıkarmak için uğraşan memurlar sonunda pes ettiğinde ablamın soğuk bedenine iyice sokulup katılaşmış başını dizlerimin üzerine çekmeye uğraştım, buna hiç gücüm yoktu. Bileklerimdeki, iliklerimdeki güç çekilip alınmıştı, keşke alan Süva olsaydı. Sonunda ablamın kızıl saçları dizlerimin üzerine iğreti bir şekilde de olsa yerleştiğinde daha lanet bir kızıl bacağımdan sızıp ablamın buklelerini lekeledi. Kanla boyanan güzel tutamları parmaklarımla temizlemeye uğraştım hemen.

 

"Olayın saat kaçta gerçekleştiğini söyleyebilir misin en azından?"

 

Saate bakmamıştım, saate son baktığımda gecenin tam yarısıydı. Babam yokken esneyen uyku saatimiz sayesinde Süva'yla fısıldaşarak konuştuğumuzu hatırlıyordum ama ne konuştuğumuzu hatırlayamıyordum. Sanki Süva ölmüştü de sesi de ölmüştü, sesi ölmüştü ama ölmeden evvel ettiği sözler de ölmüştü sanki; sanki ablam hiç var olmamış gibi sessizliğe karışmıştı, keşke ablam boğulsaydı. Boğulsaydı yeniden doğardı, ablam yeniden doğsa onun kız kardeşi olmazdım, babası olurdum; düşmandan korurdum onu, kendimden.

 

Memur ağır ağır dizinin üstünden doğrulup Süva'nın elini elimden sökmeye çalıştığında gözümü hızlı bir yaş istilası sardı, direndim.

 

"Tahmini bir saat yazmalıyız, ölüm saatini tespit etmek için fazla uğraşmamızın bir anlamı yok."

 

"Ayaklanma gece yarısından önce başladı, saraya gelip odaya girmeleri on ikiyi bulmuştur."

 

"On iki diyelim o zaman," dedi biri ve sesimi buldum, ablamın kayıp sesi benimkine karıştığında yalnızca çığlık atabildim önce. Süva'nın ölü bedenini odadakilerden korumam gerekiyormuş gibi iyice sarıp üzerine eğildiğimde çatlak sesimden çıkan sözler canımı bir kez daha yaktı.

 

"O kadar erken değil! O kadar erken ölmedi."

 

Memur ablamın narin bedenini benden korumak için uğraşıp beni çekiştirirken buna izin veremedim, onu öldüren bendim ama onu korumak zorundaydım. Krizin ne olduğunu bilmezdim, insanlar kriz geçirirdi ama bu başka bir şeydi, kriz resmen beni ele geçirmişti.

 

"O kadar erken ölmedi!"

 

"Bize saati söyle o zaman Karnelyan."

 

"Ablamı vaktinden önce öldürdünüz!" Sarayın tüm koridorlarında çınlayan sesim kendi kulaklarımdan tıkıldı ve kafamın içine hapsoldu. "Ben onu öldürmek değil korumak istedim."

 

🕑

 

"Lütfen."

 

Artık yalnızca yalvarıyordum, her uyandığımda zihnim açılıyor gözlerim kapalı kalıyordu ve sesimi yalnızca ben duyuyordum. Kılıç'ın varlığı dünyada bir yerde, benden uzakta neler yaşıyordu bilmiyordum ancak keskin bir acı yayılıyordu onun ismi zihnimden her geçtiğinde ruhuma. "Lütfen," dedim tekrar. "Saati söyleyin."

 

"Saati öğrenmek istiyorum. Sadece saat."

 

Sadece saati öğrenmekti istediğim; en son ne zaman yediğimi-içtiğimi bile hatırlamıyordum, damarıma sabitlenen bir iğneden serumla yaşıyordum, boğazımı kazıyan tırnaklar var gibi hissediyordum ama istediğim yalnızca saatti. Ne kadar süredir burada olduğumu öğrenmek bile istemiyordum, günler ya da yıllar olabilirdi.

 

Vaktimden önce ölmek değildi beni korkutan. Daima zaman ile aramda otorite savaşı vardı, Kamer Mahver'in dakikliği benim zaman algılarımla oynamaya çok evvelden başlamıştı fakat zamanın sonsuza dek üstün olacağı gerçeğini kabul ettiğimde ablamın ölü bedeni dizlerimde yatıyordu. Üç ölü görmüştü gözlerim, dizlerimde üç ölünün bedenini ağırlamış, uğurlamıştım. Keşke başımı kendi dizlerime yaslayabilseydim, kendimden nefret ederken bile ölürken kendi saçlarımı okşayabilseydim.

 

"Ne olur saati söyleyin..."

 

Aciz değilmiş gibi davranmanın bir anlamı kalmamıştı, ben tam olarak oydum. Zaman zaman gözlerimi açıp odada üyelerden birkaç adamın beni yok sayıp konuştuklarını gördüğüm oluyordu ve öyle acizdim ki adamlar bana sırtlarını dönmekte bir beis görmüyordu.

 

Orada ne kadar öylece uzandığımı bilmiyordum fakat ilk kez bu kadar uyanık kaldığımı fark edebilmiştim. Gözlerimi açıp kısık beyaz ışıkla görünür kılınan koğuşumsu odada önümü görmeye çalıştım. Karanlık perdenin göz bebeklerimden kalkması için bir süre bekledikten sonra sessizlikle birlikte yalnızlık el sallıyor halde odanın ortasında bakıyordu bana. Üyelerden tek bir iz yoktu, tepemde bir serum askısı vardı fakat serumun şişesi bomboştu. Şeffaf kabloya karışan kanımı görünce midem bulansa da ellerim iğneyi söküp çıkaracak kadar güçlü değilken bir şey yapamazdım. Hareket edemiyordum, DYK gücümü damarımdan çekip bir kutuya saklamıştı belli ki.

 

Yapabildiğim oturup izlemekken ben de öyle yaptım. Demir bir yatakta olduğumu gıcırtısından anlayabiliyordum, odadaki yuvarlak masa bembeyaz duvar kağıtlarının arasındaki en koyu şeydi, cam yoktu, kapının beyaz duvar kağıtlarının arasında bir yerde olduğuna eminsem de bir iz bulamıyordum. Belki de aramıyordum. Kılıç'ın nasıl olduğunu düşünmek istemiyordum, her şeyi mahvetmiş biri kaçmak için bir kapıya ihtiyaç duymuyordu, ben buradan sağ çıkarsam bir ölüden daha umutlu olmayacaktım.

 

Belki günlerdir bu yataktaydım ve kaskatıydım. Tuvalete bile kalkmamış dahası ihtiyaç duymamıştım, başımı kaldırabilsem üzerimde ıslaklık arayacaktım, belki de altıma yapmıştım. Bunu bile anlayamıyordum.

 

Kılıç kendimi koruyabilmem için elime bir kılıç tutuşturduktan sonra savaşmadan burada böylece yattığımı görse ne düşünürdü?

 

Onu Seryum'dan alıkoymak için DYK'nin boktan planına alet olduğumu öğrendiğinde ne düşünmüştü? Asıl soru buydu ancak yanıtını bilmek istemediğim tek soru buydu.

 

Boş odaya telaşla dalan bir üye kapıyı kapatmadan arkasından geleni içeri çekti sertçe ve kapıyı kapattıkları an ne olduğunu anlamak için yoğun bir istek duydum.

 

"İlacı bitmiş," diye sinirle kükredi adam askıdaki boş serum şişesine bakarak.

 

"Bir anlamı kalmadı artık."

 

İkinci adam odadaki varlığımı yok sayarak etrafı karıştırıp bir şey arıyordu, yatağın yanına gelip diz çöktüğünde gücüm el verdiğince izlemeye, anlamaya çalışıyordum. Yatağın altından bir kasayı çekip çıkardı sürükleyerek, o esnada "Bir sürü polis, bir dolu gazeteci var binada, bu işten nasıl sıyrılacağız?" diyerek yerdeki adama konuşan üye usulca kapıyı açıp koridoru gözetledi birkaç saniye.

 

"Buna benzer bir vaka ile ilk kez karşılaşmıyoruz ya. Bizden öncekiler gibi soğukkanlı hareket edeceğiz."

 

Benden mi bahsediyorlardı emin değildim, öyle yoğun bir yok sayış vardı ki orada yatan suretim değil de ızdırap dolu ruhumdu sanabilirdim.

 

Ceplerini tarayıp çıkardığı anahtarla yerdeki çelik kasayı açtı ve daha iyi görebilmek için tüm gücümle birkaç santim kenara kayabildim.

 

İçinden yalnızca bu mesafeden okuyamayacağım kağıtlar, dosyalar çıktığında adam ezberlemiş gibi hepsini saydı ve hızla kapağını kapatınca kolunun altına alıp doğruldu.

 

"Kızı al," talimatı verdi geldiğinden beri kapıdan ayrılmayan üyeye. "Biri bu katı bulmadan onu çıkaralım."

 

"Yerin metrelerce altındayız, kızı çıkarmak için girişe uğramak zorundayız. Onlarca güvenlik gücünün arasından kızı nasıl geçireceğiz?"

 

Kasaya hayati bilgiler taşıyan bir obje gibi sarılan üye oflamaktan başka tepki vermedi.

 

"Kasayı çıkar, genel merkeze götürmenin bir yolunu bul."

 

"Kız ne olacak? İkinci asansörü bulduklarında her kata bakacaklardır."

 

"Ne var o kutuda?" Yanıt vermeyeceklerini bilsem de soru sormaya öyle alışmıştım ki içinde bulundukları kaos umurumda olmadığı için ses çıkarmak istemiştim yalnızca. Sonunda bana baktılar, yolda vurdukları bir hayvanmışım da benden kurtulmanın yolunu arıyorlarmış gibi.

 

"Ne saklıyorsunuz, ziynet eşyalarınızı mı?"

 

"Bu işe neden bulaştık ki?" diye söylendi kapıya yaslanan başının arkasını duvar gibi görünen kapıya vuran üye.

 

"Dünya Yönetim Kurulu'nun elli senelik birikimi burada, tüm zenginliği..."

 

"Para mı yani?" Ne olduğunu görsem de sormuştum, beni küçümsedikleri belliydi. Haklılardı da, ilaçla vaktini şaşırmış birini tehdit olarak görmenin bir anlamı yoktu, gerçeği saklamanın da.

 

"Gerçek zenginlik para değildir kızım, bu kasanın içinde elli senelik güç var."

 

"Saat kaç?"

 

"Boş ver saati, birazdan saate ihtiyacın kalmayacak."

 

Kapıyı hızla açtı yanındaki üye, kasayla birlikte çıkmak için acele eden üyenin omzuna destek dolu bir dokunuş bırakan öteki üye ile göz göze geldiklerinde hala bir şeyler öğrenebilmeyi bekliyordum.

 

"Buradan ilaç almak için çıkarsan geri dönemezsin o yüzden şarjörünü doldurup sizi bulmalarını bekle. Önce kendi canını kurtarmaya bak, sağ kalırsan nefsi müdafaa yasasından faydalanıp seni temize çıkararırız."

 

Ve çekip gitmişti, odada yalnız kaldığım adamın gerginliği benimkinin yakınından bile geçmezdi çünkü Kılıç'ın beni kurtarmanın bir yolunu bulduğunu anlayabiliyordum ve benden nefret etmesi gerekirken beni kurtarmak için gelenin o olması ihtimali ölmek istememe yol açıyordu.

 

"Kılıç ne yaptı?" diye sordum yalın bir şekilde.

 

"Saray alt üst edildi, tüm isyancıları silahlanmaya teşvik ettik, çoğunun desteğini sağladık ama Yüce Kral yönetmek için doğduğu ülkesi tarumar edilirken geri dönmeyi reddetti. Belki seni buradan sağ çıkarır kızım ama Seryum düşmek üzere, halkınızdaki iki ayrı uç da saraya saldırıyor. Kamer Mahver'den nefret edenlerin ellerine de silah tutuşturduk, Kılıç Kül Seryum'dan edenlerin ellerine de. Yönetim değişikliğiyle hizmet etmeyi reddeden binlerce askerin komutanı da bu kargaşadan yararlanmak için askerlerini Seryum'a çekiyordu."

 

Mars'tan bahsediyordu. Üyenin sözlerinden o kadar da rahatsız olmamalıydım, Mars harekete geçtiyse Seryum güvende olurdu fakat Kılıç'ın kahreden varlığı soluğumu kesiyordu, burada yokken bile. Seryum bir krizle çalkalanırken benim yüzümden eli kolu bağlanmıştı biliyordum. Madem vurucu sona katlanamayacaktım neden başlamıştım o zaman? Neden yapmıştım, neden? Neden canım yanıyordu, gözlerim neden doluyordu? Neden ağlayamıyordum, Kılıç'a neden bunu yapıyordum?

 

"Son birkaç saat Sevgili Karma... Ve sonunda istediğin olacak, Seryum'u isteyenler de mutlu olacak Kılıç Kül Seryum'dan kurtulmak isteyen sen de olacaksın."

 

Adamın açılan çenesi bile ne kadar kaygılı olduğunu gösteriyordu fakat sussun istiyordum. Kılıç'tan kurtulmak değil Seryum'u Kılıç'tan kurtarmak istemiştim. Evet bunu gerçekten de istemiştim ama istemek zorundaydım, şimdi ise tüm bu istekler, zorunluluklar midemi bulandırıyordu.

 

"Saati söyle," dedim ve gözlerimi yumdum. İlaç yokken, her şeyi bok etmişken uyuyamazdım ama görmeye katlanamıyordum. Cevap yoktu.

 

Kollarımda yakaladığım güçle ürperen bedenimi sarmaya kalkıştım. Ceketimin hala üzerimde olduğunu o ana kadar fark etmemiştim, fark etmeyecek kadar berbat bir durumdaydım. Üyenin şarjörünü doldurabildiğini odada yankılanan metalik sesten duyabiliyordum. Bir alışkanlık olarak sessizce kaç mermiyi hacme sığdırdığını sayarken gövdeme konan elimi yumuşakça sürükleyip cebimi yokladım. Üye on iki sürükleme sesinin sonunda şarjörü alete yerleştirmişti. O esnada, koyduğum üç fotoğrafın varlığını ruhumla hissediyordum cebimde. Görmek istiyordum ama kendimden öyle nefret ediyordum ki Kılıç'ın yanında suretimi görürsem içime dolan öfke yüzünden adamın elindeki silahı kapıp kendimi imha etmekten de korkuyordum. Seryum içindi tüm bunlar, yaptığım yanlış değildi.

 

Yaptığım yanlış değilse neden her şey mahvolmuştu, neden damarlarımda nefret akıyordu?

 

Gökte çakan şimşeği andıran bir gürültü odada yankılandığında açtım gözlerimi. Üyenin kapıdan uzaklaşıp odanın karşı ucuna koştuğunu görebildim ve koridorda çınlayan ses patlamayı andırsa da hiçbir yanı sarsmadığına bakılırsa bizi ne beklediğini bilmek imkansızdı. Kapının ardında beni bekleyenin ölüm olmasını diliyordum.

 

Kapının olduğu beyaz zemin titremeye başladığında üye beni fazla güç uygulayarak yataktan indirdi ve yatağı devirip arkasına sıkıştığında ben kapı ile yatak arasında açıkta kalmıştım. Kapı güçlü darbeler alıyor, tüm o darbelere rağmen sarsılsa da açılmıyordu ve bunu başaran bendim sanki. Bu odadan çıkmak istemiyordum.

 

Dışarıdan gelen bağırış seslerini duyuyordum kelimeleri çıkaramasam da, odaya girmek isteyen bir grup olduğunu ve bunu beni almak için istediklerini bilmek bir nebze bile iyi hissettirmedi. Kurtarılmayı bekleyen yanım öleli epey olmuştu; kendimi kurtarabileceğim için değil, kurtarılmak istemediğimdendi bu.

 

Sürünerek çekilmeye çalıştığımda üye devirdiği yatağın üzerinden uzanıp beni yakaladı ve bir kalkan olmam için ensemi sertçe tutarken direnme şansım yoktu. Damarıma sabitlenen serumun plastik uzantısı devrilen askı yüzünden canımı acıtırken ondan kurtulmaya çalıştım fakat dirseğimin içinden sıcak bir sıvının süzüldüğünü hissetsem bile kolumu kaldırıp ondan kurtulmaya gücüm yoktu.

 

Sonunda kapı ani bir biçimde açılıp arkasında kalan duvara sertçe çarpıp sektiğinde içeri dolan iri cüsseli adamlar askeri üniformalar ve tehlikeli silahlarla odayı saniyeler içinde tarayıp kendilerine doğrultulan silahı saptayana kadar arkamdaki üyenin yedi el ateş ettiğini sayabildim, içeri ilerleyemeyen üç adam üzücü bir şekilde devrilirken içeri giren bir üçlü daha oldu. Ateş açmak için fırsat bulamayan askerlerin düşünmek için vakti olmadı, arkamdaki üye daha iradeli davrandı bu kez. Beni kendine siper etmesi yüzünden ateş edemeyen askerleri üç mermi harcayıp yere düşürdüğünde dışarıdan gelen bağırıştan hiçbir şey anlamıyordum. Kulağımın dibinde patlayan silah ses duyma işlevimi kısmi olarak yok etmişti.

 

 

Gözlerim istemsiz kapandı, ses ve görüntüye ihtiyacım yoktu artık. Kurtulmak istemiyorken neden direnecektim ki.

 

Üyenin beni sarstığını, ensemdeki eli sürükleyerek boğazıma sararak ayağa kalkmaya zorlayışına ayak uydurdum. Göz kapaklarımın arkasında bir flaşın patladığını yakalayınca gözlerimi açmak için ilkel bir dürtüye kapılmıştım. Açık kapının aralığından uzanan beden elindeki kamera ile flaşlar patlatarak kare yakalamaya çabalarken omzundan tutup çeken asker onu uzaklaştıramadan arkamdaki üye bir atışla kamerayı tutan koldan etrafa kanlar sıçramasına neden oldu. Adamın haykırdığına emindim ama duyamıyordum.

 

Askerlere geri çekilmeleri için bağırıyordu arkamdaki üye, duymaktan çok hissediyordum cümleleri. Kaypak bir tavırla yatağın arkasından çıkarken beni de sürüklüyordu. Odanın içine doğru ağır ağır ilerlerken kontrolsüz güç uygulayarak beni boğmak üzere olduğunun farkında bile değildi. Saati öğrenmek istiyordum, zamandan kopmak beni zaten boğarken bir de bu soluk boruma uygulanan baskı gözlerimi yavaş yavaş karartıyordu. Dizlerimde yiten güç yüzünden devrilmenin eşiğine gelmiştim ki adam boğazımdaki baskıyı artırıp zihnimde mücadele etmem için çağrılar yankılanmasına neden oldu. İlkel bir şeydi bu, ellerimle kolu gevşetmeye çalışırken gözlerimi açamıyordum fakat dizi ile bacaklarımın arkasını itip beni yürümeye zorlayan üye bir an donup kaldığında gövdesine beton dökülmüş gibi katılaştığını hemen hissettim. Baskı bir nebze azaldığında tüm gözeneklerim oksijen için açıldı ve gözlerim ihtiyaç duyduğu oksijene kavuşmuş oldu. Kılıç kapı boşluğunda ürkütücü bir hayalet gibi belirdiğinde ne hissedeceğimi bilmiyordum. Fakat zor kavuştuğum nefesimin gerçek anlamda kesildiğine, onu yeniden görmenin ciğerlerimin bir yumruk tarafından sıkılmış gibi buruşmasına yol açtığına yemin edebilirdim.

 

Gözleri beni bulduğunda yüzünden geçen ifade bir nebze aydınlasa da hemen yok oldu, duruşunda tek bir değişiklik bile olmadı, hala kaskatı durmaya devam ediyordu.

 

Boğucu bir kabusta rüyanın ortasında karşında beliren bir canavarı andırıyordu sakin gövdesiyle, damarlarında öfkenin ateşi olmadığını körelen duygularımla bile anlayabiliyordum.

 

Yanılmıştım belli ki. Buraya beni kurtarmak için gelmiş sayılmazdı, DYK'yi bitirme yolunda iyi bir adım olacağını bildiğinden gelmişti, belki de anneme verdiği söz için gelmişti. Ürhen Seryum'un yokluğu bile düşmanımın beni koruyacağı kadar tesirliydi. Aslında artık Kılıç benim düşmanım değildi, ben Kılıç'ın düşmanıydım. Belki beni öyle bile görmüyordu artık. Onun bedenini istila eden parazitten kurtulduğu için mutluydum, sonunda gerçekten mutluydum. Kılıç benden kurtulduğu için gözlerim sevinçle buğulanmıştı.

 

Adamın şeftali renkli dudakları kısıtlı hareketler halinde gergince kıpırdanırken konuştuğunu güç bela görüyor ancak çakıllı sesini duyamıyordum. Bağırmıyordu, öfkelenmiyordu, buzlaşmış ruhu bedenini sertleştirmişti. Kılıç bir kez bile dönüp gözlerime bakmadı. Daha evvel bir kapıyı açıp arkasında beni boğazıma sarılı bir kolla bulduğu olmuştu, o zaman gözlerini benden ayıramamıştı. Şimdi ise bana bakmaya katlanamıyor olmalıydı. Burada olmasının nedeni beni kurtarmak olamazdı, DYK'nin maskesini düşürmek için gelmiş olmalıydı. İnkar edemezdim, bu canımı etim dağlanmış gibi yaktı ama memnundum.

 

Arkamda kalan üye Kılıç her ne dediyse karşılık vermedi. Silahı tutan kendisiydi fakat Kılıç'taymış gibi bir geri adım attı, onunla birlikte sürüklenirken gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Tüm bunların gerçek olmadığını düşünmeye bile başlamıştım. Gözlerimi zorla onun ruhsuz yüzünden kopardım.

 

Beni esir alan üyenin sarsıldığını hissettim fakat gözlerimi açamadım, adamın göğsünden sırtımı titretecek kadar şiddetli hırıltı koptuğunu da hissedebiliyordum fakat ne olduğuna bakmak Kılıç'ı görmek olacaktı, ona bakamazdım. Boğazımı saran elin toz olmuş gibi yok olduğunu fark ettiğimde yere çakıldım. Gücüm beni ayakta tutmaya yetmezken gözlerimi açtım ve yere bastırılan üyenin tepesindeki Kılıç'ın tehditkar bedeni ile karşılaştım. Üyeyi yüz üstü yere yatıran Kılıç dizini sırtına bastırırken adamın silahı hala bırakmadığı elini üstünden sertçe kavrayıp namluyu adamın şakağına yasladı. Yüzü kızarıklıktan mora doğru renk alan üye parmaklarını Kılıç'ın eli arasından kurtarmaya çalışırken Kılıç adamın başının arkasına eğilip adamın kanını donduran bir şey söylüyordu, duyamıyor olsam da korkuyla yüzünü halıya bastırmaya çalışan adamın yüzü beyazlamaya başladığı için duymak da istemiyordum. Kılıç bir eliyle adamın ensesini yakalayıp geri çekti ve hala adamın tetikte durması için zorladığı parmağının üzerine kendi işaret parmağını bastırdı. Son kez, kısa bir cümle kuran Kılıç cümlesi biter bitmez adamın elindeki silahın tetiğini adamın parmağı üzerindeyken çekti ve yüzü kan içinde kalırken tetiğe birkaç kez daha bassa da son mermisiyle öldürdüğü adamdan hırsını alamamış gibi görünüyordu.

 

Üniformalı bir adamın Kılıç'ı omzundan tuttuğunu, bir başkasının içi boş silahı elinden almak için atıldığını gördüm ve Kılıç'ı zorla ölü üyenin üzerinden kaldırdıkları esnada gözlerinin hızla beni aradığını gördüm. Transtan çıkar gibi çattı kaşlarını yeşil mi yeşil gözlerini benimkilerin aralarına daldırdığında, patlayan flaşların etrafta gerçek üstü bir sis yaymasına aldırmadan iki adımla yanıma diz çöken Kılıç'ın yüzünde şefkat ya da rahatlama yoktu, dikkatle yüzümü tarayan gözlerini yakalamaya gücüm yetmedi. Yeni doğmuş bir düşmanı inceler gibi beni izleyen Kılıç'ın sıcak avcunu, sıkı kollarını gövdemde hissedemiyordum, başımın yanındaki dizi yere saçılan saçlarıma değiyordu ve aramızdaki tek temas buydu. Şimdi ağlamanın hiç zamanı değildi, öldüremediğim adamın başarısız olduğum için beni teselli etmesine izin vermem alçaklık olurdu. Ancak teselli etmeye kalkacak olsaydı onu sarar ve asla bırakmazdım.

 

"Bana saati söyle." Sesim zihnimde derin bir suyun altından söylenmiş gibi tınladı, kendi sesimi duyamıyordum. Fakat eğer sesim çıksaydı beni hasar tespiti yapar gibi duygusuz gözlerle izleyen adama yalvarır yakarırdım bana dokunması için. Köz gibi sıcaklığını bir kez daha hissetmeme izin vermesi için. Şayet bileklerimde güç olsa elimi kaldırır ve kökü zayıf sakallarını dikenli yüzeyini dolaşırdım parmaklarımla.

 

Kılıç sözlerimi anlamak için dudaklarıma kenetlediği bakışları zorlanarak kopardığında hızla bileğindeki saate çevirdi.

 

"23.25 Karnelyan," diye yanıtladığında sesi öyle yoktu ki bir zamanlar duyduğuma emin olduğum sesini hatırlayamıyordum. Dudaklarından okuduğum 'zaman' her şeye rağmen sıcak eliyle elimi tuttu, artık zaman akarken içinde ben dr vardım. Saati öğrendiğime göre huzur içinde ölebilirdim, v aktinden önce ölüp azap dolu bir ruh olmayacaktım. Artık azap dolu bir ölü olabilirdim. Karnelyan olarak doğmuşsam Karnelyan olarak ölebilirdim.

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%