@almelia
|
Donmuş görünen kıpırtısız suyu izlerken içimde korku yoktu, beklenti içinde lacivert ve griye bulanmış göğü izleyerek iç boğan sahilde yürürken ayaklarımın altındaki kum buz gibi soğuktu. Günlerdir yürüyor gibi ağrılıydı göğsüm, bir çölü aşmayı amaçlamışçasına denize yürüyordum, gözümün önündeki suya bir türlü varamıyordum. Sonunda göğün griliği bir silgi tam da o an uğramış gibi silinirken kalan lacivertin ışığı altında küçük bir kızı kumlara sere serpe yatarken gördüm. İlerledikçe yaklaşabiliyordum ve varmak için didindiğim deniz daha da dingin bir halde kokusunu burnuma dolması için serbest bırakıyordu sonunda. Gür bukleleri kumlara serilmiş, kızın tepesinde bir hale oluşturmuştu. Bir rüya görür gibi kıpırdanıyordu kirpikleri, tepesine dikildiğimde gözleri doğrudan benimkileri buldu. Yeşilleri öyle koyuydu ki ona ela gözlü diyor olmalıydılar, çok dikkat edilmediği sürece kimse ona yeşil gözlü demezdi.
"Sen kimsin?" Uzandığı yerden cesur bir sesle konuştu. Küçük elleri yanlarındaki kumları avuçluyor ve yavaş yavaş parmaklarının arasından dökülmesine izin veriyordu.
"Seni bu dünyada en çok seven kişiyim." Sesim tıpkı onunki gibi cesur, bakışlarım tam da onunki gibi iddialıydı.
"Annem?"
Kalbimin kırıldığını duydum, deniz hala kıpırdamazken gök yarılırcasına gürlediğinde bu karşımda doğrulup beklenti içinde oturan çocuğun kalbini kırmamam için bir uyarıydı.
"Hayır o değil." Perçemleri gözlerine girince rahatsızca başını iki yana salladı, gözleri yaşardı fakat akan tek bir yaş yoktu. "Fakat onun kadar çok seven biri."
Deniz çalkalandı, küçük kız bağırmasa bile yüzünde haykıran ifadeyi görebildim büyük bir dalga onu çekip almadan önce. Haykıran bendim, küçük kızın en büyük korkusu onu yutup derinliklere çekerken sevgim onu kurtarmaya yetmiyordu.
Yataktan öyle hızlı fırladım ki ter içinde kalan çarşaflar bacaklarıma dolanınca rüyanın korkutucu etkisi hala sürdüğü için kurtulmak için etrafı tekmelerken yere çakıldığımda odanın gerçekliği sonunda kendini hissettirdi.
Bu kez rüyamda Kılıç yoktu. Bu kez rüyamda Karnelyan Mahver'in savunmasız, dik başlı küçük ruhu vardı ve onu dalgaların arasına karışırken gördüğüm anı göz perdelerimden silip atmak için dönüp alnımı soğuk zemine yaslamam gerekti. Küçük Karnelyan dünyada onu en çok seven kişinin babası olmasını isterdi, öyle olduğunu sandığı kişi ise annesi idi. Salta'da annemle aynı kara parçasını paylaştığımızı bilmek bana iyi gelmiyordu fakat hiçbir zaman bu rüyanın etkilediği kadar etkilendiğimi fark etmemiştim.
Sonunda soluklarım paniğin izlerinden sıyrıldığında alnım uyuşmuştu. Doğrulup odayı inceledim. Uyumadan önce odamda olan Kılıç artık yoktu, sesimle kimseyi odama çekemediğim için az da olsa memnun olarak yatağıma geçtim ve Kılıç'ın dün akşam evin önündeki mermerden merdivenleri tırmanırken "Bundan sonra kahvaltıdan önce bugün geldiğin alana geleceksin, seninle bir aylık savunma derslerine başlayacağız," diyerek küçük dilime kadar titrememe neden olduğu anı hatırladım. Bir ayın iyi bir savunma öğrenmek için yeterli olacağına mı inanıyordu ya da amacı anlaşma bitene kadar bana yasal yollardan işkence etmek miydi?
Güneş odamı tümüyle aydınlatınca Maya gelip hışımla perdelerimi açtığında ve kalkmam için gürültüler çıkarıp aşağı inmem için de beni kışkışladığında sorumun yanıtını kesinlikle almıştım.
"Bir adam sana arkadan saldırdığında öylece dikilemezsin," diyerek eli omzumdayken arkamdan ilerleyip karşımda durduğunda Kılıç, benim için en büyük işkence bana dokunmasıydı. Varlığının yakıcı tesiri öylece karşımda dururken bile altımdaki zemini titretirken bana dokunması ve bunun bunca şeyin üzerine sevgiyle olmaması en iyi işkenceden daha iyiydi.
"Bunu bir başkasıyla yapamaz mıyım?"
Üzerimde dar siyah bir kazak ve tayt gibi her yanımı saran bir kot pantolon varken Kılıç'ın ne düşündüğünü açık etmeyen bakışları beni normalden daha fazla huzursuz etti. İkinci bir deriyle sarılan çıplak bir kadın gibiydim.
"İstediğin başkasından ders almak mı?"
Onu onayladığımda eli omzumdan çekilip yanına düştü, sol eli vurulduğu o geceden beri belli belirsiz titriyordu ve bu zayıflığı görmemek için gözlerimi botlarımın ucuna kaçırdım.
"Burada sana savunmayı öğretebilecek en iyi kişi benim." Yeniden arkama ilerlerken sıcaklığı yan tarafımı gerçek anlamda yalayıp geçti ve kolu boynuma dolandığında sırtımda alevler tutuşturdu. Dizi bacaklarımın arasından girdi ve duruşumu bozmaya çalıştığında kontrollü saldırısına karşı gelemeyip sarsıldım. Sırtım göğsüne çarptı, boynumdaki kolu sıklaştığında parmaklarımla tutuşunu gevşetmeye çalıştığımda dudakları kulağımın hemen üzerine konuşlandı.
"Seni bir müsabakaya hazırlamıyorum, gerçek bir saldırıya karşı hazırlıyorum. Benden kurtulmak için bildiğin tüm hilelere başvur."
Resmi ses tonuna rağmen sözleri birer kurşun gibi kaburgalarıma saplanmıştı.
"Bırak beni." Bir an önce çekip gitmek istiyordum, bu aptal işkenceye ancak bu kadar katlanabilirdim.
"Saldırmaya kararlı bir adamın bu talimata uyacağını sanmıyorum. Başka bir yol seç."
Kulağıma değen nefesi benimkine kast ediyordu, boynumdaki kaslar bir atkı gibi beni boğmaya başladı ve Kılıç'ın kolu ile birleşince bu imkansız gelmiyordu bana.
Debelenip ondan kurtulmaktan başka bir şey düşünemedim, ayaklarım dizlerini itmek için arkaya savrulsa bile Kılıç her bir ataktan kurtulup beni de kendi ile birlikte oradan oraya savuruyordu. Tırnaklarımı ince kazağın üzerinden kollarına geçirdiğimde bundan irkilmedi bile.
"Bir hile düşün. Beni aldatmanın bir yolunu bulabileceğinden eminim."
Sesini kullanış tarzından ve seçtiği sözlerden nefret etmiştim. Boştaki eli karnımın üzerine konduğunda lanet sıcaklığı avcundan yayılıp bacaklarımdaki gücü tüketti. "Hadi," diyordu sakince, "benden kurtulmayı ne kadar istediğini göster bana."
Ellerim iki yanıma düştü fakat bu bilinçli değildi, eklemlerimdeki güç açık havaya karışıp Salta'nın yumuşak havasına karıştı ve güneşin önüne bir bulut olarak yerleşip etrafı soldurdu. Kendimi birden koyvermemden dolayı düşmemem için hızla harekete geçen Kılıç tutuşunun baskısını artırmak zorunda kaldı ve bu bilinçsiz hareketin sonucunda nefes borumu ezen sert kol yüzünden öksürmek, ölmemek için çırpınmak zorunda kaldım. Adam beni serbest bıraktığı an dizlerimin, ellerimin üstüne kapaklandığımda nefes almak için başımı kaldırmaya mecalim yoktu. Kılıç'ın yanıma diz çöktüğünü, sorular sorduğunu fark ediyordum zihnimin arkasında bir yerlerde, ancak bunun onun suçu olmadığını bilmesi için konuşmaya başlayamadım. Uzun parmaklar omzuma konduğunda dokunuşuna direnmem mümkün değildi, kıçımın üzerine düşüp ondan sürünerek uzaklaştığımda sadece başımı iki yana sallamayı becerebiliyordum.
"Ne olduğunu anlamama izin ver," diyordu bana dokunmak için can atıyormuş gibi bakarken.
Bunu onun yapmadığını anlatmaktı amacım fakat gözlerindeki endişeden beni anlamadığı çok açıktı, titreyen sol eli bana uzandığı an yumruk halinde yanına düştü çünkü bana dokunmasını istemediğimi düşünüyordu. Doğruydu, istemiyordum fakat sandığı şekilde değildi, istemiyordum çünkü onu aldatmanın yollarını bilirken ve o yollardan birine başvurmuşken benimle ilgilenmesi kahrolmama yol açıyordu.
"İzin ver." Dizi saplandığı taşların üzerinde bana doğru hafifçe meylettiğinde bana yardım etmek için duyduğu istek de kahrediciydi ve ben yalnızca sürünerek geri gidebiliyor, başımı iki yana sallayabiliyordum.
"İyiyim, sorun yok." Göğsümü sarsan karanlık bir el vardı, benden ve karşımdaki adamdan daha güçlüydü bu el. "Daha fazla devam edemem."
Sonunda kalkabildiğimde onun işkence eden endişeli bakışlarına hemen sırt çevirdim. O bakışların bende yarattığı nefret adrenalin olarak damarlarımda pompalanırken ihtiyacım olan da buydu, arkama bakmadan deli gibi koşmamı sağlayan buydu. Fakat kaçıp saklanabileceğim tek yer onun benim için hazırlattığı, beni kurtardıktan sonra yerleştirdiği odaydı. Üzerimdekileri yırtarcasına çıkarıp küvete oturduğumda titriyordum, nefeslerim asla düzelmeyecek gibi bozuktu ve bu kadar aciz olmanın her şeyden daha beter olduğunun bilincindeydim.
Kendi üzerime kapanmış halde sırtıma çarpan suyla irkilirken kendimle yaşamanın bir yolunu arıyordum, böyle devam edemezdim. Hiç kimse edemezdi. Burada olmak benim için müthiş aciziyetti, burayı terk edememekse tanımlanamazdı.
Kapım sökülür gibi açıldı, ben duştayken içeri hışımla girebilecek tek bir kişi vardı ve ben kafamı kaldırıp ona bakmayı reddediyordum. Sırtıma dökülen saçlarım akan su ile tenime yapışmıştı; kollarım dizlerime sarılı, yüzüm kollarıma gömülüydü ve Kılıç'ın kuru eli ensemi yumuşakça kavradığında başımı kaldırmam için ısrarcıydı.
"Bana bak."
"Git," dedim boğulan sesimle. "Lütfen."
Eli ensemden hiç ayrılmadı, öyle uzun süre orada öylece bekledi ki vücudumun bir parçası sanmaya başlamıştım fakat burnumu tıkasam bile gözeneklerimden sızmayı başarabilecek erkeksi koku ciğerlerimde dolaşırken Kılıç'ın varlığını göz ardı etmek imkansızdı. O yüzden kaçışımın başarısızlık boyasını elimle yüzüme bularken, yüzümdeki saçları geri itip soluklanırken yüzümü görmesine izin verdim fakat gözlerine bakamadım.
"Neden gitmeme izin vermiyorsun?" Küvetin dışında diz çökmüşken bile bana bakmak için başını eğmiş, omuzlarını düşürmüştü. Ensemdeki eli birkaç saniyelik masajdan sonra geri çekildi.
"Anlaşmayı imzalarken şartların farkındaydın."
Anlayışlı görünüyordu, geri adım atmak gibi bir şansı yokmuş gibi duruyordu.
"Beni etrafında görmeye katlanamazken anlaşmaya nasıl bağlı kalabiliyorsun?"
Sırtım soğuk taşa değdi, su artık yüzüme akarken yanaklarımdan göz yaşı misali dökülüyordu, fısıltımı boğmaya yetmedi sıcak su. Fakat Kılıç yüzüme hiçbir şey duymamış gibi bakmayı sürdürdü.
"Bu senin intikamın, değil mi?"
Çenesi iki yana seğirse de gözlerimi kırpınca hareketi yok olduğu için reddettiğine ikna olamıyordum. Çatılan kaşlarına rağmen sessizdi, küvetin beyaz yüzeyine tutunup ayağa kalkarken kararan bakışları bedenimi kısa bir an için turladı fakat gözleri kısılırken, dudakları düz, beyaz bir çizgiye dönüşürken cevabı bu gibiydi. Bana dokunmuyor, ismimi kullanmıyor, bana bir yabancı gibi değil de tüm karanlık yanlarımı öğrenmiş gibi davranıyordu. Başından beri böyle davranması gerekirken o bunun için bir darbe yemeyi beklemişti, fakat hakkını vermeliydim ki bu davranışları tam da şimdi sergilemesi başında sergilemesinden kat be kat etkiliydi.
"Burada kötü bir muamale mi görüyorsun?"
Sert sesinde bir nebze merak da vardı, bu gerçek bir soruydu ve gerçek cevap da kesinlikle hayırdı. Bana kim kötü davranıyordu? Kılıç bile kötü davranamıyordu, eskisi gibi davranmıyor oluşu bana kötü davrandığını göstermezdi.
"Bu yaşamın neresinde alıyorum intikamımı?"
Samimi bir merakla duvarlarda çınlayan ses bir yangının Külleri gibi üzerime yağdı ve ıslak tenime tutundu. Alev alan bakışlarında cevabımı sıcak bir heyecanla beklediğini gizlemiyordu. Fakat ısrarcı bakışlara rağmen dudaklarım cevap için aralanmadı.
"Seni rahatsız edenin ne olduğunu söyle?"
Bu talep, ısrarcı ses tonu ve beklentiyle titreyen elleri başımı döndürdüğünde dolup taşmak üzere olan küvette kayıp başımı suyun altına çektim. Ciğerlerim haykırana kadar, beynimde alarmlar ötene kadar kendimi boğma konusunda iyi iş çıkarıyordum da. Cevabım Kılıç'tı evet. Beni rahatsız eden oydu ve bunu söylemenin zemindeki gururumun üzerinde tepinmek olduğunu bilirken kalan irademi sessizliğe zorlayabildim.
Sudan nefes nefese kalmış halde kendimi savururcasına çıktığımda Kılıç kapıyı ardından kapatmak suretiyle çekip gitmişti.
🕑
Yanan bir daha yanmaz ölen bir daha ölmezdi, kopan çiçek bir daha dalından düşemezdi. Hayatım bir topraktı da sanki ben üstünde yaşamayı beceremeyince altında kalmıştım.
Elime bir gazete geçmişti bu öğlen. Günlerdir beni kaçırmakla suçlanan, yargılanan Dünya Yönetim Kurulu sessizliğini bozmaya benim bünyelerindeki hain yani Keskin Karma ile işbirliği yaparak yanlış algı yaratmaya çalıştığımı iddia etmekle başlamıştı. DYK'nin güvenilirliğini sarsmaya, onlarla ilgili yanlış algı oluşturmaya çalıştığım yazıyordu her yerde. Artık Kılıç'ın şahsi haini değil koca gezegenin hainiydim.
Kamer Mahver'in DYK'nin doğru müdahalelerine rağmen usulsüz yöntemlerde ısrarcı olması sonucu en baştan planladığı bir şey olarak görünüyordu her şey, DYK'nin çıkış planı buydu ve kahretsin ki beni namlunun ucuna atan bu söylemler gayet akla yatkındı.
Seryum'daki hayatımın aksine buradayken bir eşlikçiye ihtiyaç duymadan evden çıkmış, anlaşmayı ihlal edip Kılıç'a haber vermeden kendimi evden dışarı atmıştım. Kendi başına büyüyen gül ağaçları haşin ve dikenlerle dolu haliyle etrafta boy gösterdiği için açık arazide dolaşmanın, toprakla yeniden bağ kurmanın iyi olacağını düşünmüştüm. Seryum'daki bahçemi, güllerimi, onlarla ilgilenen küçük Esteran'ı özlemiştim.
Gözümü korkutan okyanustan uzaklaşmak için binanın arkasındaki ağaçlı araziye dalmak ve biraz olsun zihnimi dinlendirmekti niyetim esasen ancak düşünceler beni öyle savurmuştu ki farkında olmadığım adımlarımın da bana aynısını yapıyor olduğunu fark edememiştim bile.
Saat kaçtı?
Seyrek ağaçların arasında, etrafımda dönüp denizi ya da evi görmeye çalıştım. İkisini de göremeyeceğim kadar uzaklaştığıma inanamıyordum. Bir çığın altında kazdığım tarafın daha derine inmeme mi yoksa kurtuluşa çıkmama mı neden olacağını bilemez gibi olduğum yerde dondum. Yer yön algımın işlevsizliği yüzünden geldiğim yönü bile kestiremiyordum, ilerlemeye devam edersem geri dönebilir miydim yoksa evden daha da mı uzaklaşırdım, hiçbir fikrim yoktu. Saat... Yanıma aptal bir duvar saati bile olsa almam gerekirdi fakat akıl edememiştim. Saati öğrenmem lazımdı, bileğime saatin kazınmasına ihtiyacım vardı.
Paniğin kara ve sert elleri beni ele geçirirken sakinlik telkin ediyordum zihnime, bir ağacın dalları altına çöktüm ve sakinleşene kadar, sağlıklı düşünene kadar oturmaya niyetlendim. İşte ben tam anlamıyla buydum. Zihnimde sakinliğe varmak için çıktığım yolda panik ve kargaşa ile zihnimi mahvedecek kadar berbattım.
Her anlamda o kadar kaybolmuştum ki çalıları ezen sağlam adımlar tam önümde durana kadar bir insanın bana yaklaştığının farkına bile varmamıştım.
"Kayıp mı oldun?" Kılıç tüm ihtişamıyla tepemde dikilirken ayaklarımı onunkilerin önünden çekip yaslandığım ağacın gövdesine iyice yapıştım. Elinde dikenlerinden arındırılmış tek dallık bir gül duruyordu, gülün satenimsi kızıl yüzeyi nasırlı parmaklar arasında hem bir yabancı hem de ait olduğu yerdeymiş gibi görünürken adam parmakları arasında farkında olmaksızın döndürüp duruyordu onu. Yanıtsız kalmaya gücenmemiş olacak ki boş elini kalkmam için yüzüme doğru uzatırken "Gel, sana yolu göstereyim," diyordu kulaklarımın dibinden geçen rüzgarı andıran sesi.
Başımı çevirip elini çekmesini bekledim. Fakat ilk kez derin, rahat bir soluk almış olduğumu kendimden gizleyemedim.
"Neden sana güvenip seninle geleyim? Sen bir yabancısın."
Burnundan gürüldeyerek dökülen nefese bakılırsa donuk maskesi günler sonra sarsılmıştı. Neden aptalca konuştuğumu bilmiyordum, bu sözlerimden sonra çekip gitmesi ve beni bir başıma bırakması için ona engel olacak tek bir şey bile yoktu. Etraftaki ağaçların seyrekliğine ve açık araziye bakılırsa yırtıcı hayvanların gelip beni yemesi mümkün değildi, bir gece burada kalırsam susuzluktan ya da açlıktan ölmeyeceğim de kesindi. İyi bir ders bile olabilirdi onun açısından bakılırsa. Fakat Kılıç ağaç gövdesinin öteki yanına ilerleyip sırtını yaslayacak şekilde yere oturmayı seçti.
"Bir yabancıyla gitmek istemiyorsan beni tanımak için sorular sor."
Sesindeki bıkkınlıkta öfke de vardı, aramızda koca bir ağaç olmasına rağmen sırtından sırtıma onun yakan sıcaklığı ulaşabiliyorken öfkesinin cızırtısı tepemizdeki dalları titretiyordu.
"Saat?"
"15.27." İşte nefesimle oynayan yaramaz ele bir tokat atıp kontrolü elime aldığım an bu andı. Zaman benimleydi ve ben de onunla... Kokusu tüm çayırların arasında farkını ortaya koyup etrafımı saran Kılıç'a bakamadım ancak varlığını hissetmemek imkansızdı.
"Sende izler bırakan yangının kim tatafından çıkarıldığını söyle."
"Bir yabancıya göre fazla sert bir soru." Alaycı homurdanışı gözlerimi kapatmama yol açtı, buna maruz kalmak istemiyordum ve asıl isteğim tahminimi yalanlamasıydı.
"Ürhen Seryum, sarayı terk etmeden evvel bana bir mektup yazmıştı," diye başladığında nereye varacağını bilmiyordum ama gözlerimi açamadım. "Evini terk etmek zorunda olduğunu söylüyordu mektubunda... Aslında kaçmadığını, kraliyet döneminden bir soylu olduğu için bana sahip çıkmak istemesi fakat Kamer Mahver'in bunu tehdit olarak görmesi yüzünden bitip tükenmez kavgalar ettiklerini, sonunda kızının babasının onu Serenyum'a yollayacağını anlatmıştı uzun uzun."
Nefes bile alamıyordum, duyduklarımın doğruluğunu sorgulamak yerine içimde an be an büyüyen huzursuzlukla sonunu duymayı bekliyordum. Ürhen Seryum'un bir Mahver olmadığını bir yabancıdan öğrendikten sonra onun gitme sebebini hatta gitmeyip gönderildiğini aynı yabancıdan öğrenmek canımı sandığım kadar yakmadı. Benim sevgili yabancı tanıdığım. Bir zamanlar daima yanımda olacağını sanmıştım, bir gün karşımda düşmanım olarak belirdiği ana dek.
"Ürhen Seryum ise benim için baş kaldırdığı için benden korunma talep ediyordu fakat daha da önemlisi seni de yanında götürebilmesi için yardıma ihtiyacı vardı. Salta, kendi vatanından dışlanmış pek çok Seryumlu için vardı ve Ürhen Seryum'un oraya bir kez ayak basmasını sağlarsam bir daha asla tehlikede olmayacağını biliyordum. Fakat güzel kızı için durum başkaydı. Sonunda Kamer Mahver anneni, istediği zaman kontrol edebileceği Serenyum'a yollayıp da o sabah benden aldığı buluşma talebi mektubuyla karşılaştığında kızının da onunla gelmesi için ısrar vardı. Onunla istediğim anlaşmaya varamasam da sabırla daha iyi bir plan yapmak için zaman kazanacağım buluşma geçip gittikten yalnız bir gün sonra Salta'nın limanlarındaki gemilerin yanışını izliyordum. Kamer Mahver karısını geri almak için denizi bile yakmıştı, kadını ondan gizlediğim için adanın etrafını ateşe vermişti."
Durmak zorunda kalmış gibi sustu bir anda, gürültüyle yutkunduğunda kapalı gözlerimin ardında babamın sinsi suratı vardı ve artık Kılıç'ın hikayesinin sonunu dinlemek istemiyordum.
"Yük gemilerinde yola çıkmak için sabahı bekleyen pek çok önemli mal vardı fakat biri canlı hayvanlarla doluydu."
Tüm nefretim mideme dolup çalkalanıyor ve dışarı çıkmak için elastik duvarlarımı itip duruyordu. Babamın acımasızlığı, annemin çaresizliği duymaya katlanamayacağım kadar ağırdı.
"Ben harekete geçene kadar her yanı alevlerle dökülen yük gemisindeki atların yeleleri yanmış, sesleri topraklarımın üzerine kıyamet gibi çökmüştü. Yapabildiğim tek şey o yaratıkları ateşten kurtarmak için denize bırakabilmekti, zincirlerini teker teker çözerken hayvanların korkuları benimle de savaşmalarına neden oluyordu. İçerideki samanlar öyle şiddetli tutuşmuştu ki lanet bir şöminenin içine atılmış gibiydik."
Aldığı titrek nefesi duyduktan sonra uğuldamaya başladı kulaklarım, sanki elimde bir kibrit vardı da tutuşturmuştum yeni bir yangın için.
"Herkes ellerinde kovalarla yangını söndürmeye çalışıyordu ve onlara bir cennet vadettikten sonra cehennemin ortasında kalmalarına neden olmuştum."
Gövdeye yaslanıp ona dönmeye çalıştım korkarak, başı ağacın kabuğunu öyle sert itiyordu ki arkasında kalan bedenim bile bu baskıyı hissediyordu.
"Ayakta olan tek bir at kalmıştı... Ama o kadar beklemiş, o kadar korkmuştu ki zincirlerinden kurtardığım an üzerimden geçip gittiğini hatırlıyorum. Sonrası benim için cehennemdeki karanlıktan ibaret. Uzandığım yerde alevler sol tarafımı tahrip ederken sağ yanıma ulaşamadan ordan çıkarılmışım."
Ve sustu, öyle ani kesti ki konuşmayı devamını getirmek istediğini fakat kendini susmaya zorladığını anlamamak için aptal olmak gerekirdi.
"Cevabını alabildin mi?"
Donup kalmıştım, onu acılarının anısı ile bir başına bırakmış ve omzundaki kasın seğirişini izlemekten başka bir şey yapamamıştım. Anemin beni açıkça terk etmediğini öğrenmişken babamın lanet bir yaratık olduğu da yüzüme eş zamanlı çarptığı ve Kılıç'ı son sefer olduğu gibi teselli edemediğim için yok olmayı dileyebiliyordum. Karlı tepeden küçük bir kar topu bırakmaktı suçum fakat doğmuş olmam o kar topunu bir çığa dönüştürmüştü. Her hayat benimkine değip Kül olmuştu.
"Hala benimle gelemeyeceğin kadar yabancı mıyım?"
Toprağa tutunup doğrulurken bana bakmadı. Üzerini silkelerken gideceği yolu izliyordu, bense yalnız onu. Beni evimde yanmaktan kurtarmıştı, babam onun güvenli limanlarını yaktıktan tam on sene sonra.
Onu teselli etmeyi dilerken, "Belki o gece ben de senin gibi yanmalıydım," sözleri çıktı ağzımdan. Kabuğun pürüzlü yüzeyine tutunmuş dizlerimde güç toplamayı beklerken bir an ikimiz de soluklarımızı tuttuk. Kılıç'ın gözlerini üzerime çekmeye yetmişti sözlerim.
"Belki bende de sendeki yaranın aynısını görmek canının acısını bir nebze dindirirdi."
Kılıç babamın açtığı yangında yara almıştı, ben onu destekleyenlerin açtığında. Benim yaram iyileşeli çok olmuştu o ise izlerini mezara da götürecekti.
"Sakın," dediği an bana doğru bir hamle yaptı ancak hızla kendini durdurdu. Elini beyaz bir yumruğa dönüşecek şekilde sıkıp yanına bastırırken "Bunu bir daha düşünme bile," diyerek uyarıyordu beni. Bir kez düşünmüş olmak bana yetmişti zaten, bu bir düşünceyi Kılıç'ın hatırına mezara kadar götürecektim.
"Neden Kılıç? Benden yeniden nefret etmiyor musun? Bırak intikamın kendi düşüncelerimle kendimi yiyip bitirmek olsun."
Sanki bana bakmamak içinmiş gibi gözlerini kapattı, eğdi başını. "Senden nefret etmiyorum, etmeyeceğim de," sözlerini söylerken de başı eğik, gözleri kapalıydı. Elindeki gülü, düşüşünü yakalayamasam da şimdi ayaklarının dibinde yaprakları gevşemiş halde durur halde görünce içim burkuldu, ince bir sızı damarlarımda yabancı madde gibi dolaşıyordu.
"Lütfen Kılıç... Bana bakamıyorsun bile. Bir hain olduğumu düşünebilirsin ama aptal olduğumu düşünme. Her şey ortada."
Yüzü ortaya çıktı, tam karşımda durdu gözleri gözlerimi talan ederken. Hoşnutsuz ifadesi beni diken üstünde hissettiriyordu. Karanlık çökmüştü bir an ikimizin etrafına, renksiz, ışıksız bir balonun içine çekilmiştik bir an.
"Aptal olduğunu düşünmüyorum ama hiçbir şeyin farkında olmadığın çok açık. Ne olup bittiğini anlayamıyorsun."
Öfke tanıdıktı ve uzun süre benimle olduğu için geri gelmesine sevinerek çenemi kaldırıp mahcup olduğum Kılıç'a meydan okudum.
"Gayet farkındayım, ne kadar inkar edersen et benden nefret ettiğini görebiliyorum. Annem için beni burada tutuyorsun, ama buradakilerle arkadaş olmamı bile istemiyorsun çünkü onlar senin insanların ve onların güvenliğini önemsiyorsun." Bir kasırgaydı içim ve dönüp durduğum için soluk soluğa kalmıştım. Günler sonra gelen cesaretle Kılıç'ın tam önünde durana kadar yürüdüm. "Buradaki insanları fikirlerimle zehirlememden korkuyorsun. Hatta Seryum'a dönmemi istemiyorsun çünkü orayı da yeniden karıştıracağımdan korkuyorsun değil mi?"
Başımı iki yana salladım çünkü bunları daha suçlanmadan reddediyordum ama söylemek zorundaydım. Çünkü o söylemiyordu.
"Artık kabul et Kılıç, ben bir düşmanım."
Gözlerindeki renk siyaha büründü, öyle derin ve öfkeyle baktı ki yüzüme gözleri içinde alevler büyüten kuyuları andırıyordu.
"Düşmanım olmayacaksın."
"Biz düşmanız, anla artık!"
Sesim açık araziyi bir dalga gibi dolaşıp yankılarını kulaklarıma taşıdığında ona bu kadar yaklaştığım için aptal gibi hissediyordum.
"Anlaman için ne yapmam lazım. Babam topraklarını yaktı, sırlarının her birini DYK ile paylaştım, bana güvenmen için uğraştım çünkü seni yenmek istedim... Fikirlerinden nefret ediyorum, Seryum'u senden kurtarmak için aşağılık DYK'ye güvenmek zorunda kaldım. Kılıç," dedim solur gibi. "Üzgünüm ama benden yeniden nefret edeceksin çünkü bu nefreti bu kez alnımın teriyle kazandım."
Başı yana eğildi birden, yüzümü izlerken kaşları çatık ama gözlerindeki yangın daha sönüktü.
"Bana bilemediğim hiçbir şey söylemiyorsun. Ve hala düşmanım değilsin."
Dudaklarım aralandığında alevleri dudaklarıma indi, dikkatli bakışlarından ne görmeyi umduğunu anlayamıyordum dahası ne düşündüğünü de.
"Ve bildiklerin senin için yeterli değil mi?"
"Durdurabileceğim fakat durdurmamayı seçtiğim şeyler için düşmanlık besleyemem."
Bakışlarının yoğunluğu azalmadı fakat batmak üzere olan Güneş onu bakır saçlarına kızıl parıltılar saçarak sahneye çektiğinde adam benden bir adım uzaklaştı.
"Ne demek bu?"
"Baban limanlarımı yakarken burada olan bendim ve sen her şeyden bir haberdin. Seryum'a uğrayan DYK her toplantıdan sonra seninle konuşmak istediğini söylediğinde onlara engel olmadım. Sırlarımı seninle paylaşırken DYK görüşmelerinde havadan sudan, sıradan sohbetler etmediğini biliyordum. Sana güvenmeme ihtiyaç duyduğunda sebebi gizlemeye gerek bile duymadın ve ben bana güvenmeni istedim, engel olmadım. Fikirlerimden nefret ettiğini bir kez olsun gizlemedin ve ben de ideallerimden vazgeçmeyi düşünmedim bile."
Yanılmıştım ama kendi hakkımda, ben kesinlikle bir aptaldım çünkü tam olarak öyle hissediyordum.
"Ve?" diye atıldım güçlükle. "Engel olmadın çünkü bir test miydi? Sonunda ihanet edip etmeyeceğimi görüp bana güvenebileceğine karar verebileceğin o testlerden biri miydi yani bunlar?"
"Bana ihanet ettiğini mi düşünüyorsun?"
Dudaklarındaki boş gülüş öyle acımasız görünüyordu ki bana bir tokat atmasını onu böyle sakince görmeye tercih ederdim.
"Arkan Seren başarılı oldu Kılıç, kabul et." Bir fısıltıya yakın sözler ağzımdan çıkarken dudaklarımı, değdiği her yanı yaktı. Ancak en çok Kılıç'ın yüzünde gördüğüm bir saniyelik kayıp ifade yakıcıydı. Donuk maske bir an sonra yüzüne öyle sıkı tutundu ki adam ses çıkarmadan baktı yüzüme, bir heykel gibi. Ben yeniden konuşma ihtiyacı hissettim.
"Bir hastalığım ben senin için, ideallerin olduğunu söylüyorsun ama hissettiğin duygunun aşk bile olmadığı bir kadın yüzünden tepetaklak olduğunu anlayamıyorsun."
"Hastalığım karşıma çıkıp beni uyarıyor..." Alaydı ancak ifadesi kadar buz olan sesi alaycı çıkamıyordu.
"Çünkü seninle savaşmaktan vazgeçmeyeceğim, yaptığım her şeyden iğrensem de, en baştan başlasam yine aynı şeyleri yapacağımı biliyorum ve bunu artık görmelisin. Düşman olduğumuzu anla artık."
"Eğer düşmansak yaptıkların için diz çöküp yalvaracak gibi bakmamayı öğren Karnelyan. Olur mu?"
Meydan okuyan bakışlar ve sözler dizlerimin titremesine neden oldu, düşmansak aşağılık tavırları beni sarsmamalıydı fakat yalnız sözleriyle bile beni enkaz üstüme çökmüş, ben altında kalmışım gibi hissettirmeyi başarabilmişti.
O cevap bekledi fakat ben suskunluğumu sürdürdüm. Karara varmıştım, yapmaya çalıştığı şey aklımla oynayıp beni delirtmekti ve bugün yeteri kadar iyi iş çıkardığı için cevap verip onu teşvik etmeyecektim. Bu sessizliği kabul etmiş olan Kılıç geniş sırtını yüzüme dönüp yürümeye başladığında altı, yedi adım attıktan sonra arkasından ilerleyecek gücü buldum kendimde.
🕑
Kılıç'ın savunma öğretme kisvesi altındaki işkencesinden sonra kendimi odaya kapatıp acizliğime gömülmek eskisi kadar konforlu gelmemeye başlamıştı.
Günlerdir misafiri olduğum koca evi keşfe çıkıp açık ya da aralık olan kapılardan içeri süzülüp bazı odaları boş, bazılarını da beni neşe ile karşılayan kadınlarla dolu halde buldum. Her biri aralarına karışıp onlara eşlik etmemi teklif etse de keşfimin henüz bitmediğini öne sürerek kaçıyordum. İkinci katta, koridorun ucunda sonuna kadar açık bir kapı gördüğümde odadan gelen mırıldanmaları çözümleyemiyordum. Kesik kesik konuşmaların gizli olmadığına emindim, kapı açık olduğu için adımlar beni oraya götürürken sesler kesilmişti. Belki de örgü ören bir kadın kendi kendine şarkı mırıldanıyordu ve susmuştu.
Geniş odaya ürkek bir adım attığımda içeride önce hiç kimseyi bulamadım. Şimdiye kadar gördüklerim arasındaki en büyük odaydı, geniş pencerelerin perdeleri örtülüydü ve kızıl iki koltuk içeriyi doldurmaya yetmiyordu. Sonra bir kadın eğildiği yerden kalktığında ürkek bir iç çekişle ikimiz de geri sıçradık. Ancak bu masum şaşkınlık yerini yüreğimi sıkıştıran cinsten bir dehşete bıraktığında karşımda donup kalan kadının tanıdık yüzünde de benzer bir ifade okunuyordu.
"Karnelyan," dedi annem boğuk sesiyle, elleri az önce yerden almış olduğu hasır sepeti sıkı sıkı kavrarken beyazlamıştı.
"Ah," diyebildim önce kendime gelmek için süre kazanmak için. "Merhaba."
Yolda denk geldiğim rastgele bir kadını selamlar gibi selamladığım anneme bakarken yüzümde zorlama bir tebessüm vardı. Daha çok acı çeker gibi göründüğüne emindim yüzümün ve nabzım öyle hızlıydı ki bana söylediği kelimelerin tek birini bile çıkaramadım. Kanım kulaklarımda uğuldarken annemin dudaklarını okumaya zorladım kendimi.
"Çok güzel görünüyorsun," diyordu. Yüzündeki alacalı renk geçişlerine bakılırsa o da benim kadar hazırlıksızdı bu rastlaşmaya. Bana doğru attığı yarım adım belli ki bilinçsizceydi. Bedenim geri doğru seğirdi hemen. Adımını yarıda kesip olduğu yerde donduğunda "Yanına gelmek için senin daha iyi hissetmeni bekliyordum. Ben-" Gözlerini yüzümden ayıramıyor gibi dikkatle bakıyordu ve yüzümde her ne gördüyse dudakları aralıkken yutkundu ve boğazındaki titremenin göz bebeklerine sıçradığını gördüm.
"Sen geldiğinden beri buradaydım. Bana ihtiyacın olursa yanında olmak istedim."
Bir soru sormuş gibi beklemeye başladığında kaskatı kesilen bedenimi zorlayıp başımı salladım.
"Eğer bana sormak istediğin sorular varsa buradayım," diyordu annem bir yabancı ile konuşur gibi.
Arkada annemin isminin seslenildiğini duyduk ikimiz de fakat annem gözlerini benden ayıramıyordu.
"Benimle konuşmak istersen eğer her zaman hazırım Karnelyan."
Yine bir tepki bekliyordu ve ben iyi bir maske taşıyıcısı olarak başımı sallayıp ne kadar etkilendiğimi gizleyebildim.
"Uzun zaman oldu ama bazı gerçekleri sana anlatabileceğim için mutluyum. Yaşadığın şeyleri duydum ve-" Şaşkınlığı kesik kesik ve anlamla sıralanamayan sözler kurmasından anlaşılıyordu. "Gerçekten üzgünüm, Karnelyan. Mecbur kaldığım, kaldığın, zorunda kaldığımız her şey için çok çok üzgünüm."
Annem, hakkındaki gerçekleri bir yabancıdan öğrendikten sonra bir yabancı gibi karşımda duruyordu ve ben dizlerimin üzerine çöküp kaburgalarıma tekme yemiş gibi yerde kıvranmak istiyordum. Annem... Annem karşımda canlı, kanlı duruyordu, annemin sesi de olduğu gibi yerindeydi ve seneler sonra koyduğu adımı söylüyordu, sesini ve sözlerini duyuyordum. Kırışmış göz kenarlarını görebiliyordum, ağarmış saçlarını görüyordum, dudakların kenarlarındaki kederli insanlara has çöküklük gözlerimin önündeydi. Aslında karşımda gerçekten de bir yabancı vardı. Annem beni bırakıp giderken bambaşkaydı fakat ben onun gittiği yerde mutlu olacağını sanarak kendimi daima kandırmıştım. Bir zamanlar annemle karşılaşacağımı fakat onun siyah saçları rüzgarda uçuşurken attığı şuh kahkahalar yüzünü aydınlatacaktı, annem öyle mutlu bir ömür sürüyor olacaktı ki yanımdan geçip giderken beni tanımayacaktı. Kahretsin ki en büyük dayanağım annemin yaşlanmayacağı, mutlu bir hayat sürdüğüne dair inancımdı. Karşımdaki kadın kederle ufacık kalmış, renginden olmuş bir yabancıydı.
"Karnelyan," dediğinde yerimden sıçradım. Bana yaklaştığını ancak fark edebildim ve eli koluma uzanırken hızla geri kaçtığında bilinçsizce verdiğim tepkiden utandım. Tam karşımda, benden on santim kadar kısa olan kadın son gördüğümde benimle aynı boydaydı ve bir zamanlar bana sarıldığında kafamı gömdüğüm sağlıklı göğsü şimdi içine çökmüş görünüyordu. Sanki acı annemin bedenini yavaş yavaş imha ediyordu, sanki bedeni kendi içine çöküyordu ve sonunda yok olacaktı.
"Eğer hazır hissedersen, yanıtlar istersen ya da hiçbir şey konuşmadan yanında olmamı, öylece oturmamı istersen bana söyleyebilirsin." Bir anne fısıltısı ile sarf edilen sözler aramızdaki bir adımlık mesafeden atılıp göğsüme yıkım topu gibi çarpmıştı. Geriye savrulmadığıma, hala ayaklarımın üzerinde sapasağlam durduğumda öyle şaşkındım ki annemin gitmeden evvel hasret dolu bakışlarıyla yüzümün zerrelerini izleyip bir cevap aradığını çok geç anladım. Fakat yanıtsız kaldığı için beni rahat bırakmak adına ona sesleneni bulmaya gittikten sonra çıktığı kapıya bakıp başımı salladım görebilirmiş gibi.
Dakikalarca annemin çıktığı kapıya bakarken dizlerimin üzerine çökmeme tek bir an kalmıştı. Annem mutlu değildi, iyi değildi, genç değildi. Gitmesinin ne anlamı kalmıştı?
Fakat annemi yeniden hayatıma alamazdım. Artık birbirimizin hayatında değilken onun sorunlarını, acılarını düşünmek benim görevim değildi ve bu acımasız olsa da iyiydi, tam da annemi beni terk ettiği için baştan sona tümüyle affetmişken karşıma çıkıp tutunduğum dalı parmaklarımın arasında un ufak etmişti.
Daha fazla bu yüke dayanamayan omuzlarım çöktü ve göğsüm fiziksel bir darbe yemiş gibi nefes alışımı zorlaştırınca ellerimi dizlerime dayayıp yere çökmemek için iki büklüm kaldım.
Babam annemin bizi terk ettiğini söyleyip içime nefret tohumları ekmeye uğraşırken onca sene babama kulak asmama sebebim annemin artık daha iyi olacağına kendimi ikna etmemdi. Babama katlanmanın imkansız olduğunu bilirken ona nasıl kızabilirdim ki...
Yerin ayaklarımın altından çekildiğini hissettiğimde parkenin üzerine çökmemek için kendime sıkı sıkı sarıldım. Gözlerimi annemin çıktığı boşluktan çektiğimde şirazesi kaymış bakışlarım odanın içinde sürüklendi. Fakat güçlü, derin bakışlı bir çift göz benim savrulan bakışlarımı yakalayıp karanlığa karışmaktan kurtardığında korku ve şaşkınlığımın boyutu bana çığlık bile attıramadı. Şöminenin taş kemerine dirseği ile tutunup beni umutsuz ifadesi ile izleyen Kılıç'ın ne zamandır orada olduğunu tahmin etmek imkansızdı.
Kolunu göğsünden ayırıp bir kapı aralar gibi açtı ve eli aramızdaki metrelere rağmen beni tutabilir gibi uzadığında bana bakışında teselli eden bir karartı vardı. Annemle ilk karşılaşmama ve bunun beni nasıl parçalarıma ayırdığına şahit olmuş görünüyordu.
"Gel," dedi sonunda sırtını dizili taşlarla oluşturulan duvardan ayırınca. Bir kez daha düşmanın kollarında avutulacağımı anlayan yüreğim kuş misali kanat çırpmaya başlamıştı.
Dizlerimde çöller aşmışım gibi tükenmişti mecal ancak bir serap gibi karşımda beni bekleyen adama gidecek gücü kendimde bulabildim. O an aklımda ihanet, düşmanlık yoktu. Tam karşısında durduğumda benim için hazır bekleyen kol sırtıma kondu hemen. Ellerimi ona kaldırmaya, ona sarılmaya gücüm yoktu fakat yüzümü Kılıç gibi kokan göğüse gömdüğümde adamı içime, ciğerlerime çekmemek benim için imkansızdı. Sarsıcı bir fırtınada savrulmuştum, fırtına dinmemişti ama ben sığınacak bir liman bulmuştum.
Hiçbir şey söylemedi, ben konuşamadım. Avuçlarım ona dokunmak için kaşınsa da onları iki yanıma bastırıp adamdan uzak tutmayı başardım. Merhametli bir adam olduğunu biliyordum, ömrünün uzun bir kısmında taşıdığı hastalığa bile şefkat gösterebilirdi. Ben o hastalığın kendiydim ancak bana verdiğini geri çevirecek gücü kendimde bulamadım. Yüzümü gömdüğüm göğüsten kıpırdatamadım.
Saatler geçmiş gibi hissettiğim bir sürenin ardından boştaki eli enseme kondu ve yüzümü göğsüne layığıyla gömerken çenesini başımın tepesine bırakmıştı. Buna hangi irade karşı koyabilirdi? Buna karşı koymayı bir kez istediğimi bile hatırlamıyordum... Açıkçası DYK hayatlarımızı mahvetmeden evvel bu sahip olduğum kollara daha çok dolanırdım. Seryum'u terk etmeden önce Kılıç'ın benim uykumu önemseyip odamda konuşlandığı o gecelerin neredeyse tümünde onu yanıma çeker ve kollarını gövdeme çelikten bir yelek gibi kuşanırdım. Fakat berbat fikirlere sahip olduğunu inkar edemezdim , hayatımda bambaşka bir kimlikle bulunduğu o zamanlara ve esas kimliği ile hayatımın uzantılarına müdahale edişine hala içerliyordum. Ve kabul etmeliyim ki Kılıç'ın göğsümde şenlik ateşleri yakan kollarının arasında olmaya onun hiç doğmadığı hayatı tercih ederdim. Her zaman...
|
0% |