Aydınlık bir odada yastığımın köşesine eli konan adamın daha aydınlık yüzünü izliyordum. Tebessümü ile derinleşen çizgileri yüzünü kusursuz denecek kadar yakışıklı gösteriyordu. O ve ben başka bir evrende yeniden doğmalıydık, başka bir dünyada onun için kanımın son damlasına kadar savaşacağımı biliyordum. Burada ise ona karşı savaşmak zorundaydım.
"Güzel bir rüyasın."
Yastığın kenarındaki parmaklar yüzümü kavradığında kısık gözlerimi daha da açmaya çalıştım fakat gözlerimden beynimin orta yerini zonklatan bir acı yayıldı. Nasırlı avuç yanağımı saçlarımdan arındırırken "Rüyada bir kral görmenin iyi bir anlamı olmalı," diye sataşıyordu bana ve bir rüya olmadığını tamamen idrak etmeme neden oluyordu.
"Öldüm mü?"
Ellerimle yüzümü ovarken Kılıç'ın bıkkın bir nefes dökmesi keyfimi az da olsa yerine getirmişti.
"Hayata döndün Nimfea."
Gece olanlar, çektiğim yırtıcı yürek ağrısı bir düğmeye basılmış gibi geri döndü onun sesindeki şefkatle. Bir hıçkırık boynuma düştü, gelişti ve dudaklarımdan sancıyla doğdu.
"Herkes bir katil olduğumu biliyor, ülkemi ateşe veren ben değilsem de fitili ateşleyen benim, bunları geri almam imkansız hatta telafi etmem bile öyle. Döndüğüm hayattan nefret ediyorum."
"Karnelyam," dedi güçlü sesiyle ve sanki bir emirmiş gibi aniden yüzümü kucağına gömüp göz yaşlarımı keten pantolonuna akıttım.
"Buradaki kadınlar ne yaptığımı bilmiyor değil mi, o yüzden benden nefret etmiyorlar?"
İki eli de beni teselli etmeye koştu. Gece öyle bitmez tükenmez bir halde ağlamıştım ki hıçkırıklar arasında uyuyakaldığımı ve uykumun onlarca kez hıçkırıklarla bölündüğünü, her bölündüğünde de Kılıç'ın beni saran kollarının acımı dindirmek için orada olduğunu hatırlıyordum.
"Nefret etmiyorlar çünkü Seryum için savaştığını biliyorlar."
"Bu nasıl savaş!" diye isyan ettim. "O kadının oğlu benim yüzümden öldü Kılıç. Bunu öğrenince verdiğim savaş için benden nefret etmeye hakkı var."
"DYK'nin planları olduğunu biliyordum Karnelyam, engelleyemediğim için asıl benden nefret edecekler."
Anlaşılıyordu ki günlerdir kabuğumdan sıyrılmam için bana karşı takındığı öfke aslında kendineydi ve ben işleri onun için kolaylaştırmayacaktım.
"Hala düşmanız," diye açıkladım ızdırap içinde. Bir kişi için binlercesini harcayacağımı iddia ettiği zaman beni kırmaya çalışıyordu ama yine de çok yanılıyordu. Ülkeme kraliyeti ilan ettiği günün hemen ardından savaşı da sokacaktı ve ben topraklarımda binlerce Seryumlunun kanını istemediğim için bu bir kişiyi durdurmak zorundaydım. Onunla birlikte kendimi de yok edeceğimi bilsem de başka çarem yoktu.
"Hala senin için deli oluyorum," diye bildirdi elleri yüzümü kavrayıp kucağından sökünce.
"Hayır, olmuyorsun."
Gözlerimi kıpıştırıp kendim için net bir görüş sağlamaya çalışıyordum ki Kılıç bacaklarımı kucağına çekti ve bacaklarımı beline sardığında kararmış bakışları dudaklarımda yakıcı İzler bırakıyordu.
"Kanıtlamamı ister misin?"
Kolumun tersini yüzümü ıslatan yaşları kurulamak için kullanırken bir yandan da onu onaylıyordum.
Elleri kalçama indi ve beni kasıklarına doğru çektiğinde bacaklarımın arasında zonklayan ereksiyonu nefesimi kesti. Ne kadar büyük olduğunu kestiremiyordum ancak ne kadar sert olduğuyla yüzleşince gözlerimdeki yaşlar beklenti içinde donup kalmıştı.
"Ama ağlıyorum?"
"Ama benim kollarımda ağlıyorsun," açıklamasını yaparken yüzümün her yanına arzu dolu hayranlıkla bakıyordu. Elleri beni sertliğine bastırırken omuzlarına tutundum, bacaklarım arasında ılık bir ıslaklık sızlayarak yayılırken adama karşı koymak yerine daha fazlasını istiyordum. Kahrolası günler, haftalar geçmişti yıllara denk ve bu sıcaklığı ne kadar özlediğimi fark edince yüreğim darbe yemiş demir bir direk gibi titreyerek sızladı. Gözlerim yeniden yaşlarla doldu ve acıyla buruşan yüzümü gizlemek için başımı eğdim.
Kılıç kalçalarımı erkekliğinden uzaklaştırıp yanaklarımı kavradığında "Karnelyam," diyordu pişmanlıkla çatlayan sesiyle. Başımı hemen iki yana salladım, suçlu hissetmesini engellemek için kendimi boğulan, kulak tırmalayan sesimle açıklamaya giriştim.
"Benden nefret etmediğine inanamıyorum."
Yüzüne bakmam için zorlayan eller nazik ama kararlıydı.
"Etmeyeceğim de. Ne olursa olsun."
"Aptal," dedim hıçkırıkların arasından.
"Evet aptalım," dedi Kılıç. "Elindeki bıçağın metalini kalbimde hissetsem bile sana düşman olmayacağım çünkü."
"Ben düşmanın olmaya devam edeceğim ama... Seryum'u zayıflatacaksın Kılıç. Her şeyin mahvolacağını biliyorsun hele de DYK Seryum'dan artık benim yüzümden daha da nefret ederken düzeni değiştirmen hepimizi öldürecek. Ve buna izin veremem."
Yürek parçalayan sesime içerlesem de sözlerimin doğruluğu daha da acıydı.
"Buna ben de izin vermeyeceğim Karnelyam. Dünya Yönetim Kurulu denen sikik topluluğu yok edeceğim, güven bana."
Daha önce bundan bahsetse de bunu ilk kez duymuş gibi göğsümü genişleten bir ferahlık hissettim. Yine de vaadi imkansıza yakınken tümüyle rahatlayıp kendimi koyveremezdim.
"Dünya Yönetim Kurulu yok olana kadar düşman olmaya devam edeceğiz."
Sonunda "Onu yok etmek için benimle savaşmaz mısın?" sorusuyla daha önce akıl edemediğim bu gerçeğe kaşlarımı çattım. Eğer planını en baştan söylemiş olsaydı onu küçümser ve bu planını da DYK ile paylaşırdım fakat son olanlardan sonra benimle paylaşmadığına, ona düşman olmama katlandığına seviniyordum. Belki de DYK'nin yüzünü görmemi istemişti aksi halde babam bile DYK'den nefret ederken ben onlardan yardım dilenmeye devam edecektim.
"Başından beri DYK ile bir plan yaptığımı biliyordun değil mi? Bana onları ortadan kaldırma planını açık açık söylemek için son günü seçtin çünkü onlarla paylaşmamı istemiyordun."
Sessiz kaldı ve yüzüme bakarken cevabı bende arar gibiydi.
"Söylemiştin, bilmediğin hiçbir şey yapmıyordum. Ve güvenini kazanmakla ilgili planımı duyduğunu belli ettiğinde bile aynı aptallıkları yapmaya devam ettim."
Ruhum dün gecenin ağırlığını kat kat yorganlar gibi üzerine çekmiş hasta haliyle bana savaşmayı bırakmam için yalvarırken tazelenen mantığım bana işkence etmekte ısrar ediyordu. Her şeyi görüp hiçbir şeyin farkında olmamak buydu işte. Kılıç bir şeyler bildiğini benden gizlemezken bana başarısız olacağıma ve DYK'ye güvenmememe dair işaretleri vermişti.
"Neler olacağını biliyor muydun?" Bu konuşmayı hala kucağında otururken yapmak yanlışsa da öyle hissettirmiyordu.
"Hayır, sana zarar vereceklerini tahmin edememiştim." Suçluluğun öfkesi alnındaki dalga izinin değdiği damarı belirginleştirdiğinde parmağım üzerine kondu. "Sana yemin ederim Nimfea, onları pişman edeceğim. Doğduklarına, senin için planlar hazırladıklarına, sana zarar verdiklerine. Her şey için pişman olacaklar."
İstediğim bu değildi, benim için intikam alınmasına ihtiyacım yoktu.
"Seryum'u terk ederken olacaklardan haberdar mıydın?"
Sanki bir an yüzüme bakmak istemiyormuş gibi arkamda kalan bir şeye dikti gözünü. Ellerimin altında kaskatı kesilmesine an be an şahit oluyordum.
"Batın ve Valof'u her şeye hazır bir şekilde orada bırakırken DYK'nin yokluğumdan faydalanmak istediğinden emindim. Fakat beklediğim ve hazırlandığım şey güncel sistemi sürdürmek isteyenlerin isyana teşvik edilecek olmasıydı. Beni savunanları farklı düşünenlere karşı doldurup onları silahlandıracak kadar ileri gideceklerini düşünememiştim."
"Çok uzun zamandır bunu planlıyor olmalılar."
Başı kollarımın arasına eğildiğinde sesi boğuk çıkıyordu. "Evet, yerime bir üye koymayı planladıklarını da öğrendim. Geçici olarak gösterip devamlı bir hal almasını sağlamayı düşünüyorlardı."
Bunu nasıl öğrendi bilmiyordum ancak tenimin ürperdiğini hissettiğimde nasılından çok kendime olan nefretimle ne yapacağımı düşünmeye başladım. Ülkemi resmen DYK'nin ellerine teslim edecektim bir aptal gibi. Kıyısından dönülmüş bu felaket daima kanımı donduruyordu.
"Seryum'daki ayaklanma nasıl bastırıldı? Daha önce elime geçen bir gazetede bir ülkenin gördüğü en büyük ayaklanma olduğu yazıyordu ama nasıl bastırıldığına dair ayrıntı yoktu."
"Eline ne zaman bir gazete geçti?" oldu ilk sorusu.
"Sen geldikten sonraki günlerden biriydi, tarih konusunda emin değilim."
"Nerede buldun onu?"
Kaşları çatılmış ve yüzüne güneşin aydınlığına galip gelen bir gölge çökmüştü.
"Neden? Gazete okumam yasak mı?"
Öfke benim de kaşlarımın çatılmasına neden olunca Kılıç rahatsızca dudaklarını birbirine bastırdı. Cevabı yüzümde ısrar ve kaynağı belirsiz bir öfkeyle aramaya son verdiğinde beni yanıtlıyordu.
"Elzem askerlerinin bir kısmını halkın isyanını dindirmek için Seryum'a çekti. Yalnız güncel düzenciler değil gelenekselciler de işin içinde olduğu için onun askerlerini görmek bazılarına güven vermiş olmalı."
Mars'ın ülkeye bağlılığı ve onun için savaşma cesareti takdire şayandı fakat sonrasında ne yaptığını daha çok merak ediyordum.
"Peki sonra? Ayaklanma bittikten sonra öylece Varyet'e gidip işinin başına mı döndü?"
"Hayır," dedi gözlerime bakarak. "O ben dönene kadar Batın'ın askerleri ve kendi askerleri ile birlikte başkentte olacak. Halkın ikiliğe rağmen beraber yaşayabildiğimizi görmesi lazım."
"Onu başkentten uzak tutmak için Varyet'e gönderdiğini sanıyordum."
"Senden uzak tutmak içindi."
Arkadaşımı benden uzak tutmak istemesinde acımasız bir yan yok muydu? Tabii ki vardı! Afelya ve Mars benim yakın arkadaşlarımken ikisi de doğrudan ya da dolaylı sebeplerle ama Kılıç yüzünden benden uzaklaşıyordu.
"Hadi, yapacak işlerimiz var," derken sesini ağır havadan sıyırdı bir anda. Eli kalçama indi ve kalkmam için beni havaya kaldırdı.
"Lütfen beni boğmaya, yere düşürüp üstüme çıkmaya, bacaklarımı kilitleyip kalkmam için bağırmaya kalkma. Bugün hiçbir saldırına karşı kendimi savunamayacağım."
Evet ciddiydim ama sesimin durumu komikleştirmeye çalışır gibi çıkmasına uğraşsam da Kılıç'ın kederle gölgelenen yüzünde yalnız ciddi tarafa odaklandığı görülüyordu.
"Mecburdum Nimfea, seni korumak için yanında olamadığım senelerden sonra daha temkinli olmalıydım... Artık kendini bir saldırıdan kurtarabilmen için bildiğim her şeyi sana öğretmek zorundayım."
Üzerinden kalkmış yanına oturmuştum, ikimizin eş zamanlı iç çekişi fazla yorgun ve kederliydi.
"Beni kurtarıcı beklemeyen birine dönüştürmek istiyorsun." Bunu ondan ben istemiştim.
Yalnızca başını salladı, ayağa kalktığında elimi yakalayıp beni de doğrultuyordu.
"Hala birbirimizin güvenini kazanmak zorunda olduğumuzu biliyorsun değil mi?"
Muzip bir dudak seğirmesi ve parlayan gözleri gözlerimi kısmama neden oldu.
"Artık aynı taraftayız?" Bu bir soruydu ve cevabı da "Evet ve artık birbirimize tamamen güvenmek zorundayız, güvenmediğin bir adamla savaşamazsın," olmuştu.
"Yani güven testleri devam ediyor?" diye soruyordum şüpheyle.
"Sen iyi bir tanesini düşünene kadar senin için bir testim var, evet."
Üzerimdeki korkunç gecelikle, henüz sabah rutinimi bile gerçekleştirememişken peşinden gidemezdim.
"Aslında gerçekten birbirimize güvenmenin bir yolunu bulmalıyız çünkü şu anda beni arka alana indirip kapana kıstırmayacağına hiç güvenmiyorum. Öyleyse izin ver de duşa girip, boğulmadan önce kendi temiz kokumu son kez alabileyim."
Dar koridorda donup beni izlerken Güneşin yanan ışığı bile gözlerindeki gölgeyi çözemiyor gibi görünüyordu.
"Bundan ne gibi bir çıkarım olacak?"
Evet, eskiye dönmüştük fakat Kılıç yine de daha edepsiz bir versiyonuyla duruyordu karşımda.
"Ne zaman böyle fırsatçı bir adama dönüştün sen?"
"Haftalarımı ikimize de işkence ederek geçirdiğinde buna vakit bulmuş olmalıyım."
Muzip tavrı ve sakinliği beni öyle hızlı sinirlendirdi ki karşısında durana kadar ona doğru ilerlediğimi bile anlayamamıştım.
"Hatırladığım kadarıyla haftalarımızı işkence içinde geçirmemize neden olan sendin ve işkencecim de sana çok benziyordu."
"Evet," dedi tereddüt etmeden. Fakat ifadesinde görmeyi beklediğim pişmanlığın aksine müthiş bir memnuniyet vardı. "Kesinlikle bana çok benziyorsun, belki de sana bu kadar takılı kalmamın sebebi de budur. Ruhlarımız aynı ateşten yoğrulmuştur."
Kılıç'a bakarken beynine bir hasar almış olma ihtimalini tarttığım için sözlerine hemen karşılık vermedim.
"Geceleri yatağında böyle sersem laflar üzerine düşünüp kıkır kıkır gülüyor musun?"
Ruhlarımızın eş olma ihtimaliyle ilgili düşünüyor olması bile karnımda tanımlayamadığım bir kıpırtıya yol açıyordu.
"Geceleri yatağımda kesinlikle seni de barındıran düşüncelere kapılıyorum Nimfea ama pek kıkırdanacak düşünceler olduğunu söyleyemem."
Uzun süre benden nefret ediyormuş gibi davrandıktan sonra bu flörtöz tavırlarla aklımı bulandırmaktan başka bir şey yapmıyordu. Kaşlarım bunun yeni bir işkence olup olmadığını sorgularken öyle derinden çatılmıştı ki Kılıç gevşek bir gülüşle "Düşüncelerimin ne olduğunu duymadan hemen kızma, belki senin de tatmin olacağın şeylerdir," diyerek üstüme geliyordu.
"Kılıç neden üstümde yeni bir işkence deniyormuşsun gibi hissediyorum?"
Kolları hızla uzanıp beni kendine çektiğinde göğsümle göğsünü itip neler olduğunu anlamaya çalışıyordum.
"Böyle laflar etme Karnelyam, beni tahrik ediyorsun."
Yüzümün renginin bordoya döndüğüne emindim, kalbim delirmiş gibi atıp benim göğsümle birlikte Kılıç'ınkini de dövüyordu fakat yine de karşımdaki adamın delirdiğine inandığım için dehşet içindeydim.
"Bana işkence etmenin seni tahrik ettiğini inkar etmiyorsun."
Hala sürdürüyor olduğuna inandığım aptal politikasına kanmayacaktım, bu kez beni ağlatamayacağından emindim.
"Seni kıvrandırmanın beni tahrik ettiğini inkar etmiyorum."
🕑
"Test bu mu gerçekten?" diye sordum şüpheyle.
Koridorun sonundaki oda sandığım gibi Maya'nın değil Kılıç'ın odası çıkmıştı. Ve odasındaki aslında süitindeki banyoda elime bir ustura tutuşturup onu traş etmemi istiyordu. Gerçek bir kocam olmadığı için ve babam hiçbir zaman bu kadar kişisel bir anında ona yardımcı olmamı istemediği için neyi nasıl yapacağımı katiyen bilmiyordum. Fakat içimden bir ses karşımdaki bu güçlü adamın titreyen bir ele sahip olduğu için bu konuda bana gerçekten ihtiyacı olduğunu söylüyordu.
"Epey keskindir, beni öldürürsen testi geçemezsin."
Fırçasını sabunla köpürtürken bana yandan bir bakış atıp gülümsememek için dudaklarını ısırıyordu.
"Testi seni yanlışlıkla öldürdüğüm için kaybedersem hiç adil olmaz ama."
Yanaklarını köpürtmeye başladığında kalçamı mermere yaslayıp hareketleri ile kıpırdanan kollarını izliyordum.
"Ama zaten bir ölü olduğum için iyi bir cezadan kurtulmuş olursun."
Kendimi tutmadan rahatça güldüğümde hala beni affetmiş olduğuna inanamıyordum. Aslında ne kadar hasta ve bağımlı olduğunu kanıtlıyordu bu durum fakat yine de yaptıklarımdan pişman olmamamı söylemesi beni acizce rahatlatmıştı. Sanki kurban benmişim gibi şefkatle sarmıştı beni...
Sonunda bana döndü ve omuzlarına bir havlu koyduktan sonra yumuşak sesiyle talimatlar vermeye başladı.
"Otuz derecelik bir açı ile tutman gerekiyor, fazla bastırmana gerek yok. Kesip kesmediğinden şüphe etmeyeceksin, sesinden anlayacaksın başarılı olduğunu. Fakat doğrudan öldürmeye niyetliysen de hemen çenemin altında doksan derecelik bir açı ile tutup hızla çekmen gerek. Saniyeler içinde işim bitmiş olur, fazla kan istemiyorsan omuzlarımdaki havluyu üzerine bı-"
"Kılıç!"
Onu durdurduktan sonra soluklanması gereken ben olmuştum. Yalnızca dinlerken bile midem düğümlenmişken yaptığımı düşünemiyordum bile.
"Seni öldürmem için bana talimat vermene ihtiyacım yok."
Usturayı kaldırıp en uygun tutuşu ayarlamaya çalışıyordum o çenesini kapatıp beni izlerken. Sonunda köpüğün başladığı yere değdirdim usturayı ancak kendimi öyle korkak hissediyordum ki geri çekilip bilimsel bir bulgu ortaya koymaya çalışır gibi kafa patlatmaya başladım.
Elini elimin üstünde hissettiğimde adamın sakallarını gözlerimle traş edeceğim kadar süre geçmişti.
"Korkma," dedi beni kaldırıp lavabonun kenarına oturturken. "Beni incitmeyeceksin."
Yüzü daha yakınken işimi kolaylaştırmıştı beni buraya oturtarak. Gözlerinde onun için endişelenmemden duyduğu hazzın kanıtları oynaşırken gözlerine bakmayı reddettim ve sonunda çakıllı bir sürtünme sesi ile ilk hamlem başarıya ulaştı. Aldığım rahat nefesi ondan gizledim.
"Daha önce traş olduğunu hatırlamıyorum ama sakalların hep birkaç günlük görünüyor."
Usturayı yüzünden uzaklaştırdığımda konuştu. "Genelde onları kısaltıyorum."
Bu kısa yanıt işime devam etmem için miydi yoksa anlatmak istemediği bir şey mi vardı emin olmak için "Peki şimdi neden tamamen kesiyoruz?" sorusunu sordum.
"Çünkü ayda en az bir kez hasarlı cildimin hava alması lazım."
Cevabı yeterli değildi fakat alt metinden anladığım bu konuyu konuşmak istemediğiydi. Ben de müthiş bir dikkat ve yavaşlıkla işime yoğunlaştım. İnkar edemeyeceğim hatta gizleyemeyeceğim kadar korkuyordum ona zarar vermekten. Çünkü onu öldürmeyi istediğim zamanlarda bile onda bir iz bırakma ihtimalinden nefret ediyordum. Vücudunda onlarca iz varken bir iz bırakan da ben olmayacaktım, ne olursa olsun.
Sanki günlerdir burada, bu işle uğraşıyorum sanacağım kadar uzun bir sürenin ardından hasarlı teni tamamen ortaya çıkmıştı. Usturayı güvenli bir yere koyduğumda epey rahatlamış hissediyordum. Omuzlarındaki havluyla yüzünü yumuşakça temizlerken hareket edemiyor gibi bekliyordu Kılıç, sessizdi ve dakikalardır dönüp bakmadığım gözleri bir örtü gibi üzerime ağırlığını bırakıyordu. Havluyla işim bittiğinde bir kenara koydum, bacağımın yanında duran cam şişedeki balzamdan birkaç damla elime dökerken eserimi izliyordum. Keskin çenesi, erkeksi burnu, bir dalga izi mühürlenmiş alnı, şeftali rengi dudakları, dudaklarının kenarındaki çizgiler her şey yerli yerindeydi. Güzeldi. İnkar edilemez derecede çekiciydi ve ellerime yaydığım balzamı yumuşakça yanaklarına, çenesine yedirirken göründüğü kadar sert olan yüzü kanımı kaynatıyordu. Fakat bir an anın büyüsü bozuldu çünkü ruhani bir kapı aralanmış, yayılan sis burnuma bir koku ulaştırmıştı.
"Bu koku," diyebildim avcumu koklarken. "Senin gibi kokuyor."
Kılıç'ın göğsünde uğuldayan nefes erkeksi ve sabırsız bir hırıltıya dönüştüğünde boş bulunup gözlerine baktım. Karanlık ifadesi beni yerime sabitledi, taş kesilmiş gibi gözlerim gözlerinde kilitli kaldı onun saf arzu ile maskelenmiş ifadesi ile yüzleşince.
"Bu kokuyu seviyor musun?" Ahlaksız bir anı paylaşır gibi çıkan sesinden gelecek yanıtı ne kadar önemsediğini anlıyordum. Karnımın içinde bir fırtına baş verdi, onu durdurmaya vaktim olmadığında adamın sorusuna onay veriyordum ürkek bir baş sallamayla.
Arzusu ikimizin arasında dev bir kazanda kaynıyor, etrafa sıçrıyor ve her saniye artıyordu. Onun yörüngesine kapılmamak neredeyse imkansızdı. Fakat konuşmak için ağzını açtığında onu hemen durdurdum.
"Hala temsil ettiğin her şeyden nefret ediyorum. Geleneksel sisteme dair her bir halta alerjim var ve senin kral olma ısrarın bana müthiş sinir bozucu geliyor."
Dudağının bir köşesi bunca itirafa karşı nasıl seğirdi bilmiyordum fakat ben bu kadar hararetliyken o da gülmemeyi başararak kendine bir iyilik yapmıştı.
"Ve kesinlikle yalancısın. Güvendiğim bir arkadaşımı kaybetmeme yol açtın. Artık günlerimi yeni ve iç ferahlatan bir mektup beklemek yerine yeni bir yalanının açığa çıkmasını bekleyerek geçiriyorum. En kötüsü de ne kadar berbat bir insan olduğumla yüzleşmeme neden oldun. Aramızda ne geçerse geçsin her zaman karşında olacağım çünkü içine doğduğumuz hayatlar bunu gerektiriyor."
Sözlerimin aptalca gelme ihtimali vardı ancak her birinde öyle haklıydım ki bana ağır geliyordu. Bir serserinin kral olma umudu beni ablamdan etmişti ve bir başkasının kral olma umuduyla ne kaybedeceğimi bilmiyordum, tabii henüz kaybetmediysem.
"Artık aynı tarafta olduğumuzu sanıyordum." Arzu, bir kağıt gibi parçalara ayrılmıştı, sesine yerleşen öfke ve pişmanlık ortaya garip bir karışım çıkarmıştı.
"Evet, artık ikimizin ortak bir düşmanı olduğuna göre yan yana savaşabileceğiz ama bu bizi bir dost da yapmaz."
Onu üşütmüşüm ve buz kesmesine neden olmuşum gibi beyazlamıştı yumrukları fakat sonra ellerini iki yanıma, mermere yerleştirip üzerime eğildiğinde ondan bana yayılan aşırı sıcaklıkla yanıldığımı fark ettim.
"Sistemin değişmesi fikrinden neden bu kadar nefret ediyorsun Karnelyam? Hayatında neyin kötüye gideceğini düşünüyorsun?"
"Ülkemin Kılıç," yanıtını verdim hiç düşünmeden. "Otuz altı senedir henüz yeni bir sistem oturtmaya çalışıyoruz zaten, insanlar korkuyor, uğraşıyor. Değişim isteyenlerin çoğu sarayda kendileri yaşayacakmış gibi temelsiz hayallere kapıldığı için bunu istiyor. Ya da dünya ileri giderken olduğumuz yerde saymamızda bir problem görmüyorlar."
Sanırım ona hakaretler etmeden bu konuyu sakince konuşabildiğimiz ilk seferimizdi. Artık onun ısrarının temelini daha fazla merak ediyordum, artık fikirlerini değiştirmeyi daha çok istiyordum.
"Fakat bir kral olursam Seryum babanın yönettiği halinden çok daha iyi olacak Karnelyam."
"Bunu bilemezsin ve babam da insanları bile isteye kısıtlayan, zorba bir yönetici değildi. DYK ile Seryum'un arası her zaman kötü olmuştu ve bu kuruluşun ülkelere nasıl zorluklar çıkardığını biliyorsun."
"Karnelyam," dedi nefesi dudağıma çarpacak kadar yakınlaşıp. "Biliyorum ve tam da bu yüzden önceliğim onlardan kurtulmak."
Biraz mesafe ihtiyacı ile sırtımı bir yay gibi gerip arkaya eğilmiştim, Kılıç'ın yüzü net bir şekilde önümde, gözleri bükülmüş dudaklarımdaydı.
"Fakat baban zorba bir yöneticiydi ve boktan bir insan," sözcükleri ağzından dökülürken doğrulmuş ve geri çekilmişti bir anda.
Karşı çıkmaya gerek görmedim. Odasında bir yerde kaybolduğunda içerideki diğer kapıların arkasında ne olduğunu merak edip süitini turlamaya başladım çekinmeden.
Açtığım ilk kapı bir çalışma odasına açılmıştı, kocaman bir masa, bir deri koltuk dışında bir şey yoktu odada. Odaya girmeye gerek görmemiştim fakat masanın üzerinde gördüğüm ahizeli telefonla bir gün Afelya'yı aramayı kafama koymuştum. Kapıyı kapattım ve banyo kapısı ile çıkış dışındaki son kapıya ilerledim. Beyaz kapının yaldızlı kabartmaları ufaltılmış saray kapısını andırıyordu. Kulbu indirip kapının gıcırdayarak açılmasını sağlarken aklımda hiçbir şey yoktu fakat keşke biraz olsaydı.
Korku, utanç, dehşet çığlığı ile elim gözlerime kapandığında Kılıç'ın çıplak vücudundan gördüğüm kadarı zihnime çoktan kazınmıştı.
"Neden çıplaksın? Sapık!"
Sırtı öyle genişti ki altındaki kaslar bir anda deriyi yırtıp kendi başına hayatlarına devam edecek gibiydi; sıkı kıçı, kalın ve kaslı bacakları ince tüylerle kaplı ve ilkel derecede güçlü görünüyordu. Yani gözlerimi kızgın yağ sıçramış gibi kapatmadan önce öyle göründüklerini görmüştüm.
Kılıç'ın boğuk kıkırtısı çok yakından geldi.
"Sen neden ben çıplakken yatak odamdasın?"
Ellerimden birini gözümden çekip havayı yokluyordum elimle. Kapıyı bulup çıkmaya çalışırken "Yatak odan olduğunu bilmiyordum," diyordum ve o an bir tık sesi ile gözlerim kapalı aradığım kapının kapandığını duydum. Bakmak için elimi gözümden çektiğimde Kılıç hemen dibimde ve kahretsin ki tek bir örtü olmadan dikiliyordu.
Yeniden arkamı döndüm hızla. Kapı ile aramda durduğu için onu itip geçmem gerekiyordu fakat çıplakken ona dokunursam sanki elim ona dokunmayı kesemeyecekmiş gibi korkuyordum.
"Neden hala çıplaksın?"
"Neden olmayayım? Burası benim yatak odam."
Beni öfkelendirerek ona dönmemi sağlamaya çalışıyor olabilirdi, sonuçta ona güvenmiyordum.
"Bugünlük biraz centilmen olabilirsin. Şu an yatak odanda ben de varım ve kapı ile aramda etten bir duvarı aşmak sandığın kadar kolay değil."
"Sonunda gerçekten yatak odamdasın Karnelyam," dediğinde sesi arzunun ateşli elleri tatafından boğuluyor gibi pürüzlüydü. "Ve seni burada binlerce kez çıplak hayal etmişken neden bu kadar giyiniksin?"
"Kahretsin Kılıç! Sana ne oldu?"
Daha önce de benimle flört etme fırsatını hiç kaçırmıyordu, evet fakat bu sabah dozu epey artırmıştı.
"Bu evde olduğuna hala inanamıyorum Nimfea," diyordu boğuk fakat daha edepli bir sesle. Dönüp yüzüne bakmak geliyordu içimden, burada olduğumu gözleriyle görsün diye.
"Bu ev de seni benim kadar tanıyor," derken sesi bir an uzaklaştı. "Hep bu evin odalarından birinde karşıma çıkacakmışsın gibi hissederdim, bu bile beni heyecanlandırırdı ama gerçek sandığımdan daha güzel. Gerçekten buradasın."
"Bu his dolu konuşmayı sen giyinikken yapsak daha tesirli olmaz mıydı?"
Sözleri boğazıma dizilmiş gibi çıktı sesim ama şakayla ya da huysuzlukla bu havayı dağıtmak benim görevim gibi gelmişti. Onun kafasını ne süredir meşgul ettiğimi bilmek her zaman garipti fakat yine de ondan her duyduğumda göğsüm düğüm düğüm oluyordu.
"Sen de çıplakken ne kadar tesirli olacağını düşünürsek seni üstündekilerden kurtarmalıyız."
Kolları omuzlarımın tepesine konduğunda yerimden sıçradım. Odasının duvarları nubuk bir kağıtla kaplı, altın renkli bir atın teni gibi görünüyordu. Yatak örtüleri öyle koyu bordoydu ki önce siyah sanmıştım. Etrafı tarayıp Kılıç'ın üstüne atacak bir şey aradım fakat beni kendine doğru çevirirken gözlerimi bile kapatamıyordum. Ve tamamen giyinikti.
"Ne yapmaya çalışıyorsun?"
"Döner dönmez çıplak bulmayı umduğun yere baktığına göre seninle aynı şeyi."
"Hayır," dedim sadece. Tamamen giyinik mi diye süzmem mahrem yerlerine bakmaya can attığım için olamazdı ya.
"Peki o zaman benimle yapmak istediğin şey o değilse evden çıkmamız lazım, seni bir yere götürmek istiyorum."
Karşı çıkmadım hatta minnetle onayladım onu. Ben ceketimi almak için odaya uğradığımda bu cekete o kadar uzun zamandır dokunmamıştım ki sanki yasaklı bir madde gibi bir an uzanmadan önce donakalmıştım. Cesaret toplamak için duvardaki saate baktım. Saat henüz 10.29'ken günün nasıl bu kadar uzun sürdüğüne şaşırıyordum. Kılıç'ın yanındayken zaman donuyordu sanki. Yeniden askıdaki cekete döndüm tedirgince fakat bu güçsüz ve korkak Karnelyan ben değildim. Onu koluma asıp aşağı indiğimde Kılıç'ı kapının önünde pazara gitmek için hazırlanan kadınlarla konuşurken bulmuştum.
"Gelecek hafta toplananları Seryum'a göndereceğiz," dedi bir kadının sepetinden taşan marullara uzanırken.
"Aslında biz Seryum pazarına bizzat gidip kendi ürünlerimizi ne zaman sergileyebileceğimizi merak ediyorduk."
Zayıflığı yüzünde kederli bir çöküntüye yol açan kırklı yaşlardaki kadının gözlerinde mahcubiyet fakat umut parlıyordu. Kılıç ellerini arkasında birleştirirken kadını bakışları ile ürkütmeyi bırakıp arkasında kalan manzarayı izledi düşünceleriyle.
"Bunun için biraz daha zaman gerekli. Sizi ilk fırsatta oraya götüreceğim. Fakat o zamana kadar oradaki yakınlarınıza, gerçekten güvendiklerinize haber yollayıp onları buraya davet edebilirsiniz."
Çakıllı yoldan bize doğru yürüyenlerle birlikte Kılıç'ın karşısındaki üç kadının da solukları bir iç çekişle kesildi. Ne olduğunu yüzlerinden, ifadelerinden okumaya uğraşırken bir tanesi "Bir yolcu gemisi Salta' ya demir atabilecek mi yani?" diye soruyordu umutlu şaşkınlığıyla.
Ağır ağır başını sallarken "Artık Salta ve Seryum arasındaki duvarı yıkmanın vakti geldi," dese de güçlü ifadesinin arkasındaki karanlık enerjiyi hissetmek mümkündü. Senelerdir Salta büyülü bir toprak parçası gibiydi dünya için, aslında ilkel bir kabilenin yaşadığına dair teoriler vardı ve ben bile buna inanmaya çok yatkındım. Şimdi ise bu ufak bölgede insanların ne kadar nazik, yaşamaya aç ve bunu hak ediyor halde olduklarını görüyordum. Sanki ölmüş ve öteki hayatın varlığını öğrenmiştim.
"Ama benim tüm tanıdıklarım Serenyum'da..."
"Üzgünüm Nesli, Serenyum'a kapıları açmak için henüz erken."
Kadının solgun yüzü, hayal kırıklığı Kılıç'a baktığında yüzünü aydınlatan minnetle yok oldu saniyeler içinde. Ona ne kadar güvendiklerini gözlerimle görürken ikimizin bir güven için testlere ihtiyaç duyması da garipti.
"Çağırmak istediğiniz yakınlarınızın isimlerini ve adreslerini bana bildirmelisiniz, Salta'yı korumak için buraya gelerek tehlikeye yol açmayacaklarından emin olmalıyım."
Kadınlar neşeyle onayladığında Kılıç varlığımın başından beri farkındaymış gibi bana döndü ve yürümeye başladığında peşine takıldım.
Binanın yanında bir sedan bir de kamyonet vardı fakat bu adam her gittiği yere yürümek konusunda başından beri ısrarcı olduğu için baldırlarım sızlayana kadar arkasından sessizce yürüdüm. Taşlarla yükseltilmiş koca bir kalenin önüne kadar gelmiştik. Okyanusla toprak arasında dikilmiş koca duvarın taş merdivenlerini tırmanırken son zamanlarda vücudumun zayıflığı yüzünden nefes nefeseydim. Sonunda Kılıç'ın tepeye ulaştığını ve gelmemi beklediğini gördüğümde tırabzansız merdivende taşa iyice yaklaşıp yürümeye devam etmiştim.
"Testi geçtiğimi sanıyordum ama yine de beni cezalandırıyorsun," dedim yanına vardığımda. Nefes nefeseydim ve soluklarım düzelmeden görüşüm netleşmeyecekti.
"Dönüşte seni kollarımda taşırım."
Doğrulup elimle geçiştirdim onu. Cevap vermek için aralanan ağzım şaşkınlıkla çeneme kadar eğildi. Koca okyanus yüreğimi aciz bir kuş gibi çırpınmasına neden olacak kadar korkutucu gövdesi ile karşımdaydı. Öyle yüksekteydik ki dünyanın eğimini görür gibiydim. Kılıç'a baktım hemen okyanustan kaçınıp. O hayranlıkla bakıyordu manzaraya.
Elini uzatıp bana bir yeri işaret ederken yüzünü okşayan sabah güneşi dikkatimi dağıttı, ona bakmayı kesemedim.
"Seryum'u özlediğini biliyorum," diyordu baktığı yere duyduğu hayranlıkla. "Seni oraya bir süre daha götürmeyeceğim ama belki biraz özleminin dinmesi için onu izlemeni sağlayabilirim."
Son okuduğum kitapta aptallığın tanımına denk gelmiştim. Yazar, parmakla gösterilen manzaraya bakmak yerine parmağı izlemenin aptallık olduğunu yazmıştı ve okurken yalnızca gülüp geçmiştim. Fakat şimdi Kılıç Kül Seryum bana manzarayı aheste bir tebessümle gösterirken onu izlemekten başka bir şey yapamıyordum. Bana döndü ve gözlerinde süregelen hayranlık çoğalarak taştığında gözlerimi kaçırarak gösterdiği yere odaklanmaya çalıştım. Bir karanın uzantısı çok ama çok uzakta siyah bir yılan gibi uzanıyordu. Benim ülkem. Oradaydı, onu görüyordum ancak onun beni görmediğini biliyordum. Kılıç'ın senelerce Seryum'a buradan baktığına emindim. Seryum'un ona ait olduğunu söylüyordu ama onu ömür boyu böyle uzaktan izlemek zorunda kalmıştı. Aslında bu benim için de geçerliydi. Benim ona ait olduğumu düşünüyordu oysa beni kaç kez görmüştü ki?
"Yaralar seni rahatsız ediyor mu?"
Rüzgarın uğultusuna karışan sesi beni şaşırttı.
"Yaralar mı?"
Seryum'la alakası olabilirmiş gibi okyanusun öte ucundaki karaya baktım fakat Kılıç "Rahatsız olduğunu gizlemek zorunda değilsin Karnelyam," dediğinde az evvel kaçan gözlerimi kulaklarından tutup adamın yüzüne savurdum.
"Kılıç, bugüne kadar hiçbir kadının senin yara izlerinden rahatsız olduğunu sanmıyorum."
Rüzgarın gözüme ittiği saç tutamını nazikçe yüzümden çekerken savunmasız bakışlarını gizlemedi adam. "Ama sen oluyor musun?"
Saçmalıyordu, aynaya hiç bakmıyormuş gibi konuşuyordu. Nefret etmem gereken kusurların onun teniyle birleşince nasıl kusursuz olduğunu nasıl göremiyordu?
"Diğer kadınlardan çok da farklı değilim, yüzüne bakınca ya da bedeninin diğer kısımlarına... İzler gördüğüm son şey oluyor."
Tereddütlü dudak seğirmesine bakılırsa konuşmaya devam etmemi ve bundan hoşnut olduğunu görüyordum ama ne olursa olsun evli bir kadın olduğum bir gerçekti. Onunla flörtleşmeyecektim.
"Sare'deki kadın arkadaşların seni gerçekten ikna edemedi mi?" Kayıtsız tutmaya çalışıyordum sesimi. "Mesela Ayla yüzüne bakarken izlerini rahatsız edici buluyor gibi görünmüyordu."
"Alya'nın nasıl baktığıyla ilgilenmediğim kısmı da görmüş olmalıydın."
Alya'nın kutsal ismini düzelttiği için ne kadar aptal olduğunu düşündüğüm için sessiz kaldım. Fakat sonra "İlgilenmiyor olsaydın kadın kendini kollarına atmazdı muhtemelen. Ne sanıyorsun, biz kadınların erkeklerin cazibesine karşı koyamayan zayıf yaratıklar olduğumuzu mu?" diye çıkışma ihtiyacımı bastıramamıştım.
Bana bakmayı kesip dirseklerini önündeki taşa yasladığını gözümün ucuyla takip edebiliyordum. Rüzgarın sert sesine rağmen bıkkın bir nefes verdiğini de duyabilmiştim. Pek çok şey söyleyebilecekken sessiz kalmayı seçmesi kendimi rahatsız hissetmeme neden oluyordu. Seryum'a gidebilmek için onun onayına ihtiyaç duymak da beni öfkelendiriyordu.
"Bana söylediğin o şeylerin bir anda aklında belirdiğine inanmıyorum. Gerçeklik payı olmamaları imkansız."
Başı eğikken yüzünü bana çevirdiğinde rüzgarda kıpırdayan gömleği çenesine çarpmaya başlamıştı. Gözlerimi delip geçen gözleri de kendi kadar suskundu. Sanki konuşmaya devam etmemi istediği için kendisi susuyordu.
"Belki de senden özür dilememi gerçekten istiyorsundur."
"Senden bir özür beklemiyorum. Bana en başından güvenebilmiş olmanı istiyorum. Benim yerime DYK'yi seçmemiş olmanı, bunlar başına gelmeden seni onların gerçek yüzüyle tanıştırabilmiş olmayı istiyorum."
Yol boyunca cebimi yoklayıp durduğum gibi elim cebime gitti tekrar. Adam bakışlarını kaçırmadan bakmayı sürdürüyordu ve ne kadar iyi bir maskeye sahip olsa da gözlerindeki parıltının azlığından ona güvenmiyor olmama içerlediğini anlayabiliyordum. Ondan af dilemeyeceğim kesindi fakat yine de iç cebimdeki fotoğrafları çıkarıp ona uzattığımda da gözlerimden ayrılmayan bakışlarda bunun hüznünü gördüğüm için kendimce bir barış eli uzattığıma inandım. Gözleri ilmikleri sökülür gibi zorla benimkilerden ayrılıp elime indi. Kılıç elindeki üç fotoğrafa bakarken yüzünden hiçbir şey okunmuyordu. Ne düşüneceğini bilmiyordu belki de.
Kılıç'ın onu karşılamaya gelen Sare'lilerin önünde halkın taleplerini dinleyen mağrur bir kral gibi durduğu fotoğrafı işaret ettim, onu öne çıkarıp incelemeye başladı. "Nedense rüzgar hepimizi dağıtmış ama sen bir heykel gibi kusursuz görünüyorsun."
Kılıç bana döndüğünde göz karaları beyazlarını ele geçirecek kadar büyümüştü. Yoğunluğuna dayanamayarak kaçırdığım bakışlarımı titreyen eline yönelttim ve onun sanki kendisine aşk ilanında bulunmuşum gibi bakmasına son vermek istedim.
"Yani bir büyücü olduğunun delilini tutuyorsun elinde. Onu yok etmezsen bir cadı gibi yakılabilirsin."
Yüzüne yeniden bakamadım ama aldığı soluk fazla derindi, kabaran göğsü sanki gururla devleşiyordu karşımda. Yine konuşmuyordu ki ben ürküp konuşmayı kesmeyeyim.
"Üyeler bu fotoğrafları önüme bıraktığında korkacağımı düşündüler. Neden korkayım ki? Bana, benim için deli oluyormuş gibi bakan sensin. Ben fotoğrafların çoğunda sana bakmıyorum bile."
Ellerini izlediğim için çarşının ortasına ona yoğun bir ilgi ile baktığım fotoğrafı öne çıkardı fakat bir yorum yapmadı.
"O fotoğrafta da beni sıkıştıran sensin, ben sana yalnızca bakıyorum."
Benim manzaraya baktığım ve Kılıç'ın manzara benmişim gibi bana baktığı fotoğrafı en öne koydu şimdi de.
"Bu yeterli bir kanıt sanırım."
"Bunları neden sakladın Karnelyam?"
Öyle olmadığını bilsem de sesi tehditvari bir kısıklıkta olduğu için ürperdim. Konuşmadan önce dudaklarımı ıslattım vakit kazanmak için. Fakat ne kadar düşünürsem düşüneyim cevap belliydi. Bilmiyordum ve Kılıç'a da bunu söyledim. Ama nedense yanıt bende değil de ondaymış gibi kararlı ve bilmiş bir ifade takındı. Başını sallarken dudakları büküldü. Elindekileri ondan almaya cesaret edemedim. Geri almak ve yeniden saklamak ona ciddi bir işaret olacaktı.
"Bana neden Karnelyam diyorsun?" diye sordum bir süre sonra.
Beklemediği için kaşları çatılmıştı, yine de minik bir tebessüm hasarlı tenini geriyordu.
"Çünkü sen hiçbir zaman benim için karnelyan olmadın. Önceleri bana ait olanı yaşayandın sonra arayandın, umuttun, hayal kırandın, yazardın, okurdun, benim için yaraydın. Benim için yaratıldığına karar verdiğimde artık benim Karnelyam oldun."
Manzaraya döndüğünde beni de manzaraya çevirip arkama yerleşti. Kollarını gövdeme sarmasına ses çıkarmadım, başım kalbinin attığı köşeye yerleşti hemen.
"Karnelyam," dedi iç çeker gibi. Rüzgar yüzüme ne kadar sert eserse essin adamın arkamı koruyan sıcaklığı önden gelen darbeyi de yumuşatıyordu. "O fotoğrafları neden sakladığını biliyorum. O yüzden de benim için karnelyan değil bataklık çiçeğisin."
"Artık değilim." Rahatsızca kıpırdandım kollarında. Çenesi başımın tepesine kondu. Uzun süre ikimiz de sessiz kaldık fakat biliyordum ki o sessizlik süresince ikimiz de karşımızdaki Seryum'u izlerken birbirimizi düşünüyorduk.
Eve dönmeye karar verdiğimizde yol yine aynı düşüncelerle ve onların fiziksel dünyaya doğurduğu sessizlikle geçmişti. Beni taşımak istediğinde adımlarımı hızlandırıp önüne geçerek vermiştim cevabımı.
Kapıyı bize Maya açtığında bana yalnız bir saniye bakabilmişti ve daha önce girmediğim yemek odasına girene kadar Kılıç'ın yanında yürümeye başladığında da gözleri onun üzerinden ayrılmadı.
En son Seryum'da kalabalık bir yemek yediğimizi hatırlıyordum. Arkadaşlarım yanımdaydı ancak ben tüm yakınlıklara rağmen en çok düşmanıma yakın ve henüz işlemediğim bir günahın ağırlığıyla uğraşıyordum o akşam. Şimdi ise aynı düşman ona işlediğim kabahati benim açımdan haklı çıkarmıştı ve asıl mahcubiyet bu olmalıyken bizi neşe ile karşılayan kadınların arasına katıldığım için yalnızca iyi hissediyordum. Hiçbir aması, soru işareti, pürüzlü yanı olmayacak şekilde iyi hem de.
Kılıç masanın başına oturmadan önce çaprazında kalan sandalyeye oturmam için bekledi. Haftalar sonra bu evde ilk günümmüş gibi hissettiriyordu bu an. Güneş tepedeydi, yemekler sıcak ve mis gibi kokuyordu. Annem masada karşımda oturup benimle her göz göze geldiğinde gülüyor, kendini bana bakmaktan alıkoyamıyordu.
Kılıç'a döndüm ve bana bakan, her zaman bana bakan, ben onu görmediğimde bile beni gören, sorularımın cevaplarını bilen adam yine bana bakıyordu ve rahat olduğumdan emin olmaya çalışıyordu. Yemek yerken, kadınlar gerçekten de buradaki ilk günümmüş gibi bana bir yığın sorular sorarken aklım sadece bu andaydı. Koca masanın başında tam on dört kişiydik. Her birinin yüzleri buraya ilk geldiğimde tek bir kişiymiş gibi gelirken şimdi bambaşkaydılar ve bir tanesi askerlere eğitim vermem konusunda diğerlerinden çok farklı düşünüyordu.
"O kadar adamla nasıl uğraşabilir bir insan? Salta'daki erkek nüfusu bu kadar azken bile her gördüğüm gözüme batıyor."
Çoğu kıkırdadı buna, bazılarının bakışları Kılıç'a döndü ve kadın Kılıç'a bakıp elini havada sallarken "Seni tenzih ediyorum, kendini şanslı say," diye açıklıyordu.
Yemek esnasında önüme konan her şeyi yediğimin, midemin bir kez bile bulanmadığının farkına vardığımda yemek bitmiş, herkes tokluk ve huzurla mayışmış halde sandalyelerine yığılmıştı.
"Odamda kuruttuğum bir demet lavzer vardı," dedi ciddi bir sesle Kılıç. Henüz çok az şey söylemiş olsa da bugünün geri kalanını mahvedeceği belliydi.
Kimseden çıt çıkmıyordu Kılıç konuşmaya başladığında. Evet, ona saygı duyuyorlardı fakat bu kez başka bir şeydi onları sessizliğe iten. Sandalyemde tedirgince doğruldum.
"Bu sabah iki dalın kaybolduğunu gördüm. Aranızdan birinin buna ihtiyacı mı vardı?"
Sessizlik tek cevaptı.
"Maya, belki senin bu konuda söylemek istediğin bir şey vardır."
Başından beri masanın karşısında annemin yanında oturan genç kadın bana ara ara ne düşündüğünü anlayamayacağım bakışlar atmış, ne zaman göz göze gelsek gözlerini benden kaçırmıştı. Bunu bir sorun olarak görmemiştim ancak Kılıç her ne amaçlıyorsa kız için bir sorun olduğu görülüyordu.
"Neden olsun?"
Kılıç'ın masaya yaslanan eline uzandım bilinçsizce, yeniden bir kriz patlak verecek ve bu güzel yemek felaketle sonuçlanacak gibiydi. Kılıç'ı durdurmak istesem de o elimi yakalayıp kucağına çekti ancak gözlerini diktiği kızdan bir an olsun ayırmadı.
"O zaman biri odama girip kuru bir lavzer dalı aldı ve ilk denemede başarısız olduğu için ikinciye ihtiyaç duydu."
"Ne demek istiyorsun?"
Annem bir Kılıç'a bir Maya'ya bakarken kızın önüne geçmiş, fark etmeden onun için Kılıç'a siper olmuştu.
"Odama benim dışımda girmeye izni olan tek kişi Nesli olduğuna göre Karnelyan'ı zehirlemek isteyen o muydu?"
Vücudumdaki kan akışı kesildi, ciğerlerime birkaç saniye hava gitmedi ve masadaki her yüz bana döndüğünde suçlananın ben olduğumu hissettim. Nesli olduğu yerde, savunmasız gövdesi ile titriyor ve inanamıyormuş gibi bakıyordu Kılıç'a.
"Kılıç, böyle bir şey söyleyemezsin."
Sesimi ben bile zor duydum ama Kılıç'ın tüm dikkati ve gözünü karartan koruyucu enerjisi ile bana odaklanmasına bu zayıf ses bile yetmişti.
"Ben böyle bir şeyi neden yapayım? Ürhen benim dostum ve o kız da zehirlenmeyi hak etmiyor."
Nesli sonunda yediği darbeyi atlatıp titreyen sesle kendini savundu ama Kılıç Maya konuşuyormuş gibi ona döndü.
"Odama giren başka kimse olmadığına göre bunu yalnız sen yapmış olabilirsin Nesli. Seni bu evde tutamam."
"Maya ne oluyor?"
Sessiz kalan kıza sorulan sorular ve Nesli'nin masumluğuna inananların kaygı dolu enerjisi koca evi boğuyordu.
"Bu evde kimse böyle bir şey yapmaz."
"Belki ki biri yaptı. Ve o kişi de Nesli."
Kadının gözleri işlemediği bir suç için benden özür diliyordu, başını iki yana sallarken yapmadığını söylüyordu bana ısrarla. Ve ben buna zaten inanıyordum.
"Toparlan, akşama kalmadan bu evi terk edeceksin."
"Ama nereye?"
Nesli donup kalmıştı, karşı çıkmıyor, savunmaya geçemiyordu.
"O öyle bir şeyi asla yapmaz."
"Ama yaptı. Odamdan kaybolan lavzer Karnelyan'ın bardağında bir anda belirmediyse bunu tek bir kişi yapmış olabilir. Odama girebilen ve Karnelyan'a erişebilen biri."
Kılıç sakince, tane tane konuşuyor, kadınların yoğun endişesi ve kaygılı telaşından zerre etkilenmemiş görünüyordu. Ama onu durdurmanın anlamsız olduğunu biliyordum. Bunu Nesli'nin yapmadığını da.
"Nesli kalk, seni bu topraklarda görmek istemiyorum."
Onu susturamadım ama elimdeki elini tüm gücümle sıktım.
Baktığım her göz kızarık, her yüz yaşlarla sırılsıklamdı.
"Bendim."
Kargaşaya rağmen duyulan cılız ses tahmin ettiğim kişiye aitti. Kılıç hiç kıpırdamadan ona bakarken annem şokla geri sıçramış ve Maya'ya bakan gözlerini acı ele geçirmişti. Sonra her birimizi içine çeken derin bir sessizlik oldu, kederli iç çekişler bile bozamadı sessizliği ta ki annem fısıltı ile "Neden?" diye sorana dek.
"Çünkü o burada olmayı hak etmiyor."
Yine başlamıştık. Birileri nedense neyi hak edip etmediğime karışmak konusunda hiç çekinmiyordu.
"O benim kızım."
"Ama senin kızını da öldüren o. Sen onca şey yaparken seninle iki kelimeden fazla konuşmuyor bile. Sırf doğurduğun için kendini ona karşı suçlu hissetmenden nefret ediyorum."
"O benim kızım."
Maya telaşa kapılmadan sakince konuşsa da bedeni zangır zangır titriyor, içimde baş edilmez bir merhamet uyandırıyordu. Anneme doğru uzandı fakat annem ona dokunmasına izin vermedi. Annemle aralarındaki bağın mumun bağrındaki ip gibi yavaş yavaş yandığını görüyordum ve bir şekilde bunun sebebi bendim.
"Bizimle konuşmaya tenezzül bile etmiyor. Seryum'un başına açtığı işleri tüm dünya biliyor ve buraya da aynısını yapmasından korktum."
Konuşuyordu, itiraf ediyordu fakat hala beni zehirlemeye çalıştığı gerçeğini idrak edemiyordum.
"O seni hak etmiyor," diyip Kılıç'a döndü hızla. "Siz de Kılıç'ın daha iyisini hak ettiğini düşünüyorsunuz, biliyorum."
Ona acıma ve şaşkınlıkla bakan kadınlara dönüp destek aradı, eğer beni zehirlemeye çalışmasaydı kesinlikle ona aradığı desteği sağlardım. Kılıç'ın parmakları arasındaki elimi çekmeye çalıştım, hiçbir yakınlık şu an beni iyi hissettiremezdi.
"Ve o kişi de sen misin?" diye soruldu. Kızın kızarmış yüzü önüne eğildi hemen. Karşı çıktı ancak sesi fazla zayıftı.
"Sırf bir adam seni değil de onu istiyor diye kızı zehirlemeyi mi seçtin gerçekten?"
Maya'nın Kılıç'a karşı ilgisi olduğunu nedense daha önce düşünememiştim, bunun için beni zehirlemek istediğine inanamıyordum.
"Gazeteyi bilinçli bir şekilde saklıyordun değil mi? Karnelyan'ın görmesi için."
İsmim geçiyordu ancak sanki burada değilmişim gibi davranıyorduk hepimiz.
"Maya ne olacağını sanıyordun? Kız ölünce Kılıç'ın sana aşık olacağını mı?"
Tek bir yanıt yoktu, yalnızca peşi sıra düşen ve geçtiği yerde iz bırakan yaşlar vardı.
"Sen..."
Annemin boğazına dizilen laflar çıkmaya zorlanıyor gibiydi, duraksadığında Maya ellerine sarıldı. Kız üzgündü ancak hiç pişman görünmüyordu.
"Senin için yaptıklarımdan sonra nasıl..."
Öz kızı gibi vakit geçirdiği kız öz kızını nasıl zehirlerdi? Fakat belki de sorun gerçekten bendeydi. Bir şekilde nefreti üzerime çekmeyi başarıyordum.
"Toparlan, bu eve bir daha dönmeyeceksin."
Ve Kılıç'a bu kez onun için karşı çıkmadım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.02k Okunma |
886 Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |