@almelia
|
Bir süre daha kendime ona sarılma izni verdim. Bir noktada buna bir son vermem gerektiğini biliyordum fakat sebeplerime yeterince sağlam tutunamıyordum.
Onu itecek gücü kendimde buldum. Geri çekildiğinde bakışlarındaki tutku bir nebze körelmişti.
"DYK Bu sabah Seryum'a gelmiş," dedim davranışlarımdaki ani değişikliği sorgulamaması için. "İkimizle konuşmak istemişler ve orada olmadığımız için Varyet'e geçmişler. Sanırım Tarhunluların iyi ağırlanmadıklarını iddia edip seni dünyaya bir zalim olarak göstermeyi planlıyorlar. Böyle bir şey yaparlarsa kimse en başta onlara ülkenin kapılarını açarak yaptığımız iyiliği konuşmayacak."
"DYK artık ne yaparsa yapsın kendi mezarını derinleştiriyor olacak."
Masadaki dosyalanmamış kağıtları incelemeye başladı, parmak uçları ile onları aralarken kaşları çatıktı fakat buna neden olanın gördükleri değil kafasında dönen düşünceler olduğunu biliyordum.
"Birkaç günlüğüne buralarda olmayacağım."
Kafasını kaldırıp bana baktığında gözleri boştu, ifadesizlik maskesi yüzündeydi. Kaşlarım ben engel olamadan çatıldı, şüpheyle izledim yüzünü. Sesini duymuş olduğuma bile emin olamadım bir an.
"Nereye gideceksin?"
"Rastaban'a, genel başkanla bizzat konuşmak için."
Tuttuğumu bile fark etmediğim nefesimi rahatsızca dışarı verdim.
"DYK genel merkezine mi gideceksin? Onlar seni Seryum'da ararken."
"Evet. Onları yok etmek istiyorsam harekete geçmeliyim."
Ve anladığım kadarıyla benim onunla gitmemi istemiyordu.
"Onların yok olmasını ben de istiyorum Kılıç ve her ne yapıyorsan sana bu yolda eşlik etmem gerekiyor."
Elleri beni yakalamak için uzandı fakat masa ile arasından çekilip kollarımı göğsümde bağladım.
"Bir daha aynı şeyleri yaşayamam Nimfea."
Kararlı bakışlarında anlayış dilenen bir sönüklük vardı ve midemin kasılmasına yol açtı.
"Yeniden arkandan iş çeviririm diye mi gelmemi istemiyorsun?"
"Seni koruyamamaktan korktuğum için istemiyorum," diye karşı çıktığında sesi yüksek ve pürüzlüydü.
"Bu kez beni korumana gerek kalmayacak. Yeniden beni alıkoyamazlar, hem de üstlerinde bu kadar suçlama varken."
"Üstlerindeki suçlamalardan kurtulmak için yaparlar Nimfea. Her şeyi yapacaklarını sen de biliyorsun. Seni günlerce bir yere hapsedecek kadar gözü dönmüş bu adamlar bu işten bile seni suçlu çıkaracak bir yan bulabilir."
Aklıma ablam geldi bu sözler üzerine. Düşüncelerimi elekteki un gibi dağıtmak için başımı sertçe iki yana salladım. Sözlerinin doğru olduğunu biliyordum ama bir fırsat varsa ve onlara karşı kullanmazsam yaşayamazdım. Burada tekrar o yokken kalıp bekleyemezdim.
"Eğer birlikte savaşmayı teklif ettiysen beni geride bırakamazsın. Tam da beni bir yere hapsedecek kadar gözü dönmüş bu kuruluştan her şeyimle nefret ederken hiçbir şey yapmadan duramam. Bu kadar aciz hissetmeme izin verme Kılıç."
Samimi sözlerim kendimi teşhir etmişim gibi hissetmeme neden oldu, yeniden midem bulanıyordu. Yüzümdeki rengin gittiğini biliyordum, yutkundum ve nefes almaya çalıştım.
"Karnelyam," diye inlerken bana doğru bir adım attı fakat bana ulaşmasına izin vermedim. Yabancı bir adamın yakınlığına değil savaşmaya ihtiyacım vardı.
"Yalnızca konuşmak için oraya gideceğim. Yerinin açığa çıkmasını göze alamam. Senin merkez binasına yaklaşmana izin veremem."
Tek omzumu silktim kendime daha sıkı sarılırken.
"Yine de sen DYK'nin yok olması için bir şeyler yaparken yanında olmak istiyorum."
"Ben ne dersem onu yapmak zorundasın Karnelyam. Sana bir otel odasından günlerce çıkmaman gerektiğini söyleyebilirim, her gittiğin yere arkanı kollayacak adamlar koyabilirim. Eğer karşı çıkarsan ve seni yeniden kaybedecek olursam bu kez ne olursa olsun bu kadar nazik olmam. Beni istemediğim biri olmaya zorlarsın."
Bir kamçı gibi yüzüme çarpan tehditkar sözleri dilimi damağımı kurutmuştu. Kendimi yeniden ona ihanet ederken dudaklarına öpücük kondurarak ikna etmeye çalışan kız gibi hissettim. Sanki gidersem yeniden her şey tuzla buz olup tenime saplanacaktı.
"Hiçbir şey yapmamı istemiyorsan neden beni savaşa dahil ettin? Elinin altındaki aptal bir piyon mu olmamı istiyorsun?"
Bu kez üstüme geldiğinde geri kaçmam bir işe yaramamıştı, kollarımı iki yanından kavradığında tutuşu sıkı ve parmakları sıcacıktı. Yüzüme çelik gibi sert bakışlarla bakarken bile sıcaklığı dudaklarımı ıslatma ihtiyacı hissettiriyordu.
"Neden aptal bir piyonu tüm dünyadan korumak isteyeyim?"
"Aptal bir şahsındır sen de belki."
"Hala gelmek istiyorsan benimle böyle konuşarak başarılı olamazsın bebeğim, daha nazik olmayı dene."
"Tatlı ve nazik ama aptal bir kralsındır belki," derken az evvelkinin daha iyi versiyonunu sunduğumu düşündüm. Kılıç'ın beni bırakıp kalçası ile masanın kenarına yaslanmasına, kollarını göğsünde birleştirip acımasız bakışlar atmasına bakılırsa hiç işe yaramamıştı.
"Gelmek istiyorum Kılıç. Gerçek bir şey yapmak istiyorum," derken iyi gidiyordum, adamın bakışları bir nebze yumuşamıştı fakat "DYK'ye karşı beraber savaşamazsak ben de sana karşı savaşmayı sürdürürüm," dediğimde gözlerinin önüne iki aşılmaz duvar inşa edilmiş gibi ulaşılmaz oldu. Mimikleri donmuş gibi kaldı ve cesaretimi yitirmek üzereyken içimde bitip tükenmez şekilde ona yaklaşma arzusu vardı. Sanki kapısının dışında dikiliyor gibi hissettim, kapıyı çalsam yanıt alamayacağımdan korkup öylece duruyordum. Kapıyı çalmaya karar verdim. Bacaklarının arasına girene dek ona yaklaşıp boynunu, keskin çenesini, yumuşak olduklarını bildiğim dudaklarını izlerken "Sana karşı savaşmak istemiyorum," diye itiraf ettim.
"Hiçbir zaman seninle düşman olmak istemedim. Belki yeniden dost olabiliriz, beraber savaşma şansımız varken buna engel olma."
"Dost olmak istemiyorum," dedi kayıtsız tutmaya çalıştığı sesiyle. Fakat çenesinde seğirip duran kası benden gizleyemezdi.
"Onu anladım zaten. On senelik dostluğumuzun bir yalan olduğu ortaya çıktığı gün!"
Burun kanatları genişledi, göz kapakları kısıldı ve onu ikna etmem gerekirken iyice uzaklaştırdığımı fark ettim.
"Yalan değildi ve sadece dostun olmak istemiyorum." Pürüzlü sesi kısıktı. Aptalca fikirlerine ayak uydurup onunla evleneceğimi mi sanıyordu? Şimdi onu bu konuda kışkırtmanın sırası değildi o yüzden kendimi tuttum.
"Bir anlaşmamız var, senin yanında olmam gerek," diye asıl konuya döndüm. Yumuşak dudaklar aralandığında elim hızla üstüne kondu ve "Sen istediğin sürece, evet," diye onun yerine konuştum.
"Ama imkanın olsa tüm bu işleri yaparken beni izlemek isterken yanında gelmemi istemediğine inanmıyorum."
Göz kapakları ağır ağır inip kalkıyordu göğsü gibi, delici bakışları yüzümde gezinirken dudakları hala elim tarafından örtülü olduğu için cevap vermiyordu.
"Haksız mıyım?"
Elimin altında iki yana sallandı çenesi hafifçe.
"Yani geliyor muyum?"
Bu sefer tepki yoktu.
"Elimi yavaşça açacağım eğer red yanıtı alırsam yeniden kapatırım o yüzden onay ver."
Avcumu dudaklarından çektim ama parmaklarımı yanağında tutmaya devam ettim.
"Geliyor muyum?" Benim fısıltım onun "Hay-" diye başlayan red yanıtıyla çok zıttı ve avcum dudaklarını hemen kapatınca kelime elimin içinde boğulup öldü.
"Tamam, eğer seninle geldiğimde bana odadan çıkma dersen çıkmayacağım. Eğer beni izleyecek ve hareketlerimi kısıtlayacak adamlara ihtiyaç duyarsan karşı da çıkmayacağım."
Kaşları birbirine yaklaşmış, gözlerindeki dikkatin yoğunluğu artmıştı. Dudaklarımı dudaklarının üzerindeki elime yaklaştırıp fısıltıyla devam ettim ikna girişimlerime.
"Bana verdikleri yemeği yemem, sularını içmem. Onlara güvenmem, istemediğin hiçbir şeyi yapmam."
En son onu gitmesi için ikna etmeme yarayan sözlerin şimdi onunla gitmem için yaramasını dileyerek bekledim.
Gözlerinde onayın izlerini bulamasam da kararan bakışlarında bir değişiklik vardı. Sözlerin ters tepip tepmediğini anlamak için konuşabilecek kadar alan açtım ona.
"Benim olduğunu kabul et," dedi göğsünden kopan hırıltıyla.
Beni kızdırıp ikna işimde çuvallamamı ister gibi konuştuğu için elimi yeniden kapattım. Bakışlarının koyuluğu açılmasa bile dudakları avcumun içinde kıvrılmıştı.
"Kimseye ait değilim Kılıç."
Gözlerinde kendini beğenmiş parlak yıldızlar 'ama ben sana aidim Nimfea' diyorlardı, yemin ederim ki sesini duyar gibiydim ve gözlerimi devirmem gerekirken yıldızlardan birkaçı benimkilere akın edince sırıtırak Kılıç'ın kulağına yaklaştım.
"Ama sen bana aitsin ve yanımda olmanı istemek benim hakkım."
Adamın ellerimin altında odaklı bir yırtıcı gibi katılaşıp hırladığını fark etmekten zevk almaya vaktim olmadı çünkü gevşeyen elimi sertçe indirdikten sonra beni ona yapışacak kadar yakına çekip kulağımın altındaki ince tene dişlerini geçirmişti göz açıp kapayıncaya kadar.
Bir an havada kalmış olan ellerim omuzlarına indi, başımı yana eğerken onun tenime daha rahat erişebilmesini amaçlıyordum. Bir eli kalçama indi, beni sabit tutarken bir yandan etimi yoğuruyordu.
"Bunu söylememeliydin aşkım, kendini bana iyice sapladın bu sözle."
Hayır. Bu kelimeyi ilk kez duyduğumda öyle yoğundum ki resmen patlamıştım. Şimdi ise dizlerimin bağının çözülmesine neden olmuştu ve onca ismim olmayan kelimeden sonra nedense beni parçalara ayırıp kalbimin çiğnenmesine yol açacakmış gibi korkutan bu kelime oldu. Buz dolu bir küvete girmiş gibi kasıldım ve titredim.
"Senin aşkın değilim. Bunu bir daha söyleme."
Kollarını sıkıca tuttum beni bırakması için fakat iki kolunu gövdeme sardığında kendimi kağıt rulosu gibi içe çökmüş, ona yapışmış buldum.
"Benimle gelmek istiyor musun?" diye sordu uyarımı duymazdan gelip.
"Evet," dedim boğulmamak ve sıkı tutuşuyla ikiye ayrılmamak için kıvranırken. Aramızda çatırdayan hava su sızmayacak göğüslerimiz arasında titreşiyordu. Ve Kılıç boğucu havayı yumuşatmak adına "Öpüşelim mi? Belki özlemişsindir," diye sorduğunda gırtlağımdan kopup kulak tırmalayan yüksek bir kahkaha ben engel olamadan odayı inletti. Şakacı sesi, asla sorulmaması gereken ve sorulsa bile bu şekilde sorulmayacak olan sorusu, tatlı sıcaklığı beni bu adamın kollarında ikinci kez parçalara ayırmıştı. İlkinde göğsüm hıçkırıklarla sarsılırken şimdi kahkahalarla sarsılıyordu.
Bu kadar şapşallaşacağına ihtimal bile vermediğim adam belimi iki yandan tutup beni göreceği şekilde karşısına çekerken karnım kahkahalarımla ağrımaya başlamıştı bile.
"Bu evet demek mi, anlamadım."
Gülerken sarsılıyordum ve yanaklarım o kadar gerilmişti ki gözlerimin çizgi haline geldiğine emindim. Rastgele uzattım ellerimi yüzünü kavramak için. Kahkaha kaburgalarımın altına bir yılan dolanmış gibi baskı yarattığı için kıvranıyordum adamın kollarında.
"Kim böyle bir soru sorar ki?"
Elim yanağına denk gelmeyince yanağını elime denk getirdi.
"Sana ait olan bir adam."
Gülmeyi kesebilseydim okşadığım yanağa edepsiz sesi yüzünden tokat atmalıydım fakat hem gülüş hem de Kılıç beni iki yandan ezerken Kılıç sonunda galip gelip dudaklarımı ağzı ile kapadı. Kahkahanın son kırıntıları sıcak ağzın tüm bedenimi ısıtması üzerine ahlaksız bir inlemeye dönüşmüştü.
🕑
Saatler süren deniz yolculuğu süresince denizi bir kez bile görmesem de üzerinde olduğumu bilerek öyle gerilmiştim ki uyurken bile kaslarım gerginlikten iç içe geçmişti.
Kılıç benim de onunla yola çıkmama karar verdiği İçin yolculuk planını erkene çekip ertesi gün yola çıkmıştık ve tam yedi saat süren deniz yolculuğunun üstüne dört saat de Rastaban başkentine varacağımız kara yolculuğuna katlanmıştık.
Kılıç'ın kalmamız için bir ev kiraladığını duyduğumda sanırım bir apartman dairesi görmeyi bekliyordum fakat şehrin merkezinden uzak, etrafı yeşilliklerle dolu müstakil bir eve geldiğimizde Rastaban'ın öteki ülkelerden farkını hissetmiştim. Gördüğüm her yerden daha güzeldi.
Kılıç hiç vakit kaybetmeden DYK başkanı aynı zamanda Rastaban ülke yöneticisi Mizan Taban ile görüşmek için evden çıkarken bana etrafı gezip rahatıma bakmamı söylemişti. Buraya gelmek için fazla uysal davranarak onu ikna ettiğim için öyle davranmayı en azından yüzüne karşı sürdürecektim. Fakat o genel merkez binasına kesinlikle gidecektim.
O evden çıktıktan sonra uzun siyah kabanım ve abartılı da görünse yüzümü gizleyen siyah fötr şapkamı üzerime geçirip peşine takılmam iki dakikamı almıştı.
Kiraladığı araca binmeyip yürüdüğü için rahatlamıştım, yürürken yanına gelen kendi kadar iri iki adamla konuşmak için duraksadı. Kılıç çatık kaşlarla konuşurken iki adam da baş sallayarak onu dinlemişlerdi ve sonunda adamlar bana doğru yürümeye başladıklarında başımı eğip Kılıç'ı takibe devam etmiştim.
Binaya nasıl gireceğimi, girip ne yapacağımı bile bilmiyordum ama orada olmam gerektiğini biliyordum.
Yarım saatten uzun süren, kaslarımı sızlatan yürüyüşün sonunda Kılıç'ı ayna gibi görünen cam bir binaya girerken gördüm, kalbim öyle hızlı atıyordu ki keskin soğuğa rağmen damarlarımda akan kan kaynar sıcaklıkta olduğu için üzerimdekini çıkarmak istedim.
Ne kadar beklediğimi bilmiyorum fakat ardından binaya girdiğimde iki siyah formalı güvenlik beni durdurduğunda soru sormalarına izin vermeden "Bay Seryum'la geldim, sekreteriyim," diye atıldım biraz çabukça.
"Bay Seryum dakikalar önce başkanın odasına geçti, bir başkasının dahil olma izni yok."
Ceketimi yavaşça çıkarırken şaşırmış gibi davrandım. "Ah... Bunu o da yeni öğrenmiş olmalı. Ben genelde toplantılarda önemli noktaları kayıt tutarım."
"Üzgünüm, toplantıya katılamazsınız," dedi adam kayıtsızca.
"Onu burada beklemem sorun olur mu? Dışarısı soğuk ve geri dönemem. Bay Seryum'un toplantıdan sonraki planlarını da kaçırırsam kovulurum."
Adamlardan biri beni şüpheyle izlerken öteki ondan daha sevecen durmuyordu fakat çenesini kaşırken "Bekleme salonuna geçin, Bay Seryum'un işi bittiğinde sizi çağırırız," dediğinde tuttuğum soluğu yavaş ve titrek şekilde bıraktım.
"Teşekkür ederim."
Tarif ettikleri koridora ilerledim fakat bekleme salonuna ulaşmak yerine yukarı çıkan merdivenleri tırmandım. O aptal kasa bu binadaydı, onu bulursam dünyanın rahat bir nefes alacağını bilmek beni daha tedbirle hareket etmeye itmeliydi fakat bulduğum kapıları açıp çoğunu kilitli buldukça saldırganlaşıyordum.
Üçüncü katın sonundaki demir kapıdan çıktığımda yangın merdiveni bulmuştum karşımda. Kimsenin buraya bir kasa saklayacağını düşünmüyordum. Ve etrafı saran sigara dumanına bakılırsa burası maksadından daha farklı kullanılıyordu. Alt ya da üst kattan gelen mırıldanmaları dinlemek ve görünmemek için sırtımı kapıya yaslayıp kulak kabarttım. Bir kadından bahsediyorlardı fakat sohbet ilerlediğinde duyduğum "Kız kasada ne olduğunu biliyor, kurtarıcısına bunu söylemiştir..." sözü üzerine oluşan sessizliğin ardından bahsi geçen kişi olduğumu anladım.
"Söylese de fark etmez ispat edemezler."
Kaç kişiydiler bilmiyordum, yalnız iki farklı adamın sesini ayırt edebiliyordum.
"O adam bu oyunu ölümüne oynuyor, bir yolunu bulabilir," dedi biri sessiz bir öfke çığırışı ile.
"Kasayı bulamazlar," diye kestirip attı öteki.
"Neden bulamasın, kasa tam da adamın olduğu odada duruyor."
Adam Kılıç olabilir miydi?
"Ama başkan da orada duruyor, kendini öldürmek istemiyorsa yönetici oradayken etrafı karıştıracak değil ya."
Cümlenin sonuna doğru ses uzaklaşıyor, boğuklaşıyordu. Demir kapının gıcırdayarak kapandığını duydum ve onları bulup konuşmalarını dinlemeye devam etmeyi ne kadar istesem de kapıdan girip koşmayı seçtim. Çünkü istediğim bilgi buydu, bundan sonra plan yapmalı ve harekete geçmeliydim. Kılıç'a bu bilgiyi nasıl öğrendiğimi söylediğimde kızardı ama yine de başıma bir bela açmadan buradan çıkarsam bir an önce plan yapmaya başlardık. Arkamdan adım sesleri duyduğumda kahretsin ki kafamı kaldırıp bakmıştım. Seryum'a gelen ve benimle konuşan üyelerden biri merdivenin başında durup şaşkın bakışlarla bana bakarken ben çoktan köşeyi dönmüş, tutunduğum tırabzanlardan kayar gibi inmeye devam etmiştim.
"Sayın Karma!"
Duyup duymadığımdan emin olamadığım sesleniş buydu.
Topuklarım yerde tok ve aceleci sesler çıkarırken yeniden "Karnelyan Hanım!" diyen ses daha yakın bir yerden seslendi.
Kapının önündeki iki güvenlik bana ve arkamdan gelene tedbirli bir göz kısıklığı ile bakıyorlardı.
"Sizin burada olduğunuzu bilmiyorduk, burada görünmeniz ne hoş."
Arkamı dönmek zorunda kalmıştım. Tanıdık siması ve arkadan ağır ağır bize gelenler içimde bir panik yarattı.
"Umarım kaçmıyordunuz."
"Hayır," dedim hızla. "Tabii kaçmıyordum."
"Burada ne yapıyorsunuz?"
Uzattığı elini sıktım istemeyerek. Ve konuşmama izin vermeden "Yöneticimiz Mizan Taban sizi görmek isteyecektir. Lütfen biraz beklerseniz Bay Seryum'dan sonra sizin için bir görüşme ayarlayayım," diyerek büyük bir heyecanla sürdürüyordu monoloğunu.
"Hayır," dedim yine sert bir şekilde. Bir an evvel çekip gitmem gerekiyordu, Kılıç muhtemelen burada olduğumu duyacaktı ama yine de burada beni görmesini hiç istemiyordum.
"Fakat sizi bulmak için Seryum'a kadar geldik, hatta Salta'da olduğunuzu tahmin ediyorduk ve oraya gelmenin yollarını dahi arıyorduk ama baksanıza, işte buradasınız. Yöneticimiz sizi bulabilmemiz adına tüm üyeleri seferber etti diyebilirim."
Adam sıktığım eli ile benimkini tutmaya devam ediyordu kaçmamı engellemek ister gibi ve ben yalnızca başımı iki yana sallayıp buradan yok olmak istiyordum.
"Lütfen bizi zor kullanmak mecburiyetinde bırakmayın," diyen tatlı sesi "Sizi denerken görmek isterim," diyen çelik gibi sert bir ses bastırdı.
Kılıç'ın geldiği yöne bakmadan vücudum nereden geldiğini hissederek uyuştu.
"Elini bırak, bir daha kendisine dokunacak olursanız Raxeria'da olanların hesabını size keserim."
Avcumun içinde soğuyan parmaklarını gönülsüzce geri çekti üye.
"Beni tehdit mi ediyorsunuz?"
"'Size zor kullanmak mecburiyetinde bırakmayın beni' minvalinde bir uyarı yalnızca," diye az önceki sözlere nispet yaptığında kolumun birkaç santim uzağındaki gövdesinden bana dev bir sıcaklık dalgası çarpıyordu. Oysa sesi öyle soğuktu ki tezatlık yüzünden görülür biçimde titremiştim.
"Bugün yönetici ile konuşan yalnız bendim ve öyle kalmaya devam edecek."
Kılıç sırtıma koyduğu eliyle beni kapıya doğru çevirdi, yaydığı otoriter enerji herkes gibi beni de etkisi altına aldığı için yönlendirmelerine ayak uyduruyordum.
"Fakat Sayın Karma ile görüşmek zorundayız," dedi adam ama kekeleyerek kurmaya çalıştığı yeni cümlede tökezlediğinde Kılıç ızdırabına son verdi.
"Ve görüşemeyeceksiniz."
İki güvenlik görevlisi ortamı izlerken bize doğru seğirseler de Kılıç'ın bakışı onları dondurdu. Arkamızda kalan üyelerden talimat bekler gibi gözlerini çevirdiklerinde Kılıç kapıyı itip beni çoktan önden çıkarmaya girişmişti.
Basamakları inerken de sırtımdaki elini çekmedi Kılıç. Adımları rahat fakat genişti, onun bir adımına denk düşmesi için en az iki adım atmam gerekiyordu ve sonunda bu tehlikeli sessizlikle boğulmaya başladığımda "Kılıç," dedim ürkekçe.
Cevap vermedi, dönüp bakmadı. Sırtımdaki eli geri çekilip paltosunun cebine yerleştiği an adımlarım geride kalmaya başlamıştı ve kabanımın üzerimde değil de kolumda olduğunu anlayacak kadar üşümüştüm.
"Bir şey söylemeyecek misin?"
Koşar adım ona yetişmeye çalışıyordum, üzerime geçirdiğim kabanın yakalarını kaldırıp rüzgarın sert kırbacından sıyrılmaya çalışıyordum o esnada.
"Bak, bana kızgın olduğunu biliyorum ama-"
"Sana kızgın değilim," diye kesti sözümü.
"Değil misin? Kaşların neden çatık o zaman?"
"Çünkü sana güvendiğim için kendime kızgınım." Sesi havadan bile soğuktu.
Böyle olmasını istememiştim ama geriye dönüp bana yapmama şansı verecek olsalar bunu reddederdim, pişman değildim. Binanın otoparkına kadar takip ettim onu, yaklaştığımız araçtan inen bir adam hızla yolcu koltuğunun kapısını açtığında Kılıç yalnızca "Bin," dedi ve cevap vermeme kalmadan arkasını dönüp ilerlemeye başladı. Geniş gövdesi gittikçe uzaklaşıyordu ve ben bir şey yapamıyordum.
"Hanımefendi."
Kapıyı hala açık tutan kişiyi bekletmemek için arabaya bindim. Yine olsa yine aynı şeyi yaparım dediğim şeyin beni bu kadar etkilemesine anlam veremiyordum, yol boyu da bu yürek sıkan histen kurtulmaya çalıştım. Eve vardığımızda da içeri girmek yerine çakıllı yolda taşları ezen tekerlek sesi duyana kadar evin etrafını turlamış ara ara içeri seslenip saati sormuştum ama içimde daha önce yaşamadığım cinsten bastırılamaz bir kaygı olduğu için hareket etmeye devam etmiştim.
Siyah bir sedan kapının önünde durduğunda çimenleri ezerek oraya ilerliyordum. Kılıç'ı arabanın arka koltuğundan inerken gördüğümde kalbimde inanılmaz gerçek bir tekleme hissettim, kalbim atmayı bir an için bırakmıştı.
Şoför koltuğundan inen adam bagajdan çantalar çıkarırken Kılıç kendisine açılan kapıdan girmeden önce varlığımı hissetmiş gibi dönüp bana baktığında doğrudan gözlerimi buldu. Bir an için beni bekleyeceğini düşünüp adımlarımı hızlandırdım fakat bakışlarını benden çekip içeri girdiğinde, şoför elindekilerle arkasından girdikten sonra kapı kapandığında öyle dindiririlemez şekilde kapı dışarı edilmiş hissettim ki gözlerimden kaçan ateş parçası gibi bir damla yaşa gerçek anlamda şok geçirmiştim. Yani gerçekten buna mı ağlayacaktım? Birden karakterim buna mı dönüşmüştü?
Reddetsem de, göz yaşlarıma ket vurmayı denesem de sicim gibi dökülen damlaları kimsenin görmemesi için az evvel ağaçların arkasında bulduğum çiçekli bahçeyi izleyen taş banka yürüdüm. Sert zemin kemiklerime batsa bile ellerimi yüzüme gömüp anlamsız göz yaşlarımdan kurtulana dek burayı terk edemezdim.
Kılıç'ın beni kapı dışarı etme ihtimali kaburgalarımı teker teker sıkan bir el varmış gibi canımı yakıyordu. Belki de o aptal kralın hastalıklı ilgisine fazla alışmıştım. İçimi derin, buz gibi, baş edilmez bir korku doldurdu. Kılıç'ın beni bu kadar kolay etkileyebilmesine nasıl izin verirdim?
Sağlam adımlarla eve yürürken rüzgar ıslak yanaklarımı iyice kurutmuştu. Kapıyı siyah eteğin üzerine beyaz önlük takmış bir kadın açmıştı, bana verilen odaya geçmek için etrafıma bile bakmadan merdivenlere ilerliyordum ki "Başkan seninle görüşmek istediği için bizzat beni aradı," diyen sesle donup kaldım.
Kılıç oturma odası kapısının kirişine omzunu yaslamış, kollarını göğsünde bağlamış ve beni izliyordu.
"Tam olarak bundan korkuyordum Nimfea."
Kendimi durduramadan ona yaklaştım bir fırsat yakalamanın heyecanıyla.
"O zaman onunla görüşürüm. Kasanın yerini öğrendim Kılıç, başkanın odasındaymış."
Duruşunu bozmadı fakat kaşları çatıldı.
"Ne olacak peki? Kasayı alıp öylece çıkacağını mı düşünüyorsun?"
"Hayır ama yerini tespit ettikten sonra bir plan yapabiliriz."
İfadesi değişmedi, inançsız ve mesafeli durmaya devam etti. Ve bu bana kahrolası babamı hatırlattı, bu yersiz benzerlik hissiyle sıçrar gibi geri çekindiğimde yüzümün düşüşüne engel olamamıştım.
"Her neyse. Başkanla görüşeceğim."
"Hayır."
Sinirlerim öyle gerildi ki gülerek çattım kaşlarımı.
"Sen hayır diyeceksin ve ben de itaat mi edeceğim?"
"Aslında evet, edeceksin," dedi gevşek bir tavırla. "Buraya gelirken bana vaat ettiğin buydu. İlk günden beni pişman etsen de Nimfea, ikinci sefere izin vermeyeceğim."
Bağırıp çağırmak için kemiklerim can atıyordu resmen fakat bir hayal kırıklığı vardı ki beni ele geçirdiği için tartışmaya gücüm yoktu.
"Kılıç beraber savaşma vaadini tutmayan da sensin. Sen kılıç kuşanıp meydana inerken benim evde, sarayda durup beklememin bana nasıl hissettirdiğini düşünebiliyor musun?"
"Karnelyam," dedi uyarır gibi. "Seni bir kurdun önüne sürüp dışarıda beklemenin bana nasıl hissettireceğini düşününce ve seni bir kez koruyamamış olduğumu bilirken buna nasıl izin vermemi bekliyorsun?"
"Peki ben neyim? Kurdun önüne sürülen bir kuzu mu? Beni yalnızca korunması gereken bir obje olarak görüyorsan eğer neden savaşında yanında olmamı bekledin?"
"Beni bir kez kandırdın. Ve orada olmasaydım o adamın yanına sürüklenecektin. Israrla ateşe atlamaya çalışmasan seni korumak zorunda hissetmem."
"Hayır," diye karşı çıktım ısrarla başımı sallayarak. "Sen beni kandırdın. Beraber savaşacağımıza beni inandırdın fakat şimdi bunun için seni ikna etmek zorunda kalıyorum çünkü benimle savaşmak istemiyorsun. İstediğin ne Kılıç?"
Yüz ifadesi tehlikeli bir yavaşlıkla değişti, omzunu yaslandığı yerden ayırdıktan sonra bana yaklaşmaya başladı.
"İstediğim sensin. Senin güvende olman. Bunlar yeterince açık mı?"
"Savaşırken nasıl güvende olabilirim?"
"Çünkü seni ben koruyacağım. Çünkü ben Seryum'a hükmetmek için doğdum ve seni korumak için."
"Neden beni koruyasın?" diye isyan ettim esas konudan sapmış olsak da.
"Çünkü senelerdir her saniye aklımı meşgul ediyorsun." Gür sesi antrede çınladı. "Ve bunun boşa gitmesine izin vermeyeceğim."
"Tedavi olman gerekiyor."
Göğsünün daha hızlı yükselip alçalmasına bakılırsa bu gerçek onu pek memnun etmemişti.
"Başkanın seni görmesini istemiyorum."
"Başkanla görüşeceğim. Ya yanımda olur benimle savaşırsın ya da bundan sonra yollarımızı ayırır ve birbirimizin yoluna çıkmadan devam ederiz."
Öfkenin yakıcı dumanı gözlerini tırmandığında engel olmak için sımsıkı örttü göz perdelerini. Elleri iki yanında beyaza dönmüş, yumruk olmuştu ve işkencesini azaltmayı öyle şiddetle istiyordum ki engel olamadan ona ulaştım. Bir elim yumruğununun üzerine konduğunda göz kapakları titredi, elim yeni çıkmış kısa sakalların üzerine konduğunda nefesleri titrekleşti. Üzerinde bu kadar etkili olmama izin vermesinden nefret ettim ya da izin vermemeye çalışsa bile durumun değişmemesinden. Çenesine bastırdım dudaklarımı merhametle; kokusu, yaydığı ısı beni içine çekiyordu. Dudaklarımı teninden ayırmadan konuştum.
"Bana sorarsan yanımda olmanı tercih ederim."
Ben daha ne olduğunu anlayamadan yumruk elimin altından kaymış, elleri yüzümü kaçamayacağım kadar güçlü bir tutuşla kavramış ve dudakları sertçe benimkileri esir almıştı. Göğsümde hüzünlü bir balon duruyordu dakikalardır ve adamın sert öpüşü ile patlayıp içimde bir sarsıntıya yol açmıştı. Hiçbir yönden nazik olmayan öpüşmemizi daha da derinleştirebilmek için dilimi diline sardım. Dudakları dilimin etrafında döndüğünde kapalı gözlerim kafamın içinde döndü zevkten.
Yabancı bir evde, apaçık bir yerde adamın ağzına inlediğimi fark edince öyle kızardım ki geri çekilmesi için tırnaklarımı omuzlarına geçirdim.
"Yanımda mısın?" diye sordum öpücükleri dudaklarıma yağarken.
"Her zaman," yanıtını verdi bir yırtıcı gibi tehlikeli soluğuyla.
🕑
Soluğumu tutmuş bir şekilde karşımdaki adama bakıyordum.
Düşük göz kapakları ile daima kısık ve sinsi görünen gözler, traşlı kumral bir ten, kare, keskin bir çene, genç fakat güçlü bir sima, etrafa bir karadelik siyahlığında yaydığı güçlü, parlak bir enerji halesi ile DYK yöneticisi görmeyi beklediğim kişinin yanından geçemezdi.
Dudaklarında nazik bir gülüşle onu izlediğim dikkatle izledi beni bir süre ve "Bu kadar genç birini görmeyi beklemezler genelde," diye konuştu derin sesiyle. Sıcak güçlü eli benimkini sıktı ve geri çektiğinde boş kalan elimi yanıma bastırdım.
Adama yalnız bir kez bakan bir düşmanı nazikçe, elini kana bile bulamadan parçalara ayıracağını anlardı.
"Sanırım ben de beklemiyordum," dedim sonunda kendimi toplayarak. "Tabii uygun olmadığınızı düşünmüyorum, yanlış anlaşılmak istemem."
Gözlerimi adamdan çekebilsem kasanın koca odanın neresinde olduğunu bulmak için kullanacaktım fakat öyle keskin, yoğun bir dikkatle benim bakışlarıma hükmediyordu ki sanki minik bir göz kaçırma ile amacımı anlayacak sanıyordum.
"Sanırım ben de sizin bu kadar hoş görünmenizi beklemiyordum." Derinlerden gelen sesi ile kurduğu bu cümle beni yerimde rahatsızca kıpırdanmaya itti.
"Sizin asi olduğunuzu duymuş olabilirim fakat zarif görünüşünüze bakılırsa söylenenlerin gerçeklik payı olmadığını düşünüyorum."
İltifat ya da üstü kapalı hakaretine yüzümü buruşturmamak için tüm irademi kullanmam gerekiyordu, bu esnada karşılık vermeyi bile unutmuştum ki "Sizi rahatsız etmek istemedim, özür dilerim," diyerek ellerini önünde birleştirip aramızdaki masaya rağmen bana doğru eğildi.
"Rahatsız olmadım. Sanırım üyeleriniz tarafından kaçırılmamı asiliğime bağlamıştınız."
Başını öyle ağır salladı ki reddettiğini zor anladım.
"Kesinlikle böyle bir kabahat hiçbir şeye bağlanamaz. Sizi temin ederim bu işe bulaşanlar cezalarını çekiyor."
Samimi olmadığını yoğun tavrına rağmen biliyordum, çünkü öyle olmak zorundaydı. Fakat yine de beklediğim tavır bu değildi. Beklediğim tam olarak uydurdukları sebeplerle beni suçlamaları ve nefretimi harlamalarıydı.
"Başınıza gelenleri geri alamam fakat telafi etmeme izin verirseniz çok mutlu olurum. Sizden bir şans istiyorum."
Babamdan ayrı kaldıkça çelik maskem gevşemişti, kaşlarım şaşkınca havaya kalktığında şaşkınlığımı belli ediyor oluşuma da şaşırdım.
"Son olaylardan sonra DYK konusunda güvensizsiniz biliyorum, sizi suçlayamam da ancak inanın sizin tarafınızdayım. Eğer izin verirseniz bunu anlamanızı sağlamak niyetindeyim."
"Nasıl?" Sesim beklediğim kadar nazik çıkmadı. Kılıç'ın bu adamla görüşmemi istememesine hak vermiştim. Bir kurt gibi değilse de kara bir panter gibi görünüyordu, pençesinin altında eziliyor ve henüz tırnaklarını çıkarmadığı için beni öldürmeyeceği yanılgısına kapılıyordum.
"Ne istersiniz? Bana inanmanız için yapabileceğim bir şey olmalı fakat düşünmek için size zaman tanırım. Aceleye getirerek sizi yeniden tuzağa düşmüş hissettirmeyeceğim."
"Neden buna gerek duyuyorsunuz?"
"Neden bu kadar güvensiz görünüyorsunuz?" diye sordu hemen, o esnada kararan gözlerinde gerçek kimliğini görür gibi olsam da gözlerini bir kez kırptığında yine nazik fakat dikkatliydi. "Sizi yıpratan o olaydan haberim yoktu fakat yine de engel olmak benim görevimdi. Şimdi ise telafi etmek benim görevim."
"Hakkımda çıkan haberlere de engel olamadınız sanırım."
Başı bir an sorgular gibi yana eğildi, gözleri daha da kısıldı ve alt dudağını çiğnerken hiçbir şey anlamamış gibi bir imaj çizdi.
"Hakkınızda çıkan haberleri engellemek için dünyanın tüm basın organlarını koordine etmem gerekir." Cümlesinin devamı uzun süre gelmedi. Başını kaldırırken de yavaştı. "Fakat eğer bana inanmanız için gereken buysa hepsini kaldırtmanın bir yolunu bulurum. Yenilerini önlerim."
Kaşlarım adamın esas amacını anlamak için öyle çatıktı ki başım ağrımaya başlamıştı.
"Hayır," dedim onun ağır ve kendinden emin tavırlarını aynalayarak. "Sizden gücünüzü aşacak bir şey isteyemem."
Bu kez güldüğünde dudakları tamamen samimiydi fakat gözleri hesapçı bakmayı sürdürüyordu.
"İsteyeceğiniz hiçbir şeyin gücümü aşmayacağına inanabilirsiniz. Eğer istediğiniz buysa yapabileceğimden eminim."
"Değil."
"Peki. Siz DYK'nin hatasını tamamen bağışlamanızı sağlayacak o isteği bulana kadar sizinle vakit geçirebilmek isterim. Eğer haminiz de uygun görürse yarın akşam Rastaban köşkünde sizin adınıza bir yemek düzenlemeyi planlıyorum. Karşı çıkmaz ve katılırsanız beni çok mutlu edersiniz."
Şu an tam olarak ne oluyordu? Belki de bizi sarayvari köşkünün bodrumunda parçalara ayırmak için kendi ayaklarımızla gitmemiz için ikna etmeye çalışıyordu.
"Hamim?"
Adam geri yaslanırken gözlerimizin arasındaki bağ kıpırdamadı bile.
"Bay Seryum. Sizi koruyup yol göstermek konusunda kararlı ve bunu gizlemediğini de varsayarsak Rastaban maceranız boyunca haminiz olacağını varsaydım. Ne diyorsunuz, akşam yemeği fikri ikiniz için de uygun mudur?"
Tam olarak savaşıyoruz diyemezdim fakat nedense müsabakamızda bire sıfır geride kalmış hissediyordum.
"Bu fikir sizi rahatsız ettiyse kesinlikle iptal edebilirim."
"Hayır, bu düşünceli davranışınız beni ve Bay Seryum'u onore eder. Ancak kendisi ne Hamim ne de koruyucum. Bir süre kendisinin sekreterliğini yapmam üzerine anlaştık ve aramızda olan şey bundan ibaret."
Verdiği soluğun arasına hızlı bir gülüş ekledi, alaycı ya da inanmamış gibi.
"Siz nasıl derseniz. Beni ilgilendiren sizsiniz."
Odanın ısısı yükselmiş gibi omurlarımda huzursuz edici bir sıcaklık hissettim. Kirpiklerime karışan perçemleri kulağımın arkasına yerleştirirken keskin gözler benimkilerden bir an için kopup hareketimi takip etti.
"Pekala. Davetinize seve seve katılırız."
Kulaklarım adamın odayı boğan enerjisinden sıyrılmış gibi dış dünyanın seslerini algılamaya başlamıştı. Pencereye döndüm sesleri takip ediyor gibi fakat gözlerimi yol üstündeki tüm masalar, dolaplarda ve onları aşağı ve üstlerinde dolaştırdım. Görünürde hiçbir şey yoktu. Kasaya benzer bir parça yoktu. Ama bu odada olduğunu neredeyse hissediyordum. Belki de adamın ayaklarının altındaydı.
"Saati görmeme izin verir misiniz?"
Onay vereceğine dair kesin inancımla yerimde doğruldum, masanın mat yüzeyine tutunup eğildiğimde adam "Tabii," diyerek saate uzandı.
Dijital saatin kırmızı ışığı 09.31'i gösteriyordu. Gözlerimi kıstım masanın altına bakabilmek için. Adamın dizlerinden biri bir metale değiyordu fakat daha fazla eğilip bakmanın tehlikeli yanını bilerek gözlerimi hızla onunkilere kaldırdım. Köşeleri kıvrılmış dudakları gözlerini cam kadar keskin siyah gözlerini parlatmıştı. Kirpiklerinin arasından, yaslandığı yerden izliyordu beni ve kesinlikle bastıramadığı karanlık enerjisi sayesinde etkileyici yanları beni etkileyemediği için şanslıydım.
Geri çekildim ancak tekrar oturmadım.
"İşimden fazlasıyla uzak kalmışım. Bay Seryum'un yanına dönmeliyim."
Önce aynı minik gülüş, parlak bakışla izlemeyi sürdürdü, sonra deri koltuğunu itip ağır ağır yükseldi karşımda. Geniş fakat zarif gövdesini sarmış siyah takım gözleri ile aynı tondaydı. Kirpikleri yavaşça indi ve yükseldi.
"Sizi geçirmeme izin verin."
Ne izin verdim ne de karşı çıktım, aklına koyduğu şeyi yapmadan bırakmayacak türde biri olduğunu anlamıştım çünkü.
Masanın etrafından dolaştı, bir adım önüme geçip kapıya ilerlediğinde kapının kulbunu indirerek benim için açtı ve sabit tebessümü ile yanına varmamı bekledi. Gözlerimi ondan ayıramıyordum çünkü tetikte hissetmeme neden oluyordu.
Geniş avcunu uzattı benimkini beklercesine. Ve elimi onunkine emanet etmişim gibi yumuşakça kavradığında gücünü ne kadar baskıladığını anlayabiliyordum. Elimin üstünü çevirip dudaklarını parmaklarımın üzerine bastırdığında gözlerinde titreşen duyguya akıl erdiremedim. Saniyeler geçti, dudaklar orada mührünü bıraktı, sonunda ellerimizi ikimizin arasına indirdiğinde baş parmağı tüy gibi hafif dokunuşla elimin üzerinde dolaştı.
"Sizinle tanıştığıma memnunum, sizi daha sık görebilmek için elimden geleni yapmaya hazırım."
Parmaklarımdan parmaklarıma her an daha yoğun bir sıcaklık akarken ona yalnızca "Sizinle tanışmak beni de memnun etti Bay Taban," dedim. Başımı çevirip bakmaya cesaret edemesem de Kılıç'ın bastırılamaz hükmedici varlığının beni izlediğini biliyor, geçen her saniye bu kıskaçta daha da eziliyordum.
"Bana yalnızca Mizan demenizi tercih ederim."
Elimi onun baskınlığından kurtarmak için zayıf bir girişimde bulundum ve hafif tutuş fark edilir biçim de karşı koydu.
"Tabii, o halde bana Karnelyan diyeceksiniz."
"Karnelyan," dedi ismimi diliyle tadar gibi. "Hoşçakal Karnelyan."
Sonunda elimi özenle bıraktı ve kaburgalarımı sıkan tehditkar el az da olsa gevşedi.
"Hoşçakalın." Sesim beklenmedik biçimde cılız, tiz, çatallıydı.
"Sanırım Bay Seryum'u daha fazla bekletmeniz iyi olamayacak," dedi bir santim kadar üzerime eğilip bir sır paylaşır gibi.
Hala orada dikiliyor, hala elimi tutuyor gibi beni bırakmasını bekliyordum. Gözlerimi kırpıştırdım ayılmak için. Kılıç'ın korkutucu adım sesleri her yanımı sardığında bu iki ürkünç adamdan da koşarak uzaklaşmak istedim.
"Özrünüzü dilemiş olmalısınız." Kılıç'ın sesi binayı saran camları buza çevirecek kadar soğuktu, bir buz sarkıtı kadar keskin.
"Başlangıç yapıldı, evet."
Ben titrememek için tüm gücümü yüzeye çağırırken Mizan Taban mayhoş bir sırıtış, rahat bir süzülüşle karşıladı Kılıç'ın tehditkar varlığını.
Dönüp Kılıç'a bakamadım fakat kuru, sert parmakların bileğime bir kelepçe gibi tutunduğunu hissettiğimde çenemi ondan yana çevirdim.
"Güzel. Gitme vakti."
"Yeniden görüşmek dileğiyle."
Kılıç'ın beni sürüklüyormuş gibi görünmemesi için attığı geniş adıma hızla ayak uydurmak için harekete geçtim.
"Dileğinizi gerçekleştireceğimden emin olabilirsiniz." Kılıç sesini yükseltmese de, arkamızda kalan adama yönelmese de binadaki herkesin onu duyduğuna neredeyse emindim. Mizan'ın arkamızdan attığı erkeksi kahkahası koridorda yere çarpan yağmur damlalarını andıran bir huzursuzluk yaydı. Kılıç'ın göğsünde boğulan hırlama ise huzur denen kavramın kellesini almıştı.
Onun öfkeli, benimse aceleci adımlarım önümüze kimsenin çıkmaya cesaret edemeyeceği türdendi.
Binadan çıkar çıkmaz otoparka yöneldik ve sanki bizi izleyen gözlerin odağından çıkmışız gibi kolunu tutup onu durdurmaya çalıştım.
"Neden beni sürüklüyorsun?" Bu sessiz bir öfke çığlığıydı ve adam aniden durduğunda göğsüm koluna sertçe çarptı.
"İsteğine ulaştın mı?"
Sesindeki tını hoşuma gitmese de "Kasanın masanın altında olduğunu düşünüyorum, adam oradayken eğilip bakamadım ama orada olma ihtimali çok yüksek," diye paylaştım keşfettiklerimi.
"O kadar süre kasanın nerede olduğunu düşünmek için mi odadaydın?"
Göğsü hızla inip kalkıyordu fakat bunun hızlı adımlarıyla zerre alakası olmadığını da biliyordum.
"Yarın akşam bizim için bir yemek daveti vereceğini söyledi, ne yapmayı hedefliyor emin değilim ama söylediği, hatalarını telafi etmek."
Kılıç bariz bir alaycılıkla güldü fakat yüzünden nefret irin gibi akıyordu.
"Senin için," dedi bir bıçağı tenime saplamış gibi keskince.
"Ne?"
"Davet bizim için değil, senin için," derkenki sesi sapladığı bıçağı acımasızca etimde çeviriyordu.
"Evet, benim için ama ikimizi davet etti ve ben de katılacağımızı söyledim."
Gözlerinin bir zamanlar daimi sandığım yumuşak durgunluğu gerçek bir manzara sandığım duvar kağıdı gibi sökülüp atılmıştı. Yalnızca derin mi derin bir karanlık ve içinde kıpırdayan daha karanlık hisler vardı.
"Kasayı orada mı bulmayı planlıyorsun?" Bu kesinlikle samimi ve ilgili bir soru değildi.
"Hayır Kılıç ama onunla yakınlaşmak için bir fırsatımız varken değerlendirmeliyiz. Ne öğreneceğimizi bilemeyiz, kasaya nasıl ulaşacağımızı planlamak için o adam faydalı olabilir."
"Yakınlaşmak."
Kelime dilinde acı bir tat bırakmıştı sanki, burun kanatları genişlemiş, dudakları rengi açılacak kadar gerilmişti.
"Nasıl bir yakınlaşma? Senin elini öpüp parmaklarını okşadığı türden olmalı, siktiğim bakışlarını seni avucuna almak ister gibi üzerine diktiği cinsten..."
Saçmalıyor, kendini kaybetmek denen uçuruma koşar adım ilerliyordu. Fakat aptallık edip gözümü kapatmayacaktım onun rahatsızlığına, haksız olduğunu bile bile onu anladığımı hissediyordum.
"Bak, " dedim yaklaşarak koluna dokunup. "Ondan ben de hoşlanmadım. Güvensiz bir havası olduğunu da kabul ediyorum ama bu durumu lehimize çevirebileceğimizi biliyorsun Kılıç. İkimiz de dikkatli olursak o adam her ne planlıyorsa başaramadan bunu onun aleyhine çeviririz, kasayı buluruz... Ne yapmamız gerekirse yaparız."
Her kelimemde kaşları daha çatılmış,rengi daha koyulaşmıştı. Sözlerimi tam tersi şekilde duymuş bile olabilirdi.
"Planladığı şey şu Nimfea..." Üzerime eğildi, bileğimdeki tutuşu nabzım avucunda ve kolumda zonklayacak şekilde sıklaştı. "Seni yatağa atıp beni seninle vurmak. Senin zayıflığını kullanıp beni yok etmek. Bundan, her anından zevk almak. Şanslıysan sen de zevk alırsın ve planları arasında bunun da olduğuna adım kadar eminim."
Eğer derin bir nefes almasaydım öfke kıvamlı bir bataklık gibi saniyeler içinde beni yutardı. Bunu bir kez daha yaşıyor olduğum, buna izin verdiğim için ölmek istedim.
"Siktir git!"
Kolumun kopacağını bilsem de ondan kurtarmaya kararlıydım. Çığlık atmak, ağlamak, her yanı ateşe vermek ve alevlerin ortasında acı içinde havayı tekmelemek istiyordum.
"Bırak beni yoksa seni öldürürüm."
Ben geri kaçtıkça beni kendine daha da çok çektiği için öfkem devamlı harlanan bir ateş gibi yükseliyordu.
"Bu kez beni aptal yerine koymana izin vermeyeceğim. Bana dokunmana bir kez daha izin vermeyeceğim."
|
0% |