Kılıç'la savaşımın bittiğini söylemiştim ama bunu hiç bu kadar derinden hissetmemiştim. Savaş bitince bir kazanan olurdu muhakkak ve o kesinlikle ben değildim, Kılıç onlarca sözden tek birine bile karşı çıkmayınca haklı bir mağlubiyetle devam etmek zorundaydım hayatıma.
Ondan önce rutubetli ardiyeden çıkıp gittiysem de odamın penceresinden evden çıkıp gidişini izlemiştim. Hasta bir takıntıya sahip olduğunu biliyordum, bununla yüzleşmekten her seferinde iğreniyordum. Beni bırakıp gitmekte, giderken haber vermemekte bir beis görmüyordu çünkü bir noktada zaten avcunun içindeydim, yalnızca bunu bugüne dek anlayamamıştım. Fakat anlaşmanın bitmesine bir aydan az bir zaman kalmıştı, belki o zaman hastalığı nükseder ve beni yeni yalanlarla kendine bağlamanın bir yolunu bulurdu.
Evin etrafında gezindim yapacak bir şey bulmak için. Evden çıkmadan önce Kılıç'ın odasındaki radyo açık kaldığı için Mizan'ın sesini duymuştum ve Seryum'daki Tarhunluların sığındıkları ülkeye ihanet ettiklerini fakat ülkelerindeki savaş nedeniyle hoş görülerek dünyanın savaşan ülkelerin halklarına destek olması gerektiği ile ilgili açıklamasına denk gelmiştim. Kılıç bunu muhtemelen başka bir radyodan duymuş ve yine muhtemelen bu durumdan nefret etmiştir fakat Mizan açıklamasında DYK'den bahsetmek, konuya açıkça müdahale etmek yerine insanları buna teşvik etmeyi amaçlayıp, yalnız bir ülke başkanı gibi yaklaşmıştı duruma. Belki de Kılıç'ın DYK nefretini kırmayı deniyordu gerçekten de. Ne olursa olsun bu açıklamanın Seryum'u bir krizden koruyacağını bildiğimden memnun olmuştum fakat babam için durum ne olacaktı bilmiyordum. Belki de çoktan sarayın karanlık zindanına atılmak üzere yakalanmıştı. Son zamanlarda Avcı ile ilgili tek bir haber bile duymadığıma bakılırsa babam son isyandan sonra daha büyük bir şeye ihtiyaç duyarak kraliyet yanlısı meclis üyelerini haklamayı bırakmış olmalıydı.
Taş banka kadar yürüdüm, çiçekler ve toprağa gömülü havuçların yeşil dalları rüzgarda usul usul sallanıyordu. Minik patileri ve kabarık tüyleri ile çağrılmış gibi ya da bir şeyden kaçar gibi bana gelen kediyi görüp bekledim. Bankta yanıma zıplayıp kucağımı çiğneyen arsız kedinin kulağının arkasını kaşıdım umutsuzca. Kılıç ve ben başlamadan bitmiştik, dünyada bu kadar göğsümü daraltacak bir şey yaşayacağımı tahmin bile edemezdim.
İç çektim sıkıntıyla, yaprakların hışırdadığını duymuştum. Rüzgarın yumuşak itişleri ile çıkan seslerden değil, ince kuru bir dal bir ayağın altında ezilerek çatırdadı ve tanıdık birini görmek isteğiyle ağaçların arasına baktım.
"Hoş bir yer." Sakin ve tok ses arkamdan gelmişti, baktığım yerden değil. Geçen günkü adam değildi, daha uzundu, biraz daha genç fakat ondan daha az tehlikeli görünmeyen bir şekilde bastığı yeri umursamadan sağlam adımlarla bana doğru geliyordu.
"Öyle," dedim umursamaz bir sesle. Bana yaklaştıkça elindeki gülün kızıl yaprakları yere dökülüyordu, o ise gövdesindeki dikenleri oymaya devam ediyordu.
"O nerede?"
Kucağımdan inen kedinin kuyruğu avucumdan kaysa da korkak görünmemek için öylece oturmaya devam ettim.
"Kılıç'ı mı soruyorsunuz?"
Başım eğikti, kaşlarımın altından dikkatle karşımda dikilişini izliyordum. Yüzünde çarpık bir gülüş şekillendi.
"Kılıç," dedi başını bir şakaya tepki verir gibi sallayarak.
"Kızını burada yalnız bırakmaması gerekirdi."
"Kızının burada olduğunu sanmıyorum."
Bıçak elindeyken dondu, başı eğikken gözlerini kaldırdı tedirgin edici gülüşünü göreceğim kadar.
"Sen neden buradasın?"
"Kimsiniz?"
Belirsizlikten nefret ediyordum, bana sinsice yaklaşan adamların neyi amaçladıklarını bilmemekten nefret ediyordum.
"Yoksa onun büyüsüne çoktan kapıldın mı?"
Siyah bir camın arkasından onu izliyor, onunla konuşuyordum, o yalnız kendisi ile, kafasının içindeki düşünceleriyle konuşuyordu. Soruları yanıtsız kalıyordu, sorularım da öyle. Sonra gözlerimin içine baktı, cevabı gözlerimin içine dalıp kafamın içinde kendisi bulup çıkarmak ister gibi.
"Kapılacağım bir büyüsü yok. Hayır."
Hızla gülümsedi, dudaklarının ve gözlerinin köşeleri satır satır buruştu bu gerçek gülüşle. Evin etrafında her zaman Kılıç'ın görevlendirdiği iki adam olurdu ve kimse bu herifin buraya girdiğini fark etmiyordu, benden ne istiyordu?
"Ya onun elinden ölürsün ya da onun için. Dikkatli ol çünkü ona bir kez kapıldığında senin başka türlü ölmene de yaşamana da izin vermez."
Edilmeyecek sözcükler boğazıma tıkandı, adam anladığımdan emin olmak ister gibi yüzümün girinti ve çıkıntılarını tırmanırken tedirginliğimi belli etmemek için yüzümdeki ifadesiz duran maskeyi tutmaya çalışıyordum sessizce. Buna öyle odaklandım ki bana uzattığı gülü görmem vakit aldı. Onu almak için uzanmadım, yine de üzerime eğilip bana hiç değmeden dikensiz dalı parmaklarımın arasına sıkıştırdı ve geldiği yönden yürüyerek çekip gitti.
Bir korkak gibi eve doğru koşar adımlarla ilerken yüzlerce kez arkamı kontrol ettim. Kapıyı çalıp açılmasını beklerken de birinin beni eve giremeden ortadan kaldıracağına ve kapının önünde bir boşluk olarak yitip gideceğime endişeleniyordum. Bana zarar verilmesinden korkmuyordum, neden, kim ya da kim için verileceğini bilmemek boğuyordu beni. Bir belirsizlik yumağına karşı savaşamazdım.
İçeri girdiğimde bacaklarıma dolanan bir kuyruk karşıladı beni. Sinirlerim öyle gergindi ki poğaçayı andıran tekirin az evvelki kedi olduğunu anlayamadan bir çığlıkla geri sıçradım.
"Affedersiniz efendim, hemen çıkarıyorum kediyi."
Köpüklü ellerini önündeki önlüğe silerek ayaklarımın dibine yığılıp göbeğini yalamaya çalışan kediye uzanan kadını durdurdum.
"Hayır kalsın lütfen, burayı sevmiş gibi görünüyor." Çenem gerginlikten kasılmışken sözcükler dişlerimin arasından zorlukla çıktı.
"Kiracılar yokken burada kalıyor aslında, genelde yaza kadar ev boş olduğu için kışı burada geçiriyor. Fakat dışarı çıkarabilirim, bahçede beslenmeye devam ediliyor nasılsa."
Kedi önümde gerinip özgüvenle konuk odasındaki şömineye doğru giderken onu sevgiyle izledim. Volfi'yi ne kadar özlediğimi hatırlattı bana onu acem halısında kıvrılıp yatarken görmek.
"Kesinlikle kalmalı," dedim yalnızca ve tüm günü de onunla geçirdim yalnızlıktan. Kılıç, Mizan'ı dolaylı yoldan kovduğu için geri gelmemişti fakat Kılıç da güneş batmasına rağmen eve uğramamıştı.
İğrençti. Bu yabancı yerde tanıdık bir insan, tanıdık tek bir his bile olmadan günü kapatmak ruhumu, zihnimi kıstırıp, parçalayıp duruyordu.
Kedi benimle yatak odasına gelmişti ve ben umutsuz düşünceler arasında dirseğime başını yaslayıp uyuyan kedinin varlığı ile uykuya daldığımın farkına bile varamamıştım.
Bir kabus huzursuz uykuma iyice gölge düşürdü, bir adam elinde sivri uçlu bir gülle boynumda atan damara saldırdığında öyle şiddetle sarsıldım ki uykumdan sıçrayarak uyanmış, yatağımdaki kediyi korkutarak kaçırmıştım.
Yatakta doğruldum hemen, alnıma bir el kondu ve adrenalinle dolu damarlar beynimdeki kaç emriyle gürüldeyince boğuk bir çığlıkla geri kaçtım.
"Benim," dedi tanıdık pürüzlü ses. Dizi şilteyi eziyordu, eli bana dokunmak için havada asılı kalmıştı. "Kabustu Karnelyam, güvendesin."
Haftalar, aylar sonra bir insan olmadan uyuduğum ilk uykum da böylece berbat olmuştu işte. Yataktan kaçar gibi kalktığımda "Beni beklemene gerek yok, kediyle uyuyabilirim," dedim saldırgan olmayan sesimle ve banyoya girip kabustaki cebelleşme ile terleyen vücudumu duşla temizledim.
Saat kaçtı bilmiyordum ama Kılıç yeni gelmiş olmalıydı, uyuyor olduğumu görüp gitmek üzere olmalıydı ve aptal kabus beni onunla yüz yüze getirmişti. Banyoda çıkıp yumuşak bornoza sıkı sıkı sarıldığımda Kılıç'ı ölümcül bir gölge gibi pencerenin önünde dikilirken buldum. Abajurdan yayılan ateş yansımasını andıran ışık onun sırtında gölge bırakıyordu. Hiçbir şey söylemeden örtünün altına girdim, kedi ortalıklarda görünmüyordu ve muhtemelen Kılıç'ı gönderdikten sonra yalnız kalacağım odada yeniden uyuyamayacaktım.
"Geciktiğim için üzgünüm," dedi bana dönüp kalçasını mermere yaslarken. Hiçbir şey söylemeden sırtımı yasladığım süet yastıklı başlığa biraz daha gömüldüm. Komodinin üzerindeki saat 02.35'i gösteriyordu, eve bu saatte gelip beni onu beklerken bulmayı mı ummuştu? Ummamıştı, eğer kedi olmasa zaten öyle olacaktı.
"Yarın müttefik gruptaki başkanların gelmesi için planlamalar yapmam gerekti."
Hiçbir şey olmamış gibi bana gününü nasıl planladığından mı bahsediyordu? Yatakta kayarak başımı yastığa yerleştirdim, örtüyü çeneme kadar çektikten sonra Kılıç'ın odayı kasvete boğan iç çekişi duyuluyordu.
"Mahkemeden önce önemli bir DYK toplantısı düzenlenecek."
Yatakta bir kıpırtı hissettim, kasılan bedenim dertop olmuştu fakat kıpırtı beklediğim kişiden değil uyumamı sağlayan, minnettar olmam gereken kedidendi. Örtüyü kaldırıp altına girmesini bekledim ve gırlayarak kolumu yoğurmasına odaklandım.
"İyi geceler Nimfea."
Ve bir kedi ile yapayalnızdım artık.
🕑
Sabah uyandığımda Kılıç yoktu, beni ders için uyandırmadan çıkıp gitmişti ve öğlen siyah sedan beni almak için geldiğinde Kılıç'ın şoförü Mizan'ın evine gideceğimizi haber vermişti. Mizan'ın evine gitmek için Kılıç'ın arabasının gelmesi beni şaşırtsa da geldiğimde çimleri biçilmiş geniş bahçeye kurulmuş büyük masada Kılıç'ı zaten otururken bulmuştum. Serhan Ala ve karısıyla selamlaşırken Kılıç yalnızca kafasını kaldırıp izlemişti bunu, sohbet ettiği adamın sözünü bile kesmemiş, ona cevaplar vermeyi de sürdürmüştü. Kılıç'la aramda olanların boğucu yanı beni ele geçirmesin diye devamlı kasanın içinde olması gereken belgelerin nerede olduğunu bulmaya çalışıyordum. Devamlı Mizan'ın evinin içinde geziyor, kimsenin olmadığı odalarda dolapları karıştırıyordum ama ne yeni bir kasa ne de kağıt parçası vardı koca köşkte.
Mizan misafirleri için bakımsız bahçesini epey bir yeniletmişti, çiçek bordürlerinin arkasına rengarenk çiçekler ektirmiş, ağaçların dağınık dallarını budatmış, köşkünün güzelliklerini ortaya çıkarmıştı. Etrafa bakarken gözüm Kılıç'ın dikildiği yere kaydı, hayır Kılıç'a. Sonbaharı anımsatan sütlü kahve şık bir ceket, içinde açık renk, boydan çizgilerle döşeli, göğsünün genişliğini saran bir yelek, altında güderi bir pantolon vardı ve kalın bacaklarını layığıyla sarıyordu. Bir prens gibi görünüyordu. Okuduğum şehvetli kitaplarda onun gibi göründüğünden emin olduğum bir sürü zengin prens olurdu.
"O günden sonra nasılsın?" diye sordu saçları ceket ve eteği kadar siyah olan İzel sandalyede eğri bir biçimde oturarak. Serhan'ın eşiydi.
"İyiyim, pek bir şey hatırlamıyorum o zamana dair. Çoğunda uyutuluyordum çünkü." Sesimin dramatik çıkmamasına özen gösterdim. Kendimi o tuzağa düşüren benken yakınmak beni daha da aptal gösterirdi. Kaşları çatılmış, zarif alnı öfkeyle kırışmıştı belli belirsiz. Masadaki üyelerin üzerinde dolaştı bakışları.
"Geri kalanların hiçbir şeyden haberleri yokmuş gibi yüzüne bakıp hayatlarına devam etmelerinden nefret ediyorum."
Samimi tavrı beni öyle ani ele geçirdi ki göğsümde bir düğüm çözülene dek orada olduğunu bile fark etmeyecek kadar umutsuz olduğumla yüzleştim.
"Sana bir elbise borçluyum İzel, onlardan bunun için de nefret etmeliyiz."
Elini önemsiz olduğunu göstermek için havada salladı.
"Serhan'la bir davete katılmadığım sürece etek ya da elbise giymem zaten." Birkaç dakika sessizliklerimiz birbirine eşlik ettikten sonra "Ona minnettar olmalısın," diyordu hülyalı bir biçimde kuzinenin önünde Yuna ile konuşan Kılıç'a bakarken.
"Hangi konuda?"
Yuna hevesle bir şeyler anlatırken Kılıç gözlerini benim üzerimden ayırmadığı için mi, ya da benim zavallı bir yaratık olduğumu düşünüp bunu yüzüne vurduğumda karşı çıkmadığı için mi? Bu konu gerçek bir el gibi boynuma sarılıydı dün sabahtan beri, unutmaya çalışsam da o çirkin el ara ara baskısını artırıp kendini hatırlatıyordu. Haklı olmak hiç hoşuma gitmemişti. Onun hasta bir adam olduğunu söyleyip duruyordum fakat bunu bir türlü kendi kafama sokamıyordum, benim için ölürdü ve bu benim yanında savaşmamı istemesinden daha değerli değildi.
"Seni kurtardığı için."
Dikkatle yüzüme bakıyordu düşüncelerimi okumak ister gibi. "Ona minnettarım, evet," demek dışında sessiz kaldım. Ona minnettar olmak bile boynumu sıkan eli gevşetmiyordu.
"Karnelyan," derinlerden fakat çok yakınlardan gelen sesle döndüm arkama. Mizan sandalyemin bir adım ötesinde durmuş talepkar gözlerle bana bakıyordu. "Sana göstermek istediğim bir şey var."
"Öyle mi?"
Sandalyemi itip yavaşça kalkıyordum ne olduğunu anlamaya çalışırken. İzel sorun değil dercesine gülümsedi ve gitmek için başka bir şey beklemeden ben kalkınca sırtını dönüp yürümeye başlayan adamın peşine takıldım.
Daha önce kilitli kapısından geri döndüğüm ofisine gidiyordu. Ellerim beklentiyle uyuştu, sanki kasayı orada bulabilirmişim gibi canlandım ve odaya girdiğimizde gözlerimi dört açtım. Modern, göz yormayan bir tasarımı vardı odanın. Duvarları ile aynı tonda gri, geniş masanın üzerinde telefon, kapaklı pek çok dosya, bronz bir kalemlik, deri kapaklı pek çok defter vardı.
Masanın arkasına geçti, çekmecenin açılırken çıkardığı huzursuz ses dışında ikimiz de sessizdik. Ve çekmeceden çıkardığı silahları birer birer masanın üzerine bırakırken her biri bir kurşun sıkılıyor gibi rahatsız edici bir gürültü çıkarıyordu.
"Bana silah koleksiyonunu mu gösteriyorsun?"
Bedenim ben fark edemeden gerilemişti masadan. Mizan beni baştan aşağı süzdü, çekmecesini ağır ağır kapattı ve "Seç birini," dedi tehlikeli bir rüzgar gibi ten yakan sesiyle.
"Neden?"
"O adamı yeniden gördün mü?" diye soruyla karşılık verdi.
"Hayır ama dün başka bir adamla karşılaştım bahçede. Bana yine bir gül verdi."
Masaya yaslanmış yumruğu beyazlamıştı, başını eğip kabzaları gümüş, altın, deri ya da ceviz ağacından verniksiz sırtlı büyüklü küçüklü silahları izledi sıkıntıyla.
"Bir tane seçmeni istiyorum. Sana saldırırsa diye yanında taşıyacaksın."
Bu ihtimal beni öyle huzursuz etti ki nefesimi tuttuğumu fark edemedim. Şakağımda bir damar seğirmeye başladığında parmağımı üzerine kapattım.
"Alamam."
"Neden?"
"Bir silahı sürekli yanımda taşıyamam ki."
Deri kabzaya parmaklarını sarıp masanın üzerine yaslandı silah bir bastonmuş gibi.
"O zaman bu durumu Bay Seryum'la paylaşmalıyım. Senin güvenliğinden o değil de ben sorumlu olsaydım seni asla yalnız bırakmazdım."
Ve en nefret ettiğim noktaya özenle parmak basarak sabrımı taşırmış oldu.
"Benim güvenliğimden ben sorumluyum. Eğer ona bu konuda bir şey söylersen DYK'nin adiliklerinden seni suçlamaya devam ederim çünkü bu da çok adi bir hareket olur."
Kaşları çatılsa da bakışlarında anlam veremez bir karanlık vardı. Ama ben bu konuyu onunla ya da bir başkasıyla tartışmamak konusunda öyle kararlıydım ki kollarımı göğsümde bağlayıp çenemi meydan okurca havaya diktiğimde duruşunu bozup bir nefes aldı.
"O zaman güvenliğin için yanında bir silah taşımalısın."
Benim gibi kollarını göğsünde bağlarken kendinden emin bir durgunlukla bakıyordu bana.
"Taşıyamam Mizan. Ve bana yalnızca aptal güller veriyorlar ya da işe yaramaz sözler edip gidiyorlar. Zarar vereceklerini sanmıyorum."
"Seninle ne hakkında konuşuyorlar?"
İlgili ve dikkatli göründü, bu onun buğday tenine tehlikeli bir gölge düşürmüştü.
"Kılıç hakkında," dedim dürüstçe. Bakışları karardı ve hemen gidip Kılıç'ı bulacakmış gibi seğirdi bir an. Fakat kendini tutarak masanın arkasından çıktığında dikkatlice "Onun hakkında sana ne söylüyorlar?" sorusunu soruyordu. Bu kez o kadar dürüst olmayacaktım.
"Onun ne kadar çekici ve havalı olduğundan bahsediyorlar."
Dudağının bir köşesi memnuniyetsizce aşağı yuvarlandı belli belirsiz. Bakışları donuklaşsa da daha fazla bu konuyu konuşmak istemediğimi anladığını biliyordum.
"O kadar da havalı değil," diye ayak uydurdu bana.
"Davetliler arasındaki en güzel kızdan senden daha fazla ilgi gördüğü için kıskanıyorsun," dedim boynumdaki elin baskısını hissederek ama bunu aşmalıydım bir şekilde.
Yüzünde garip ve anlamamış bir ifade belirdi, alnı düşünceleriyle satır satır kırıştı. Masanın köşesine yaslanıp eğik başıyla beni süzerken "Onunla ilgilenmediğini sanıyordum," dedi sorarcasına.
Tehdit algılamış gibi masanın üzerindeki silahlara kaydı bakışlarım. Yerimde kıpırdanırken "Yuna'dan bahsediyordum," dedim ve buradan çıkıp gitmek için bir sebep aradım. Mizan'ın sabit bakışları olduğu gibi üzerimde sarkmaya devam ediyordu. Sonra doğrulup masanın arkasına geçti ve silahları çekmecesine yerleştirmeye başladı özenle.
"Bu konuda Kılıç'la konuşmam gerektiğini hissediyorum."
"Saçmalama! İstediği kadınla konuşabilir, sonuçta bekar bir adam."
Mizan'ın sinsi dudakları aynı sıfatı andıran gülüşle biçimlendi ve başı eğikken gözlerini benimkilere kadar kaldırdı.
"Güvenliğinden bahsediyordum. Hala bir silaha ihtiyacın olduğunu düşünüyorum."
Ofladım, keyifsiz ruh halim daha da kötüleşmişti. Mizan'ı sessiz kalması için gönülsüzce uyardım ve aynı gönülsüzlükle bunu kabul ettikten sonra odanın içindeki banyoya girip kayboldu. Kapıyı arkasından kapattığı için hızla masanın üzerindeki deri kapaklı dosyayı inceledim, çekmecelerin her biri işe yaramaz alet edavatla dolu, silahlarını koyduğunu gördüğüm ilk çekmece de kilitliydi. Kilitleyip anahtarı cebine attığını görmeme rağmen yine de açmak için zorladım aptalca.
Kalemlerini kurcaladım, divit kalemlerin gümüş dokuları soğukluğu ile parmaklarımı yakıyordu. Kalemliğin dibinde minik bir anahtar çarptı gözüme, pirinçten, kırılgan bir şeydi ve onu elime almaya cesaret edemedim. Fakat işime yarayacağını hissediyordum, onun neyi açtığını öğrenip geri gelmem için yerini bildiğimi belli edecek bir şey yapmamalıydım o yüzden Mizan içeri girmeden çok önce masadan uzaklaşıp büyük pencerelerin karşısına geçtim. Adam içeriden çıkıp bana bir gül uzattığında yakalansam daha az gerileceğimi fark ederek elindeki gülü aldım.
"Sana verilen gül bu mu?"
Taç yapraklarının ucu bordo olan ve diplere doğru daha açık hal alan kırmızı gülü inceledim. Bir yandan bana kur yapmak için vermemiş olduğu için minnet duyuyordum.
"Sanırım," dedim emin olamayarak. Daha önce herhangi bir gülden daha farklı olacağını tahmin edememiştim.
"Bu güller Rastaban'da yetişmez. Okyanus yakınlarındaki topraklarda yetişir. Seninle konuşan adamlar her kimse buraya bir dolu gülle gelmiş olmalılar."
Anlam veremiyordum. Gülü elimde evirip çevirerek odadan çıktığımızda Mizan bu konuyu irdelemeye devam ediyordu. Bu konuyla zihnimin meşgul olması bir yandan iyiydi çünkü asıl meselem Kılıç'tı, Mizan ona seslenilmesi üzerine yanımdan ayrıldığında ve ben de koridor boyu ilerlerken Kılıç'ın ismini duyduğumda elimdeki gülün kim tarafından, neden verildiği ile ilgili tüm sıkıntılar anlamını yitirdi. Aralık kapıdan dışarı taşan ses tiz bir kadın sesiydi, hemen yandaki odaya geçip sırtımı duvara yasladım ve kulak kabartma ihtiyacı hissettim.
"Sanırım benimle ilgileniyor," dedi genç ve nahif ses.
"Kesinlikle ilgileniyor, her akşam davete geldiği kadınla neredeyse hiç konuşmuyor. Ne zaman baksam sizi yan yana görüyorum."
Genç sesin sahibinin Yuna olduğunu anlayabiliyordum. Boğazımda bir tümör gibi büyüyen çığlığımı yutmaya uğraştım.
"Onun yanında olmak çok hoş. Ondan hoşlanıyor olabilirim." Yuna'nın kıkırtısı ince duvarların arasında boğuluyordu, kelimeleri de.
"Belli ki o da senden hoşlanıyor. Hem belli ki medya yine olayları çarpıtmış çünkü Karnelyan denen kadınla iki yabancı gibiler."
"Sık sık ona baktığını görüyorum aslında." Genç kadının düşen sesini yakaladım her şeye rağmen.
"Ağabeylik yapıyor gibi geliyor bana."
Ellerime baktım, avuçlarıma. Tek bir iz bile yoktu. Nasıl olmazdı, aklım almıyordu. Bir düş, sahip olamayacağım bir şey bir zamanlar ellerimdeydi, ellerimde ona dair bir iz aradım, Kılıç'ın hala bana ait olduğuna dair bir iz. Fakat belli belirsiz çizgilerde Kılıç yoktu. Çünkü onu kaybetmemiştim, çünkü ona hiç sahip olamamıştım.
Daha fazla durup neyi kaybettiğimi dinlemek istemiyordum. Bahçedeki kalabalığın arasına karışmak için koşar adımlarla ilerledim ve lanet masadaki tek boş sandalyenin Kılıç'ın yanındaki olduğunu gördüm. Kaçmanın bir anlamı yoktu, kolunu attığı boş sandalyeye oturmak için beni görmesini bekledikten sonra bir de onu benim için geri çekmesini bekledim ve oturdum. Yanındaki adam her kimse onunla konuşmaya devam ediyordu bu esnada. Ülkeler, yönetim, ticaret ve zerre kadar ilgilenmediğim onlarca konuyu dur durak bilmeden konuşurlarken ben yan sandalyemde oturan İzel'le birkaç kelimelik diyaloglar dışında sessiz kaldım. Kılıç yoğun muhabbetine rağmen ne zaman bir tuzluğa uzanacak olsam benden evvel fark edip önüme bırakıyor, çatalımı düşürsem yenisini buluyor, bardağım boşsa dolduruyordu. Ne asil, ne centilmen! Sanki kendi bardağımı doldurmaktan acizmişim gibi bana bebek bakıcılığı yaparken Yuna ve konuştuğu her kimse onun bana ağabeylik yaptığını düşünmekte hakkı vardı.
Hava kararıyor, bahçedeki aydınlatma etrafı Güneş gibi aydınlatmaya başlıyorken birkaç kişi ayrıldı. Masanın karşısında elinde ceketi ile beliren Yuna onlarca kişilik bahçede yalnız Kılıç varmış gibi parlak gözlerle ona bakarken "Kılıç?" diye seslendi.
Kılıç konuşmasına ara verdiğinde Yuna ile göz göze geldiklerini kızın titreyen göz bebeklerinden anladım.
"Benimle geliyorsun, değil mi?"
Başım hızla eğildi, nefesimin kesildiğini gizlemek için ve onu düzene sokabilmek için tırnaklarımı dizime geçirip acıdan beslenmeye çalıştım, fiziksel acıdan.
"Tabii," diyen çakıllı sesi bana çok uzaktan geldi, ruhen çok çok uzaktan.
Kadının "Tamam, yalnızca planın hala geçerli olduğundan emin olmak istedim," diyen titrek ama memnun sesini de uzaktan duydum, asla olamayacağım ve olmamam gereken bir yerden geliyordu sanki.
İzel'in yanımda nefesini tuttuğunu duydum sonra, işte bu bana yakındı. Kılıç'ın başını bana çevirdiğini görmesem bile hissediyordum. Sandalyemin arkasındaki kolunun gerildiğini omuzlarıma değmesi sayesinde hissettim ve bu beni doğrulup masaya doğru eğilmeye itti.
"Karnelyam," dedi usulca. Ona döndüm, gözlerim yüzünde tanıdık bir şeyler aradı. Ne ben onun kafasının içindeki kadındım ne de o benim seneler boyu mektuplaştığım tatlı ve zararsız arkadaş.
"Döndüğümde seninle konuşmak istiyorum."
Gözleri daha sönüktü, hala çok güzeldi ve izleri hala olduğu yerdeydi ancak bu kez yabancı tanıdığım değil bir yabancıydı sanki. Onu başımla onayladım. Beklenti içinde olmadan onun benimle konuşmak için vakit bulmasını bekleyebilirdim.
"Serhan seni eve bırakacak. Onunla güvende olacaksın."
Sandalyesini itip kalkmadan önce onu yeniden onaylamamı bekleyecek kadar nazikti. Yuna ile ayrılmalarını izledim sonra da. Kadın yürürken farkında olmadan Kılıç'a doğru eğiliyor, omzu ara ara onun koluna çarpıyor ve ne kadar çekilirse çekilsin aynı döngü tekrar ediyordu.
Mizan pantolonu ile aynı tonda antrasit gömleği ile yakası buruşmuş, ceketsiz bir halde yanımda belirene dek onlarca insanın arasında yapayalnız olmayı sürdürmüştüm, Kılıç haksız sayılmazdı. Ben tam olarak aciziyetin kendiydim çünkü.
"Gel," dedi belli belirsiz bir sesle, ben köşedeki kuzinenin arkasında dikilirken. İnce topuklarım toprağa gömüldüğü için yerimden ayrılasım yoktu fakat yüzündeki ifade her zamanki gibi donuk olmadığı için karşı çıkmamam gerektiğini anlamıştım.
"Biz de tam gitmek üzereydik."
Serhan Ala yanımda belirdiğinde gergin bakışlarla Mizan'a bakıyordu. Mizan ısrarla bana bakmaya devam etti hareket etmemi isteyerek.
"Onu ben bırakırım."
"Karnelyan bizimle gelmeni çok isterim, seninle konuşmak istediğim şeyler var," dedi İzel eşinin yanında belirip gergince ve yalvarır gibi bana bakarak.
"Birkaç dakika beni bekleyebilirseniz çok sevinirim, çok oyalanmayacağım."
Serhan Ala beni durdurmak ister gibi yakınımda dursa da sığ soluklarına ve katı bedenine rağmen beni onaylayabildi.
"Onu erken bırakmanı istemek zorundayım Taban. Bugün yeteri kadar yorulduk, dinlenmek için gitmemiz gerekiyor."
Mizan kısık bakışlarını Serhan'a bir asır geçmiş gibi süreyle çevirdiğinde içlerinde yanan küçümseme göz alıyordu. Yine de onu olabildiğince kısa ve net şekilde onayladı. Telaşlı ve ürkek adımlarla ona ilerledim.
"Neler oluyor?" diye sordum usulca, etraftaki tartışma ve gülüşme seslerine rağmen yakınlarda olanlardan birinin duymaması için. Mizan başı ile beni çağırdı ve cevap karşımda belirene dek yürüdük. Köşkün köşelerini döndük, ağır bir çelik kapının kilidini açıp içeri girmemi beklediğinde daldığım karanlık beni endişelendirdi. Sonra bir ışık yandı, tahtalar ve kömür torbaları ile dolu basık bir alanda iki iri yarı adam yerde kıvrılmış birinin tepesinde dikiliyordu. Bir tanesi eğilip adamı hiç zorlanmadan havaya kaldırdı, kaşı yarılmış adamın çenesine kadar kan süzülmüştü.
"Sana gül verenlerden biri bu muydu?"
O an hiçbir taş maskenin dayanamayacağı dehşetle boğuk bir çığlık nefesimi göğsüme tıkadı.
"Hayır Mizan, değildi. Masum bir adamı tartakladıktan sonra mı teyit etmek için bana geliyorsun?"
Koltuk altlarından tutulup karşımda sabit durması için uğraşılan adama uzandım fakat Mizan'ın parmakları bileğime sarıldı durmam için.
"O kadar da masum sayılmaz. Onun atlarımı ürküttüğüne birkaç kez şahit olmuştum."
"Çünkü atlarının bakımını yapmak için sana çalışıyorum," dedi adam hırıltılı bir sesle. "Tabii ki benden ürkecekler, nallarını çaktığım için benden nefret ediyorlar."
"Az önce de böyle söylemişti," dedi onu tutan adam.
"Çünkü öyle!" Sesim basık ve boğuk alanda çınladı. "Senin için çalışan masum bir adamın kaşını yarmışsın."
Çevremdeki her erkek bu kadar aptal olmayı nasıl başarıyordu? Hem de her biri!
"Aslında kaşını ben yarmadım." Ellerini cebine itip perişan adamla arama girerek önümde dikildi. Yüzünde pişmanlığa dair ibare aradım fakat bir şeyler hissediyor olduğundan bile şüpheliydim.
"Aslında beni iyi bir yumrukla yere savurduğunda çarptığım taş yardı." Adam zorlanarak da olsa konuşup kendini açıklamaya devam ediyordu, kahretsin çünkü masumdu.
"Telafi edebilirim."
"Kaşına dikiş atarak mı?"
"Hayır! Lütfen bırakın gideyim, bir daha arazinin yakınına bile yaklaşmayacağım."
Mizan onu duymazdan gelip beni yanıtladı.
"Dikiş atacak ve iz kalmamasını sağlayacak iyi bir hekim bulabilirim. Hadi buradan gidelim."
Bana doğru attığı adımla geri sıçradım. Korktuğumdan değil, hayır. Ona iyi ve iz bırakacak bir yumruk atmamak için. Elimle yoklayarak kapının kulbunu bulup kapıyı açtım.
"Birle on arasında yüz eder bu yaptığın senin sik kafalılığını."
Kendimi dışarı attığımda ağır adımlarla peşime takılmıştı.
"Telafi edeceğim, endişelenme."
İçimde öfkeli bir gürüldeme yükseldi. Geri dönüp yüzüne tokadı yapıştırmamak için çok iyi bir iradeye sahip olmam lazımdı ve ben de ona uğraşıyordum.
"Sakın böyle bir şeyi bir daha yapma. Nasıl Kılıç'tan daha sersem olabilirsin!" Soru değil yakarıştı. Kılıç güzel bir kadınla beni burada terk etmesine rağmen Mizan'ın sersemliği ağır basmayı başarmıştı.
"Beni incitiyorsun." Mekanik sesinde hissin zerresi yoktu, donuk, ruhsuz ve müthiş gıcıktı.
"Silahlarından biri şu an elimde olsaydı seni gerçekten incitirdim," diye seslendim arkamda kalan adama. Acele etmeden tıpış tıpış gelmesi de ayrı sinir bozucuydu.
"Yine de almış olmanı tercih ederdim."
"Sen neden dünyayı yönetip ülkeler arası savaşları tetiklemek yerine burada masum insanları hırpalıyorsun, bu nasıl bir başkanlık?"
Konuşmak için arkamı dönüp hışımla olduğum yerde durduğumda Mizan ağır çekimde hareket eden bir adam gibi aramızdaki mesafeye saygı duyarak usulca durmuştu.
"Dünyayı yönetmiyorum, DYK dünya yönetimindeki usulsüzlüklere müdahale etmek için var ve ben de mahkeme gününe kadar yarı izinliyim."
"Yarı izin ne, dünyadaki kaostan bir süreliğine el etek çekip ülkeleri kendi haline bırakmak mı?"
İleri gittiğimi hissettim, bakışları kaslarımı taşa çevirecek kadar soğuktu ancak yine de beni yanıtsız bırakmadı.
"Uzaktan halledeceğim şeyler dışında hiçbir şeyle ilgilenmiyorum demek aslında."
Arkamı döndüm bir şey söylemeden ve adımlarımı daha da hızlandırdım. İzel ve Serhan'ı bulana dek de arkamdan gelip gelmediğine bakmadan yürümeye devam etmiştim.
"Bir sorun mu var?"
Serhan Ala'nın gergin sesini ve karısını tutan elindeki kontrolsüz beyazlığını yatıştırmak için "Hayır," dedim hemen. "Sizi bekletmek istemediğim için acele ettim."
İzel eşinin elini bırakıp koluma girdi, ikisinin de irdeleyici bakışları üzerimdeydi ancak yine de beni buradan uzaklaştırmak için acele ediyorlardı.
Garajdaki onlarca aracın arasına karıştık, Serhan Ala'nın şoförü bizim için kapıları açtığında İzel arabaya binmeden önce "Seni rahatsız edecek bir şey yapmadı, değil mi?" diye soruyordu kısık sesiyle. Kesinlikle yapmıştı ama bunu onlarla paylaşmamın imkanı yoktu, yollar daima Kılıç'a çıktığı için yine benim başım ağrıyacaktı.
"Yapmadı, o gayet nazik bir adamdır."
İnanmadığı belliyse de bunu bana açıkça söylemeyecek kadar nazikti kadın.
Geniş limuzinde İzel benim yanıma oturup bana yakın olmayı tercih etmişti. Bu çıkarsız yakınlığı ne kadar özlediğimi şu ana kadar tahmin edememiştim. Şikayet etmeden omuzlarımızın birbirine çarpmasının tadını çıkardım fakat Serhan'ın sıkıntılı ifadesi beni esir alan eller gibi yakama yapıştığı için bunalmaya çok yakındım.
"Kılıç'ın o kadınla gitmesinin geçerli bir nedeni var," dedi bir anda. Bu konu ilgimi çekse de belli etmedim. Pencereye eğik başımı ona çevirdim.
"Kadın on üçüncü sitede oturuyormuş," dedi İzel, bu benim için bir anlam ifade etmeliymiş gibi.
Serhan yüzümdeki kıpırtısız halden anlamıştı neden bahsettiklerini idrak edemediğimi.
"Dünya Yönetim Kurulu eski genel merkez binası on üçüncü sitede, DYK üyelerinin kaldığı sitelere girmek kolay değildir hele de eski bina hala kullanılır durumdayken yakınına yanaşmak bile imkansız."
"Ve Kılıç da Yuna'nın duygularını kullanarak kendisini on üçüncü siteye, evine mi davet ettirdi?"
"Duygular işin içinde değil. Kadının bir teleskopu varmış, Kılıç da yıldızlar ve astronomiyle ilgileniyor. Ortak bir noktalarını Kılıç lehine çevirdi bu kadar."
"Yani kızın haberi olmadan onu DYK binasına girmek için mi kullanıyor, bunu mu anlatmaya çalışıyorsun?"
Serhan bakışları bir anlığına eşine kaydı, bana yeniden döndüğünde gözlerime bakmayı reddediyordu.
"Kimsenin zarar görmeyeceği, temkinli bir planı var. Kadını kullanmış sayılmaz."
"Kadının ondan hoşlandığını duydum."
İzel'in sıkıntıyla kollarını göğsünde bağladığını gördüğümde beni anladığını biliyordum.
"Ondan hoşlanıyorsa bu onun sorunu, Kılıç'ın ona ümit verdiğini sanmıyorum."
"Ona ümit veriyor," diye karşı çıktı İzel ve bu minnet duyacağım bir şeydi. "Kızın evine gidiyor Serhan. Bir kadın rastgele bir adamı akşam vakti evine çağırmaz."
Adam eşinden böyle bir çıkış beklemiyor olacak ki şaşırdı.
"Ama Kılıç ondan hoşlanmıyor, kast ettiğiniz şekilde bir duygu beslemiyor."
Bu beni rahatlatan bir açıklama olmadı. Tüm olanlardan iğrenmeye devam ediyordum.
"Bana bunları söylemeni senden Kılıç mı istedi?"
Serhan soruda bir tuzak olduğunu düşünerek bocaladı. Fakat sonunda keskin bir hayır yanıtıyla beklediğime ulaşmıştım. Kılıç'ın değerli planlarını benime paylaşması mümkün değildi.
Evin önünde durduğumuzda İzel'in bakışlarındaki sıcaklık ve sıkıntıya aynı şekilde karşılık verdim. Yalnızca iki kez görebildiğim bir kadının beni günlerdir yanımda olan adamlardan daha iyi anlaması iyi olduğu kadar kötüydü. Sıkıca sarıldım ona ve bu sanki onun için değil de benim buna ihtiyacım olduğu çok açık olduğu içindi. Sırtımı sıvazlarken "Eminim seni tatmin edecek bir yanıtı vardır," dedi ama ben buna inanmıyordum.
Odamın aralık kapısından geçtiğimde tekiri yatağımın orta yerine sere serpe uzanırken bulduğum için her şeye rağmen mutluydum. Bu Kılıç'ı acı içinde ve uyanık biçimde beklemeyeceğim anlamına geliyordu. Işığı bile açmadan tavandaki gölgeleri düşünceler içinde izlediğim dakikalar boyunca umutsuzluk doluydum. Tüm bu olanlarda kendi rolümü bulmaya çalışırken iyiden iyiye kayboluyordum. Kaybediyordum.
Karanlık odada yatağıma daha da karanlık bir gölge düşünce gözlerim kırpışarak açıldı. Daldığımı fark edemediğim uykudan sıyrılamadan gözlerimi tekrar örttüm. Şilte ezildiğinde bunun minicik patilerin işi olmadığı çok açıktı fakat lanet etsem de bir dağda rüzgara karşı uzanıyormuşum hissi veren erkeksi koku bana zaten örtünün üzerinden beni kollarına çeken adamın kim olduğunu söylüyordu. Onu itemeyecek ve o kollara dolanamayacak kadar bitkin ruhum beni öylece uzanmaya bıraktı.
"Senden uzak olmaktan nefret ediyorum."
Kulağımın arkasına çarpan nefes kelimeleri içime mıhladı. Başka bir kadının yanından gelen adamın yakınlığından nefret edemiyordum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.03k Okunma |
894 Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |