37. Bölüm

bölüm36|❝Namlunun Ucu, Sonun Başlangıcı❞

SNC
almelia

 

 

 

Kılıç ve Karnelyan arasındaki soğukluğun diğer bölüm sona ermesini planlıyorum, bu uzaklaşma bölümleri Kılıç'ın sevgisinin ne kadar yoğun da olsa hastalıklı olduğunun hatırlanması için var aslında. Umarım Karnelyan'a hak veriyorsunuzdur.

 

 

 

Nazik kralı çok sevsem de Bataklık Çiçeğimin de hakkını yiyemem... :)

 

 

 

Keyifli okumalar, umarım bu bölüme kadar severek okumuşsunuzdur ve okumaya da devam ederseniz.

 

Gün doğumuna uyandığımda yanımda Kılıç'a dair tek bir iz bile yoktu. Gece olanlar belki de bilinçaltımın oyunbaz rüyalarından biriydi. Uyandığımdan beri onu görememiştim, görmek de istemiyordum hele de dün gece ne sebeple olursa olsun bir kadının yanında olduğunu bilirken. Ve Mizan hala ne amaçladığı belirsiz varlığıyla beni Kılıç düşüncelerinden sıyırmak için yanımdaydı.

 

Şişeler, kağıtlar ve çeşitli pek çok hedefin olduğu atış alanına ayrılan araziye vardığımızda siyahlar içindeki üç görevli bizi karşıladı. Mizan'ın isteği üzerine hazırladıkları kabine girdik, Mizan sakin ve odaklı görünüyor, raftaki silahlar arasından benim için en uygununu seçmeye çalışırken dikkatini yalnız o işe veriyordu.

 

Hedef tahtasındaki silüetin uzaklığını ayarlayan görevli geri çekildiğinde Mizan yanımda belirdi.

 

"Bugünkü etkinlik bu mu?"

 

Şarjörü doldurmaya devam etti sakince.

 

"Kılıç sana savunmayı öğretiyor ben de saldırıyı öğretebilirim. Sana yaklaşmalarına izin vermeden onları vuracaksın ve sana bulaştıklarına pişman olacaklar."

 

"Bana zarar vermeyeceklerini ikimiz de biliyoruz başkan. Amaçları belirsiz, sohbet sever iki insan dışında başka bir şey değiller. Muhtemelen yeniden karşıma çıkmayacaklar bile."

 

Konuşmamı ifadesizce dinledi ve sustuğumda duymazdan gelip silahı elime bırakıp nasıl tutacağımı anlatmaya başladı detaylıca, kuru ve büyük eller benimkilerin üzerindeydi sürekli ve sahiden öğretmek dışında fazladan yakınlık göstermiyordu.

 

"Sana yanımda bir silah taşıyamayacağımı söylemiştim."

 

Arkama geçip omuzlarımı gevşetmem için parmaklarını bastırdı kaslarıma.

 

"Nasıl kullanacağını bilirsen yanında taşımak daha az korkutucu olur. Sakin ol, bu yalnızca bir deneme olacak."

 

İstemeden gülümsedim. On yedi yaşımda babamın zorba tutumu ile bir silah kullanmayı öğrenmek zorunda kaldığımı bilmeyerek bana güvenliğim için öğretmeye çalışmasında sevimli bir yan vardı. Kılıç birkaç gündür kahvaltı bile yapmadan evden çıkıp gittiği için savunma dersleri aksasa da Mizan boşlukları doldurmaya kararlıydı.

 

"Korktuğum için mi yanımda taşımak istemiyorum yani?"

 

Sesimdeki hafif alayı sezse de kurcalamadı, belki de gerginliğimi dindirmek istediği için üstüme gelmiyordu. Fakat gergin değildim.

 

Bacağı belli belirsiz benimkilerin arasına daldı, bacaklarımı omuz hizamda olacak şekilde ayırmamı ve yere sağlam basmamı istedi. Dediklerini yerine getirdim hiç bilmiyormuş gibi.

 

"Tetiğe tek seferde basma, tehlikeyi sana karşı ilerlerken gördüğünde üzerindeki baskıyı kademeli olarak artır ve yapabilirsen göğsü hedef al. Vücuttaki en geniş yer üst gövdedir, belli bir hedef belirlemeden gövdede bir yere doğrult namluyu. Atışın onu öldürmese de duraksatır, kaçmak ya da saklanmak için zaman kazandıracaktır sana. Sonrasında muhtemelen seni düştüğün bataklıktan çıkarmak için Kılıç ya da ben bir orduyla arkandan gelmiş oluruz, tek yapman gereken vakit kazanmak."

 

Kılıç'ın yaptığından farklı değildi bu, ikisi de farklı sıfatlar altında bana kaçmayı öğretmeye çalışıyordu. Artık hatanın bende olduğunu düşünmeye başlamıştım. Neden savaşabileceğime insanları inandıramadığımı bir türlü çözemiyordum.

 

Duruşumu bozmadan başımı salladım. Arpacık ve gez arasında dolaşan gözüm bir hedef belirledi, namluyu milim milim oynatıp hedefe doğrulttuğumda Mizan "Gerilme," diye fısıldıyordu sanki canlı bir avı hedef almışım da onu ürkütmekten kaçınır gibi.

 

"Senden kusursuz olman beklenmiyor, hedef tahtasına denk getirmen yeterli."

 

"Denk getiremezsem ne olur?" diye sordum onun kadar kısık bir sesle.

 

"Başarana kadar seni yönlendirmeye devam ederim. Fazla düşünme, tetiğe dokun."

 

Elleri son kez kollarımın duruşundan emin olmak için üzerlerinde dolaştı, belimi doğru konuma getirdi; tüm bunlar olurken yanımda Kılıç değil de bu adamın olmasına bir an öyle hiddetlendim ki hedef karşımda gerçek bir düşman gibi belirdi ve tetiğe dokunduğumda Mizan'ın göğsünden sırtıma yayılan sıcaklık damarlarımda dolaştığında onu değil Kılıç'ı hayal ettim.

 

Silahı bıraktım, üç görevli hedefe tutturulmuş kağıdı almak için hareketlendi, üçü de bir adım kala dondu ve teker teker başlarının bizden tarafa dönüşünü izledim. Mizan tuttuğu soluğu bıraktığında nefesi saçlarımın arasına sızdı.

 

Kabine giren adam kağıdı kaldırıp görmemiz için uzattığında omzumun üzerinden bakmak dışında hareket etmedim. Mizan'sa bilinçsiz adımlarla ilerleyip kağıda uzandı fakat eline almadan önce silüetin alın kısmındaki deliğe dokundu.

 

Gözlerimiz buluştu ve yoğunluğu karşısında yutkunmak zorunda kaldım. Karanlık bir şaşkınlık ele geçirmişti yüzünü, kaşları şüpheyle birbirine yaklaşmış ve bir tehdit algılamış ama buna hayranlık duymuş gibi siyah gözleri parlamıştı.

 

"Ders bitti mi?"

 

"Beni şaşırtmayı her seferinde nasıl başarıyorsun?" Sesinde duruma karşı duyduğu hayret de hayranlık da bariz şekilde duyuluyordu.

 

"Kolay öğreniyorum," dedim ortamı boğan yoğunluğu azaltmak için. Fakat gözleri iki kelepçe gibi beni esir almaya devam etti.

 

"Neden verdiğim silahlardan birini almadığını anlamıyorum."

 

Bu benim de kendime düzgün biçimde açıklayabildiğim bir şey değildi ancak ne kadar çok kullanmış olursam olayım ona olan nefretim de o kadar artmıştı, kullanabiliyordum fakat elimde bir silah olmasından nefret ediyordum. Ve bunu düşünürken Kılıç'ın bana bir kılıç, bir hançer verdiğini ve silahsız biçimde kendimi koruyabileceğim savunma dersleri verdiğini idrak ettim. Gerçek bir idrak... Bana hiçbir zaman metal tenli bir silah vermemiş, teklif bile etmemişti çünkü onlardan ne kadar nefret ettiğimi biliyordu. Sevgili Yabancı Tanıdığım beni tanırdı... Bazen mektup arkadaşımın gerçek kimliğini hiç öğrenmemiş olmayı diliyordum, onu kaybetmek diğer pek çok şeyi kaybetmekten daha ağırdı ve öğrendiğim günden beri sırtımda ağır bir yük varmış gibi günden güne kamburlaşıyordum. Kılıç her anımda yanımda olmasına rağmen o Kılıç'tı benim mektup arkadaşım değil, tam olarak değil.

 

"Cevap çok mu karmaşık?"

 

Düşüncelerin içinden çekip çıkardı beni Mizan.

 

"Bana saati söyle," diye talep ettim boğulmak üzereymiş gibi. Çatık kaşlarına rağmen fazla sorgulamadı.

 

"11.36," dedi ve kağıdı rulo yapıp kolunun altına aldı. Derin bir nefes aldım, zaman benimleydi, ben de zamanın akışında.

 

"Silahlanmanın doğru olduğunu düşünmüyorum, bir sivilin neden silaha ihtiyacı olur ki?"

 

Kabinden çıkıp tahta köprüye ilerlemeye başladım, Mizan'ın arkamdan gelen tok adım sesleri düzenliydi.

 

"Senin sıradan bir sivil olmadığını varsayarsak silah kullanmak için ruhsatın olduğu sonucuna varıyorum."

 

"Evet ruhsatlı bir silahım var ama bana kalsaydı asla bir ruhsat almaz, silaha dokunmazdım."

 

Biz yürüdükçe titrediğini, tahtalarının gıcırdadığını hissettiğim köprüde halata sıkı sıkı tutunup hızlandım.

 

"Neden?" Usulca sorulmuş soruya çok sert bir yanıtım vardı ancak bu yanıt onu değil beni yaralardı. Omuz silkerek önemsizmiş gibi göstermeye uğraştım. Arkamda kalmak yerine yanıma geldiğinde "Dün geceki hatanı telafi ettiğini umuyorum," dedim sorarcasına. Dümdüz karşıdaki köşkü izliyordu.

 

"Ben de öyle umuyorum," dedikten sonra bana döndü başı, zihninin başka bir konuyla meşgul olduğu belli oluyordu, dün gece hırpaladığı adam hala umurunda değildi. "Sana karşı işlenmiş hatayı nasıl telafi edeceğim, ne isteyeceğini hala düşünüyorsun değil mi?"

 

Bu kez karşıya dümdüz bakan bendim, ondan bir şey talep etmeyi daha önce düşünmemiştim bile ve isteyecek bir şey de yoktu. DYK'yi mahvedecek belgeleri bana elleriyle teslim etmesini mi isteyecektim ya da doğrudan DYK'yi yok etmesini?

 

"Eğitici etkinliklerin tükendi mi başkan? Bir an önce kurtulmak ister gibisin."

 

"Bağışlandığımdan emin olduğumda arkadaşlığımızın sürmeyeceğini mi düşünüyorsun?"

 

Bir kuş sürüsü gökte iki yana ayrılır, bir gösteri sergiler gibi yeniden birleşirlerken gözümü onlardan ayırmadan konuştum.

 

"Seryum'a döndüğümde arkadaşlığımızı mektuplaşarak mı sürdüreceğiz?" Aklımda Kılıç ve mektup arkadaşım vardı ve koca bir aptal oluşum.

 

"Dönmek zorunda değilsin."

 

Bir an için yanlış duyduğumu düşünüp duraksadım, sözlerinin izleri dudaklarındaydı hala ve ciddiyetle bana bakmayı sürdürüyordu.

 

"Ülkeme dönmeyip burada ne yapabilirim ki?"

 

"Orada ne yapıyorsan. Bir eğitimci olduğunu duydum. Eğer istersen burada da kariyer oluşturabilirsin ya da yapmak istediğin her neyse senin için onu sağlarım."

 

Aklımda tek bir soru vardı, neden. Tüm bunları neden teklif ediyordu, neden bunu istiyordu? Bir çıkarı olduğu kesindi fakat ben bunu göremiyordum.

 

"Buraya ait değilim Mizan. Teklifin ne kadar cazipse de kabul edemem."

 

Bakışları gölgelenip dudakları kıpırdasa da bir çatışma vermiş gibi kasılarak başını salladı ve tek kelime etmedi.

 

"Yarı iznin bittiğinde beni eğlendirecek harika etkinliklerin de son bulacak. Burada kalmanın ne anlamı var ki?"

 

"Bugüne kadarki etkinliklerden biri bile seni eğlendirmediğine göre muhtemelen rahat bir nefes almak senin için anlamlı olurdu."

 

Ruhsuz yüzünde yer etmeye çalışan huysuz ifade içten göründü gözüme.

 

"Gerçekten her biri faciaydı."

 

Bana yandan bir bakış atarken bir an ayaklarımı yerden kesip beni köprüden aşağıda şırıl şırıl akan suya fırlatacak kadar korkunç göründü.

 

"Bu kısım senin sahte kelimelerle beni iyi hissettirmen gereken kısımdı."

 

Bir karga tepemizden kara haber çığırırcasına kulak tırmalayarak geçtiğinde gözlerimle onu takip edip Mizan'ı sahte kelimelerle yatıştırdım. Bir noktada beni durdurmak için konuyu değiştirmek zorunda kalmıştı.

 

Köşkün kapıları bizim için açıldığında "Evinde her zaman insanlar olması seni rahatsız etmiyor mu?" diye sordum. Kapalı kapılar ardından gelen hararetli tartışma seslerinden anladığım kadarıyla davacı başkanlar ve DYK üyeleri yine buradaydı. Mizan paltomu çıkarmama yardım ederken "Evimde sürekli insanlar olsa her yalnız kaldığımda stresle önemli bir şeyim kaybolmuş mu diye etrafı taramam gerekir, inanılmaz yorucu," diye konuşmayı sürdürüyordum. Mizan'ın boğuk kıkırtısı ona dönme ihtiyacı doğurdu ve direnmeden ona yöneldim, kravatını düzeltip parmakları ile saçlarını geri taradı, yüzü belirsiz bir gülüşle aydınlanmıştı.

 

"Benim için değerli şeyleri yatak odamda muhafaza ederim ve evim ne kadar dolu olursa olsun odama kimse giremez."

 

Ellerini cebine itip omzumun üzerinden arkamda kalan koridora baktı bir saniye için.

 

"Ama güvensiz biri olduğunu tahmin edebiliyorum, daha önce bu soruyu senin dışında soran olmamıştı."

 

"On üzerinden kaç yapar bu soru beni?"

 

Gülüşünü bastırmak için yüzünü buruşturdu fakat neşesini tümüyle silemedi. Mekanik bir adam izlenimi yaratmış olsa da insanca kırıntılar göstermesi beni her seferinde tatmin ediyordu.

 

"Güvensizlik derecelendiriyorsak onda on."

 

"Ben güvenle ilgili sorunlar yaşayan biri değilim," diye savundum kendimi fakat "Çünkü seni kimseye güvenirken görmedim," diyerek beni ne kadar iyi incelediğini ortaya koyduğunda ister istemez kıkırdadım. Haklı olması rahatsız edici biçimde komikti. Onlarca yabancı arasında güveneceğim birinin olmaması benim suçum değildi.

 

"Karnelyam," diye seslenen otoriter ses beni yerimde sıçrattı. Yanlış bir şey yaparken babama yakalanmış gibi omzumun üzerinden Kılıç'a baktım tedirgince.

 

"Gel benimle."

 

İki adımla yanımıza ulaştığında durmaya gerek duymadan bileğime taktığı parmakların yönlendirmelerine ayak uydurmak için kendimi topladım hızla.

 

"Ne yapıyorsun Kılıç?" Fısıltıyla haykırdığım soruyu duymazdan gelmeyi seçmişti.

 

"Eğer önemli bir şey konuşmayı planlıyorsan Seryum, size ofisimi açabilirim."

 

Bizi dış kapıya yürüten Kılıç keskin bir dönüş yaptığında ayak uyduramayıp göğsüne çarptım ve Kılıç damarlarına ilkel bir hayvanın kanı enjekte edilmiş gibi davranarak tek bir hamle ile beni omzuna atıp ofise doğru yürümeye başlamadan önce Mizan'ın fırlattığı anahtarı kaptı. Mizan'ın bu durumu bu kadar doğal karşılaması utancımı bir nebze dindirse de öfkem yerli yerindeydi.

 

"Senden nefret ediyorum."

 

Bu yalnız onun duyabildiği bir cümleydi, kulaklarımı kendi sözlerime tıkamıştım.

 

"Bunu atlatabilirim."

 

"Hasta pisliğin tekisin."

 

Baş aşağı durmaktan zonklayan şakaklarım, mideme baskı yapan sert omuz, her adımda bir çuvalmış gibi sarsılan bedenim öfkemi harlıyordu.

 

"Olabilir."

 

"Aptal adam."

 

"Kesinlikle."

 

Kapıyı açıp bizi odaya soktu ve muhtemelen sırf beni sarsmak için hışımla arkasını dönüp kapıyı kapatınca baştan ayağa bir bulantıya dönüştüm. Anahtarın yuvasında döndüğünü duyduğumda bizi odaya kilitlediği için midem daha da kasılmıştı.

 

"Üstüne kusacağım."

 

"Kusabilirsin."

 

Beni yere bıraktığında dengemi bulmama izin vermeden Mizan'ın masasının üzerinde düzenli biçimde duran defterleri ve dosyaları elinin tersiyle yere düşürerek beni masanın ucuna oturttu. Çırpınışlarımdan yalnız ben etkileniyordum o ise ellerimi bacaklarımın üzerine sabitledi ve parmak uçları ile masaya tutunarak mücadele etmeme yarayacak tüm uzuvlarımı kilitlemiş oldu. Tüm bunlar olurken her bir hakareti dinlemiş, her birini kabul etmiş ve beni içi barut dolu bir fıçıya dönüştürmüştü.

 

"Pislik, hayvanın tekisin sen," dedim nefes nefese.

 

Ellerinden biri beni özgür bıraktığı an çeneme çıktı ve başımı sallayarak ondan kurtulmama izin vermeyerek yüzümü yüzünün karşısında tuttu zorla.

 

"Bu kelimelerle canımı yakmaya mı çalışıyorsun?" diye soruyordu başını eğip yüzümü incelerken. "Eğer öyleyse tam tersi oluyor Karnelyam."

 

"Sana hakaret etmem hoşuna mı gidiyor hasta herif?"

 

Dudaklarını dudaklarımın karşısına çekti, yakınlığı ile çeperlerimden sızıp zihnimi uyuşturan kokusunu solumamak için nefesimi tuttum.

 

"Bana bir şekilde kayıtsız kalamadığını görmeme neden oluyor."

 

Şaşırmış yüzümü zevkle izlerken kirpiklerime karışan saçlarımı uzaklaştırmak için yumuşak nefesini üfledi alnıma, kirpiklerimi kırparak kafa karışıklığımdan sıyrılıp kendime gelmeye çalıştım.

 

"Ne istiyorsun benden?"

 

Kaşlarının çatılışı bildik sularda yüzüyor gibi iyi geldi, ben öfkeliysem onun da öyle olması adildi.

 

"Tam olarak seni, ne eksik ne fazla."

 

"Beni istediğin falan yok Kılıç, benim gerçekte kim olduğumun farkında bile değilsin."

 

Kıpırdandığımda eller yine iki yanımı mengene gibi sıkıp beni yerime sabitledi.

 

"Seni ne kadar istediğimi bilseydin çırpınan kuş gibi çarpan yüreğin korkutan dururdu Nimfea. O yüzden bu konuyu fazla kurcalama ve beni delirtmek için planladığın şey her neyse söyle, ikimiz de bundan kurtulalım."

 

"Seni delirtmeye çalışmıyorum Kılıç, belki de iyileş diye uğraşıyorumdur."

 

Hoşnutsuz dudak büküşü beni yetersiz hissetmeye itti yeniden.

 

"Beni hasta eden sensin, iyileşmemi istiyorsan benim için beslediğin duyguları kabul etmelisin."

 

Ve öfkeden daha büyük bir şey göğsümü doldurdu, dev bir sakinlikle elleri arasına teslim oldum. Çünkü aramızda santimler olmasına rağmen ruhumu kilometrelerce uzağa fırlatmıştı, henüz bunun farkında olmasa da.

 

"Kabul ettiğim zaman insanları benden, beni insanlardan uzaklaştırmaya bir son mu vereceksin? Yoksa kabul etmemi insanlardan kendi isteğimle uzaklaşacağımı sandığın için mi istiyorsun?"

 

"Karnelyam," dedi yüzümü daha iyi görebilmek için başını geri çekerek. "Seni benden almaya çalışan insanları senden uzaklaştırmak, seni o adamdan korumak zorundayım."

 

"Neden?" dedim sesimdeki durgunlukla bocalayan yüzüne bakarak. "Onunla el ele verip senden kurtulmayı planladığımı mı sanıyorsun?"

 

"Benden kurtulmak için çok daha güçlü bir şeye ihtiyacın var, o adam seni benden alamaz."

 

Dişlerinin arasından zorlukla çıkan sözler keskindi.

 

"Ben bir eşya değilim Kılıç, ama yine de madem beni senden alamayacağına inanıyorsun neden böyle davranıyorsun?"

 

Psikolojik bir çözümleme yapar gibi sakin sesime rağmen sözlerimdeki vuruculuğun farkındaydım. Yara izleri koyulaşmış, alnını ikiye ayıran damar belirginleşmişti karşımdaki adamın. Kilometrelerce öteden bile belli olurdu öfkesi, bizim aramızdaki fiziksel mesafe ise santimlerle ölçülecek kadardı.

 

"O adamla konuşurken neden bu kadar rahatsın?"

 

"Rahatsız mı olmalıyım? Sürekli diken üstünde olmamı mı isterdin?"

 

"Karnelyam," dedi hırsla beni sarsarken. "Senin mutluyken nasıl güldüğünü bilmiyorum ama o adam biliyor. Benim düşmanım olduğunu iddia ederken yüzüme bakmaya katlanamazdın, o herif senin dostun mu?"

 

"Kılıç." Usul usul çıkan sesim ikimizi de ürpertti. Bana yaklaşmasına gerek kalmadan yüzüne eğildim, manyetik enerjisinin derimin altına işlemesine izin verdim. "Seninle hiç dans etmedim, seninle normal şartlarda tanışma fırsatım hiç olmadı, seninle içtenlikle konuşabileceğim bir ortama sahip olmadım, seni kendi isteğimle evime davet etmeme hiç fırsat verilmedi. Ve sen tüm bunları bir başkasıyla yapabilirken bırak da beni korumak için değil de senin tabirinle bir maşa olarak kullanmak isteyen adamı ne olarak göreceğime ben karar vereyim."

 

Bu kez uzaklaşan oydu, açık hava kararmış, ikimizi içine alan ortam ağırlaşmıştı. Yer çekimi haddinden fazla çalışıyor, beni masayı aşacağım derecede ısrarla aşağı çekiyordu ve Kılıç'ın yüzündeki düşüşe bakılırsa o da aynı durumdaydı.

 

"Aynı şey değil Nimfea. O kadınla arkadaş değilim, olmayacağım da."

 

"Aynı olmayan ne biliyor musun Kılıç? Sen benim Mizan tarafından kullanıldığımı iddia ettin ve beni buna itibar etmemekle suçlama hadsizliğini gösterirken bir kadını aynı şekilde kullanıyorsun ve bu bir iddia bile değil. Bunu ona söyleyecek kimsesi olmaması seni daha mı masum yapıyor?"

 

Beni bırakıp uzaklaştığında teni ve gözleri cayır cayır yanıyordu. Ve ondan gerçekten nefret ettiğimi hissediyordum. Günlerdir bir aciz gibi hissetmeme izin verip bir barbar gibi beni odaya kapattığı ilk an yaptığı Mizan hakkında şikayet etmek olmuştu. Nefret dışında ne hissedeceğimi bilmiyordum bile.

 

"Ben tüm günümü o kadına ayırmıyorum, onu evinden alıp ait olduğu insanlardan uzaklaştırmıyorum Nimfea. Onun vasıtasıyla önüme bir fırsat çıktı ve ben o fırsatı değerlendirdim."

 

"O zaman bırak ben de Mizan vasıtasıyla karşıma çıkacak fırsatları değerlendireyim Kılıç. Beni hem savaşında istemiyorsun hem de kendi savaşımda önüme engel koymaya çalışıyorsun."

 

"Seni her zaman benimle savaşırken görmek istedim Karnelyam. Geçen gün söylediğin sözlerin tek birini bile kabul etmedim."

 

"İnkar da etmedin. Etmiyorsun da."

 

"Çünkü benimle savaşmaya ne kadar istekli olduğunu anlamaya çalışıyorum, çünkü beni yarı yolda bırakmayacağından emin olmaya çalışıyorum."

 

"Yani sözlerimi onaylamak ya da reddetmek üzere bekletiyorsun. Bu beni daha mı iyi hissettirmeli? Beni kapı dışarı edip başkalarından edindiğim bilgi kırıntıları ile mücadelemi sürdürmeme göz yumuyorsun, savaşı kazandığında da bana ne kadar haksız olduğumu mu söyleyeceksin?"

 

"Senin savaşamayacak kadar güçsüz olduğunu düşündüğüme gerçekten inanıyor musun Karnelyam?"

 

Aksini düşüneceğim hiçbir şey yapmamıştı.

 

"Yanımda savaşırken eline bir silah versem onu bana doğrultmayacağından emin olamıyorum."

 

Birbirimizi ne kadar yanlış tanıdığımızın bir kanıtıydı bu sözler. Birbirimize güvenmeyi öğrenemeden kendimizi bir savaşın ortasında bulmuştuk ve ikimizin de kaybedeceğinden korkmaya başlıyordum. Yalnızca birbirimize ne kadar berbat hissettirdiğimiz konuşuluyordu, beraber iyi hissetmemiz mümkün değilmişçesine.

 

"Peki ya yanılıyorsan?"

 

"Yanıldığımı bana kanıtla Nimfea."

 

Kanıt gayet açıktı, onu karşıma bir düşman diye çektiğim zamanlarda bile acısı dinsin diye dudaklarımı dudaklarına örtmekte tereddüt etmemiştim, ülkemdeki kargaşayı körüklediğinde bile talep etmeden kollarımda teselli bulsun istemiştim. Kendimi ona teslim etmiştim...

 

"Yanıma bir erkeği yaklaştırmadığımda mı bunu kanıtlamış olacağım? Mars olmayacak, Mizan olmayacak belki Batın ve Valof'la da görüşmeme izin vermezsin ve tüm gün yatağını sıcak tutan birine dönüşürüm. Sen de bana inanırsın."

 

"Sence ben yalnızca bacaklarının arasına girmeyi amaçlayan sığ bir adam mıyım?"

 

Gürlemesi odayı çınlattı ve ürpererek soluğumu tuttum.

 

"Benim diğerlerinden hiç farkım yok mu Karnelyam? Anlaşmalarla seni kendime bağlamaya çalışan bir aşağılık olduğumu düşünüyorsan itham ettiğin diğer sözlere neden tek kelime etmediğimi de anlarsın. Çünkü hepsi yanlış."

 

"Senin Mizan'dan ne farkın var Kılıç?" Kontrolünü kaybetmek üzere olsa da benimki yerli yerindeydi ancak hasarlı bir biçimde. "Senin Yuna'ya yaptığınla Mizan'ın bana yaptığı arasındaki fark ne?"

 

Soruma yanıt vermek yerine sırtını döndü, saç tutamlarını parmaklarının arasına hapsetti, sol eli yanında başıboş biçimde sarkarken titremesi bir kat daha artmıştı.

 

"Tıpkı Mizan gibi Yuna'yı yatağa atıp DYK'yi Yuna'yla vurmak mı planın?"

 

"Sakın devamını getirme."

 

Ürkütücü sesi beni durduramadı.

 

"Onun zayıflığını kullanıp DYK'yi yok etmek ya da... Muhtemelen her anından zevk almak. Eğer şanslıysa o da zevk alır," dedim kuru bir kıkırtı ceset gibi ikimizin arasındaki zemine çarptıktan sonra. "Ve planlarının arasında bunun da olduğuna adım kadar eminim."

 

Ölümcül bir yavaşlıkla bana döndü, gözlerindeki korkutucu gölgede beni yok etmek üzere harlanan alevler çıtırdıyordu, gözleri dudaklarıma indi ve kendince bir ceza daha vermek niyetinde olduğunu anladım. Beni tüketmek istediğini, damarlarının yok etmek üzere kabaran bir arzu ile şiştiğini görebiliyordum. Çenesindeki heykelimsi keskinliğe bakılırsa taş kesmişti ve ağzını açamayacak kadar hiddetliydi.

 

"Mizan beni kullandığı için onun yanında olmamı istemiyorsan o kızın yanında ne işin var?"

 

Fısıltımdaki nefret katran gibi siyah, ağır, yapış yapıştı. Burun kanatları genişleyen Kılıç'ın göğsündeki sığ nefeslerin yankısı fısıltım kadar yüksekti. Ve birden, yalnız bir adımla yeniden karşıma geçtiğinde güçlü parmaklar enseme sarılıp başımı ona eğmeye zorlamış, geniş gövdesini bacaklarımın arasına yerleştirmişti.

 

"Aynı şey değil." Nefret dolu bir hırlamaydı duyduğum. "Benim sana ait olduğumu sen de kabul ettin Karnelyam ama sen ısrarla senin benim kadınım olduğun gerçeğini inkar ediyorsun. Dünyadaki her dişinin karşısında bile sana aidim ve bunu biliyorsun. Benim olduğunu neden kabul etmiyorsun?"

 

Ensemdeki tutuşu canımı yakacak kadar sertti, alnı sertçe alnıma yaslandı ve teni tenim üzerinde dönerken ondaki karmaşık yoğunluk beni diri diri gömüyordu.

 

"Çünkü beni yanında görmek değil senin amacın... " Aldığı soluk ruhumdan çekilmiş gibi göğsünü doldurdu, bense aldığım soluklar ciğerlerime yetişmeden geri çekildiği için iyiden iyiye çökmüştüm. "Yatağında görmek. Beni korunmaya muhtaç bir zavallı gibi ve nerede ne yapacağını bilmeyen bir aptal gibi gören birine ait olmak cehennemde sonsuza dek yanmaktan beter Kılıç. O yüzden ölene dek inkar edeceğim. Sen ve ben iki ayrı pis planın iki ayrı parçasından başka bir şey değiliz."

 

Alnı alnımı yakacak kadar geri itti, ensemdeki el ise beni ona itmeyi sürdürüyordu. Göz kapaklarının titrediğini kısılan gözlerimin ardından görebiliyordum, burnu burnuma değdi ve gözlerini açmayı redderek dudaklarıma doğru konuştu sonunda.

 

"Amacım seni yatağımda görmekse neden gerçeklerle seni kendimden uzaklaştırmayı göze alıyorum Nimfea? Neden seni yalanlarla kollarıma çekmiyorum?"

 

"Daha önce yaptığın buydu, bir yalancı olduğunu unuttun mu?"

 

Başı eğildi, saçları çeneme değiyordu. Ona dokunmamak için ellerimi kalçalarımın altında öyle sert eziyordum ki avuç içlerim bile uyuşmuştu.

 

"Ben seni bağışlayabilmişken sen neden bu ihtimali düşünmüyorsun bile Karnelyam?"

 

Kelimeleri, kulaklarıma işlesin diye değil içime işlesin diye ikimizin arasındaki boşluğa söylüyordu, sesini boğan eğik başı değil de onu yutan göğsümdü.

 

"Beni bağışlamıyorsun Kılıç. Çünkü hiçbir zaman hatalarımı ciddiye almadın, öfkelenebileceğin biri değilim, sen her zaman benim aşağılık planlarımın farkında olursun ve ben bir zavallı gibi çırpınmaya devam ederim. Unuttun mu? Bunları konuşmuştuk."

 

Başı daha da eğildi, alnı köprücük kemiğime değerken elbisemin kalın kumaşını aşan sıcaklığı tenimi dağlıyordu.

 

"Sana öfkelenemiyorsam neden şimdi boğulacak gibi hissediyorum?"

 

Ellerimin uyuşukluğu arttı, geniş omuzları öyle çökmüştü ki onu sarıp yükünü hafifletmekten başka bir şey düşünmeyi becerene dek ağzımı açamadım.

 

"Öfkelendiğin ben miyim, Mizan mı?"

 

Alnı tenime değene dek süründü ve boyun boşluğuma yerleştiğinde alev almış bedeni tüm zerrelerimi ele geçirdi. Aktif bir yanardağa çok çok ama çok yüksekten bırakılmıştım, aşağı çekiliyordum, kaynar lavların arasına karışana dek yer beni çekmeye devam ediyordu, gök ise itmeye.

 

"Hiçbir zaman aciz biri olduğunu düşünmedim."

 

Gücünü yitirmiş bir adama dönüşmüştü. Daha fazla dayanamayıp ezilen ellerimi omuzlarına çıkardım. Onu itmek için değil, daha yakına çekmek için de değil, olduğu yerde kalması ve omuzlarındaki yükü bir nebze hafifletebilmesi için.

 

"Babam kendimi koruyabilmem için bir silahı en iyi şekilde kullanabilmemi isterdi." Bir masal anlatır gibi düştü sesim. Kollarımı omuzlarına doladım sonunda, elleri sırtıma kayıp bana tutundu. Onun hastalıklı sevgisi benden çok ona zarar vermeye başlamıştı ve bunu görmeye başladığını biliyordum.

 

"Ama ne kadar iyi olursam olayım benim tehlikeyle karşı karşıya geleceğim tüm ihtimalleri ortadan kaldırmayı sürdürüyordu. Kalabalık arkadaş grupları edinmeme karşıydı, şehrin dışına çıkıp hayatı göğüslememi istemezdi, sarayın dışında yaşayabileceğime inanmazdı. Hep öfkeliydi Kılıç. Kamer Mahver dendiğinde aklıma buz gibi, kadim bir öfke geliyor ve ömrümü bir odada geçirmeme neden olurken beni iyi silah kullanan biri olarak yetiştirmesinin hiçbir mantığı yoktu. Onunla konuşulmazdı, tartışılmazdı. Öfkesi dinmezdi, mantığa da yatmazdı."

 

Parmaklarım düğümlerle dolu gergin sırt kaslarının üzerinde dolaştı. Başımı çevirip yanağımı saçlarına yasladım çünkü Kılıç'ın varlığına karşı çıkmak zordu. Belki bu yüzden her seferinde hiç doğmamış olmasını karşımda olmasına tercih ediyordum.

 

"Önceleri beni korumak için olduğunu sanıyordum. Kraliyet yanlısı insanların baskıları ben doğduğumdan beri babamın hayatının büyük bir parçasıydı ve yaşayan, nefes alıp, daima genişleyen bir yara gibi sırtındaydı bu baskı. Beni korumak istiyor olması çok normaldi. Ama sonra Kılıç, sonunda anladım. Beni koruduğu falan yoktu. Her insan gibi yaşarken başıma açacağım işlerle uğraşmak istemiyordu o, onun için skandala dönüşmemesi gereken bir meseleydim, koca sarayın tek bir odasına tıkılıp üzeri örtülmüş, elden çıkarılamayan, ortaya serilemeyen bir eşyaydım yalnızca. Silah kullanmakta iyi olmamı istiyordu çünkü amacı hiçbir zaman beni korumak zorunda kalmamasıydı. Ama kendimi korumam için bile bana alan tanımazdı. Kaçıp gidene dek ben onun ayağının dibine düşen gölgeden başka bir şey değildim. Ve şimdi en kötüsü tam da kendi gövdemi var edeceğim zaman sen yine babamın yaptığını yapıyorsun Kılıç. Evden, saraydan çıkmamı istemiyorsun, korkutucu teorilerle beni hayattan geri kalmaya zorluyorsun. Yanında olmama izin vermiyorsun Kılıç, kabul et. Anlaşmada bile sen istediğin sürece yanında olmama izin var çünkü istememe ihtimalin her zaman çok yüksek."

 

"Beni babanla aynı kefeye koyma Karnelyam, orası ikimize fazla gelir."

 

Geri çekildi, ellerim omuzlarından kayıp kucağıma düştü. Kapsayıcı sıcaklığını da alıp gittiğinde ayazın keskin soğuğu doldurdu ondan kalan boşluğu.

 

"Nasıl istersen."

 

"Karnelyam, beni uzaklaştırmak için bahaneler uyduruyorsun, ne zaman sana ulaştığımı sansam sen kaçıyorsun."

 

Git gide uzaklaşan ruhunun yankısı boynundaki geniş damarda çınlıyordu. Seğiren kaslarını, titreyen elini gizlemeden bakıyordu bana.

 

"Çünkü kafanın içinde yarattığın Karnelyan değilim ben Kılıç. Senden uzaklaşan ben değilim, beni iten sensin."

 

Attığı geniş adımların yankısı mideme vurdu ve koca eller yüzümü kavradığında dudaklarımı sıkı sıkı örtmek zorunda kaldım.

 

"Bir başkasıyla yakınlaşırken seni ittiğimi söyleyemezsin!"

 

Onun öfkesine karşı benim hayal kırıklığım... İkisi de öyle büyüktü ki bir galip çıkması imkansızdı.

 

"Mesele bir başkası değil, hiçbir zaman da olmadı. Mesele sensin, mesele senin beni nasıl gördüğün... Kılıç biz iki iyi dost değiliz, birer aşık değiliz, rastgele tanışmış insanlar değiliz. Birbirine güvenemeyen iki kişiyiz ve sen benden sonsuz itaat bekliyorsun. Yolumu bulmama izin vermiyorsun, yolu bulabileceğime inanıyor musun o bile şüpheli."

 

"İlk bulduğun fırsatta başkalarıyla yakınlaşmayı bıraksaydın bizim aslında ne olduğumuzu görürdün. İddia ettiğin şey savaşmak değil Nimfea. Tek yaptığın bana karşı çıkmak, beni sürekli karşına denk getirmekle öyle meşgulsün ki senin için yaptığım, yapacağım hiçbir şeyle ilgilenmiyorsun. Seni korumak istemem yanlışmış gibi davranıyorsun, birini korumak istemenin ne demek olduğunu biliyor musun?"

 

Elleri yüzümden çekileli çok olmuştu, benden uzaklaşalı. Birini korumak istemenin acı yanıyla on üç yaşında öğrenmiştim ama bunu ona hatırlatmadım. Benden adımlarca uzakta dururken konuşmayı sürdürdü.

 

"Dünyada güveneceğin yalnız bir avuç insan varken dünyanın geri kalanından her an bir darbe bekleyerek birini korumak istemek ne demek Karnelyam, bilmek ister misin? Yalnız dünyadan değil kendinden bile korumak istediğin kişinin dünyanın geri kalanıyla birlikte karşında durmak için verdiği çabayı izlemek, buna rağmen her adımını onun güvenliğini düşünerek atmak ne demek..."

 

"Eğer izin verseydin yanında olurdum."

 

"Seni karşımda görmek yanımda görmekten daha güvenli Karnelyan. Karşımda olduğunda seni bir tiyatronun başrol oyuncusunu izler gibi izleyebiliyorum."

 

Vücudum elektrik akımına kapılmış gibi baştan ayağa ürperdi ve yemin ederim ki derim canlı canlı soyuluyormuş gibi fiziksel bir acı hissettim. Yüzüne bakmaya devam etseydim karanlığa gömülürdüm, gözlerimi kapattım.

 

"Evet, ben de bundan bahsediyorum."

 

"Kılıç!"

 

Tıklatılan, kulbu zorlanan kapının dışından gelen sese rağmen gözlerimi açamadım fakat sanki az evvel olup biten her şey uyandığım bir kabusa aitmiş gibi nefes aldım.

 

"Kılıç, konuşmamız lazım."

 

Serhan Ala'nın gür sesi içeriyi doldurdu yeniden. Gözlerimi açtığımda Kılıç kapının kilidini çeviriyordu. Açılan kapıdan Serhan'ın endişeli bakışları bir saniyeliğine bana kaydı fakat yeniden Kılıç'a döndüğünde ben ikisi için de geride kalmıştım. Aralık kalan kapı boşluğundan dünyaya dair bir iz bulabilirmişim gibi uzun uzun onların çekip gittiklerinde arkalarında bıraktığı hiçliğe baktım.

 

🕑

 

Gerinerek gözlerimi açtığım odada tanıdık bir iz yoktu, sıçrayarak ipek çarşafların arasında doğruldum. Kafa tasımı ele geçiren ağrı yoğunluğu ile bedenimi katılaştırmış biçimdeydi. Bir balığın parlak sırtını andıran grilikteki örtüler karışmıştı bedenim, içeriye boğucu ve karanlık bir hava katan gri duvarlar daha mattı. Yatağın karşısındaki katartılmış ayna kapaklı gardrobtan yansıyan görüntüme baktım. Damarlarımdaki korku usulca geri çekildi, hüzün alacaktı yerlerini.

 

Kılıç ofisten çıkıp gittikten sonra daha önce girdiğim kütüphaneye geçmiş, şöminenin karşısındaki kadife koltuğa yerleşmiştim.

 

Mizan beni orada bulduğunda ne halde olduğumu biliyormuş gibi sıcak bir çayla gelmişti ve sessizce rafların karşısındaki deri koltuğa geçtiğinde varlığı rahatsız etmekten çıkıp uyku getirici bir hal almıştı. Uyuyakalmıştım.

 

Balkona açıldığını tahmin ettiğim cam kapıdan dışarı baktım, hava kararmak üzere görünüyordu. Oda öyle izole bir yeri anımsatıyordu ki evin içindeki gürültünün zerresi bile içeri ulaşmıyordu. Kalkıp odadaki normal olan tek kapıyı açtım, banyoya açıldığından emindim çünkü görünürdeki ikinci kapı kapitone bir kapıydı, dışarıdan gelen gürültüyü layığıyla kesmek onun başarısıydı belli ki.

 

Beyaz fayansların sıcak yüzeylerinde yürüdüm. Yüzümdeki uyku mahmurluğunu ılık suyla sildikten sonra bu odaya girmenin imkansızlığına rağmen burada oluşuma şaşırıyordum. Mizan önemli eşyalarını yatak odasında sakladığını söylemişti, uyuyakaldıktan sonra beni rastgele bir misafir yatak odasına yerleştirmek yerine kendi yatağına bırakmıştı ve fırsat değerlendirmek için elimden geleni yapacaktım.

 

Oda şık ve sadeydi, yatağın başında karıştırabileceğim bir komodin bile yoktu. Gardrobun kapaklarını sürerek açtım, içinde koyu tonlarda onlarca takım, gömlek, hırka ve kazaklar dışında bir şey yoktu, çekmecelerin içerisinde saatler, çamaşırlar nizami biçimde dizilmiş, sergileniyordu. Ve iddia ettiği önemli şeylere dair tek bir iz bile yoktu.

 

Boydan boya kül rengi halının yumuşak yüzeyinde çıplak ayaklarla yürürken yatağın kenarına bırakılmış ayakkabılarıma uzandım ve giymek için yatağın kenarına otursam da bakışlarımla etrafı taramaya devam ettim. Yatağın bir köşesinde iki metrelik koca bir abajur vardı, etrafı aydınlatan beyaz ışık fazla güçlüydü ve ayarlanabilir olsa da onu kısmak için gereken kumandayı bulamadığım için öylece bırakmıştım. Diğer köşede komodin niyetine konmuş tahta bir sandık bulunuyordu, pirinç kakmalı sandığın üzerinde bir adet kalın kitap, kitabın üzerine bırakılmış cam bir bardak vardı. Üstündekileri yerinden oynatmadan kapağı yavaşça aralamaya çalıştım. Gövdesine zarif çiçek ve dal motifleri oyulmuş sandık göründüğü kadar narin değildi, ne kadar uğraşırsam uğraşayım kilidi yerinden oynamamıştı ve Mizan'ın bahsettiği önemli şeylerin bu ayaklı sandıkta olduğuna neredeyse emindim. Pirinç kakmalı sandık...

 

Kapı yumuşak bir itişle açıldığında çoktan yatağın köşesine oturmuş ayakkabımı ayağıma geçirmeye başlamıştım.

 

"Günü kararttın."

 

Arkamı dönmeden biraz daha oyalandım ayakkabımla.

 

"Sana da günaydın."

 

"Uyumaya biraz daha devam etseydin gün sahiden ayacaktı."

Yüzümü buruşturdum mübalağası karşısında. Omzumun üzerinden ona baktığımda bir bardak su ve bir ilaç kapsülü ile bana doğru gelirken gördüm onu. İkisini de sandığın üzerine bıraktıktan sonra ellerini cebine iterek bir adım geri çekildi.

 

"Ölüyor muyum?"

 

"Sanmıyorum."

 

Uzanıp sudan bir yudum aldım. Dikkati üzerimdeyken yutkunmak zor oldu.

 

"Kas gevşetici," diye açıkladı ilaca bakarak. "Koltukta uyuyakaldıktan sonra her yerinin ağrıyor olduğunu varsayıyorum."

 

"Doğru bir varsayım," desem de ilacı içmek için bir hamlede bulunmadım. "Beni buraya kadar taşıyanın sen olduğunu varsayarsak bu ilaca benden daha fazla ihtiyacın olduğunu düşünüyorum."

 

"Kaslarımı zorlayacağına inanıyor musun gerçekten?"

 

Arkasını dönüp beni yoğun dikkatinden kurtarmış olduğu için gevşedim ve gitmek için ayağa kalkma fırsatını değerlendirdim.

 

"Beni küçümseme, silah kullanma yeteneklerimi hatırlatmak zorunda kalmak istemiyorum."

 

Alt dudağına geçirdiği dişleri gülüşünü çiğneyerek benden gizleme amacı taşıyordu. Fakat son zamanlarda her türlü aşağılama ya da alay bana fazla gelmeye başladığı için gözlerimi kısarak karşılık verdim ona.

 

"Gitmem gerek."

 

Aslında gerçekten gitmem gerektiğinden emin değildim, Kılıç'ın hala köşkün içinde bir yerlerde olduğundan da. Israrla onun yanına dönmek konusunda ısrarım kas hafızası gibi, mekanik ve bilinçsiz bir şekilde ortaya çıkıyordu.

 

"Kalabileceğini biliyorsun."

 

"Seni yatağından etmek istemem." Alay katılan sesime rağmen bakışlarındaki kararmaya engel olamadığım için yanlış bir sinyal verdiğimi anladım. "Her şey için teşekkürler," diye ekledim hızla. "Kılıç muhtemelen ortalarda görünmediğim için endişelenmiştir." Aslında bu da otomatik biçimde çıkan laflardan biriydi, eğer çoktan çekip gittiyse kendimi bir aptal gibi göstermiş olmalıydım bunu söyleyerek.

 

"Pek endişeli görünmüyordu."

 

Benden önce odanın içerisinde ilerlemeye başladı, birkaç adım sonra arkasına takıldım.

 

"Seni o kadar sarsacak ne söylediğini merak ediyorum."

 

Mizan'ın intizamla sıralanan adımlarına karşın benimkiler onun sözleri ile sekteye uğradı.

 

"Sarsılmadım," diyebildim yalnızca. Beni onun önünde omzuna atıp götürdükten sonra tatlı tatlı sohbet ettiğimizi iddia edemezdim fakat konuşmadan sonra sarsıldığımı gizlemek için elimden geleni yapmıştım, başarısız olmuştum.

 

"Yaralı şövalyeler kadınlar tatafından talep görür, biliyorsun değil mi?"

 

Kapıyı benim için açıp geçmemi beklerken imalı sözlerine aşırı tepki vermemek için kendimi frenliyor, ağır ağır ondan uzaklaşmaya çalışıyordum.

 

"Ve?"

 

"Ondan hoşlanıyor musun?"

 

Yüzümü buruşturmadan edemedim. Bu soruyu duymayı beklemiyordum, bu sorunun muhatabı olmak istemiyordum da aynı zamanda.

 

"Neden böyle bir soru soruyorsun? Beni bir haydut gibi omzuna atıp kaçırdıktan sonra hem de."

 

"Aslında biraz da bu yüzden soruyorum. Seni bir haydut gibi kaçırdı ve sen silah kullanmak konusundaki yeteneklerini kullanmak yerine odadan sarsılmış bir halde döndün."

 

Elbisemin eteğindeki görünmez tozları silkeledim uzun uzun. Bu konuyu konuşmak hoşuma gitmiyordu.

 

"Yanımda bir silah yoktu, hatırlarsan sunduğun o pahalı aletleri geri çevirmiştim."

 

"Belki de bu kararını gözden geçirmelisin."

 

Tırabzanlara tutunup merdivenleri dikkatle inmeye başladım. Az evvelki soru beni sandığımdan daha fazla rahatsız ettiği için bir an evvel sessiz bir yer bulup kendimi düşüncelere boğmak istiyordum. Ama buna vaktim yoktu, o odaya yeniden girmenin ve sandığın kilidini açmanın bir yolunu bulmalıydım. Mahkemeye ve büyük DYK toplantısına günler kalmışken oyalanamazdım.

 

"Yeni bir gül almadın değil mi?"

 

"Hayır-"

 

"Karnelyan!" Telaşlı sesin sahibi odağıma girdiğinde duraksamıştım. İzel merdiven sahanlığında durup bana bakarken "Nerelerdeydin?" diye sordu soluk soluğa.

 

Mizan'ın eşlik ettiğini unutup hızla İzel'e koşarken "Uyuyakalmışım, sorun ne?" sorusunu soruyordum. Yanına vardığımda sesini düşürerek konuşmaya başladı.

 

"Kılıç her yerde seni arıyor? Başına bir şey geldiğini sandı ve şey-" Duraksamasının ardından bakışlarının kaydığı yerde Mizan'ın durduğunu biliyordum. Koluma girerek aşağı yönlendirdi ikimizi. Ben dönüp arkamda ellerini cebine itmiş bizi izleyen Mizan'a bakarken, İzel "O da ortalıklarda görünmüyordu, sanırım ikinizin bir anda ortadan kaybolması onu endişelendirdi," diyerek içimdeki minik huzuru da söküp atmayı başardı.

 

"Bir anda kaybolmadım İzel, saatlerdir yoktum çünkü uyuyordum. Yalnızca o bunu bir anda fark etmiş."

 

Elbisesinin kabarık eteğindeki gizli cebe elini itip kolumdan uzaklaştığında dudakları birbirine bastırılmış haldeydi. Ne düşündüğünü merak ediyordum ve bunu açık etmesini bekledim.

 

"Karnelyan uzun zamandır tanışmadığımızı biliyorum ve Serhan'ın hayatına girdiğimden beri Kılıç'ı tanıyorum, onu severim, iyi bir adamdır."

 

Son basamağı da indik, dış kapıdan içeri ayazla birlikte içeri dolan Kılıç'ın varlığı tehditkar bir bulut gibi üzerimize gölgesini bıraktı ama İzel konuşmasını yine de bitirdi.

 

"Ama ben senin tarafındayım."

 

Kılıç'ın bana seslendiğini, hızla bize doğru geldiğini görsem de İzel'i durdurup onun gözlerinin içine bakacak zamanı bulabildim. Sözlerinde dürüst olduğunu görebileceğim gözleri bana iki parlak yıldız gibi bakıyor, sanki teminat veriyordu.

 

"Benimle konuşmak istersen bunun yalnız ikimizin arasında kalacak bir konuşma olacağından emin olabilirsin, ya da bin konuşma. Bunu bilmeni istiyorum."

 

"Neredeydin?"

 

Kulağımın dibinde kurt gibi soluyan tehditvari nefese rağmen karşımdaki kadına baktım. Bir el belime dolandı, bir başka el çenemi yakaladı ve kendine çevirdi. İzel etraftaki kalabalığın arasından eşini bulmuş olacak ki yanımdan ayrıldı ve ben ısrarcı Kılıç'a bakmak zorunda kaldım.

 

"Nerede o?"

 

Dudaklarım aşağı büküldü, hala Mizan hakkında konuşmak istiyorsa ben istemiyordum.

 

"Onunla mıydın?"

 

Onay dolu bir baş sallama sundum beni ülke başkanları ve DYK üyelerinin arasında sahiplenici bir baskıyla tutan adama.

 

"Belki de seni burada öpmeliyim Nimfea."

 

Bu bir tehditti, karanlık yüzü ve sesi bana bunun bir tehdit olduğunu açıkça gösteriyordu.

 

"Buradaki herkes senin inkar ettiğin şeyi görür böylece, ne dersin?"

 

"Herkes görür ve kabul eder, ben inkar etmeye devam ederim."

 

 

Bölüm : 10.12.2024 22:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
SNC / İŞGAL ÜSTÜ / bölüm36|❝Namlunun Ucu, Sonun Başlangıcı❞
SNC
İŞGAL ÜSTÜ

4.03k Okunma

894 Oy

0 Takip
40
Bölümlü Kitap
bölüm1|❝Kılıç Düşer Taç Yükselir❞bölüm2|❝Çiçek Batarken Bataklıkta Bir Çiçek❞bölüm3|❝Cennetin İblisleri, Cehennem Meleği❞bölüm4|❝Beraber Savaş Yalnız Öl❞bölüm5|❝Karanlığın İçinde Gün Yüzü❞bölüm6|❝Avda Kurt Ağda Örümcek❞bölüm7|❝Daha İyisi İçin En Kötüsü❞bölüm8|❝Ölüler Dirilir Diriler Ölür❞bölüm9|❝Güneş Yükselirken Alçalan Gece❞bölüm10|❝Anlaşma İmzala, Savaş Başlat❞bölüm11|❝Dikensiz Güller, Mezarsız Cesetler❞bölüm12|❝Hainin Nasırlı Eli Dostun Yumuşak Karnı❞bölüm13|❝Güven Sorunları, Çözüm Yolları❞bölüm14|❝Zalimin Kanı, Zulmün Gücü❞bölüm15|❝Zehirli Öpücük, Şifalı Hançer❞bölüm16|❝Düşmanın Kollarında Rastlanan Dost❞bölüm17|❝Ruhun Nefesi, Canlı Hayaleti❞bölüm18|❝Güven Vermeden Evvel Kayıp Ver❞bölüm19|❝Yıkılan Duvar, Yakılan Köprü❞bölüm20|❝Şehirden Uzaklaş, Şeytanla Yakınlaş❞bölüm0|❝Seryum Evreni Karakterleri❞bölüm21|❝Gerçek Yalanlar, Yanlış Doğrular❞bölüm22|❝Geleceği Şekillendiren Geçmiş❞bölüm24|❝İhanetle Açılan İhanetle Kapanır❞bölüm25|❝Kırılır Karnelyan, Saçılır Taşlar❞bölüm26|❝Kuş Adımları, İnsan Kafesi❞bölüm27|❝Acılı Yüzler, Acı Veren Güçler❞bölüm28|❝Gözün Üstünde Kaş Altında Yaş❞bölüm29|❝Karada Filizlenir Ak❞bölüm31|❝Sırt Sırta Ver, Karşı Karşıya Gel❞bölüm32|❝Yoldan Dönerken Kaybolan❞bölüm33|❝Birden Bine, Serden Dibe❞bölüm34|❝Dalından Kopmadan Dökülünce Yaprak❞bölüm35|❝Yitip Gitmeden Bitip Tükenen❞bölüm36|❝Namlunun Ucu, Sonun Başlangıcı❞"Hayat Biraz Böyledir" İsimli Kurgum Hakkındabölüm37|❝Doğudan Doğar, Batıdan Döner❞bölüm39|❝Evsiz Kalınca İğnesi Kırılan Kanca❞bölüm40|❝Anahtar Kilidi, İtiraf İhaneti Açar❞bölüm41|❝Kalabalıktan Kaç, Kalbini Kovala❞
Hikayeyi Paylaş
Loading...