43. Bölüm

bölüm41|❝Kalabalıktan Kaç, Kalbini Kovala❞

SNC
almelia

 

Bir süre çok yoğun olacağım için yeni bölüm pek erken gelmeyebilir ama yine de elimden geleni yapacağım, her ihtimale karşı haberiniz olsun isterim...

Bu bölüm benim için keyifli bir bölümdü, kaos, kargaşa okumayacaksınız yani :) Umarım siz de keyif alarak okursunuz. Oy vermeyi, yorum yapmayı unutmazsanız çok sevinirim, iyi okumalar!

🕑

"Yani birkaç gün burada kalmamız bizim açımızdan iyi olabilir."

 

"Böyle bir şey olmayacak." Kılıç'ın huysuzluğu üzerindeydi çünkü konu Mizan'a uzanıyordu. Serhan sıkıntı ve bıkkınlıkla baktı Kılıç'a bir süre, Kılıç ise kirpiklerine değecek kadar eğilmiş kaşlarla, ruhsuz yeşil gözlerle etkilenmeden karşılık verdi arkadaşının bakışlarına.

 

"Toplantıya iki gün kaldı, kasayı hala bulamadık, bu eve her geldiğimizde bizimle birlikte en az yirmi kişi daha oluyor ve kalabalıktan sıyrılıp evi aramayı başarmamız imkansız. Kalmak zorundayız hele de teklif evin sahibinden gelmişken bu fırsatı değerlendirmemek aptallık."

 

Kılıç konuşmadan koparak başını çevirdi, kış bahçesinin yumuşak yastıkları arasında pencerenin dışında yarış sonrası sohbetine dalmış üyelerin üzerinde dolaştırdı bakışlarını boş gözlerle. Anahtarın bende olduğunu henüz söylememiştim, ayakta dikilip ağırlığımı diğer bacağımın üzerine bırakıp dirseklerimi ovdum huzursuzluktan.

 

"Kalmamız gerekiyorsa kalırız," dedim Kılıç'ın sessizliğinden doğan boşluğa. Ve başı hızla olduğum yere yükseldi, koltuğun tepesine yerleştirdiği uzun kolları kasılmış, düz bir çubuk halini almıştı.

 

"Karnelyam," dedi uyarırcasına. Onu buraya gelmek için zorlamıştım, kalmak için ikna etmem daha da zor olacaktı biliyordum. Bu yüzden denemedim bile.

 

"İstemiyorsan gidebilirsin Kılıç. Biz kalmaya mecburuz."

 

Serhan sıkıntılı bir soluk verdi, sıcak kış bahçesinin cam duvarları arasında dolaşan soluk bizi saran havayı daha da ağırlaştırdı.

 

"Nimfea," diyorken kollarını indirip oturduğu yerden bana eğildi Kılıç, dirsekleri dizine yerleşince devam etti konuşmasına. "Burada saldırıya uğradın, buraya adım atmana bile izin vermemeliydim."

 

"Senin onayına göre hareket etmediğime göre izin vermemiş olsaydın da burada olurdum. Ve bu gece burada kaldığımda sen de bunu anlayacaksın."

 

Dudaklarındaki minik bükülme duygularının olumsuz yükünü yansıtıyordu, kirpiklerinin altından bana bakışı rahatsız ediciydi ve anlamsız bir tartışma için çok hazır olduğu belliydi. Bunu burada yapmaktan çekinmeyecekti, benim aksime.

 

"Seni tam şu an hiç zorlanmadan alıp eve götürebileceğimi bilirken böyle konuşman çok tatlı."

 

Dudaklarımı birbirine bastırdım çünkü ona hakaret ederek bir yere varamazdım. Koltuğun diğer ucunda oturan Serhan'a attığım kaçamak bakış sonrası adam dizlerine vurarak ayaklandı ve "Karımı bulup sağlıklı ilişkimize şükretmeye gidiyorum, kavganızı ben kapıdan çıktığımda başlatın," diyerek ikimizi de sinirlendirdi fakat arkasına bakmadan çekip gittiği için ufak kulübede iki kişiye yetmeyecek kadar az oksijen kalmış gibi hissetmemize neden olduğunda olduğum yerde dikilip bir süre soluklanmaya odaklandım. Sanırım Kılıç'ı yine ikna etmem gerekecekti. Dizim dizine değecek kadar yakınına otururdum gözleri hiç sekmeden üstümde tur atan adamın.

 

"Beni buradan hiç zorlanmadan alıp götürecek kadar güçlü olduğunu biliyorum," dedim camların ardında kalanlar bizi duyabilirmiş gibi sessizce. "Ama gücünü burada kalmak için kullanamaz mısın?"

 

"Kullanamam," dedi uzlaşmacı olmadığını ortaya seren bir çabuklukla.

 

"Kılıç ben burada olmasaydım bu fırsatı değerlendirirdin değil mi?"

 

Gözlerime bakmaya devam etti. Çekici yüzü gölgeler üzerinde dans ederken iç gıdıklayıcı görünse de taştan ifadesi yüzünden izlerlerle şekil almış yakışıklı surata tokat atma isteği avcumu kaşındırıyordu.

 

"Benim burada olmam neyi değiştiriyor, söyle bana."

 

"O adamdan hoşlanmıyorum. Seninle yakınlık kurduğu için onu öldüreceğim. Ölmeden önce seninle doya doya vakit geçirmesine izin verecek kadar aptal değilim."

 

Bir an düşünmeden daha da yaklaştım ona, bir bacağım dizinin üzerine yerleşti. Dışarıda dolaşan insanların bizi bir perdeye yansıtılan sinema filmi gibi izleme olasılığı yüksekken düşüncesizce hareket etmek Kılıç'ın üzerimdeki etkisini ispat ediyordu.

 

"Ondan, DYK'yi affetmem karşılığında bir istekte bulunmamı istemişti. Biliyorsun değil mi?"

 

Hareket etmeden izledi beni fakat ifadesine yerleşmeye çalışan merak beni cesaretlendirdi.

 

"Ondan istediğim şeyi bilmek ister misin?"

 

Gözleri kısıldığında başı bana doğru eğilmişti ve görüşüm yalnız onun yüzünden ibaret olmuştu. Şüpheci ifadesi oyma bir maske gibi yerleşti yüzüne, ne için olursa olsun her türlü şüphe bana güvenmediğini hatırlatıyordu fakat bu kez üstünü kapatıp dudaklarımı ıslattım, kuracağım yeni cümle için hazırdım artık.

 

"Boşanmak. Bir daha o adamı görmeme gerek kalmadan yeniden Karnelyan Mahver olmak."

 

Bir sır paylaşırcasına dudaklarım dudaklarına yaklaştı, sırrımı kulakları değil dudakları dinledi ve şimdi bir mühür gerekliydi.

 

"Neden?"

 

Yanıt bir mühürdü, ağzının sıcaklığı sözlerimi doğduğu yerden tatsın diye öptüm onu. Bizi saran camlar bir çerçeveye dönüşüp ölümsüz bir an gibi dünyanın konsoluna yerleştiğinde dudaklarımı onunkilerden ayırdım. Hızlı bir öpücüktü ancak birinin bizi görme ihtimalinden doğan gerginlik zamanı yavaşlatmış, bir saniyeyi bir asra devirmişti. Öpüşmeyi sonlandırmak istemeyen Kılıç'ın çenesi benimle birlikte geldi fakat göğsünden tutunup onu yerine sabitledim. Gözlerine bakamadım çünkü orada aramadan bulacağım binlerce his olacaktı, çenesindeki seyrek sakalların arasına bir öpücük daha kondurdum onu itmeden evvel. Eli bileğime yapıştı hemen, ondan kaçmamı oldum olası sevmezdi. Beni özgür bırakmazsa ona dönemeyeceğimi anlamıyordu. Elimi onunkinin üzerine yerleştirdim fokurdayan kaygıları dinsin diye.

 

"Burada kalacağız, kasayı bulacağız ve bir daha bir başkası yüzünden birbirimize meydan okumayacağız."

 

"Beni bir daha öp," diye uzattı çenesini beni onaylamak yerine.

 

"Kılıç, iletişim kurabilir miyiz artık?"

 

"Öp beni." Emredici kısık sesi dudaklarımın karşısındaki dudaklarından sıcak bir rüzgar gibi esiyordu bana doğru.

 

"Biri görecek."

 

Belimi yakalayan eli beni koltuğun yumuşaklığından söktüğünde kopardığım çığlık sert kucağına oturttuğunda parçalara ayrılıp cam duvarlara su lekesi gibi yapıştı. Kafamı eğip kaçmaya çalışsam da bizi görmüş olan tek bir kişi bile olduysa artık herkesin bileceği de kesindi. Kılıç öteki kolunu da sırtıma sardı, beni kendine hapsettiğinde avcumun içi omzuna rastgele darbeler indiriyordu ancak boşunaydı.

 

"Beni öpmezsen seni bırakmam."

 

"Camla çevrili bir yerde bunu nasıl yaparsın?" Sesim dehşetle doluydu, öyle ki bu yoğun his ses tellerimi ele geçirip kendi çığlığını dışarı salmıştı.

 

"Birinin bizi görmesi seni korkutuyor mu?"

 

Elleri kalçalarımı yoğurmaya başladığında başımı şaşkınlıkla geri çekip yüzüne baktım, alnındaki çizgiler beni izlerken derinleşmişti, dudakları arsızca bir beklenti yüzünden aralıktı, nehir gibi usul usul akan yeşilleri beni içine çekiyordu. Sonra güç bela bulduğum cesaretle gözlerimi etrafta dolaştırdım, bizi gören biri ile göz göze gelme hissi boğazıma darbe alıyormuş gibi hissettirse de duvarların arkasında tek tük meyvelerle renklenen ağaçlar, çiçek bordürleri, çimenlerin üzerinde rastgele bırakılmış demir sandalyeler, rüzgarla sallanan dallar ve çalılar dışında bir şey yoktu, tek bir insan bile yoktu. Gözünü benden ayırmazken insanların gittiğini nasıl anlamıştı bu adam?

 

Kılıç kendini beğenmiş, ukala suratıyla bakarken bana, meydan okuyarak döndüm ona. Sağ omzuna bileğimdeki tüm güçle bir yumruk indirdim çünkü onu boğmak kötü bir seçenek olacaktı. Ve edepsiz herif acıdan değil keyiften inleyerek tepki verdi darbeme.

 

"Nefret ediyorum senden."

 

"Böyle haşin davranarak benden kurtulamazsın, ya bir öpücük ver ya da o heriften yüzlerce şey isteyebilecekken neden boşanma talep ettiğini söyle."

 

Göğsünü itip kalkmaya çalışsam da Kılıç'ın gücümden etkilenmeyen kolları beni kucağına sıkıca sabitlemişti.

 

"İnsanlar görürse yanlış anlayacak Kılıç, delirdin mi sen? Bıraksana beni!"

 

Nefes nefese kalmıştım, sıcaklığı saniye saniye damarlarıma işliyor ve beni mayıştırıyordu bense daha fazla meydan okumak için daha fazla güce ihtiyaç duyuyordum. Ancak yakalanma ihtimali vardı ki kanım böylece buz kesiyordu. Kılıç bir paradokstu, lanetli bir döngüydü. Ondan kaçmak ve ona koşmak arasında hiç fark olmadığını düşündürtüyordu bana, sanırım beni ona çeken de bu berbat histi.

 

"Yanlış mı anlayacaklar? Bir adam bir kadını kucağına çekip öpüyorsa bunu kim yanlış anlayabilir ki?"

 

"Terbiyesiz!"

 

Savunmam zayıftı, mücadelem de aynı kaderi paylaşmak üzereydi. Çelikten iradesi kıkırtısı ile sarsıldı fakat elleri mengene gibi esir etmekte hala ustaydı.

 

"Seni kucağımda görseler ne düşünürler?" diye sorarken ahlaksız bir şekle büründü onunla ilgili her şey. Yaslandığı yerden kayıp iyice yerleşti altımda ve sert kasları yumuşak yanlarıma yapboz parçası gibi eklendi. Gırtlağım bir inleme ile gıdıklandı, zorlukla yuttum sesimi. "Bana ait olduğunu düşünürler, senin için deli olduğuma inanırlar, benim için nasıl hazır olduğunu görürler."

 

Kıçımı kasıklarına kaydırıp konumumu düzelttiğimde bu kez gırtlağından inleme dökülen o oldu.

 

"Senin edepsiz bir adam olduğunu düşünür ve beni zorla tuttuğunu görürler sersem."

 

"Bizi çok yanlış anlarlar o zaman aşkım, çünkü ben edepli bir adamım ve sen de kasığıma sürtünürken ellerim üzerinde bile değil."

 

Hızla beni tutan ellerini aradım, elleri bacaklarımın yanına, koltuğa düşmüştü ve karnımın içindeki kelebeklerin bir fırtınaya yol açmasını sağlayan sürtünmede adamın hiç katkısı yoktu. Dişlerim dudaklarımı kanatacak kadar sert çiğnedi utançtan. Bir bacağımı kaldırıp doğrulacağım esnada hızlı eller beni yeniden yakalayıp kucağına düşürdü fakat bu kez daha fazla mücadele ettim.

 

"Bırak beni Kılıç. Biz görmesek de birileri bizi görüyor olabilir."

 

Önce "Görsünler," dedi bir kralın emrediciliğiyle ve sonra "beni öpmediğin sürece kıçını bir santim bile uzaklaştıramazsın benden," diyerek beni, akıl sağlığımı, hızla çarpan yüreğimi tehdit etti. "Ya da neden boşanmak istediğini bana söyle."

 

Ve dudaklarına yapıştım, hırsla, öfkeyle, açlıkla, çaresizce, umutla ve umutsuzca. Oturduğu yerden belli bir ritimle hareket edip pantolonumun kumaşını zorlayarak kendini bana bastırmaya başladığında bile dilini emmeye devam ettim. Kılıç her zerresiyle öyle talepkardı ki ona istediği her şeyi vermek için edepsiz bir arzu doğuruyordu içimde. Fakat sonra talepkar yanlarını hızlıca geri çekip dev bir irade ile geri çekildi, kollarını hükmedici bir gevşeklikle koltuğun tepesine yerleştirip altımda ezilmiyormuşçasına üstten bakışlarla baktı bana.

 

"Kalk bakalım, insanlar yanlış anlayacak."

 

Ona duyduğum arzudan doğan hararet buz tuttu, sarkıtlar gibi keskin biçimde havada asılı kaldı.

 

"Tanıdığım en gıcık insansın." Sesim ona duyduğum açlıkla boğulur gibi çıkarken onun nefesi bile hızlanmamış, bir anlığına teklememişti bile. Ondan, onunla ilgili bir şeyden, onunla kurduğum etkileşimden bu kadar etkilenmem ve bunun üzerinde kontrol sahibi olmamam ödümü kopardı. İntikam alır gibi derimin altına yerleşiyordu sanki Kılıç.

 

Üzerinden kalkarken dizimle kasığını ezdim bile isteye, acı ve arzuyla karışmış günah dolu inlemesi daha yüksek çıksın diye başını geri attı.

 

"Bayılıyorum sana," diye karşılık verdi ukala herif bana, arkaya düşmüş başı yüzünden kısılan, iç gıdıklayan bakışlarıyla kasıklarımı sızlatarak.

 

"Ayrıca hastasın da."

 

Ayağa kalkacak kadar güç yoktu dizlerimde, ona vermiştim sanki beni ayakta tutan gücü. O yüzden yanına oturup soluklandım o bana "Senin için deli oluyorum," diyip parmak uçlarıyla saçlarımı karıştırırken.

 

"Olma. Aklını kullan artık, sen deli oluyorsun diye önümüze çıkan fırsatları kaçırıyorsak benim için deli olma."

 

Sözlerim hoşuna gitmemiş olacak ki başımın arkasında kalan eli enseme uzanıp saçlarımı kavradığında beni ona bakmaya zorlayacak kadar eğdi kafamı.

 

"O zaman beni bir daha öp, sikik DYK'liler bizi görene kadar öp Karnelyam."

 

Yüzüme çarpan nefesi ile ürperirken saç diplerim kabarmış, adamın parmakları arasındaki saçlarımla beraber akıyor gibi pelteleşmiştim. Ona bakarken yükselen başımı eğmeme izin vermiyordu, sanki düşünmeme izin vermiyor gibi, yanıtım istediği şekilde olana dek beni zorluyor gibi.

 

"Gördükleri zaman eline ne geçecek?"

 

Canımı yakmıyor olsa da başımı eline doğru ittim ve Kılıç'ın saçlarımı kavrayan parmakları hemen çözülüp başımı kavramak için açıldı. Yüzümü avucuna çevirdim eli boş kalmasın diye, adam yanağımda dolaştırdığı baş parmağına odaklandığında "Benim olduğunu öğrenmeleri elime geçecek en iyi şey olur," diyordu.

 

"Of Kılıç artık of! Yine mi bu mesele?"

 

Yanağımı elinden uzaklaştırıp yüzümden kayan saçları geriye savurdum hışımla.

 

"Of mu Kılıç?" Gözleri ışıldayarak, aralık ağzında minik bir gülüşle bakakaldı bana fakat umursamadım.

 

"Senin olduğumu bilmeleri hiçbir şeyi değiştirmeyecek, neden anlamıyorsun?"

 

Kalkmak için yaptığım hamle bileğime nazikçe dolanan elin sıcaklığının hatırına sekteye uğradı. Omzumun üzerinden kaçamak bakışlar attığım Kılıç'ın yüzünde hala süren tembel bir gülüş ve parlak gözleri görünce kaşlarım çatıldı.

 

"Neden öyle bakıyorsun?" Sorum sesim kadar huysuzdu.

 

"Bir daha 'of' de, dudaklarını öyle görmek hoşuma gitti."

 

Kılıç'ın bir şey yapmaya çalıştığı belliydi fakat ne yapmaya çalıştığı katiyen anlaşılmıyordu, tek tahminim kendisi gibi benim de delirmem için uğraşıyor olabileceğiydi.

 

"Neden beni sinirlendirmeye çalışıyorsun?"

 

Dudaklarını ıslatırken benimkileri iştahla, merakla izliyordu sahiden. Bir beklenti içindeydi ve bense sahiden şaşıyordum.

 

"Hadi evimize gidelim aşkım, sinirini çıkarabileceğin bir şey biliyorum, sana onu gösteririm."

 

Her sözcükte gözlerim daha da kısıldı, bir şeyler anlam kazanmaya başlamıştı böylece.

 

"Beni pes ettirip eve dönelim diye uğraşıyorsun ama yemezler."

 

"Yiyemezler de," dedi bir anda hiddetlenerek. "Hadi gidelim buradan."

 

Bileğimdeki parmaklar elime kaydığında itiraz etmedim ve kendisiyle birlikte beni de ayağa kaldırdığında kolayca kendisine ayak uydurdum. Uyanık olduğunu sanıyor olabilirdi ancak şımarık bir sersemden fazlası değildi. Bu sebeple kapının önüne vardığımızda, onu durdurmadan hemen önce etrafı iyice kolaçan edip yalnız olduğumuzdan emin oldum ve sonunda kapı ile arasına girerek sırtımı kapıya yaslayarak kirpiklerimin altından bilinmez bir ifadeyle onu izledim. Gözleri şüpheyle kısılmış, adımı yarıda kalmıştı. Daima bir sır verecekmiş gibi görünen dudağının köşesinde parantezi andıran iki çizgi derinleşmiş, onu olduğundan daha ciddi gösteren bir hale sokmuştu.

 

"Bu gece burada kalacağımızı sen de çok iyi biliyorsun nazik kral. Beni kandırabileceğini düşünmen çok tatlı ama bu mümkün değil." Sırtımı kapıdan ayırdım, camekanın belli belirsiz titreyişi içimi ürpertse de onu bastırıp devam ettim konuşmaya. "Şimdi, ben çıkıp insanların içine karışıyorum sen de başkanlar böyle sıkıcı ortamlarda ne yapıyorsa onu yap. Boş vaatlerde bulun, sıkıcı başkan sözleri et, iki yüzlü davranıp müttefik falan topla."

 

Elim ben durduramadan omzuna gitti ve pat pat vurdu avcum sert kaslarına.

 

"Sen işini bilirsin, öyle değil mi? Yap hadi bir şeyler."

 

Kılıç'ın gittikçe kararan alaycılığı beni ürkütse de sahte ve bilmiş gülüşümü bozmamaya çalışarak omzuna vuran elimle görünmez tozları silkemeye geçtim ve kaçmak için an kolladım.

 

"Oldu o zaman," diyerek ardımda kalan kapının kulbunu kavrarken Kılıç'ın zevkten dört köşe, sinsi ifadesi içimi bir huzursuz etti. Beni öyle kolay bırakmayacağını biliyordum fakat arkamı döndüğüm an beni cam kapıya yaslayıp sert kasığıyla bel boşluğumu dolduracağını, kulağıma eğilip "Olsun o zaman," diye hırlayarak elini karnımın aşağısına kaydıracağını düşünmemiştim.

 

"Kılıç," diye inleyebildim o parmaklarını pantolonumun belinden sokup yerini bulduğunda. Bacaklarımı sıkı sıkı örtsem bile vücudumu tasarlayan oymuş gibi, onun ellerinde şekil almış gibi itaatkar biçimde onun lehine hareket ediyordu bedenim ben istemesem de. Çamaşırımın altına daldığında yanağım buz gibi cama yapıştı, titreyen göz kapaklarımı açık tutmaya çalışarak Kılıç'a baktım.

 

"Bu çok yanlış."

 

"Seninle ilgili her şey doğru." Pantolonunun önünde çadır oluşturan sert organın şeklini arkamda net biçimde hissediyordum o tehdit eden kral tonuyla bana iltifatlar dizerken. Kendimi camdan iterken onu da itmeye uğraştım bir süre, dört yanımız bizi sergileyen camlarla çevriliyken kontrolümü kaybedemezdim fakat kahretsin ki buna müthiş derecede yakındım. Kılıç'tan kurtulamazsam onda eriyip gitmem an meselesiydi.

 

"Kılıç, ne yapıyorsun?"

 

İstediğim verimde öfke katamamıştım sesime fakat en azından denemiştim. İki parmağı beni iki ayağımın üzerinde duramaz hale getiriyordu resmen.

 

"Öyle beylik laflar ederken ne kadar ıslak olduğunu merak ediyordum," dedi burnunun ucu yanağımda gezinirken. "Şimdi de kontrol ediyorum."

 

"Bir çöl kadar kuruyum," diye yalan söyledim nefes nefese.

 

"Ve bir şelale gibi sırılsıklam," diye kulağıma kükrerken parmaklarının içimde öyle kolayca kaymasında bana yalnızca dokunması ile delice etkilenmiş olmamın katkısı vardı.

 

"Bu konuda ne yapmayı planlıyorsun?"

 

Eklemlerim eriyerek pelteleşmişti, adamın beni saran koluna yığılmıştım, yarı açık gözlerim etrafta ne kadar dolanırsa dolansın tek bir şey bile göremiyordu. Beyaz bir ışık içimde büyüyüp görüşüme uzanıyordu ve karnımın içindeki şenlik havai fişeklerle taçlandırılmayı bekliyordu. Kıçımı adama doğru ittim arsızca fakat Kılıç elini pantolonumdan aniden çıkardığında her yanım elbiselerle iyice örtülüyken ruhum ayazda kalmış gibi üşüyerek sızlandım.

 

"Eve gidip devamını getirmeyi düşünüyordum ama," diyerek bir es verdi benden uzaklaşırken. Alnımı soğuk olması gereken cama yasladım içimde harlanan ateşin dillerini kessin diye fakat cam ısınmış, nefesimin çarptığı yer buharlanmış, tırnaklarımla tutunmaya direndiğim cam çizilmişti.

 

"Ama?" Kendimi toparlamam lazımsa da kendime biraz süre verdim. Yeniden sırtımla destek aldım kapıdan, Kılıç'a yüzümü dönebilmek için. Yaşattığı açlığı ve hayal kırıklığını ondan gizlemek istemiyordum, bu yangını o başlatmıştı ve söndürmeye de ancak onun gücü yeterdi.

 

"Ama 'bu gece burada kalacağımızı sen de çok iyi biliyorsun nazik kral' diyişin geldi aklıma." Metalik sesi sözlerimin tüm anlamını yok etmiş, aptal gibi hissetmeme yol açmıştı. Gün geçtikçe içimde bir canavar büyüyor, büyümek için besine ihtiyaç duyuyor, bu ihtiyaç beni Kılıç'a karşı daima aç hissettiriyordu. Bir kez tadına baktığın o egzotik meyveyi dilinin altında taşımak istemekle aynı şeydi bu.

 

"Beni cezalandırıyorsun yani."

 

Islak iki parmağıyla dudaklarını ovup duruyordu karşımda, bir eli hiç etkilenmemiş biçimde cebinde istirahatteydi. Kılıç karşı konulmaz göründüğü kadar ulaşılmaz, etkilenmemiş de görünüyordu. Şayet yirmi yedi sene boyunca kafasının içinde, teninin altında, damarlarında o veya bu şekilde dolaştığımı bilmiyor olsaydım duruşuna kanardım.

 

"Ben ahlaksız bir adam değilim," derken başı iki yana sallanıyordu ona yönelttiğim suçlamayı savuştururcasına. "Birinin bizi görme ihtimali varken elim bir kadının içinde gidip gelemez Karnelyam." Bu ciddi ton, bu kendinden emin tavır diş etlerim sızlayana dek dişlerimi sıkmama neden oldu. Şımarık yanlarını ulaşılmaz hallerinden daha katlanılır bulduğum için ona tokat atmayacaktım, çok şanslıydı.

 

"Ama," dedim yeniden ve kapıdan ayrılıp bir buçuk adım ötemdeki adamla aramdaki bir adımlık mesafeyi kapattım. "Elim senin pantolonunun içinde olsaydı ahlaklı bir adam gibi geri çekilip beni uzaklaştırmazdın."

 

Gözlerinden geçen kapkara aç gölgeyi yakalasam da dudaklarını büküp o iki parmaktan uzun bir soluk alırken tahmin edilmeyecek kadar iradeli fakat edepsiz görünüyordu. Bacaklarımı birbirine bastırdım istemsizce, ciğerlerini dolduran hava benim kokumdu, onunkiyle karışmışken kokumun tatlı bir zehire dönüştüğüne yemin edebilirdim. Ancak Kılıç göğsünü şişiren soluğu gürültüyle dışarı çıkardığında zehirlenmiş gibi görünmüyordu gözüme.

 

"Bundan emin değilim Karnelyam. Belki de denemeliyizdir."

 

Kalan yarım adımlık mesafe onun üzerime eğilmesiyle bile silinip gidebilirdi fakat o buna meylettiği anda buz gibi havadan tokat yemek pahasına kendimi dışarı atmayı başardım.

 

🕑

 

 

"Berabere mi kalmışlar?" Gerçek bir şaşkınlıkla İzel'in gözlerine bakarken kadın başını aşağı yukarı salladı önemsizse.

 

"Beş dakika içinde dört hedef vurdular, ikisi de birbirinden daha önce ya da daha sonra vurmadı ve ikisi de beşinci hedef canlı bir hayvan olduğu için vurmayı reddetti."

 

Ben Mizan'ın evinde onun mahremiyle dolu yatak odasında cirit atarken o anahtarı bana verip gittikten sonra Kılıç'la berabere kalmayı nasıl becerebilmişti? Çekip giderken öyle dalgın görünüyordu ki adam sanki yıkılmış gibi toplama isteği uyandırmıştı bende fakat yanılmış olduğum belliydi.

 

"Vurmayı reddedecek kadar ince düşünceli bir adam neden hedef olarak canlı hayvan koymuş ki?" diye sorarken bizi duyamayacak kadar uzağımızda olan Kılıç'a baktım. Kış bahçesinden çıktıktan sonra arkama bakmamıştım geliyor mu diye çünkü onu ardımda ilerlerken görseydim adımlarımın birbirine dolanacağını biliyordum.

 

"O koymadı. Bu her sene yapılan bir şey, eski başkan zamanında başlayan bir gelenek olarak düşün. Kuralları da o adam koydu ve Mizan sanırım DYK'nin kurucu başkanına ve aynı zamanda babasına karşı koymak istemedi."

 

Bardağında dumanı tüten kahveden bir yudum almadan önce omzunu silkti ve gözleriyle konuk odasındaki kalabalığı turladı.

 

"Babası müdahaleci bir tip mi, babasının hayatta olduğunu bile bilmiyordum?"

 

"Eski başkan Mizan'ın babası."

 

Başımı öyle hızlı çevirdim ki gözlerim karararak odağını kaybetti, İzel'in kurduğu cümle nedense beklenmedik yerden tokat etkisi yaratmıştı bende.

 

"Hayır," dedim hemen. "Hayır Saraf Kurthan, Mizan Taban'ın babası değil."

 

İzel bizi duyan olup olmadığını koloçan ederken üzerime eğildi karşı koltuktan. Şöminenin sıcaklığı sağ tarafımı yalayıp dururken bu sıcaklığın yarattığı mayışma tamamen dağılmıştı.

 

"Soyisimleri aynı olmayabilir ama eski başkan onun babası." Sessizce konuşurken onu duymam için koltuğun en ucuna kadar çekilmişti. "Bunu herkes bilmiyor."

 

'Seni olmadığın kişi olmaya zorlayan kimdi Mizan?' Bu soruyu hatırlıyordum, bu sorunun yanıtını ise çok yanlış hatırlıyordum. Bana eski başkan demişti, babam değil.

 

"Sen nereden biliyorsun o zaman?"

 

"Özellikle gizlenen bir şey değil, yarattıkları kafa karışıklığını kendi lehlerine kullanıyorlar, ama zaten ülkenin başkanı hep Rastaban ailesinden seçiliyor ve DYK başkanı Rastaban başkanı her kimse onunla aynı kişi oluyor."

 

Sözler arka plana geçtiğinde duyduğum tek ses kendi kafamın içindeki güruhun kuru gürültüsü oldu. Mizan başından beri DYK'nin bana yaptıklarını telafi etmeye çalışıyordu ve kontrol edemediği bu topluluğun her günahının onu bir günahkara çevirdiğini hissediyordu, bunu bana kendisi söylemişti ancak ben hep başka, daha alt edici bir planın adımlarını uyguluyor sandığım için ona tümüyle inanmamıştım. Fakat şimdi elime verdiği anahtarı neden verdiğini daha iyi anlıyordum. Mizan bir kukla gibi oynatılmak yerine ipleri kesmeyi tercih ediyordu.

 

"Hadi herkes katılsın!" diye bağırdı bir ses beni kafamdan çekip çıkarmak ister gibi. Geniş tavanlı odanın ortasında toplanan grubun ne yaptığını anlayamayınca cebimde duran saati çıkardım, ılık çelik kasasını okşadım ibreleri 00.41'i gösterdiği cama bakarken. Kılıç saatini yine bana bırakmıştı, hiçbir şey söylemeden cebime bırakmış ve alnıma yumuşak bir öpücük kondurmuştu evden çıkmadan hemen önce.

 

"Yine mi yarış?" diye homurdandı kumaş pantolonun dizlerini silkeleyerek İzel. "Kahretsin ki pamuk gibi ruha sahip olmak rekabetçi yanlarımı köreltiyor. Gidip şu yarış her neyse kazanmak için hile yapmam gerekecek."

 

Kalabalığa yaklaşırken çınlayan kahkaham yüzünden birkaç göz bize döndü bense İzel'e.

 

"Pamuk ruhun hileci yanlarına ulaşamamış anlaşılan."

 

Ceketinin yakalarını çekiştirip bana gizemli bakışlar attı, erkeksi bir yan gülüş yaparken rol becerilerine yüzümü buruşturmamak için kendimi tutmak zorunda kaldım.

 

"Kızım," dedi ukala bir halde. "Hile diye bir şey olmasa onu başka evrenlerden bulur yine yapardım."

 

İzel'e gülüp dikkat çekmemek için kendimi dizginledim, insanlardan oluşan çemberin arasına daldığımızda yan yana dizilmiş üç, yarım metrelik çubuğu ve yanlarında duran renkli halkaları gördüm. Dünya Yönetim Kurulu üyeleri gecenin en kara vaktinde halka geçirme oyunu mu oynayacaktı gerçekten? Bu kurula olan inancım gittikçe azalıyorken çemberden ayrılıp uzaklaşmaya meylettim fakat bir el belime konup beni geri itti nazikçe.

 

"Kaçmıyorsun," dedi elin sahibi, Mizan. "Atış becerilerini göstermemiş olabilirsin fakat bu aptal oyunu oynayacaksın."

 

Böyle bir saçmalık da mı babasının kurduğu düzenle alakalı diye sormak, şaka yapmak istedim fakat bu bilgiyi ondan öğrenmediğimi hatırladım. Bu adamın evi her lanet gün insanlarla doluydu ama ben onu katlanılmaz biçimde yalnız tahayyül ediyordum, Kılıç'ın onu tehdit olarak görmesini ise haksızlık olarak buluyordum. Mizan'ın görünenden daha fazlası belki de daha azı olduğu belliydi.

 

"Bu aptal oyun senin fikrin değildir umarım."

 

Arkamda dikilip ifade belirtmeden halkalara bakıyordu.

 

"Bundan daha zekiyim Karnelyan," dedi. "Ama ben yeni bir oyun kurana dek bu oyunu kazanman gerekecek." Bu ironik sözler içime oturmuştu, bir savaş veriyor olduğunu daha iyi görüyordum artık. Savaş düşünceleri gözlerime bir komut vermiş olmalı ki Kılıç'ı buldular. Onunla göz göze geldik, yüzüme eğilen bakışlarıyla her ne gördüyse karardı ifadesi ve ben birden gülümsedim. Gözlerinin içine baktım ve başım hafifçe yana eğiliyken ona tebessümümü sunmaya devam ettim.

 

'Senin mutluyken nasıl güldüğünü bilmiyorum ama o adam biliyor. Benim düşmanım olduğunu iddia ederken yüzüme bakmaya katlanamazdın, o herif senin dostun mu?'

 

Kılıç'ın sesi zihnimde yankılandı, bu sözleri, bu hissi ona unutturmak için gülmeyi, gözlerinin içine bakmayı sürdürdüğümde Kılıç'ın şaşkınlığı da ürkekçe belli etti kendini. Göz kapaklarını kırpıştırarak dudaklarım ve gözlerim arasında mekik dokuduğunda dudaklarım daha genişçe kıvrıldı fakat içimi hüzün doldurdu. Onunla ne kadar az gülebildiğimiz çarptı yüzüme ve ben bu idrakle sarsıldım.

 

"İlk Karnelyan başlıyor."

 

Mizan'ın emirvari ses tonuna karşı çıkılmadığında gözlerim irileşerek elime tutuşturulan halkalara kaydı.

 

"Ne?"

 

Kılıç ve beni saran bulut dağılmış, asitli bir yağmur gibi yalnız benim üzerime yağmıştı.

 

"Yapabileceğimi sanmıyorum."

 

"Geri çekilin," diye talimatlar yağdırdı biri benim güvensizliğimi göz ardı ederek. "Karnelyan üç adım geri çekil, hazır olduğunda kronometreyi başlatacağım."

 

Hızlıca kurallar anlatıldı, bir aptal gibi göründüğümü bilirken kulaklarımın uğultusu bazı noktaları kaçırmama neden oldu ve sonunda koskoca, takım elbiseli adam ve kadınların kurt gibi ulumaları eşliğinde ilk halkamı fırlattım. İsabet etmedi, ne yazık ki elimdeki dokuz halkadan yalnız yedi tanesini atabilmiş, iki tanesini denk getirebilmiştim. Lanet bir süre sınırım olduğunu anlamamıştım bile ve elimde kalan halkaları duvara fırlatmamak için yumuşakça yere bırakmak zorunda kalmıştım. Tesellilerle, sıramı savmam için üzerime geldiklerinde Mizan'ın acımasız yüzü bana göz kırptı.

 

"Berbattı," dedi yalnız dudaklarıyla, duygularımı tutmayı bıraktım o an ve yüzüm hemen mutsuzlukla, huysuzca, memnuniyetsiz bir halde buruştu.

 

"Sıra Mizan'da!" Evet, bu çığırış bana aitti. Oklar Mizan'a dönerken başarısızlığım yüzünden tabanlarım yere sert çarpmaya başladı, daha evvel gruplar içerisinde aktif olmamış olmanın sert sillesiyle, geçen ömrümün ne kadar durağan olduğunu düşünüp daha da huysuzlaşıyordum.

 

Kalabalığı onun üzerine saldığımda Kılıç'ın yokluğuyla doldu oda bir an. Arayıp bulamadığım için huzursuz yürek çarpışımı elimle kontrol etmeye çalıştım. Sanki dünya dışı canlıların arasında tek benzerim oymuş ve onu kaybetmiş gibiydim. Fakat sonra çift kanatlı kapının aralığından geniş silüeti belirdi. Beni çağırdığını hissedebiliyordum. Kapıya yaklaştığımda boşlukla karşılaşsam da çıkıp koridorda ilerlemeyi sürdürdüm. Dış kapının önünde dikilen görevlinin gözleri kısa bir an için bana döndüğünde yolumu kaybetmiş görünmemek adına adımlarımı hızlandırdım. Kapalı kapıların yanından geçip giderken konuk odasından yükselen şen çığlıklar köşkün duvarlarında boğuluyordu. Geri dönmeye karar verdikten sonra attığım birkaç adım sonrası bir kapı aralandı ve ben daha kim olduğunu göremeden bir el uzanarak beni tuzağa kapılmış gibi içeri çekti.

 

Çığlığım boğazımda çınlarken ağzımın üzerine konan büyük el sesimi kesti ve çarpan yüreğimin uğultusu kulaklarımı tıkadı.

 

"Benim," dedi tanıdık ses. Yüzümün büyük kısmını kaplayan el yüzünden soluksuz kalsam da göğsüm hızla yükselip iniyordu.

 

"Şşşş... Benim, aşkım."

 

Eli nazikçe yüzümden çekildiği ve ben konuşmak için fırsat bulduğum an "Sersem!" diye haykırdım. Kılıç yeniden dudaklarımı örttü, yüzüme sinsi bir keyifle bakıyordu ben elinin altında kuş gibi çırpınırken. Ben sakinleşene dek yüzümü keyifle izledikten sonra gözleri sonunda elini çekmek için hazır olmuş gibi parladı ve bu kez ağzım açıldığında "Bir daha bana aşkım dersen seni yumruklarım," deme ihtiyacı duydum.

 

Alaycı, keskin soluk alnıma çarptı ve yandaki duvara sırtını yasladı kollarını göğsünde bağlayan Kılıç.

 

"Neden beni çağırdın?"

 

"Seni çağırdım mı?"

 

Sahte bir göz kısıklığı ve dudak büküşüyle kaburgalarımda hazır bekleyen öfkeyi harekete geçirdi.

 

"Çağırmadıysan gidiyorum."

 

Beklediğim gibi kolu karnıma sarıldı arkamı döndüğüm anda. Sırtımı bir an için sıcacık göğsüne yaslama izni verdim kendime, ateşten oyulmuş gibiydi, öyle kokuyor öyle hissettiriyordu fakat sonra aklım başıma geldi ve elinden silkinip kapıya yaslandım.

 

"Bana anlatacak bir şeyin varmış gibi hissettim," derken yeniden kollarını göğsünde bağlıyor, omzuyla duvara dayanarak bana bilmiş bakışlar atıyordu. İçimi rahatsız edici hisler kapladı, henüz ona dosyalardan da anahtarı veren Mizan'dan da bahsetmemiştim.

 

"Ne gibi?"

 

Onu taklit ederek kollarımı önümde birleştirdim zırh kuşanır gibi.

 

"Bana çok sık gülmüyorsun Karnelyam, o gülüşün ne anlatıyordu?"

 

Hiçbir şeyi olduğu haliyle bırakmıyor oluşuna hiddetlenip iç geçirdim.

 

"Basit bir gülüştü, bir anlamı yoktu."

 

Yoğun bakışları yapışkan biçimde dudaklarıma kaydı ve orada kaldı sinsice.

 

"Senin gülüşün basit değil Karnelyam, hiçbir şeyin öyle değil."

 

Gülmemek için dudaklarımın içini kemirdim Kılıç ışıldayan bakışlarla dudaklarımda bir gülüş var etmeye çalışırken.

 

"Teşekkür mü etmeliyim?"

 

"Gülmeye devam etmelisin."

 

Güldüm, kendimi dizginlemeyi bırakıp güldüm ve başımı öne eğildi istemsizce. Kılıç'ın kuru ve sıcak parmağı hemen çeneme kondu ve başımı yeniden kaldırdı.

 

"Ve benden asla gizlememelisin."

 

Bu çarpık bağ beni yerimde kıpırdanmaya itti.

 

"Gerçekten neden buradayız?"

 

"Sen bana kafa tuttuğun için, unuttun mu?"

 

Gözlerim devrildi ve buna engel olmadım.

 

"Onu kast etmiyordum."

 

Ciddileşti, daha donuk bakmaya başlamıştı bir anda. Sanırım nedenini anlamıştım ve cılız neşem sönüp gitmişti böylece.

 

"Sen söyle Karnelyam. Dosyaları alıp odana koyduğuna göre neden evde değil de buradayız?"

 

Öğrenmişti, Mizan'ın bana tahsis ettiği odaya girip, aldığım dosyaları incelemeye vakit bulamadan yastığımın altına gizlemiş ve anahtarı ofisteki kalemliğe attıktan sonra geri dönüp ne elde ettiğime bakmamıştım.

 

"Odamı mı karıştırdın?" Suçlayıcı bir ses tonu takınamadımsa da suçlamak hakkımdı, biliyordum.

 

"Tabii ki karıştırdım. Buradaki tek bir kişiye bile güvenmiyorum Karnelyam. Sana ayrılan odanın her köşesini didik didik etmek zorundaydım."

 

"Ne zaman?"

 

"Saatler önce."

 

"O zaman bu soruyu neden saatler önce sormadın?"

 

Çok yavaş gelişen bir güven bağı oluşuyordu aramızda, bu yüzden de bu konuşmayı bağırıp çağırmadan yapabiliyorduk ve bundan fazlasıyla memnundum.

 

"Ne planladığını merak ediyorum Nimfea, seni vazgeçirmek değil."

 

İşte bu sözler sırtımı kapıdan ayırıp göğsüne bağlı kollarına tutunana dek ona yaklaşmamı sağladı.

 

"Mizan'dan nefret etmemen için onunla biraz vakit geçirmen gerektiğini düşündüm çünkü. Bu nefret sana zarar veriyor Kılıç ve beni de etkiliyor. O yüzden bu fazla nefretten sıyrılalım istiyorum."

 

Korktuğum şekilde saldırgan bir tavırla tepki vermemiş, çatık kaşlarla ancak yine de dikkatli bir sükutla dinlemişti beni.

 

"Kasanın anahtarını bana Mizan verdi," dedim fısıltıyla, birinin duyma ihtimali yokken bile duyulması beni korkutuyordu. Yüzünün aydınlığı çekildi Kılıç'ın ve omurgası dikleşti. Olmuş bitmişse de sanki yeniymiş gibi gerilmişti ve planlar kurmaya başladığını kaslarının yılan gibi seğirişinden anlayabiliyordum. Kalan minicik keyfi de tuz buz olmuştu.

 

"Bir tuzak olmadığını bilemezdin Karnelyam, bana daha önce söylemeliydin."

 

Konuk odasının kapısı açılmış olacak ki koridorda yükselen gürültünün bize yaklaştığını duydum. Buradan bir an evvel çıkmamız gerektiği için elimi çabuk tutup ellerimi kollarından yüzüne çıkardım Kılıç'ın metalik keyifsizliğini bir nebze arındırabilmek için

 

"Hayır, tuzak olmadığını biliyordum ve değildi de. Dosyaları gözlerinle gördüğüne göre bunun sen de farkındasın."

 

Karşı çıkmak için başını sallasa da ellerimin arasında fazla kıpırdamadı.

 

"Biri içeri girip ikimizi baş başa görürse yanlış anlar, huysuz ve tartışmacı yanlarını bir kenara bırak lütfen."

 

Memnuniyetsiz yüzü buruştu ve ellerimi ondan söktüm.

 

"Gidip bir daha yarışacağım tamam mı? Lütfen beni bu ciddi konularla germe."

 

Kapının kulbunu eğdim, adım sesleri can kazanmış gibi somutça duyulur oldu fakat ben kendimi dışarı atamadan Kılıç beni hızla kendine çevirince üzerime eğilmek yerine beni parmak uçlarımda durana dek havaya kaldırdı.

 

"Böyle bir bomba patlatıp kolayca sıyrılabileceğini mi sanıyorsun?"

 

Öfkeli değildi ancak ciddiydi.

 

"Aynen öyle," dedim kaçmak için çaba harcamayı bırakıp. "Bana şans dile ve o herifi bana meydan okuduğu için pişman edişimi izle."

 

Ben iddialı sözlerime kıkırdarken Kılıç'ın ciddiyeti karalanmış bir kağıt gibi ortadan ikiye ayrıldı ve altından ışıklar saçan bir tebessüm çıktı. Durdurulamaz bir keyif dalgası vurdu göğsüme, Kılıç Kül Seryum'un güldüğünü görmek inkar edilemez biçimde güven yaratıyordu ve bu hissin yalnız bende doğuyor olduğuna ölsem de inanmazdım. Ben bunu düşünür ve farkında olmadan Kılıç'a hülyalı bakışlar atarken adamın dudakları benimkileri örttü. Bir kalp atışı kadar kısa süren öpücüğün ardından tamamen serbest kaldığımda Kılıç çıkıp gitmeden önce "Şans öpücüğü aşkım, ihtiyacın olacak," diyerek beni olduğumdan daha fazla afallatmıştı.

 

Birkaç dakika oyalanmanın ardından sürekli o öpücüğün izlerini arayan elimi dudaklarımda gezdirerek kalabalığın içine karışmıştım yeniden. Kılıç hiçbir şey olmamış gibi -ki olmuş da sayılmazdı- meşe masanın tepesinde dikilip dibine giren Yuna'yla konuşuyordu. Adımlarım ağırlaştı, ayaklarım beton dökülmüş gibi tutuldu ve verdiğim tepkinin anlamsızlığıyla yüz yüze gelerek iyiden iyiye bunalarak odanın kalabalığından yapayalnız kalmışçasına sıyrıldım.

 

"Başarısızlığa pek alışkın değilsin, değil mi?" diye yanımda biten Mizan'ın sesiyle diğer tüm sesler yerine oturdu, insanlar oldukları yere yeniden yerleşti, dünya dönmeye devam etti ve Mizan'a baktım.

"Ne başarısızlığı?"

 

İçimde ciddi bir hırs büyüyordu, beni öne itip kuralları anladığımdan emin olmadan yarışa sokmuştu ve ben onu buna pişman etmek istiyordum. Bir çubuğa halka geçiremeyen bir aptal olarak hatırlamak istemiyordum kendimi.

 

"Aptal bir oyunda ne kadar başarısız olunabilir ki?" dedi benimle alay ederek. Donuk ruhuna bir nebze keyif veren şeyin benim başarısızlığım olması biraz kırıcıydı.

 

"Bir daha yarışacağım," diye haykırdım bir anda. Mizan bunu bu kadar ciddiye alacağımı beklemiyor olacak ki kaşlarını çatsa da gülüp gülmemek arasında kalan dudaklarını gizleyemedi.

 

"Herkesin sırası var ve herkes bir kez yarışıyor, skor böyle belirleniyor."

 

"Hayır," dedim hiçbir şeye dayanmadan. Tam o esnada ceketini ve kravatını çıkarmış bir üye Kılıç'la Yuna'nın muhabbetlerini kesip Kılıç'ın sırası olduğunu belirtiyordu. Kılıç'ın reddettiğini duymadan evvel gördüm, ısrarcı DYK üyesi Kılıç'ın omzuna uzandığında "Onun yerine ben yarışacağım," diye seslendim hemen.

 

Mizan arkamda kalıp "Aldığın skor ona yazılır Karnelyan, beni yenen yine sen olmazsın," diyerek beni kışkırtmayı sürdürse de ben Kılıç'ın hırsımla keyiflenen, ciddiyeti dağılan yüzüne dik bakışlar atmakla meşguldüm.

 

"Böyle bir şey olabilir mi, emin değilim?" dedi Kılıç'ı zorlayan üye. Fakat Kılıç'ın gür sesi "Sıramı hanımefendiye devrediyorum," dediğinde birkaç saniye oluşan sessizlik sikik bir halka oyunu için fazla gelmişti. Ellerimi çırparak gürültüyü geri çağırdım.

 

"Halkalarım nerede?" Büyük bir özgüvenle yerimi aldım, halkalar itaatle elime dizilirken hala arkamda caydırıcı iblisimmiş gibi konuşan Mizan'ı duymazdan gelip odaklanmaya uğraştım.

 

"Onlar senin halkaların değil."

 

"Çeneni kapat büyük başkan."

 

"Yeteri kadar büyük bir başkan değilim ama beni asla geçemeyeceğinden eminim."

 

Şüphe ve umutsuzlukla ona döndüm hızla.

 

"Hepsini geçirdin mi ki?"

 

"Hayır. Üç dakikada altı tane geçirdim ve tüm çubuklara eşit dağıttım."

 

Bu oyunu ciddiye aldığım için utanıyordum, evet ama bu utanca teslim olmadım.

 

"Daha yüksek sayı elde eden var mı?"

 

Özgüvenle başı iki yana sallandı. Ve bu uyuz yüze rağmen kendime inancım büyüdü. Kronometre geri sayıma başlamadan evvel Kılıç'a baktım. Yuna hala ona bir şeyler anlatsa da camlaşmış, alaşımlı yeşil gözleri sahne ışığı gibi yalnız beni hedef almıştı. Dudağının bir köşesi yara izlerini soluklaştıran mayışık bir gülüşle beni büyülüyordu ve en önemlisi Mizan arkamda dikiliyor, kulağıma hoş olmayan sözler ediyorken Kılıç bundan zerre etkilenmiyordu.

 

"Geri sayım başladı!"

 

Dört dakikam vardı fakat Mizan üç dakikada tüm halkalardan kurtulduğu için ona meydan okuyordum. Halkalarım bittiğinde üç çubuktan ikisinde ikişer halka ve sonuncuda da bir halka vardı. Üyeler kahkalarla sırtıma vurduğunda dudak büzmekten başka bir şey yapmayı beceremedim. Beş iyiydi ama Mizan'ınki altıydı.

 

"Başarısız," diye fısıldadı yine kötü şeytanım Mizan. Ve ben uslanmaz biçimde "Yine yarışacağım!" diyerek eğlence amacıyla oluşturulmuş bu basit oyun etkinliğinde tat kaçıran bir oyunbozan olarak üyelerin dudaklarını ısırmasına neden oldum.

 

Mizan'ın kahkahası kulağımı çınlattığında döndüm ona.

 

"Kabul ediyorum, sırasını sana verecek birini bulduğun sürece sorun yok."

 

Gözlerim hiçbir üyeye takılmadan tek bir kişiyi hedef aldı. Şimdi sırası olan kişi için geri sayım çoktan başlamıştı ve ben dikkatle oyunun inceliklerini anlamaya çalışan ya da hile bulmaya uğraşan İzel'in koluna yapıştım.

 

"Sıranı bana ver."

 

İzel büyümüş gözleriyle bana bakakaldığında bu kadar hırslanmış olmasaydım buna gülerdim.

 

"Lütfen İzel, hile bulamadığını biliyorum. Bırak senin yerine kazanayım."

 

"Karnelyan bu oyunu biraz fazla ciddiye aldığını düşünmüyor musun?"

 

Yüzüme endişeyle baksa da kolunu sarsmaya ve ısrar etmeye devam etmiştim.

 

"Tamam, tamam. Gerçekten bir hile bulamadım ve senin aksine o kadar da hevesli değilim. Al sıram senin olsun."

 

Ciddiyetle başımı salladım, kafamda dönen tilkilere yem dağıtırken kısılan gözlerimi gevşettim ve İzel'in kimden sonra çıkacağını öğrendikten sonra bakışları benim üzerimde dolaşan nazik kralla bakışlarımla konuştuktan sonra kapıdan çıkıp gittim.

 

Az önce Kılıç'ın beni öptüğü odaya daldığımda kapıyı arkamdan kapatmaya gerek duymamıştım bile, arkamdan geleceğini biliyor ve yükselen nabzımla onu beklerken etrafımda dönüp duruyordum.

 

Geniş cüsseli, taş rengi gömleği ve paraşüt kumaştan binici pantolonuyla odaya giren adamın çayırvari erkeksi kokusu odayı doldurduğunda kapıyı kapatmasına fırsat vermeden "Kılıç, Kılıç," diye sayıklayarak üzerine atıldım ve böyle bir karşılamayı beklemeyen Kılıç beni havada yakaladı.

 

"Bana daha güçlü bir şans öpücüğü vermen gerek," dedim telaşla, yüzündeki kaslar gevşerken eriyen buz gibi yüzündeki organların kayışını fakat kaşlarının meydan okur gibi havaya kalkışını izledim. "İzel'i sırasını bana vermeye ikna ettim, bu kez daha iyi yapmam lazım."

 

Sözlerimi tamamen idrak ettiğinde gürültülü bir kahkaha patlattı ve ben zaten çocukça bir istekle gitmiş olmamdan biraz da olsa çekinirken Kılıç sahiden bir çocukmuşum gibi ayaklarımı yerden kesip beni kucakladı. Omzuna tutundum göğsüne yapışıp soluksuz kalmamak için.

 

"Karnelyam," diyebildi kahkahaların arasından zorlukla fakat devamı gelmedi. Odanın artan aydınlığıyla onun keyifli yüzü daha görünürdü, gülerken çizgiye dönüşen gözleri bile daha parlaktı, sıralı dişleri gülüşüne pahalı bir yan katıyordu.

 

"Kılıç, hadi!" diyordum son heceyi olabildiğince uzatarak. Havada olan ayaklarımı telaşla çırpmaya başladım, çünkü sıram geliyordu, çünkü bu şon şansımdı. "Daha güçlü bir öpücük lazım ama şans vermek niyetiyle öpmelisin tamam mı? Lütfen Kılıç, vaktim daralıyor!"

 

Çenemi ona uzatmış küt küt çarpan yüreğimin benimkiyle birlikte onun göğsünü de dövüşünü daha fazla hisseder olmuştum. Fakat başını geriye atıp gülen adamın kısık gözlerle bana bakışına karşılık verirken ısrar etmeye, rica etmeye hatta yalvarmaya devam etmek zorundaydım.

 

"Hadi, hadi! Muhtemelen benden önceki üye yarışıyordur şu an Kılıç, sıram geliyor."

 

"Bu oyun sana ne yaptı?"

 

Kahkahası dinse de saf tebessümü ışık saçmaya devam ediyor, gözlerimi kamaştırıyordu ancak bu bile hırsımı dizginleyemiyordu. Ondan bir hareket göremeyince sakallı yanaklarını tutup öpmek için hızla yüzüne yanaştım.

 

"Hayır, hayır sen öpeceksin. Ben öpersem şansım sana geçer."

 

"Karnelyam, sana ne oldu bilmiyorum ama şu an seni öpmekten daha fazlasını yapmak istiyorum."

 

İç gıdıklayıcıydı sesi fakat hala koşa koşa halkalarımı kapmak istiyordum.

 

"En az yedi tane geçirmem lazım Kılıç," dedim onu duymazdan gelip. "Belki de yedi kez öpmelisin. Bilmiyorum."

 

Bir noktada çaresizliğim sesime yansımıştı fakat Kılıç'a baktığımda bu çaresizliğimin onda zırhını delip geçen bir neşe yarattığını görmek sinir bozucu olmaya başlamıştı. Göğsüne vurdum onu kendine getirmek için, yarışmanın yapıldığı odadan gelen keyifli sesler artıyor, heyecanlı çığlıklar yükseliyordu ve benim nabzım da seslerle uyumlanarak hızlanıyordu.

 

"Çabuk ol, beni öp."

 

Kasıklarıma oynayan çekici derecede keyifli ifadesi yumuşak bir tebessüme dönüştükten sonra göğsünü çarpan yüreğin o tebessümün yumuşaklığına çok zıt olan gümbürtüsü avcumun içini doldurdu ve Kılıç beni öptü. Dudaklarını ayırıp tenimden derin bir soluk aldığında ona müdahale etmedim. Tam yedi kez bunu tekrar etti, her birini teker teker saydım ve sonunda bu anı uzatmayı ne kadar istesem de kollarında çırpınarak göğsünden kaydım. Ayaklarım yerle buluştuğu anda adama teşekkür etmek için bile oyalanmadan yarışa koşmuştum.

 

"Sıra İzel'de!" diye duyuruldu kapıdan içeri daldığım gibi, gergin bir heyecanla koşmayı sürdürmüş, açıklama yapmayı ona bırakarak halkaları kapmıştım. Oyunbozan olarak çizdiğim imaj daha karanlık, hırslı bir profile evrilmiş, bu da üyeleri küçümser edayla keyiflendirmişti. Umursamadım, şans öpücüklerimle Mizan'a bir vurgun yaşatacağıma eminken sesleri yüzüme düşen saçlar gibi kulağımın arkasına takıp halkalarımı bir bir denk getirmeye odaklandım. Mizan'ın dağıtmak için can atacak kadar parası olduğunu öğrenmiştim ve oyunun sonunda kazananın ödülü de Mizan'ın parası olacaktı. Paraya ihtiyacım yok diyemezdim, babamın hesabıma yatırdığı servete rağmen ihtiyacım vardı fakat tamamen kendi başıma kazandığım paraya ihtiyacım vardı son iki hafta içerisinde. Çünkü iki haftanın sonunda birine değerli bir doğum günü hediyesi vermek istiyordum ve bu kişinin babama duyduğu nefret göz önünde bulundurulursa onun parası ile alınmış hediye ikimizi de tatmin etmeyecekti.

 

Üç dakika içinde son halkamı attım, ortadaki çubuğun etrafında dönerek aşağı düştü ve çubuğa yerleşti ve İzel'den kopan çığlıkla kendimi bırakıp gülmeye başladım. Bir üye galip olan İzel'in yumruğunu havaya kaldırırken birkaç üye omuzlarımı sıkıp beni tebrik ediyordu.

 

"Kahretsin! Elimi bile kaldırmadan sekiz halka geçirdim," diyerek kahkalar atıyordu İzel. Ona sırıtırken etrafı taradım ve ellerini cebine itip dudağının köşesi kıvrık halde, her zamanki donukluğuyla beraber pozitife bir hayretle beni izleyen Mizan'a baktım. Göz göze geldikten birkaç saniye sonra karşıma dikilip beni tebrik etti ve ben faslı uzatmadan "Çek değil nakit istiyorum," diyerek talebimi sundum.

 

 

Bölüm : 20.01.2025 19:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
SNC / İŞGAL ÜSTÜ / bölüm41|❝Kalabalıktan Kaç, Kalbini Kovala❞
SNC
İŞGAL ÜSTÜ

4.03k Okunma

894 Oy

0 Takip
40
Bölümlü Kitap
bölüm1|❝Kılıç Düşer Taç Yükselir❞bölüm2|❝Çiçek Batarken Bataklıkta Bir Çiçek❞bölüm3|❝Cennetin İblisleri, Cehennem Meleği❞bölüm4|❝Beraber Savaş Yalnız Öl❞bölüm5|❝Karanlığın İçinde Gün Yüzü❞bölüm6|❝Avda Kurt Ağda Örümcek❞bölüm7|❝Daha İyisi İçin En Kötüsü❞bölüm8|❝Ölüler Dirilir Diriler Ölür❞bölüm9|❝Güneş Yükselirken Alçalan Gece❞bölüm10|❝Anlaşma İmzala, Savaş Başlat❞bölüm11|❝Dikensiz Güller, Mezarsız Cesetler❞bölüm12|❝Hainin Nasırlı Eli Dostun Yumuşak Karnı❞bölüm13|❝Güven Sorunları, Çözüm Yolları❞bölüm14|❝Zalimin Kanı, Zulmün Gücü❞bölüm15|❝Zehirli Öpücük, Şifalı Hançer❞bölüm16|❝Düşmanın Kollarında Rastlanan Dost❞bölüm17|❝Ruhun Nefesi, Canlı Hayaleti❞bölüm18|❝Güven Vermeden Evvel Kayıp Ver❞bölüm19|❝Yıkılan Duvar, Yakılan Köprü❞bölüm20|❝Şehirden Uzaklaş, Şeytanla Yakınlaş❞bölüm0|❝Seryum Evreni Karakterleri❞bölüm21|❝Gerçek Yalanlar, Yanlış Doğrular❞bölüm22|❝Geleceği Şekillendiren Geçmiş❞bölüm24|❝İhanetle Açılan İhanetle Kapanır❞bölüm25|❝Kırılır Karnelyan, Saçılır Taşlar❞bölüm26|❝Kuş Adımları, İnsan Kafesi❞bölüm27|❝Acılı Yüzler, Acı Veren Güçler❞bölüm28|❝Gözün Üstünde Kaş Altında Yaş❞bölüm29|❝Karada Filizlenir Ak❞bölüm31|❝Sırt Sırta Ver, Karşı Karşıya Gel❞bölüm32|❝Yoldan Dönerken Kaybolan❞bölüm33|❝Birden Bine, Serden Dibe❞bölüm34|❝Dalından Kopmadan Dökülünce Yaprak❞bölüm35|❝Yitip Gitmeden Bitip Tükenen❞bölüm36|❝Namlunun Ucu, Sonun Başlangıcı❞"Hayat Biraz Böyledir" İsimli Kurgum Hakkındabölüm37|❝Doğudan Doğar, Batıdan Döner❞bölüm39|❝Evsiz Kalınca İğnesi Kırılan Kanca❞bölüm40|❝Anahtar Kilidi, İtiraf İhaneti Açar❞bölüm41|❝Kalabalıktan Kaç, Kalbini Kovala❞
Hikayeyi Paylaş
Loading...