@almelia
|
"Siz, Bay Seryum'un size olan zaafını kullanıp bizim için öğrenebileceğiniz tüm kişisel bilgileri toplayın ve biz de ülkenizi Bay Seryum'un tekelinden kurtaralım." DYK'nin dahi planı günlerdir, her saat, her dakika zihin duvarlarım arasında davul gibi çınlayıp duruyor; başımı ağrıtıyor, derimi kaşındırıyor, beni ölmenin pek de fena bir fikir olmadığına dair düşüncelere sevk ediyordu.
Perdeleri çekilmemiş pencereden karanlık göğü izlerken ensemi kaydırıp başımı yasladım arkamdaki yatağa. Soğuk zeminde o kadar uzun zamandır oturuyordum ki artık zemin sıcak ben soğuktum. Kılıç Kül Seryum'un bana karşı olduğu düşünülen zaafın hayaleti bile yoktu ortalıkta. Oltanın ucundaki bir yeme kim, neden zaaf duyacaktı? DYK, kendi ordu komutanı Keskin Karma'dan şüphelenecek kadar delirdiyse bunu düşünmeleri de şaşırtıcı olmamalıydı.
Keskin Karma, benim tanımadığım kocam yalnızca orduya birkaç asker daha eklemek için mi imza atmıştı, babamın da bir çıkarı olmadığını düşünmem mümkün değildi.
Nazik bir vuruş beni düşüncelerimden sıyırsa da dönüp bakacağım bir kişi girmezdi odaya bu saatte bilirdim. Saat 01.07 olmuşken biri yalnızca uyumak için bir kapıdan içeri girerdi fakat ben gelenin birini uyutmak için geldiğini de biliyordum. Gözlerimi kapattım acizlik kokan hislerime kusmamak için.
Kapı tümüyle açılmadan evvel kapının önündeki nöbetçilerden birinin "Yalnızca Batın Bey ziyaret etti efendim," diye bildirdiğini duydum gelen kişiye. Bir rapordu bu, sanki odama ondan izinsiz birileri girebilirmiş gibi bir rapor istiyordu.
Önüme bir gölge düştü, loş oda yalnız benim için kararmış bir hal aldı, gözlerimi açtım. Tam önümde bir el tutmam için beklerken sinsi bir yılanla göz göze gelmiş gibi yatağın yüzeyine iyice bastırdım başımı kaçmak niyetiyle. Başımın ardında kalan yara bu baskıyla sızlayınca bu kez gözlerim acıdan kapandı ve yerden destek alıp kendimi ayağa kalkmaya zorladım. Kılıç bana alan açmak için tek bir adım bile atmadı geriye doğru.
"Benimle konuşmayacak mısın Nimfea?"
Önümden ısrarla çekilmiyor, yatağım ve onun koca cüssesi arasında bir tampon görevi görmeme neden oluyordu. Başımı kaldırıp yüzüne bakmayı reddederken sanki hala yerde oturuyormuşum gibi avcu açık elini izliyordum. Tepki vermek istemiyordum, ona katlanma sürem arttıkça kendimi koruma güdüm de artıyordu. Kendimi ondan koruma güdüm...
"Benimle konuşman için ne yapabilirim?" diye sordu bir toplantıdaymışız gibi resmiyet kazandırdığı sesiyle.
Bir şekilde ondan kurtulup yatağın ucunda kalan masaya oradan da pencerenin hemen önüne ilerledim. Yapay beyaz ışıkla aydınlanan bahçede gri duvarın berbat yüzeyi daha da çirkin görünürken bana reva olan görüntünün Kılıç'ın aydınlık bedeni değil de bu görüntü olduğuna inanıyordum. Görüntülerin aldatıcılığı düpedüz karşımdaydı, nefret ettiğim duvar beni korumak için orada dururken odamın içinde bir dost gibi süzülen adam kelimenin tam anlamıyla düşmandı.
"Bir şey söyle, herhangi bir şey iste ve senin için yapayım."
Sözleri sinsice derimin altına sızarken dönüp onun alnına kızıl bir dalga gibi çizilen yanık izine bakmamak için kendimi tuttum. Yangında izler alan bir adamın yangından kurtaracağı kadar önemli olmanın asıl sebebini bilirken ve DYK bunu göz ardı ederken ona bakma ihtiyacım kaybolmuştu bile.
Saçlarıma karışan nefesini aldığımda camda gördüğüm duvarın yerini Kılıç'ın kötü bir ruh gibi arkamda dikilen gövdesi aldı. Ona sırt dönerken bile yüzünü karanlıkta görebilmemi sağlayacak kadar ısrarcı bir adam olması onunla düşmanlığımı sürdürmenin ne kadar zor olacağının da bir ibaresiydi.
"Her şeyi yapar mısın?" Karşımda kalan pencereyle konuşuyordum, aslında sırtımda bir hayaletle, hiç doğmaması gereken bir hayaletle.
"Her şeyi Nimfea," dedi sesi bir rüzgar misali saçlarıma karışarak. Öyle yakındı ki gövdesinin sıcaklığı hemen sırtımı örtüyordu. Kokusu... Sabahın ilk saatlerinde tırmandığım bir dağın tepesinde güneş ışıklarıyla yüzüme esen kokusu zihnimi her seferinde hak ettiğim bir manzarayı izlemeye sonunda layık olmuşum gibi hissettiriyordu.
"Buradan gitmeni istesem," dedim camın yüzeyinden bana kilitlenen bakışlarının camsı buğusuna odaklanarak. "Buradan gider misin?"
Kıpırtısız, her şeyiyle bir heykeli andıran duruşunu uzun süre izledikten sonra alamayacağım cevap için meydan okumak istiyordum. Dönmek için hareketlendiğimde hala öyle hareketsizdi ki omzum göğsüne sürtündü ve o uzaklaşacak gibi görünmeyince bu işi devralıp kalçamı mermere bastırıp ondan birkaç santim de olsa uzaklaştım.
Gözlerinin genişleyen karasına baktım kaygısızca, gecenin ilerleyen saatleri bazen yalnızca kaygı doğururdu, ağlayan, talep eden, göz bebeklerinden sarkan bağıyla beni içen kaygılar fakat bazı geceler adamın kokusu esintisiz odada bir rüzgar varmış gibi burnumdan süzülür ve halledebileceğimi hatırlatırdı bana. Uykuya dalmak için yeni doğan, desibeli yüksek kaygının göbek bağını kesmem ve uykuya dalmam için bu yeterliydi.
"Bir şey Nimfea," dedi az evvelki talebimi redderek. Bakışlarından, mimiksiz yüzünden, turuncu ve soluk ışıkta rengi belli olmayan kuru dudaklarından ne kadar ciddi olduğu belliydi. "Senin için ne yapmalıyım?"
"Bir arkadaşım," dedim aniden. Gözleri yüzümün köşelerini ağır ağır dolaştı, adımları çamurlu izler bırakıyormuş gibi parmaklarımı çeneme sürttüm. "Seneler evvel Serenyum'da tanıştığım bir arkadaşım. Onu bulabilir misin?"
Gözlerime değil yüzümün tümüne aynı anda bakıyordu, göz bebekleri daima öyle büyüktü ki gözlerinin rengi bir kez olsun olağan haliyle görmediğimin farkına varıyordum. Beni izlediği dikkatle izlemeye başladım onu böylece. Yalnızca başını salladı benim için.
"İsmini bilmiyorum, adresini de," derken çaresiz hissetmesini bekliyordum. Çenesinin solunda yetişen otlar gibi kısa sakallar sağ tarafa oranla daha seyrekti, dudak köşelerindeki iki çizgi belirgindi ve ifadesiz bir ifade takındığında daha ciddi görünmesine neden oluyordu bu iki derin çizgi.
"Yalnızca sevdiği yemekleri biliyorum, gezdiği yerleri, hangi çiçekleri sevdiğini, nasıl düşündüğünü, nasıl zarif bir adam olduğunu." Sözler senelerdir sakladığım inciler gibi bir bir dudaklarımdan dökülürken daha hafif ve daha güvende hissediyordum. "Bana nasıl seslenmeyi sevdiğini biliyorum," diye devam ediyordum o hemen santimler uzağımda olmasına rağmen bana bir adım atmak ister gibi ellerini yanlarında yumruk yapmış adamı izleyerek. "Ki yalnızca birkaç kez bana öyle seslenebildiğini duydum. Onu on senedir görmüyorum."
"Sana nasıl sesleniyordu?" Soru boğazını içten saran bir dumanın ardında kalmış gibi çıkmıştı.
"Bataklık Çiçeği," dedim kollarımı gövdeme dolayarak.
"Sana neden öyle sesleniyordu Nimfea?"
Nimfea... Belli ki birileri ismimi sevmediğinde onun yaptığı gibi sebebini ve anlamını bilmediğim takma isimler takmayı tercih ediyordu.
"Beni yangından kurtaran sen miydin?"
"Önce sen," diye diretti cevap vermem için. Yavaşça ona değmemeye uğraşarak yanından geçeceğim esnada yumruklarından biri çözüldü ve beni bağlı kollarımdan yakalayıp durdurdu.
"Sana neden öyle sesleniyordu?"
Bir iç çektim pek de hüzünlü olmayan sebeplerden. Omuz silkerken "O da senin gibi ülkemin bir bataklığa çevrildiğini düşünüyordu belli ki," diye başladım ama cümlenin devamını zemine bakarak değil gözlerine söylemek için aradaki boşluğu hızla geçip gözlerimi uzaklardaki ama tam üstümdeki gözlerine kenetledim. "Bir bataklık için fazla temiz olduğumu düşünüyordu."
Dudaklarını öyle sıkmıştı ki kenetli gözlerimizi koparıp dudaklarına düşürmüştüm bakışlarımı.
"Beni yangından kurtaran, Kılıç... Sen miydin?"
Adem elması bir sarkaç gibi yukarı sıçrayıp başladığı noktaya çarpana kadar bekledik konuşması için.
"Seni kurtarmamı ister miydim Karnelyam?" diye sordu birden arkasını dönüp odanın içine süzülürken, geniş bir gardı çağrıştıran geniş sırtını izlerken burnumdan soluyordum. Beni saniyeler içinde öfkelendirmekte öyle iyiydi ki ani çarpan bu duyguyu öngörüp engellemeye fırsatım olmuyordu.
"Hayır. Sadece soruma cevap vermeni istiyorum."
"Yatağına geç Karnelyam," dedi hala bana sırtı dönükken. İkiletmeden dediğini yaptım. Aşağılığın tekine tek kelime etmeye bile değmezdi.
Odanın hangi lanet köşesinde olduğuna bakmadan sırtımı dönüp bir cenin gibi kıvrıldığımda hızla, saçlarım yüzümü neredeyse tümüyle kapatmıştı. Yaklaşan adım seslerini duydum ve tahta sandalyenin taş zeminde sürünmesini bekledim. Oysa yatağın arkamda kalan kısmının büyük bir ağırlık tarafından ezildiğini hissetmek beklediğim bir şey değildi
Saçlarımı yüzümden çekmek için uzanan parmakları hissettim. Yüzüme değmeden saçlarımı geri atan elin içinden gelen sıcak dumanımsı koku yüzünden gözlerim dolmuştu. Beni bu kadar aciz hissettiren ve ona kızmama bile izin vermeyen adam Kılıç'tı. Yaptığı iyi ve kötü olan her şeyden ama sahiden her şeyden nefret ediyordum. Titreyen dudaklarımı birbirine çok sert bir şekilde bastırdım, gözlerimi açmaya korkuyordum çünkü bir yaş düşmesi ihtimali beni ölümüne korkutuyordu. Tüm gün odamda yapayalnız ve duygusuz bir şekilde geçerken ağlamak ve içimdeki zehri akıtmak için çok zamanım oluyordu, ama bunu yapamıyordum. Kılıç'ın yakınlığını hissettiğim her an ise içim acıyla doluyor ve bu acı gözlerimi yaşartıyordu.
"Benimleyken özgürsün," diye fısıldadığında sesini gerçekten duyduğumdan emin değildim. Fakat beni her küçük detayımla izlediğinden emindim. İşaret parmağının tersiyle kirpiklerimi yukarı doğru kaldırdı, gözlerimi kapattım.
"Benim yanımdayken ağlayabilirsin," dediğinde, onu dinlediğime ve duyduğuma emin olduğumda daha önce hiçbir şeyine bu kadar kızmadığımı bilerek öfkelenmiştim. Göğsümde öfkenin yumruğunu hissettim beni harekete geçirmeye çalışan.
Dizini itmek ve onu yataktan uzaklaştırmak isterken yatakta doğruldum. "Senin yanında hiçbir şey yapmayacağım. Odamı terk et, hemen!" Bunu ondan tiksinerek söyledimse de henüz kendimi kaybetmemiştim. Beni sakinleştirmek için kolumu tuttuğunda deli gibi çırpınmaya ve ondan kurtulmaya çalıştım fakat diğer eli de öteki kolumu sarıp beni sabit tutmaya çalıştı.
"Yapabilirsin. İstersen ağlayabilirsin, gülmek istiyorsan bunu yapabilirsin. Benim yanımda hisleri olmayan biri gibi davranıp kendine işkence etme." Emreder gibi bir sesi vardı. "Senin düşmanın olmayacağım!" Onunla doğru düzgün konuşmuyordum ve amacının beni bir şekilde konuşturmak olduğunu fark ettim, istediğini ona verdiğim için öfkem beni de kapsayarak ikiye katlandı. "Düşmanım olmayacaksın!"
Boğulan birine seslenir gibi haykırdığında boğuluyormuşum gibi nefessiz kaldım ve sesi uğultular arasında zor duyuldu. Atak geçiriyordum, yanımda olduğunda tetikleniyordum; beni olmadığım birine dönüştürmesinden, buna karşı koyamamaktan nefret ediyordum.
"Defol! Bırak beni!"
Kollarımı mengene gibi kıstırdığı için hareketlerimi epey kısıtlıyordu ve bedenimi kendine doğru çektiğinde ona karşı koymak için bedenimi zorluyordum ki bir an yalnızca durdum, kaçmadım, savaşmadım da. Dizlerim üzerine çöküp beni çektiği yerde, ona artık daha yakın şekilde oturup soluklandım. Duygularımı başkalarının yanında göstermeyecektim, Kılıç'ın yanında gücümü kaybetmeyecektim.
"Lütfen beni yalnız bırak," derken yorgunluğumun sesimde zuhur etmesine müdahale etmedim.
"Hayır. Bu gece, söylemediğin her şeyi söyleyeceksin," derken beni kışkırtıyordu.
Başımı iki yana sallarken sakindim. Kollarım ikimizin arasında havadayken indirince ellerini bileklerimden çekmedi ve ellerimiz kucağıma düştü.
"Konuşacaksın. Susmak için kendini zorladığın her şeyi söyle!" Emir veriyordu, beni tetiklemeye çalışıyordu. Onun için biriktirdiğim zehir sürahisini doldurmaya çalışıyordu ki bir noktadan sonra akıtmak zorunda kalayım ve ondan kurtulayım.
"Yapmaya çalıştığın şeyi anlıyorum. Sana tek kelime etmeyeceğim. Git buradan."
"Gittiğimde ne olacak?" diye sorarken yüzüme öyle eğildi ki onu ayakta tutan enerji bana çarpıp derimin altına sızdı. Onunla savaşmam için bana gücünden bir parça veriyor ve ben bundan tiksiniyordum. "Ben yokken uyuyabilecek misin? Yalnız kalınca benden daha mı az nefret edeceksin? Beni yok edebilecek misin?"
"Senden nefret etmiyorum," dedim dolduruşa gelmeyerek.
"Gözüme bile bakamıyorsun. Bunun sebebi nefret değilse ne?"
"Çık odamdan." Yeniden bileklerimi onun gevşek ellerinden çekmeyi denedim. İzin vermediğinde yorgunluktan doğan sakinliğim can çekişmeye başladı.
"Beni yanında istemiyorsun ama seni kurtaranın ben olduğumu düşünüyorsun. Seni kurtarmamı mı istiyorsun bataklık çiçeği?"
Sözleri onun ağzından kolayca çıkınca benim boğazımda düğümlendi, ne yutkunabildim ne tükürebildim. Tüm enerjim yeniden öfke kanatlarına akın etti.
"O gün seni kurtaran kişi ben olsaydım, sana bunu söyleseydim benden nefret edemez miydin?"
"Aptal!" diye bağırdım boğazımı saran etten duvarın çatladığını sanacak kadar yüksek bir sesle.
"Seni kurtarsaydım bu yataktan beni itmez miydin söylesene Karnelyam?" Sesindeki hırıltı mideme oturdu. Hiçbir şeyden bu kadar tiksinmemiştim, hiçbir şey beni bu kadar öfkelendirememişti.
"İğrenç bir adamsın," dedim sadece onu dinlemekle yorulup nefes nefese kalarak.
"Yine de seni kurtaran kişinin ben olduğumu sanıyorsun." Sesindeki sahte güveni de sahici güvenini de yok etmek için içimde hızla bir ateş harlandı. Onu yakma isteğiyle yanarak onu itmeye çalıştım.
"Hayatımı mahvettin, babamı, ülkemi mahvettin; kendi evimi bir hapishaneye çevirdin. Hala nasıl benimle konuşabilirsin?" Kızmıyordum, soruyu sorarken zerre kızmıyordum. Gerçekten cevap vermesini istediğim soruydu bu, nasıl böyle davranabilirdi ki? Pişkinliğinin ağırlığı altında eziliyordum, fakat yüzüne her baktığımda, yanımdaki duruşunu hissettiğimde yaptığı her şey çok doğal geliyordu. Beni en çok zorlayan buydu, yanındayken bana yapacağı hiçbir şeyi kötüye yoramıyor, yokluğuyla gelen düşüncelerim ona kötü sıfatlar yakıştırıyordu.
"Bana dokunmaya nasıl cüret edersin?" Sesim öfkeli gibi değil yalvarır gibiydi. En son duygularımı böyle açıkça, acizce yaşadığımda yine onun yanında, arşivdeydim. İşte şimdi gerçekten her şeyimi elimden almıştı, gücümü de.
Hiçbir şey söylemeden bedenimi dizine yerleştirdi, sadece dinliyor ve zehrimi tamamen akıtmamı bekliyordu. Kahrolası haftalarımın neredeyse her günü onu görmüş ve ona karşı biriktirdiğim zehirle kendim zehirlenmiştim.
Öfkeden titreyip buz kesen bedenim onun altına köz döşeli teniyle buluştuğunda çarpılmış gibi dondum. Kollarımı bıraktığında boşluktan yararlanamayarak tüm gücümü nefes almaya harcamıştım. Daha önce hiç bu kadar gerçek bir öfke duymamıştım. Gerçek öfke savaşacak gücü de elimden alıyordu, bileklerimin içindeki kemik ve kaslarımı yok etmişti öfkem. Vaktinde saldırıya geçirmeyen her öfke sahibini alt ederdi, ben alt edilmiştim.
"Yanımda güçlü olmana gerek yok Karnelyam, benimle her şeyi yapabilirsin." Sesi kulaklarımdan önce ruhuma doluyordu. Bir parçası ölmüştü ama o bunun yasını hiç tutmadan adamın sesiyle mayışıyordu.
Çırpınışlarımla kayan omuz askımı yerine yerleştirdi tenime değmeden. Kolumu da kıstırarak belimi sarıp bedenimi göğsüne bastırdı kendinden emin halde, diğer eli önce saçlarımı yüzümden itti sonra başımı boynunun altındaki kaynayan kuyuya bastırdı. Nefes nefese kalmasam, nefese bu kadar ihtiyaç duymasam kokusunu almamak için soluğumu tutardım. Beni bir yere götürüyordu hain kokusu, sanki savaşmadığım bir evrene kaçırıyordu beni. Göğsüm öyle şiddetle çarpıyordu ki benim göğsümle beraber yaslı olduğum göğse de çarpıyor ve onu da itiyordu kalbim.
"Yaptığın her şeyden nefret ediyorum. Her birinden. Uyumam için yanımda olmandan..." devam etmeme sıkışan göğsüm izin vermediği için dudaklarımı örtüp burnumla soluklandım ve sakinleşmeye çalıştım.
Çenesini enseme bastırıp tüm bedenimin hareketini kesse de canımı yakmıyordu, en azından fiziksel olarak.
"Bana yemek getirmenden, bana doğruları söylemenden, güvenimi kazanmaya çalışmandan, beni sakinleştirme çabandan hatta sakinleştiren kokundan, sıcak ellerinden, yanan gövdenden, odamı önce cehenneme çevirmenden sonra cennetin kapıları açılmış gibi içeri süzülüp bana bakmandan, yaptığın her şeyden nefret ediyorum."
Boşta kalan elimi adamın belini saran keten kumaşa çıkarıp kumaşı yumruğuma hapsettim. Yanağımın olduğu boyundan yüzümü kaydırıp alnımı değdirdiğimde başımı, omuzumu ve beline sarılı elimi onu itmek için kullandım. Adamın sıcaklığı gücümü eriyen buza dönüştürdüğü için kaygan gücü elimde tutmak zordu ama pes etmedim.
"Bırak beni. Bırak. Bırak." Yüzlerce belki binlerce kez aynı şeyi söyledim, bağırmadan, kızmadan, ağlamadan. Artık ağlamak değil ölmek istiyordum. Kendi yasımı bile tutabilirdim ama bunu nasıl yapacaktım ki en son ne zaman gerçek bir insan gibi ağladığımı dahi hatırlamıyordum.
Sıcaklığı içimdeki her şeyi ama her şeyi kül etti, gücümü önce eritti sonra kuruttu. Yıllarca savaştığım duygularımı beni yalnızca kollarının arasına alarak yok etmişti. Ne mutsuz ne umutsuzdum, nefes alıyordum fakat toprağın altına gömülsem artık alamadığımı bile fark etmezdim. Kendime verdiğim savaşımı bile gelip benim için yenmişti. Ne aşağılık!
"Benimle savaşma Nimfea. Ben seninle asla savaşmayacağım." Bu bir bildirge değildi, bana yalvarıyordu. İğrenç bir adamdı, yalnızca yirmi gündür tanıyordum onu ve bana böyle davranabiliyordu.
Bir dizi iki bacağımın arasındaydı, kolları tüm bedenimi sarıyordu, neredeyse tümüyle. Direnmeyi bıraktım, ondan uzaklaşmak için savaşmak yerine kalçamı dizinde usulca kaydırıp daha da yakınına çektim kendimi. Başım boynundan omzuna düştü. Onu bir gün öldürecektim. Tüm gücümü yok ettiği için, önce beni uykumdan edip sonra onsuz uyuyamayacak kadar aciz hissettirdiği için.
Ellerimi göğsüyle göğsüm arasına sıkıştırdım. Onu öldürene kadar durmayacaktım, savaşacaktım ama o bunun farkında bile olmayacaktı. Ve kendimi kollarına bıraktığımda kontrolümü kaybettiysem de buna ben izin verdiğim için kontrolümü kaybetmiştim. Direnmenin anlamsız olduğuna karar verdiğim için beni rahatça tutabiliyordu. Savaş taktiğimi değiştirdiğim için beni kollarının arasında tutabiliyordu, bundan almam gereken keyifi ve dersi alacaktım. Onu yenecektim, onu öyle güzel yenecektim ki dünyanın en mutlu mağlubu olacaktı.
Bacaklarımı beline doladım. Buz gibi olan ve titreyen baldırlarım benim hareketlerime rağmen ısınmamıştı ama adamın bedenini hissettiğimde sıcaklıkla uyuşmuş, durulmuşlardı.
Elini saçıma çıkarıp uzun uzun okşadı. Onu bunun için bir kez daha öldürecektim, belki o gün bu dokunuşla huzur bulduğum için kendimi de öldürürdüm.
"Arkadaşını bulacağım, bana olan öfkeni bitireceğim. Bir gün benden nefret ettiğin bugünü hiç yaşanmamış gibi unutacaksın."
Yanağımı omzunda pencereye doğru çevirip ondan uzaklaştım, bu kadar uzaklık hala savaştığımı gösterirdi ama o bunu anlayamazdı.
Onunla olan mücadelem bu gece büyük bir sekteye uğramıştı. Tüm direncim kırılmıştı ancak ağlayacak kadar bile gururum kalmamıştı. Gururum olmadan savaşabileceğimi biliyordum. Zaferi ellerimde tuttuğumda gururumu yeniden kazanacağımı biliyordum.
Sıcak ve büyük avuçları bedenimin her yerinde dolaşıyordu evet arzuyla fakat bu arzu açtığı yarayı kapatma arzusuydu. Üzerime sıcacık bir yorgan örtülmüş gibi hissettiriyordu dokunuşları. Karşı koyamıyordum çünkü karşı koymaya dair güdülerim o ellerin altında ısınma isteğimden daha güçsüzdü. Titremelerim tamamen durana, soluklarım huzurlu bir devinime evrilene kadar eli vücudumda aynı hareketlerle gezindi durdu. Sakinleşmek bana güç verir sansam da tamamen pelteye dönmüş ve adamın bedenine yığılmıştım.
Ellerim ikimizin arasından düşmüştü, başımı omzuna bastıramıyordum çünkü tamamen oraya çökmüştüm. Uyku çok tatlıydı, o yanımdayken tatlı olan tek şey uykuydu ve o tat uyanınca zerrelerime zehir olarak doluyordu. Her uyandığımda utanıyor, pişman oluyordum fakat o olmadan uyuyamıyordum.
"Önümü göremiyor, yolumu bulamıyorum," dedim. Sesim de bedenim kadar güçsüzdü, eğer gecenin sessizliği olmasaydı adamın beni duymasına imkan olmazdı.
Okşamayı kesen eli sanki daha da yaklaşabilirmişim gibi beni kendine batırmaya başladı. İki kolu sıkı sıkı sarıyordu bedenimi.
"Yol görülmez Nimfea, sen adım atarsın yol ayağının altında oluşur. Yürüdüğün her yer yoldur," dedi bilge bir sesle.
"Bundan sonra ne olacak peki? Tüm hayatımı kendi odamda esir olarak mı geçireceğim? Ben ölene kadar evcil bir hayvan gibi beni izlemeye mi geleceksin?" Yüzümü yeniden boynuna döndürüp oradan bir nefes aldım, taze ve yatıştırıcı bir nefesti bu. "Yürümeme izin vermezsen yolum hiç olmayacak."
Başını çevirip dudaklarını enseme değdirdi fakat öpmedi, bunu istemedim de. Bu kadar yakınlıkta koruyabileceğimiz kadar koruyordum mesafemizi.
"Sen bir evcil hayvan değilsin Karnelyam. İstersen askerlerime eğitim vermeye başlayabilirsin. Benimle birlikte savaşmanı senden hiçbir zaman istemeyeceğim sadece benimle savaşma ve yanımda özgür ol."
Söyledikleri beni canlandırmaya yetmedi. Gözlerimi yumup yüzümü sert kemikli omzuna sürttüm bir yastıkmış gibi. Belki de DYK'nin bildiği bir şeyler vardı, belki de haklılardı.
"Özgür olmamı istiyorsan beni özgür bırakmalısın."
Sırtım ve belimdeki kollar kalçama indiğinde evrenin tüm soğuğu sert bir rüzgara dönüşüp arkamı hedef aldı. Ürpertiyle titresem ve kollarını yeniden sırtımda arzulasam da sesimi çıkarmadım.
"Seni özgür bırakmak elimden kaçırmak olsa bile özgür bırakmalı mıyım?"
"Beni elinden kaçırmak istemiyorsan eline gelmeme izin ver."
Beni hiçbir zaman kaybetmeyecekti. Bir daha hiç kaçmayacaktım. Bunları ona karşı direncim kırıldığı için değil ona karşı savaşacak daha iyi bir dayanağım olduğu için düşünüyordum.
"Ya gelmezsen?"
DYK'den beklediğim desteği görmemiştim. Bana koşulsuz yardım edeceklerini sanmam kendimi aptal gibi hissetmeme sebep olmuştu.
"Sana gelecek özgürlüğüm olmazsa sana gelemem."
Artık sadece bir öğretmen değil DYK'nin ajanıydım. Kılıç beni gönderse bile gitmeyecek, kalmamı istediğinde de şikayet etmeden kalacaktım. Bana bir teklif sunmuşlardı. Onaylamadığım gibi red de edememiştim. İstedikleri şeyi yapabilmek için Kılıç'a yakın olmam gerekiyordu. Bu gece Kılıç'a yakın olmak için çaba göstermeme gerek olmadığını anlamıştım.
Yanında kalacaktım ve o bunu kendi lehine bir başarı olarak göreceği için asıl kazananın ben olduğumu resmi olarak kaybedene kadar bilmeyecekti.
Kollarını üzerimden tamamen çekti. Yatakta geri yaslanıp benden uzaklaşmaya çalıştı ve bunun beni özgür bırakmak için bir adım olduğunu anlayarak kendimi kucağından atıp yatakta kıvrıldım. Sırtımı tamamen ona dönüp gözlerimi kapattım. Gözlerini ve yüzünü güneşin ortaya çıkaran aydınlığında hiç görmemiş olsam da o beni karanlıkta da çok iyi görüyordu. Bilmemesi gereken bir karar verdiğimi anlamasından korkup yatakta ondan uzağa kaydım.
"Yatağımdan kalk," dedim uysalca.
DYK yakın zamanda geri dönecekti ve onlara muhakkak Kılıç'la ilgili kişisel bir şey söyleyecektim. Ne olduğunu henüz ben de bilmiyordum ama onlardan önce öğrenecektim.
Kılıç'ın ağırlığı yataktan çekildiğinde kendimi tüy gibi hafif ve içi boş hissetmiştim. Artık ayağımın altında bir yol olduğunu hissettiğim için mutluydum.
"Bir gün bana gelecek misin Karnelyam?"
"Bir gün sana geleceğim Kılıç."
🕑 Haftalar sonra Afelya benim ben de onun kolları arasında dolu gözlerle birbirimizi izlerken ilk kez gerçek bir nefes aldığımı hissettim.
Kollarını daha sıkı sarıp "Gelecektim Karnelyan," diyişini dinlerken ipek gömleğimin kumaşından geçen sıcak yaşları omzumdan çok yüreğimde hissettim. "Babam sarayın etrafına yaklaşmamı bile yasakladı. Ama gelecektim."
Başımı iki yana salladım ki ruhundaki azaptan kurtulsun. "Gelmediğin için mutluyum," dedim çünkü etrafımdaki kargaşada onun da odalardan birinde esir tutulacağı korkusu sarmıştı içimi. Onu koruyamamaktansa onu görmemeyi tercih ederdim.
Kapının girişinden zorla sökülüp çiçekli kadife koltuğa gidene dek Afelya'nın kolları gövdemden ayrılmadı. Batın müdahale etmeden, bu eve ilk geldiği zamanı anımsatacak laubalilikler yapmadan odanın kapısında bir nöbet eri gibi dikiliyordu. Onu fark ettiğimde "Oturabilirsin Batın, öyle dikilmene gerek yok," diyerek ortamı dramatik sisten arındırmaya çabaladım.
Gözleri karşısındaki ağaçlı manzaradan ağır ağır sökülüp arkadaşım ve benim üzerinde dolaştı, sonunda konuşan Afelya'ymış gibi onun üzerinde donduğunda konuşmuştu. "Siz kader mahkumu gibi ağlaşırken gardiyan gibi dikilmek hoşuma gidiyor."
Kolları karnım ve belimi saran, başı omzuma düşen Afelya'ya bakmasam da Batın'ın bakışlarına karşılık verdiğinden emindim.
"Böyle güzel bir yüzün bir işgalcide ziyan olması çok yazık," diye mırıldanırken çene kasları omzumda hareket ediyordu. Gülmemek için çabalasam da bu zor olmuştu benim için.
"Ne tatlı bir dil," diye mırıldandı Batın düşen göz kapaklarıyla huysuz bir imaj çizerek. Dimdik duran bedenini sarmış siyah üniforması onu olduğundan iri ve korkutucu gösterse de gün ışığında altın ışıltısı saçan kısa saçları ve tereyağımsı sakalsız yüzüyle onu öyle kolay kolay düşman bellemek olmuyordu. Dudağımı ısırdım onlar atışırken.
"Bir işgalciye göre ne de mağrur bir duruş," diyen Afelya atağa geçmiş ve doğrulmuştu.
Batın gözlerini kısıp izlerken onu ben de koltukta geri yaslanıp hala elimde olan ceketi kolçağa bıraktım.
"İşgalcinin tanımını bilmeyen güzel bir kadın."
Afelya'nın kızgın bir boğanınkini andıran püskürmeli nefesi Batın'a atılıp onu tartaklamak istediğini anlatıyordu bana. Yapmayacak ya da başarısız olacak olsa da elimi zarif bileğine sarıp nabzının üzerindeki teni okşadım baş parmağımla. Gerçek bir dostun atan nabzını hissetmek... Cehennemden çıktıktan sonra en ufak yaşam belirtisi cennetti.
"O adamı öldürdüğün haberini almaktan korkuyordum," dedi Afelya ve Batın'la olan münakaşasını böylece bitirdiğini anlayıp hızla ona döndüm. Perçemlerin uçları kirpiklerine değerken acı bir yüzle bakıyordu bana. "Neredeyse yirmi gündür keşke senin yerine orada ben olsaydım diyorum."
Hiç tepkisiz izledimse de onu en derinden anlamak içimde önce düşen yaprakları bir hortuma çevirdi sonra etraftaki her şeyi de çekip bir kasırgaya büyüttü.
"Krallıktan senin gibi nefret etsem de senin kadar makul sebeplerim olmadığı için o kadar ağır gelmezdi belki." Dalgınca ellerini yüzünden geçirip saçlarını arkasına sabitledi. "Babam günlerdir saraya gidip geliyor, sanki hiçbir şey değişmemiş gibi." Bu konunun hararetiyle doğrulup yönünü bana çevirdi koltukta. "Bir işgal olarak gördüğünü sanmıyorum Karnelyan. Ve o adamın krallık istediğini bilmesine rağmen. Benimle de konuşmuyor sadece adamın bir yalancı olmadığını söyledi o kadar."
Batın'ın varlığını yeniden hatırlamış gibi ona kaçamak bir bakış attıktan sonra yüzünü yüzüme birkaç santim yaklaştırıp sesini düşürdü. "Her gün seni soruyorum ve her gün iyi olduğunu söylüyor ama seni hiç görmediğini biliyorum." Dilinin ucunda bir söz birikmişti fakat dudaklarını içeri çekip sustu. Gözlerime ısrarla bakarken zihnini okumamı ister gibiydi.
"Onun askerlerine eğitim vermemi teklif etti," dedim bir anda. Bu dün gece bir krizin ortasında ağzından çıkmış bir laftı fakat sözünden dönmeyeceğini bugün saraydan serbestçe ancak Batın'la çıkmama müsaade ettiğinde anlamıştım. Bir gün ona kendi isteğimle gideceğimi sanıyordu ve hiç yanılmıyordu. Eğer bir zaafı varsa ben de onu kullanacak kadar mecburdum buna.
İstemsizce Batın'a döndü gözlerim, Afelya şaşkın bir nefes alırken. "Bu ne demek Karnelyan?" diye sordu Afelya yüksek bir uçurumda tek ayağımı boşluğa bırakmışım gibi. Konuya dair düşüncelerini anlayabilmek için hala Batın'a bakıyordum fakat camın arkasındaki kuru yapraklı ağaçlar tüm odağına ihtiyaç duyacak kadar önemliymiş gibi orayı izlemeye devam ediyordu.
"Öylece duramazdım Afelya, bir teklif geldi ve kabul ettim." Afelya'ya döndüğümde birbirine yaklaşan kaşlarının altındaki gözler kızarık ve gergindi, aralık dudaklarının ardından parlayan dişlerin dışında bir hareket yoktu arkadaşımda. "Bunun iki taraf için de uygun olabileceğini düşünüyorum, ben onlara gerçeği anlatırım ve şanslıysam onlar da yanlışlarını düzeltirler." Omuzlarımı kaldırıp boynumu gizlerken şimdilik en iyi planın bu olduğunu anlamasına ihtiyacım vardı.
Sanki sorumlu yalnız başına Batın'mış gibi yüzü milim yerinden oynamadan gözlerini adama kaydırdı. Çatık kaşlar artık anlam aramak için değil öfkeden doğmuş gibi alnını kırıştırıyordu.
"O adamın seninle bir derdi var." Hala Batın'a bakıyordu, bu kez benim bakışlarıma karşılık vermeyen adam onunkilere dikkatle bakıyordu. "Şehirde bir sürü teori, yalan dolaşıyor. Senin orada olma sebebin öyle belirsiz ki insanlar kılıf uydurmakla meşgul."
Batın'ın aldığı derin nefesin gürültüsünü duydum ama dönüp nefeslenmek için ne yaşadığına bakmadım.
"Seni resmen bir esir olarak tutup bir de çalıştırmak istediğine inanamıyorum."
Afelya'nın takıldığı şeyin benim teklifi kabul etmem olmadığını biliyordum, biz birbirimizi yargılamaktan çok uzaktık fakat öyle yakındık ki öfkeme sahip çıkıp Kılıç'a kin tutması beni delice rahatlatıyordu. Günlerdir, haftalardır etrafım Kılıç öven, onu savunanlar arasında geçmişken ihtiyacım olan şey bir adet Afelya'ydı.
"Eğer burada daha fazla kalacaksak sıcak bir kahve istiyorum." Batın'ın, gardiyan maskesini yırtıp attığını hemen anladım. "Mümkünse sütlü ve bol şekerli." Ağır postalları cilalı zeminde gıcırdayarak ilerlerken halılara basmamaya dikkat ediyor ve odanın ta en ucundaki meşe masayı hedef alıyordu. O sandalyeyi çekip yönü bize dönük şekilde otururken "Babandan ne kadar hoşlanmadığımı biliyorsun ama bu heriflere katlanacak bünyeyi sana miras bıraktığı için galiba memnunum," diyen Afelya şaşkın öfkeyle boğulur gibi konuşuyordu. Bunun bir miras değil, zorunlu eğitimler sonucu edinilmiş boktan bir özellik olduğunu söylemeyi gerekli görmedim.
"Peki," dedi Batın diğer uçtan. "Madem kahvem yapılmayacak o zaman mutfağın yolunu tarif edin de kendim halledeyim."
"Bu evde çok güzel likörler olur," dedim başımı koltuğun tahta başlığına yaslayıp gözlerimi kapatarak.
"Görev başında içmiyorum. Kahve." Sesi de adımlarıyla yaklaştı, Afelya'nın koltuktaki ağırlığı ortadan kalktı ve ben birbirlerinin saçlarına yapışıp etrafı sarı bir yumak haline getirirlerse ayırmak zorunda kalmayayım diye gözlerimi katiyen açmadım.
"Görev dediğin yirmi yedi yaşındaki bir kadının peşine kuyruk olmak. Ve likör diyor konyak değil." Afelya keskin biçimde konuştuğunda sesi uzaklaşıyordu. Öfkeli de olsa merhameti onu bir işgalciye kahve yapacak kadar harekete geçirirdi daima.
"Evet," dedi Batın. "Ve havalı bir kuyruk olmak için tamamen ayık bir zihne ihtiyacım var." Adamın donuk ve gıcık eden sesiyle huysuz cümleleri birbirine çok zıttı. Afelya muhtemelen öfkeden dolayı Batın'ın peşine takıldığını fark etmemişti bile.
Dakikalar sonra dişlerinin arasından Batın'a talimat veren, mutfağı batırmamasını ve kibritle bardakları nerede bulacağını söyleyen Afelya'nın sesi durdu.
Yanıma yeniden geldiğinde gözlerimi açtım. Oturup oturmamak konusundaki kararsızlığı ortadaydı.
Bir anda dizlerimin önüne çöktüğünde dirseklerini dizlerime yasladı. "Yangın binayı sardığında odanda mıydın" diye sordu ağlamak üzere bir halde. O bina çok yangın görmüştü ve o yangınlardan biri çok şeyimi almıştı. Afelya bunu en iyi bilenlerden biri olduğu için hüznünü anlıyordum, beni anlıyordu.
"Evet," dedim acımı gizlemek için dikleşerek. "Ama biri beni oradan çıkardı, maskeliydi ve ben de baygındım. Pek bir şey hatırlamıyorum."
"Peki nasıl oldu da şimdi bu haldesin?" Doğru kelimeleri seçemiyor çünkü hiçbir şey anlamıyordu. "O gün neler oldu, uyandığında yangın sönmüş müydü?" Merhamet dolu sesi göğsümde bir sızının fitilini ateşlemişti. Ona gerçeklerden bahsedebileceğimi düşünmüyordum. En yakın arkadaşımla arama mesafe girecekti madden ve manen.
"Uyandığımda ahşap bir evdeydim, başımın arkasına darbe aldığım için çok net değil o anlar," diyerek omuz silktim ve üzerime çöken hüzünlü bulutları silkelemek için yerimde sallandım. "Şimdi her şey yolunda, merak etme." Gözlerimi kaçırdım, elbisemin kumaşındaki tüyleri koparmaya çalışıyordum. "Benim evim orası ve orada kalmaya devam edeceğim." Bu Afelya'nın az evvelki sorusuna bir cevapken aslında beni anlaması için de bir mesajdı. Orada kalmalıydım çünkü sanki ben orada olmazsam Kılıç tümüyle ele geçirtecekti her şeyi.
"Daha önce kaçtığını biliyorum. Mars'la bunu konuştum fakat neden oraya geri döndün, zorla tutulduğun bir yere neden kendi isteğinle döndün?"
Eli pantolonumun kumaşını zedeleyen elimin üzerine kondu yumuşakça. Cesaretimi toplayıp gözlerimizi çarpıştırdım, onun bal gibi açık gözlerinin karşısında benim koyu mu koyu yeşil gözlerimi bir süre öylece karşı karşıya getirdim. Yanlış bir şey yapmasam da öyle hissetmiş olmama kızgındım.
"Orada olmam gerekiyor."
Elimin üzerindeki parmakların tutuşu sıklaştı ve kaşları çatılınca onun gözleri de daha koyu göründü. "Neden?" dedi gergin bekleyişle.
"Orada olmak bir şeyleri düzeltebilirmişim gibi hissetmeme neden oluyor."
Afelya'nın dudakları aralandı, pembe yanakları ve güzel yüzüyle karanlık ifadesi çok zıt göründü.
"O adam seni zorla orada tutuyor Karnelyan, bu söylediğine inanmam çok zor. Burada kalmalısın. Ya da," diye başladı ama devamını getirmekte düştüğü ikilem çukurunda çırpınışına doğrudan şahit oldum. Dolgun elmacık kemiğinde bir kas seğirmesi oldu ve gözlerini kapatıp cümlesinin devamını getirdi. "Belki anneni bulmalıyız, baban olmadığına göre hayatına yeniden girebilir."
Ona tek bir kelime bile etmedim, gözlerini açıp yüzüme baktığında onu duyduğumu, anladığımı ve ne düşündüğümü çok iyi biliyordu. Derin bir nefes döküldü burnundan. "Sen güzel bir hırkasın," dedi yalnızca benim duyabileceğim kadar kısık bir sesle. "İp ne kadar berbat olsa bile sen güzel bir hırkasın."
Afelya annemin bana anlattığı hikayeyi biliyordu, annem bana ipin ne olduğunu hiç söylememiş olsa da Afelya ve ben ipin baba olduğunu biliyorduk. Ben berbat bir iple örülmüş çarpık bir hırkaydım fakat Afelya'nın aksini savunması içimi rahatlattığında birkaç saniye yutkunamadım.
Afelya üzerimde baskı yaratan düşünceleri de anında fark edince seyri değiştirmeye karar vermişti.
"O iğrenç herif sana zarar verdi mi, senden ne istiyor?" O anda elinde porselen bir bardakla odaya girmiş bulunan Batın'a bakarak konuşsa da sorusu bana nefreti Kılıç'aydı. Batın bir prenses gibi kulbu tutan elinin serçe parmağını kaldırmış dudaklarına değdirdiği kahveden hüpürdete hüpürdete ağzını doldurmuştu. Kaygısız herif.
"Hayır, bana zarar vermiyor." Başka ne söyleyebilirdim bilmiyordum, Kılıç konusu bir başkasıyla paylaşılmayacak kadar mahrem hissettiriyordu. Söylediklerinin arkasında onun çıkarına işleyen bir çark olduğuna emindim fakat hiçbir kanıtım yoktu, o adam içimde bir huzursuzluktan başka bir şey değildi ve ben iç huzurum olmadığını açık açık paylaşmaktan her zaman kaçınırdım.
"Bir gün sarayı ziyaret etmelisin sarı kız. Sana misafirperverlikle ilgili tüyolar verebilirim."
Batın'ın pişkinliği Afelya'nın hüznünü ucuz bir kağıtmış gibi tek seferde parçalara ayırdı.
"Bir işgalciyi misafir etmek istemememi anlarsın sanıyordum yılışık herif."
Batın sandalyelerden birini çekip halının bir ucuna kadar çekip oturduğunda kahvesini hala zarif şekilde tutmaya devam ediyordu. Bir rol olduğunu biliyordum, onu daha önce de kahve içerken yemek yerken görmüştüm. Şu an sadece sinir etmek derdindeydi, ve o kişi ben değildim.
"Sevgi dilinin bu olduğunu düşünmeye başlıyorum." Bir dirseğini diğer dizinin üzerine bıraktığında iri cüssesiyle odaya hakimiyet kuruyordu. Erkeksi oturuşun etkisiyle çiçek işlemeli porselen fincanı altlığıyla birlikte dizine yerleştirip kollarını göğsünde birleştirdi.
"Sevgi sizin olduğunuz ortamdan koşarak uzaklaşır."
Batın dudaklarını birbirine bastırıyor, aralarında görünmez bir iple bağlılarmış gibi ısrarla Afelya'ya bakıyordu. Gözlerinde keyif ve anlamlandıramadığım başka bir şey vardı.
"Çok yanılıyorsun, sevgi beni her zaman bulur. "
Afelya bana öfkeyle seslenene kadar buruşturduğum yüzüme rağmen dudaklarımda oturan tebessümü fark etmemiştim. "Bu adam sana sarkıntılık falan mı etmeye çalışıyor?"
Bana değil demek istesem de Batın katiyen konuşmama müsaade etmeden konuştu. "Kesinlikle hayır." Ve aksini düşünüyormuşum gibi "Alınma prenses ama tipim değilsin," diyiverdi gözlerimin içine bakarak.
Gözlerimi belki yüz kere kırpıp az önce duyduklarımın rüya olmasını ve uyanmayı bekledim. Batın'ın pişkinliği fazla gerçekti.
"Sen benim tipim olduğunu mu sanıyorsun? Sarışın erkekleri en fazla halam olarak görebilirim," dedim biraz abartarak.
Batın alınmak yerine keyifli yüzünü ortaya çıkarınca ülkeme kaosu getirenlerden olup kaosu böyle iyi savuşturabilmesi şaşırtıcı geliyordu.
"Alınabilirdim ama sarışın sevmeyenlerin zevki olmadığını düşünürüm hep ve zevksiz birinin görüşü beni etkileyemez."
Afelya dayanamayıp ayağa kalktığında "Şu şam şeytanı herifin seninle böyle konuşmasına nasıl izin veriyorsun, ne oluyor?" diye soruyordu. Fakat Batın hiç de şam şeytanına benzeyen bir adam değildi. Afelya her zaman sarışın adamları beğenirdi ve Batın yüzlerce sarışın adamın arasında bile dikkat çekecek kadar iyi bir görüntüye sahipti. Fakat benim için şam şeytanına benzediği doğruydu, tipiyle birlikte kişiliği de rahatsız ediciydi bana göre.
"Sizin neden bu yaşa kadar sevilmediğinizi çok iyi anlayabiliyorum," dedi Batın kibarca. "Benim gibi bir adama şam şeytanı yakıştırması yapabilen birinin de görüşleri beni etkileyemez neyse ki." Böyle diyordu ama etkilenmişti. Afelya'nın yorumlarına karşı tepkisizliğini yitirmeye başlamıştı.
"Ne olur etkilen," diye mırıldandı Afelya huysuzca.
"Ben evliyim biliyorsun değil mi?" diye sordum sessizce. Yüzüme tükürecekmiş gibi bakınca ben bile geri adım atmıştım. Afelya'nın benzetmesine müthiş derecede alınmıştı çünkü.
"Uzun süreli yalnızlıktan sonra zihnin fantaziler kurarak kendisini yalnızlıktan arındırmak istediğini bilirdim fakat duymak da garipmiş."
"Sahiden evliyim Batın, bunu biliyorsun sanıyordum," dedim.
Kahvesinden bu kez normal bir yudum alırken gözleri hala Afelya'nın kızarık yüzünde dolaşıyordu. Yutkunduktan sonra bana baktı ve konuştu. "Nasıl bir evliliğin olduğunu biliyorum prenses."
Bu cümle her nedense benim için tehdit etkisi yarattı.
|
0% |