Yeni Üyelik
14.
Bölüm

bölüm14|"Zalimin Kanı, Zulmün Gücü"

@almelia

"Yüce meclis üyeleri arasında ayyuka çıkmış korku halkı da esir almış durumda," diye vurucu bir giriş yaptı radyodaki spiker. "Avcı mahlasını, seri cinayetlerle Seryum'daki her vatandaşın aklına kazıyan şahsın Kraliyet Ormanı'nda maktülünün kanlı ceketine mahlasının yer aldığı bir not iliştirerek başlattığı bu cinayetler serisi her geçen gün etki alanını genişletiyor. Seryum'un Ekte şehrinin çam ormanında cansız bedenine rastlanan yönetim değişikliğiyle görevinden istifa etmiş yetmiş iki yaşındaki meclis üyesi E. K. sabah saatlerinde defnedildi."

 

Birkaç gün önce kapımın önünde nöbet tutan askerlerden birinin cansız bedeni Sarayın karşısındaki kraliyet ormanında bulunmuştu ve radyolarda anons geçmemiş olsa da üzerinde Avcı isimli bir kağıdın zımbalandığını kendi gözlerimle görmüştüm. Kim olduğunu bilmiyordum fakat saraya girip çıkan herkesin tehlike altında olduğu keskin bir şekilde ifade edilmişti yeni yönetici Kılıç Kül Seryum tarafından. Bunun üzerine bir günde bakanların ve meclis üyelerinin bir kısmı istifa etmişti. Bu durum içimi dehşetli biçimde huzursuz ediyordu zira rejim değişikliği oylaması yakın bir zamanda olacaktı, yeni gelen meclis üyelerinin oylarına dair hiçbir fikrim olmayacağına emindim.

 

Batın odama daldığında yönüm zaten kapıya dönük olduğu için radyomun antenini indirirken ne söyleyeceğini duymayı bekledim. Kapıyı tam açmamıştı fakat ardında kalan biri boğuşur gibi kapıyı itince Batın hazırlıksız yakalanmış gibi kapıyla birlikte yana kaydı. Şimdi gördüğüm kişi beni sevinçle ayağa fırlatmıştı.

 

"Mars!" dedim odamı arşınlayıp ona yürürken.

 

"İçeri girmen için müsaade istemem yarım dakikanı almazdı," diye homurdandı Batın bana ilerleyen Mars'ın sırtına ters ters bakarak. Mars onu umursamayıp yarı yolda benimle buluştuğunda yüzünde kararmış bir dikkat vardı. Bileğimi yakalayıp beni baştan aşağı süzerken "Bizi yalnız bırakmasını söyle," diye talimat verdi askerlerinden biriymişim gibi. Sorgusuzca Batın'a baktım, duyduğunu biliyordum. Fakat Batın duymayı tercih eder gibi yüzüme delici bir dikkatle bakmaktaydı. Dikildiği yerden kopmak için bir hareket bekliyordu ve ona bu hareketi "Çıkarken kapıyı kapatır mısın?" diyerek verdim.

 

Bir süre öylece izlemeye devam etti, Mars arkasında kalana bakmamakta, onu yok saymakta ısrarcıydı.

 

"Pekala prenses, sizi yalnız bırakayım," dedikten sonra hareketleri sekteye uğramadan çekip gitmeyi başardı. Kapı ardından kapanırken Mars'ın "Prensesmiş," diye homurdandığını duyabilmiştim.

 

"Neler oluyor?" diye sordum hemen.

 

"Saldırıya uğradığını duydum Karnelyan, seni burada bırakmam," diye girdi söze hızla. "Seni götürmeye geldim, burada başına ne geleceğini bilmemek beni delirtiyor." Kılıç'la imzaladığımız anlaşmadan Mars'a bahsetmek zor bir iş olacağı için yavaşça bir sandalye çekip oturdum. Bana yaklaşsa da oturamadı, neredeyse korkarak izliyordu beni. Onunla gitmek istememden korkuyordu, oysa istiyordum. Konuya öyle hızlı giriş yapmıştık ki kendimi hiç hazır hissetmiyor aslında kaçıp gitmek ve Mars gidene kadar saklanmak istiyordum.

 

"Yalnızca iki aya ihtiyacım var Mars. İki ay sonra özgürüm ve beni aramak için yollanacak tek bir asker bile olmayacak."

 

Başını anlamak için iki yana sallarken siyah kaşları çatılmıştı. Bir sandalye çekip karşıma oturduğunda dizi dizime çarptı. "Ne demek bu? Gel benimle Karnelyan, seni araması umurumda değil, bu kez bulamayacak."

 

"Gelemem Mars. Özgür kalmak için bir anlaşma imzaladım ve burada olmalıyım. Burada bir şeyleri değiştirebilirim."

 

"Afelya anlaşmadan bahsetti. İnanmamıştım." Dizindeki görünmez bir lekeyi kazıyordu işaret parmağıyla, onu hayal kırıklığına uğratmış gibi hissediyordum. "Burada kaldığın her gün için halkın sana karşı nefreti artacak Karnelyan. Seni buradaki şerefsizlerle bırakamam. İmzaladığın anlaşma umurumda değil, seni saklarım."

 

"Halk kızgın olmakta haklı," dedim içim acısa da. "Kamer Mahver ve Kılıç Kül Seryum kıskacında sıkışıp kaldılar. Bu nefretin şahsıma ait olduğuna inanmıyorum. Ve babamın da muhakkak bir planı vardır Mars. Kurduğu düzeni bırakıp gitmez o."

 

"Baban öz kızını bırakıp kaçtı Karnelyan!" diye bağırdı Mars üzerime eğilerek. Kamer Mahver'in adının geçtiği bir cümleyle bile tetiklenenler kervanına Mars da katılmıştı belli ki.

 

"Bir anlaşma yaptı," dedim neden öne sürdüğümü bile bilmeyerek, neden savunduğumu bilmeyerek, anlaşma sanki kendini koruması adına değilmiş gibi.

 

"Anlaşmanın şartı sendin Karnelyan! Orospu çocuğu Kamer Mahver rahatça kaçabilmek için seni rehin bıraktı. Ve bu o siktiğimin aşağılığının ilk hatası da değil Karnelyan. Seni evlendirdi," diye haykırdı öfkeden yanan sıcak teninden dumanlar saçarak.

 

"Benim rızam vardı," dedim güçsüzce. "Çünkü başka şansın yoktu," derken resmen hırlıyordu. Alnındaki morumsu damar koyu teninde kabarmıştı.

 

"Baban kaçmayı öyle istiyordu ki kumar masasına seni koydu, yaşamayı öyle istiyordu ki tabuta seni koydu. Yemin ederim Karnelyan onu bulacağım ve onun, sonsuza kadar hiçbir ihtimalde karşına çıkamayacağından emin olacağım."

 

"O öyle kolay kolay kaçacak bir adam değil," dememe kalmadan Mars "Ama kaçtı. Şu an burada babanın esamesi okunmuyorken siktiğimin ülkesini bu hale getiren senmişsin gibi sokakta sırtına taş yiyen sen oluyorsun," diye susturdu beni. Bir tokat gelmesi bundan daha az etki ederdi.

 

Mars'ın arşa değen Kamer Mahver nefreti beni elbette iri bir taşa toslamış gibi sarstı fakat yine de ondan vazgeçmek ülkeden vazgeçmek gibi hissettiriyordu bana. Son bir kez savunmayı denedim. "Kılıç'ın bana zarar vermeyeceğini biliyordu Mars. En azından fiziksel olarak, doğrudan bir zarar vermez bana."

 

Mars dizlerine eğilip elimi avuçlarının arasına aldı sakinleşmek için yapması gereken buymuş gibi. Fakat yeniden konuşmaya başladığında daha tehlikeli görünüyordu. "Kışkırttığı halkın sana zarar vereceğini peki Karnelyan... Bunu bilmiyor muydu? Seni düşmanla kalmak için tek bir imzayla gözden çıkardıktan sonra sikik her bir vatandaşın senin Saray düşkünü, ahlaksız bir kadın olduğunu düşüneceğini, bunun için tüm öçlerini senden çıkarmak isteyeceklerini bilmiyor muydu? İnsanlara nefreti öyle aşıladı ki herkesin eline birer taş tutuşturdu ve meydana seni çıkardı. Halk öyle öfkeli ki onu bulamayınca cansız heykelini daha bir nefretle taşlamaktan onları kimse alıkoyamıyor."

 

Elimi bırakmadı ama sandalyede geri yaslanıp derin, kararlı bir nefes aldı konuşmasına ara verip." Öldüreceğim Karnelyan. Kamer Mahver son nefesini verdiğinde o soluğun çıktığını duyan ben olacağım."

 

Mars'ın sözleri ruhumun tüm gücünü söküp almış yerine çimento yığıp üzerine de su akıtmıştı, öyle ağırlaştım ki bir an kafamı kaldırıp Mars'ın hala karşımda olduğunu görene kadar rüyada olduğumu sandım.

 

Elimi sıkıp yüzüne bakmam için işaret verdiğinde kafamı kaldırdım, yeniden yüzünü yüzüme yaklaştırmıştı. Çaresizlikle kararan gözlerle baktı yüzüme ve "Hadi Karnelyan, seni buradan götürmeme izin ver," dedi.

 

Beni anlaması için her şeyi yapardım, bana inanması için. Mars'ı yaptığımın doğru olan olduğuna inandıramazsam yapmaya devam ederdim fakat hep eksik hissederdim.

 

"Gelemem Mars. Burada olmalıyım, neler olduğunu öğrenmeliyim." Sandalyede kalçamı öne itip dizlerine eğilmiş Mars'ın kulağına yaklaştırdım dudaklarımı. Kılıç, Afelya ile olan konuşmaları öyle ya da duymuştu, bu kez buna izin veremezdim. Neredeyse fısıldayarak devam ettim. "Dünya Yönetim Kurulu'na Kılıç ile ilgili bilgi vermek için onu gözlemem gerek. Bize yardım edebilmeleri için kişisel bir şeyler bulmak zorundayım."

 

Mars çenesini hafifçe geri çekti yüzümü görebilmek için. "Onun kişisel bilgileriyle ülkenin ne alakası var?" diye sorduğunda sesi öyle yüksekti ki avucumun içini dudaklarına bastırmak zorunda kalmıştım.

 

"Bilmiyorum, DYK Kılıç'ın geleneksel yönetime dönüşünü desteklemiyor ve açıkça karşı koyabilmek için kişisel bir şeylere ihtiyaçları var demek ki. Yalnızca iki ay Mars. O zamana kadar DYK'ye yeterli bilgiyi vermiş olur ve geri çekilirim. O adamın hasta olduğunu ben de düşünüyorum ama sözlerini tutar," diye bitirdim sözlerimi utanarak. Onun hakkında Mars'a iyi şeyler söylemek yanlış geliyordu. O yüzden "Kamer Mahver'den anne babasının intikamını almak yerine kaçmasına izin verdiğine göre öyledir yani," diye ekledim bu Mars'ta bir şeyleri değiştirebilirmiş gibi.

 

Ağzı hala örtülü olan Mars konuşmak için başını iki yana sallayıp elimi çekmemi beklerken kapı çalınmadan hızla açılmış ve ikimizi de olduğu gibi dondurmuştu. Kapının ağzında dikilen Kılıç'ın taş ifadesindeki yıkıma birebir şahit oldum, orantılı kaşlar birbirine yaklaştı, sabit dudaklar beyazlayacak kadar sert bir biçimde büzüldü, kulbu sıkan eli ve yarım kalan adımı donmuştu. Yutkunurken çıkan sesi duyabileceğim kadar sessizleşmişti ortam.

 

"Bahçeye in Karnelyam," dedi ifadesinde biraz bile yumuşama olmadan. "Oradan uzaklaş ve bahçeye git." Israrla Mars'ın ağzından kayıp yanağına sapmış elime, aramızdaki santimlere bakarken en son isteyeceğim şey bir kavga olduğu için bu seferlik karşı çıkıp tatsızlık yaratmayı es geçip ayağa kalktım ve Mars beni durdurmak için bileğimi kavrayıp oturduğu yerde geri yaslandı.

 

"Bir hanımı kendi evine hapsetmek odasına kapısını dahi çalmadan dalmayı gerektirir mi?" Mars bileğimdeki elini izleyip gevşek bir tavır çizse de onun atan renginden bile gergin olduğunu anlardım.

 

"Git Karnelyam." Kılıç yerinden bir santim bile oynamadan, kaskatı kesildiğinden emin olduğum çenesini zorlayarak emir verirken ikisi arasında yanan öfke ateşini söndürmek için yapmam gerekenin ne olduğunu düşünüyordum yana yakıla. Mars'ın elinden kurtulmakla başladım. Şükür ki Mars karşı koymamış ve Kılıç'ın arkasında beliren Batın da Kılıç'ın emrine uymam için bana iyi bir neden vermişti.

 

"Afelya aşağıda," dedi soluklarındaki hızı belli etmemeye çalışarak. Kılıç gibi kapıda dikilmek yerine her zamanki rahat yürüyüşüyle odanın içine ilerlerken tıpkı Kılıç gibi Mars'a kilitlenmişti. "Fazla vakti yok, görmek istiyorsan şimdi hareket geç."

 

Mars, Kılıç'ı görmezden gelirken Batın'a kayıtsız kalmayıp başını ona çevirmişti.

 

"Git Karnelyan, döndüğünde burada olacağım." Mars'a baktım fakat gitmesini isteyip istemediğime karar verememiştim.

 

Kılıç'a, yalnızca ona bakarak harekete geçtim. Odada çatırdayan havanın yokluğumda parçalara ayrılıp her yanı sarmasından korkarak yanına vardığımda sadece onun duyabileceği sesle "Ona zarar verirsen giderim," dedim sadece. Anlaşmanın şartları o esnada umurumda değildi, DYK ya da Seryum umurumda değildi. Kılıç bana bakmadı ama çenesinde atan kastan beni çok iyi duyduğunu anlamıştım. Bundan sonrasını ona bırakıp koşmaya başlamıştım. Afelya'yı bulmak için bahçeye attım kendimi ve nöbetçilerin önünde dikilip stresli adımlarla olduğu yerde dört dönen arkadaşımı gördüm.

 

Yanına varmam saniyelerimi almadı. "Neler oluyor?" diye sordum bir solukta. Yüzüme öylece bakarken yanaklarının kızarıklığını, kirpiklerinin ıslaklığını fakat ağlamamış olduğunu anladım.

 

"Mars seni almaya gelecek," dedi nöbetçileri umursamadan. "Benimle konuşmak istediği şey buymuş Karnelyan. Senmişsin." Sesinde endişeden çok hayal kırıklığı vardı fakat buna takılacak kadar özgür değildim artık.

 

"O burada. Onunla konuştum Afelya. Anlattım." İkimiz de gergindik fakat onu gevşetebilirsem bunun bana da tesir edeceğini bilerek kıpırdatıp durduğu buz gibi ve nemli ellerini kavradım. "Ona gitmesini söyleyeceğim, sorun yok. Tamam mı?"

 

"Onu orada yalnız bırakmamalıydın," diye sitem ederken yüzü bembeyazdı endişeden. "O adam onu gördü mü?"

 

Başımı iki yana salladım, neyi reddettiğimi bilemeyerek. Ağzımı açıp her şeyin yoluna gireceğini söyleyeceğim vakit kuşları dallarından eden, göğü çınlatıp bulutların arasında boğulan bir patlama sesi sanki göğsüme bir kurşun sıkılmış gibi nefesimi kesti ve Afelya'nın ellerini bırakıp binaya koştum. Bu ses her şeyden, her yerden gelmiş olabilirdi, benim odamın duvarları bu sesi bir kez daha kaldıramazdı. Bunu kaldıramazdım. Mars'la ilgili olması mümkün değildi. Kendimi inandırmaya çalışırken İkişer ikişer çıktığım basamakları bitirip koridorda sola döndüm, ömrümün en hızlı adımları beni odamın önü boş kapısı açık önüne götürdüğünde tüm iyi düşünceler ayaklarımın dibine döküldü, orada balçık olup ayaklarımı ağırlaştırdı.

 

Yerde yatan Mars'ın eli üzerine çullanan Kılıç'ın yakasını kavramıştı. "Seni öldüreceğim," dedi hırlayarak. "Onurum üzerine yemin ederim ki seni öldüreceğim."

 

Kılıç yakasındaki eli savururken diğer elini Mars'ın karnına bastırıyordu. Öyle öfkeliydim ki, öyle nefret doluydum ki yerde kanlar içinde yatan arkadaşım bile gözlerimi doldurmadı. Bir omuz sırtıma çarpıp beni kapıya çarptığında boğazımda tıkanan nefesi ağzımdan döküp etrafa saçtım. Afelya'nın uçuşan sarı saçları girdiği odağıma.

 

"Neden?" diye sordu ağlayarak, kimeydi bu soru bilmiyordum. Kılıç çöktüğü yerden kaldırdı başını, bakışlarına verdiğim karşılığı gördüğünde yüzünde ona hizmet eden her bir kas taşa döndü.

 

"Onu vurdun mu?" Haykıran Afelya Mars'ın yüzünü saçlarıyla kapatmıştı. "Gidelim Mars kalk. Seni hastaneye götüreceğim tamam mı? Hadi kalk." Arkadaşımın çatlayan sesi, boğazını tıkayan acısı yere düşecekmiş gibi hissettirdi bana. Mars iyi olduğuna dair bir şeyler söylerken Afelya'nın üzerine çullanan saçları, elleri, bedeni altında boğuklaşıyordu sesi.

 

Biri omuzlarımdan tutup beni yerimden etmeye çalışırken bile Kılıç onu kalan son gücüyle itmeye çalışan Mars'ın darbelerine rağmen kıpırdamadan bana bakıyordu. Sonunda Afelya onu itti ve bakışları ana dönmüş gibi gözlerini kırpıştırdı. Odaya dalan üç adam doğrudan Mars'ın üzerine koşarken aralarından biri Kılıç'ın elinin bastırıldığı yeri devralıp üzerini örttü. O silahın odamda patladığını ve Mars'ı vurduğunu şüphe kalmayacak şekilde anladığımda Kılıç'tan ölesiye tiksiniyordum. Afelya'nın Mars'ın üzerine kapanıp boğuk haykırışlar attığını duyabiliyordum ama dönüp bakmam mümkün değildi. İçim nefretle dolup taşarken bu bünyeme öyle ağır geldi ki göz yaşlarım gözlerimi bulanıklaştırdı. Akmalarına izin vermeyecektim. Mars ona yardıma gelenlere hakaretler savurup adımı haykırırken Kılıç geri geri çekilip, yalpalayarak ayağa kalktı ve elinde dostumun kanı vardı.

 

"Senden öyle tiksiniyorum ki," dedim sanki boğuluyormuş gibi. "Bu fiziksel olarak canımı yakıyor. Sen tanıdığım en berbat insansın Kılıç."

 

Karşısında bir toz bulutu varmış gibi hareketsizdi, adımlarının rüzgarıyla yok olacağımdan, kaybolacağımdan korkar gibi doğrulduğu yerde dikilirken yanında sarkan elinden yere Mars'ın kanı damlıyordu.

 

"Doğmadan öldürülmüş olman şu an karşımda olmandan daha rahatsız edici, evet," dedim bir çırpıda, gönülden inanarak. "Bir ölü olmanı tercih ederim, her zaman."

 

Yutkunduğunda bakışlarımızın kilidini çözüp anahtarı savurmuş gibi önüne döndü ve güçlü ama ağır adımlarla yanımdan çekip giderken bana değmemesi için nefretle yolundan çekildim.

 

🕑

 

Afelya pencerenin önüne çektiği sandalyede dakikalardır hareketsiz bir şekilde otursa da titreyişleri ve göğsünü daraltan ağlayışın iç çekişleri dinmemişti. Mars'ın karnını sıyıran kurşun yarası gözlerimin önünde sarılmasına, benimle konuşabilmesine, iyi olduğunu söylemesine rağmen karargaha dönmek için Kılıç'ın şoförüyle binayı terk ettiğinden beri içimde aklımı yitirmem için her saniye artan bir korku başlamıştı. Sıyrılıp giden bir kurşun kimseyi öldürmezdi fakat bu yine de Kılıç'ın var oluşuna dair içimde olan tüm insani hisleri yerle bir edip öldürmüştü. Saatlerdir odamı dört dönüp içi boş kovanı arıyordum.

 

"O adam bir katil," dedi Afelya nefretle. Bana dönüp bakmamıştı, bir kez bile. Bu o silahı tutan, tetiği çeken benmişim gibi hissetmeme neden oluyordu. "O adam olmasa Mars seni kurtarmak için gelmek zorunda kalmazdı, tüm bunlar olmazdı."

Arkası dönük olsa da kovanı aramayı bırakıp uysal adımlarla yanına gidip omzuna dokundum bir tüy hafifliğinde. Başını çevirip bakmadı fakat göz yaşları daha şiddetli akmaya başlarken bedeni sarsıldı. Diz çöküp gövdesine kollarımı sararken "O adamı öldüreceğim," diye bir söz verdim arkadaşıma. Afelya yanağını başımın tepesine eğdi ve biraz olsun rahatladığımı hissettim. Acısı kendimi suçlu hissetmeme, beni kapı dışarı ettiğini düşünmeme neden olmuştu.

 

"Bahran Ars, Afelya Ars'ı toplantı odasında bekliyor," diyen sese döndüm hızla. Kapımı açan asker onu duyduğumuzdan emin olduktan sonra çekip giderken Afelya bu karşılaşmaya hazırlanmak için omuzlarını dikleşririp derin bir nefes aldı.

 

Ayağa kalkarken "Sen gelmesen iyi olur," diyordu yüzüme bakmadan. "Babam muhtemelen çok öfkelidir."

 

Şiddetli itirazlarla onu yalnız bırakmayacağımı belirttiğimde tepki vermedi fakat yanında yürüdüğümde yeniden gelmememi de söylemediği için onunla olmanın iyi bir fikir olduğuna inandı sanıyordum.

 

Dizlerimizi aşan bir suda yürür gibi güçlükle batı kanadına geçip toplantı odasına vardığımızda kapı açıktı.

 

Bahran Ars öfkeden kızarmış yüzüyle önce bana nefretle sonra kızına öfkeyle baktı.

 

"Saraya gelmenin yasak olduğunu biliyordun." Bir tehdit gibi söyledi sözleri, Afelya başını kaldırıp babasının yüzüne bakamıyordu.

 

"Özür dilerim baba." Suçlu bir çocuk gibi çıkan sesi göğsümü sızlattı.

 

"Özür mü dilersin!" diye haykırdı Bahran Ars ve bu bir ses seviyesinin kilidini açtığında Afelya'yı delirmiş gibi öfkeyle azarlamaya başladı.

 

"Bu işe karışmaman gerektiğini biliyordun! Lafımı çiğneyip aptal gibi davranmaya nasıl cüret edersin?"

 

Adamın sesi ruhumu boğmaya, kafamın içindeki damarları zonklatmaya başlamıştı. Sadece yüzüne baksa kızının darmadağın olduğunu görüp sesini kesmesi gerekirken daha da azgınca bağırmayı sürdürüyordu. Öfkeden boğulmama ramak kalmıştı.

 

"Bu binanın yakınına yaklaşmayacaksın!" Dikildiği yerden bağırırken simsiyah, dev bir alevi andırıyordu. Aralarındaki mesafeyi koca birkaç adımda kapatıp kızı sarsmaya başladığında Afelya korku ve acıdan inledi.

 

Kız sarsılırken bile düşmemek için babasının koluna yapıştı ve alçak babası "Bir daha buraya gelmeyeceksin, bu kızı görmeyeceksin," diye böğürürce konuşmaya devam etti. Afelya olduğu yerde iyice büzüşüp göz yaşlarına boğulsa da ses çıkaramadığı için ona bakmaktan kendimi men ettim. Daha fazla dayanamazdım. "Duyuyor musun beni?" diye bağırdığında damarımdan biri seğirmiş ve kendimi "Bağırma kıza!" diye haykırırken bulmuştum. Sadece saniyeler içinde ceketinin altındaki kemerde olduğunu bildiğim silahını kavramış ve Afelya'nın kolunu serbest bırakmasını sağlamıştım. Boğazımdaki yanma, odanın duvarlarından birer birer çınlayıp üçümüzün üstüne kül gibi yağan sesim Bahran Ars'ı bir an olsun susturmuş, geri adım attırmıştı. Onu beklemediği anda itmemle arkasındaki masaya çarpan bacağı en az üç metrelik masanın hizasını çirkin bir sesle bozdu. Bir silah kullanmayı ne kadar iyi biliyorsam Bahran Ars da bunu o kadar iyi biliyordu o yüzden nefretle baksa da kaçmaya çalışmadı, o tetiği çekmek saniyelerimi almazdı. Babam beni bir vahşi gibi eğitirken Bahran Ars'ın kızını koruyacağını varsaymıştı fakat yine yanılmıştı. Bugün Bahran Ars'tan ömrünce koruması gereken kızını koruyan bendim.

 

"Karnelyan," diye inledi Afelya.

 

"Bir köle yok karşında, zaten ağlamaktan mahvolmuş öz kızına sırf sinirini atmak için bağırdığında güçlü olduğunu mu sanıyorsun." Çenesinin altına ittiğim silahına rağmen hiç gizlemediği tiksinti ve nefretle yüzünü buruşturmuş yüzüme bakıyordu. "Gücünü kanıtlamak istiyorsan bir zamanlar uğruna ölecek askeri vuran o adama git." Tıslayarak konuşsam da az evvelki haykırışım boğazımı öyle tahriş etmişti ki sesim çatlak ve hırıltılı çıkmıştı.

 

"Sen gücünü nasıl gösteriyorsun?" diye sordu, masaya dayadığı parmak boğumları bembeyaz olmuştu fakat duruşunu bozmadan yüzüme bakmayı sürdürdü. Benden şiddetle tiksindiği öyle açıktı ki ondan Afelya'nın babası olduğu için nefret etmekte zorlanacağımdan korkmama gerek kalmamıştı. Hain oropsu çocuğundan nefret ediyordum ve kendi silahının namusuyla onu vurup öldürsem pişman olmazdım. "Babanın anlaştığı herkesin altına yatmak mı güç göstermek. Bu konuda senin kadar başarılı olamam Mahver," dedi tükürükler saçarak.

 

"Seni orospu çocuğu," derken nefretim sesimi boğdu. Afelya'nın güçsüz tutuşunu kolumda hissedince ürperdim. "Yapma Karnelyan, git." dedi sesi zor çıksa da net bir ifadeyle. Bir an Bahran Ars'a karşı eski Karnelyan Mahver oldum, gözlerimi onun nefretle dolu bir zehir nehri gibi akan bakışlarına parlak çelikten, karşısındakini yansıtan ifademle baktım.

 

"O benim babam," diye mırıldandı Afelya. Tutuşundan kurtulup sırtımı dikleştirirken elimdeki silahı Bahran Ars'ın ardındaki masaya fırlatıyordum. Çekip gitmeden hemen önce "Babanı sikeyim Afelya," diye homurdanmama engel olamadım.

 

🕑

 

Mars'ın iyi olup olmadığını düşünmek bana kafayı yedirtecekti, Afelya'yı bir daha görüp göremeyeceğimi bilmiyordum. Volfi'yi özlüyordum. Gece uyumam için odaya gelen Batın olmuştu. Bu kez hiç söylenmeden pencerenin önünde otururken omzundaki Sipsi'yi fındık ve cevizle besliyordu. Küçük hayvanın sevimli ağız sesleri bile neşelenmenin kıyısına getiremedi beni. Parmaklarım arasında döndürdüğüm kovan bana ne rezil bir durumda olduğumu hatırlatıyor, unutmama müsaade etmiyordu.

 

"Hiç baban dışarıdan kusursuz göründüğü fakat babalıkta berbat olduğu için kendini çıkmazda hissettin mi?"

 

Batın'ın sorusu hayatımın özeti gibi yüzüme çarpınca bulunduğu imayı anlamak için "Ne demek istiyorsun?" diye çıkıştım sert biçimde. Fakat Batın başını kaldırıp bana hüzünle baktığında konunun benimle ilgili olmadığını anladım.

 

"Ben bunu biraz fazla hissettim," dedi Sipsi'nin ellerine bir fındık bırakırken. "Babam babalıkta öyle berbattı ki kendimi sürekli onunla arkadaş olmaya çalışırken buluyordum. Arkadaşlarına karşı müthiş seviyede iyiydi. Baba olmak için örnek alacağım son kişi o olsa da dost olmak için babamı taklit etmekten kendimi alıkoyamadığım oluyor."

 

Sipsi zıplayıp masaya indi ve kendi halinde bir maceraya atıldığında Batın ellerini silkeleyip dalgınca konuşmaya devam etti.

 

"Bazen onun kurduğu aileden nefret ettiğini hissederdim." Hemen başını iki yana salladı, kaşları çatıktı. "Hep bunu hissederdim. Bir çocuk olduğumu kabul etmek istemezdi. Hayatta olduğu vaktin çoğunu eli kulağımın tepesindeyken geçirmişimdir."

 

Nereye varmak istediğini anladığımda nefesimi tuttum. Tahmin ettiğim şeyi ondan duymaya hazır mıydım emin değildim.

 

"Baban ne kadar kötü bir adamdı?"

 

Başını kaldırıp yüzüme baktığında nedense şaşkındı. Bu soruyu beklemediğini anladım.

 

"Ne kadar mı?" Eli, dizinde kabuk bağlamış bir yara varmış gibi kazımaya başladı, gözleri elindeydi. "Bir gün annemin, babamın artık bana zarar verememesi için beni öldürmeye kalkışacağı kadar."

 

Hiçbir zaman kolay şaşıran biri olmamıştım fakat şimdi şaşkınlık ve dehşet yüzümü öyle çarpıklaştırmıştı ki ifadem başımı ağrıttı.

 

"Aslında konuyu açma sebebim kulağımın neden kesik olduğunu sana anlatmaktı." Sanki dizindeki yarayı deşmiş gibi elinin tersiyle temiz siyah kumaşı silkeledi. Hayali bir kirle pislendiği belliydi. "Babam bir gün kulağımı keseceğini söylemişti bana laf arasında, öfkeyle. Fakat niyetinin bu olduğunu sanmıyorum sadece bir tehditti. Oysa ben kulağımı çekmesinden o kadar korkmaya başlamıştım ki sanki kulağımı çekmek onun öfkesini daha da ateşlendirip vahşileşmesine neden oluyordu. O yüzden Karnelyan, " dedi az evvel silkelediği yere sertçe avcunu çarparak. "Kulağımı kör bir bıçakla kendim kestim. Bir daha o kulağı çekemezse öfkesi çabuk diner gibi gelmişti bana."

 

Elimi ağzıma kapattım hızla çünkü ellerime sahip çıkmazsam ya koşup Batın'a sarılacaktım ya da babasını bulup onu öldürecektim. Bir düşmandı Batın ancak kötü babalar her zaman için en azılı düşmanımdan daha çok düşmanımdı.

 

"Sonra peki," dedim ve devamın getiremesem de o beni anlayıp ümitsizce başını iki yana salladı. "Tam bir hafta şuursuzca yattığımı öğrendim evde. Annem babamın tehditleri yüzünden beni hastaneye götürememiş." Hikayenin devamı olduğuna emindim ancak dinleyecek gücüm bugünlük yoktu. Bugün yeteri kadar dram yaşamış ve taşma raddesine gelmiştim.

 

"Babanı öldürmek istiyorum," diye fısıldadım. Hüzünlü de olsa zorla güldü Batın, dizlerini izliyordu. Yüzünü gözlerimden saklamak ister gibi görünüyordu ve otuz yaşından büyük olduğunu bildiğim bu adam babasının kulağını çektiği o çocukmuş gibi küçük görünüyordu gözüme.

 

"Bunu yapmana gerek kalmadı prenses. Annem bizi bu dertten kurtardı."

 

"Babanı mı öldürdü?"

 

"Birimiz ölecektik annem benim canıma karşılık ikisinin canı olması gerektiğine karar verdi."

 

"Batın," dedim acıyla, inler gibi. Olduğum yerde eğilip sanki metreler uzağımdaki adama dokunabilir gibi elimi uzatmıştım. "Annen..." Cümlenin sonu gelmedi.

 

"Evet maalesef, benim için babamı öldürecek kadar cesurdu fakat bu şekilde yaşamaya devam edecek kadar değil."

🕑

 

Kılıç'a anlaşmamıza rağmen Mars'a zarar verirse kaçacağımı söylemiştim fakat gece Batın odamda solukları olmayan bir hayalet gibi beklerken uyumuş, kaçmanın yakınına bile yaklaşmamıştım. Kaçamayacağım ya da anlaşmaya bağlı kaldığım için değildi bu eğer şimdi bir yolunu bulup Mars'ın yanına kaçarsam Kılıç yeniden beni bulurdu ve bu ona daha büyük bir zarar vermesine neden olurdu. Fakat Mars'a değil başka bir yere de kaçabilirdim. Kime? Afelya'ya mı? Babasının çenesine kendi silahını yasladıktan sonra, bakarken bile içinin gittiği Mars benim yüzümden yaralandıktan sonra kapılarını bana ne kadar isteyerek açardı emin değildim. Bu çıldırtan yalnızlık beni resmen boğuyor, tüketiyordu ve pes etmenin ne kadar kolay olacağını daima hatırlatıp duruyordu.

 

Batın'la müfredat konusunda epey ilerlemiştik. Ders sonrası Kılıç'ın yanına gitmeyip bahçeye dönmüş, Esteran ve Asen'le çiçeklerin arasına karışan yabani otları koparmıştık. Asen'in sandığım gibi bir kız çocuğu olmadığını her geçen gün daha iyi anlıyordum. Yaşlı bakıcısı onu bana bırakıp bir süre ortadan kaybolduktan sonra Esteran'ın sırtına atlayıp "Yere düşmece oynayalım mı?" diye çığırmıştı tiz, tatlı sesiyle. Anladığım kadarıyla oyun birbirlerini yere düşürmeye çalışmaktı, düpedüz boğuşmak. Esteran'a evet veya hayır deme fırsatı tanımadan arkadan boynuna sardığı kollarla çocuğu yere devirmeye çalışıyor, neşeli kahkahalarla bahçeyi inletiyordu.

 

Esteran'ın yardım dilenen bakışlarına karşılık verdim. Müstakbel kralın çocuğunu yere düşürmekten ödü koptuğu belliydi.

 

"Bu oyunu ben daha iyi oynarım," diye seslendim biraz yüksek sesle. Asen kahkahalarına rağmen beni duymuştu. Koşarak dizlerimin üstüne çöktüğüm yere vardığında hiç beklemeden küçük kollarını boynuma sarıp bir bacağıyla kucağımdan güç alarak beni yere düşürmeye çalıştı. Bir kız çocuğuna göre vahşi bir tabiatı olduğu kesindi ve bu beni çok memnun ediyordu. Sanki Asen bana sunulmayan o fırsata ve cesarete sahipti, istediği çocukluğu yaşaması için nedense ona yardımcı olmak istiyordum. Hayattaki tek ve en sahici düşmanımın kızı olsa bile.

 

Kahkahalar atıp sarsıldığı için beni de sarsıyordu, sonunda onunla birlikte yere düştüm kontrollü bir şekilde. Asen'in çocuk neşesi öyle bulaşıcıydı ki küçük ve sıralı dişlerinin her birini görebileceğim şekilde gülüşünü izlerken kendimi ona eşlik ederken buldum. Toprakta sırt üstü dönüp onu dizlerimin üzerine çekip havaya kaldırdım. Saçları tamamen yüzünü örtmüştü, elleri ellerime kenetliydi düşmemek için.

 

"Hadi uçurmaca!" diye bağırdı ama gülerken boğulur gibi çıktı sesi. Bu oyunun neyi kapsadığını bile bilmiyordum. Ta ki yüz üstü dizlerime yatarken bacaklarını havaya kaldırmaya çalışana kadar, bacaklarımı biraz havaya kaldırdım kendini yüksekte ve uçuyor hissetmesi için.

 

"Madam yolda Asen, seni böyle görmeden önce toparlan," diyen Valof'un sesini duyunca Asen'i yumuşakça karnıma düşürüp kollarımı sırtına koydum. Hala kıkırdarken nefes nefeseydi, küçük bedeniyle üzerimi çiğneyerek doğruldu fakat kalkmak yerine karnımın üstüne oturup boynumun altını gıdıklamaya çalıştı. Valof'u duyduğundan emin değildim. Küçük ellerini tutup boynumdan uzaklaştırmaya çalışırken Valof'un yüzündeki ifadeyi çözmeye çalıştım, kızgın mıydı ya da memnun muydu anlaşılmıyordu. Asen'e dönüp yüzüne yapışan saçları geri attım iki elimle. "Madam ikimize de kızmadan önce hiçbir şey yapmamış gibi görünmeliyiz sanırım." Gülmekten sarhoşlaşmış çocuk nefes nefeseydi ve minik dişleri hala gülüşüyle gözler önündeydi.

 

"Madam sana kızamaz ki, babam izin vermez," dedi ne niyetle, hangi çıkarımla söyledi bunu bilmiyordum. Oyun bu cümleyle benim için tamamen bitmişti.

 

Esteran ona elini uzattı kalkması için, Asen son bir kez beni gıdıklamaya uzanınca Esteran onu kollarının altında kavrayıp kaldırdı ve bana doğru yürüyen, tepeden bakışlar atan Valof elini uzattı kalkmam için. Reddetmek istesem de yersiz vahşiliğimi törpülemek için eline tutunup kaktım.

 

"Kılıç'tan nefret eden birine göre onun sana olan ilgisini beslemeyi iyi beceriyorsun." Valof'un sözleri üzerimi silkeleme işini sekteye uğrattı. Bir ima mıydı, değilse neydi bu?

 

"İlgisini alıp kıçına sokabilir, midemi bulandırmaktan başka bir şeye yaramıyor."

 

Valof Diren'in meşhur yargılayan bakışları sahneye bodoslama dalınca öfke beni ele geçirmişti.

 

"Belki de onu bitirme planlarına kızını dahil etmemelisin."

 

Donup kaldım, alevle tasvir edilen öfke benim damarlarımda keskin buzlara dönüştü, ağırlaştım.

 

"Çocuğu kullandığımı mı ima ediyorsun?"

 

O aşağılık bunu ima ediyor olsa da ben Asen konuştuklarımızı duyup etkilenmesin diye sesimi yalnızca Valof'un duyabileceği kadar alçaltmıştım.

 

"Böyle anlayan sensin. Fakat eğer öyleyse buna izin vermeyeceğimi bil."

 

Cevap vermeme kalmadan hışımla bir adım geri attı, elini sırt kemerinden sarkan silaha sabitledi, ötekini askeri bir duruş sergiler gibi arkasına koydu ve "Kılıç Kül Seryum, odasında seni bekliyor," dedikten sonra çekip gitti.

 

Kılıç için ya da Asen için endişelenmesini anlayabiliyordum, fikirlerinden nefret ettiğimi çok iyi bildiği için bana güvenmemesini de anlayabiliyordum fakat dadısı gelip onu olduğum yerden uzaklaştırırken omzunun üzerinden bana bakıp el sallayan, yaramaz gülüşlü çocuğu sırf nefret uğruna nasıl incitebilirdim, buna nasıl inanabilirdi?

 

"Bizi yakala Karnelyan!" diye bağırdı fakat Madam'ın duyamadığım sözleriyle beni unutup kadını çekiştirerek koşmaya başlamıştı.

 

"Burada yaşarken neden mutlu olmadığını anlıyorum galiba," dedi Esteran hemen arkamdan. Omzumun üzerinden dönüp ona baktığımda yüzünde acıyan ifadeyi gördüm fakat emin olmak için üstüne gittim. "Nedenmiş?"

 

Omuzunu silkip dudaklarını birbirine bastırırken göz temasını kesmişti. "Konuştuklarınızı duydum. Seni çok iyi tanımıyor olabilirim ama onlardan iyi tanıdığıma eminim."

 

Bir çocuğa göre yetişkince bir zekayla konuşan Esteran beni hazırlıksız yakalamıştı. Neredeyse orada yere çökerek ağlayacak ve yardım dilenecektim. Ne için ya da kimden bilmiyorum ama yardıma ihtiyacım olduğunu kaburgalarımı sıkan acıdan hissedebiliyordum.

 

"Korku ve güvensizlik duyuyorlar Ester," dedim güçlü kalmaya çalışarak. "Hepimiz gibi."

 

Sessiz kalıp toprağı izleyen Esteran'a veda ettim yüce kral Kılıç'ı ziyaret etmek için.

 

Odasının önüne gidene kadar beynim ve hislerim donmuştu ya da öyle yoğundu ki birini seçip odaklanmama imkan yoktu. Kahve-kızıl kapının bilindik sureti karşısında önümdeki iki askeri es geçip kafa tuttum görünmez düşmana. Ne içerideki o zalim ne de başka bir şey beni pes ettiremeyecekti. Krallık uğruna feda ettiğim şeyler için tüm bu olanlar beni pes etmenin kıyısına bile getirmemeliydi.

 

"Bay Seryum müsait değil," dedi nöbetçilerden biri. Hızla kendi içimdeki cesaret yarışından kopup kaşlarımı çattım. Neden müsait olmadığını bana söyleyebilecekmiş gibi saatime bakmıştım bir an. Saat tamı tamına 18.14'tü ve benim için aydınlatıcı bir yanı yoktu.

 

"Valof Diren, yüce majestenizin beni beklediğini haber verdi. Kapıyı açıp önümden çekil."

 

Yanındaki askere sıkıntılı bir ifadeyle bakarken neden bu kadar kararsız ve kaygılı olduğuna anlam veremiyordum.

 

"O herif içeride ne yapıyor da kapıyı açamıyorsunuz."

 

"Misafiri var efendim, ziyaretçi kabul etmeyeceği bildirildi."

 

Merak ve öfke aynı anda iki kolumu kavrayıp ayaklarımı yerden kesti. Askerlerin arasından kapıya ulaşıp "Ben ziyaretçi değilim, o ahmak beni çağırmasa buraya adımımı atmazdım," derken kararsız askerler bana dokunmaya da beni içeri almaya da cüret edemiyor gibi donup kalmıştı. Kapıyı kendim açıp içeri adım attığımda perdeler her zamanki gibi kapalı, içerisi loştu.

 

Kılıç masanın başında oturuyor, çaprazında ona dönük bir kadın bulunuyordu. Beni görür görmez ayağa kalkan Kılıç'ın yüzünde hoşnutsuz ifadeler koşturuyorken sırtı ısrarla bana dönük olan kadına bakmaya geri döndüm.

 

"Bir sorun mu var?" diye konuştu güçlü sesi. Karşıma geçmesi saniyelerini almamıştı.

 

"Senin dışında mı?" dedim ama çocukça davrandığımı fark edip taş maskemi yüzüme çektim. "Beni çağırdığını duydum, bu yanlış bir bilgi miydi?"

 

Kılıç sanki yalan söyleme ihtimalim varmış gibi yüzümü incelerken gözleri kısılmış başı minik bir eğimle omzuna yaklaşmıştı. Görmesi gerekeni görmüş gibi omuzlarını dikleştirip başını kaldırdı ve "Seni çağırmadım," dedi soğuk sesiyle.

 

İyi! siktir olup gidebilirdi o zaman, ben sanki onun meymenetsiz yüzünü görmeye can atıyordum. Ahmak ucube, hadsiz aşağılık! Küfürlerim içimde kaynayarak yükselse de öfkeden rengim atsa da sesli tek bir küfür etmeden arkama döndüm gitmek için.

 

"Karnelyan Mahver." Bir kadın sesi beni kapı kulbuna varamadan durdurduğunda Kılıç'ın derin bir soluk çekişi beni arkama dönmeye teşvik etti. Kadın kuzguni koyuluktaki kıvırcık saçlarına meydan okuyacak kadar beyaz bir tene sahipti, kocaman ve çekik gözleri ve bakışı içimdeki huzursuzluğu tetiklese de öyle güzel bir kadındı ki giyimi ve dimdik duruşuyla bir prensesi andırıyordu. Ve açıkça benden haz etmeyen bir prensesin gözleri ile uyumlu değerli bir zümrüdü andıran saten elbisesi hışırdayarak karşıma kadar gelirken "Karma," diye düzelttim. "İsmim Karnelyan Karma."

 

Kılıç'tan bir bıkkın soluk döküldü yeniden, karşımdaki kadın benden birkaç santim kısa olsa da dimdik bir iskeletle dikilirken karşımda ve üstten bakışlar atarken Kılıç'tan daha bıkkın bir nefes alıp gardımı aldım. Belli ki bu binanın içinde benden hoşnut olmayanlar furyası her geçen gün yeni biriyle popülerliğini koruyordu.

 

"Sezma Seren," diye tanıttı Kılıç kadının bir adım arkasından beni izlerken. "Serenyum Prensesi."

 

Elini uzatmaya tenezzül etmeyen kadının benden farklı bir selamlama beklediği belliydi. Onu memnun etmekle mükellef olmadığım için şükrederek çenemi eğdim yalnızca, tek memnuniyet belirtisi olarak.

 

"Sarayda doğup büyümenin nasıl bir his olduğunu benden daha iyi bildiğinize eminim," dedi ellerini önünde birleştirip beni süzerken.

 

"Buraya saray demezdik o yüzden sizden daha iyi bildiğimi sanmıyorum."

 

Geleneksel sisteme karşı olmak için çok sebebim vardı fakat bu fikri benimseyenlerin benden nefret etmek için ne gibi nedenleri olduğunu ilk kez şu an merak etmiştim. Bu düşmanca bakışın nedeni neydi?

 

"Pekala, sizi yanlış alarm üzerine böldüğüme göre geri dönebilirim." Sahte tebessümüm yalnızca Sezma Seren'eydi, Kılıç için sahtesine bile uğraşmadım.

 

Sonunda kulbu kavradığımda "Bir prenses gibi gururlusunuz, insanın istenmediği yerde kalması gururunu ne kadar zedelese de size etki etmemiş anlaşılan," diye konuştu zehirli bir elma veren tatlı bir cadı gibi sesiyle. Ona döndüm ve öfkenin zerresi bile olmayan yüzümle ona gülümsedim.

 

"Sözlerini geri al Sezma," diye çıkıştı Kılıç çelik gibi sert sesi ve ifadesi ile. Sezma Seren'in bu durumdan memnun olmadığı yaydığı enerjiden bile belliydi. Yüzü asılmaktan çok parçalara ayrılmış gibiydi, çatık kaşlarını büzüşünü ve Kılıç'a onaylamaz bakışlar atışını izledim.

 

"Bu durum için talimliyim o yüzden sözlerinizin bir övgü olduğunu düşünüyorum." Sezma Seren hızlı hızlı soluklarıyla odanın oksijenin tüketirken ben de onun gibi Kılıç'a baktım. "Sözlerini geri almasını istemem, bir prensesi incitmemeliyiz."

 

"Sözlerini geri al Sezma," dedi Kılıç dişlerinin arasından. Gözlerini gözlerime kenetlediğinde incindiğimi düşündüğü belliydi fakat ne kadar yanılıyordu! Ben yalnızca o ve eşlikçilerinden tüm varoluşumla tiksinmekle yetiniyordum.

 

"Kendisi bir övgü olduğunu düşünüyorsa sözlerimi geri almak kabalık olur." Sezma Seren düşen yüzünü toparlamaya, güçlü durmaya çalışıyordu.

 

Kılıç keskin bir dönüşle Sezma'yı hedef aldığında "Sözlerini geri al. Hemen!" diye hırlıyordu.

 

Yorgun, memnuniyetsiz bir solukla doldu göğsüm. Artık aralarındaki güç yarışına dahil olmamak için son bir dönüş yapıyapıp kapıyı bu kez açtım ve görüş alanıma önümde zıplayan Asen girdi.

 

"Karnelyan!" diye çığırdı neşeyle. Az evvelki oyunumuz onun gözündeki dokunulmazlığımı bozmuştu anlaşılan. Çünkü üzerime tırmanmak için kollarıma tutunduğunda nemli elleri çıplak kollarımda kaymaya başlamış, düşmemesi için onu kucağıma almıştım. "Sürprizim ne?" diye sordu yüzümü tutan küçük elleri yanaklarımı çekiştirirken. Hiçbir fikrim olmadığı için önümde kalan Valof'un gözlerine baktım ancak sevimsiz ifadesi bana bir yanıt sunmuyordu. Fakat sonra "Asen!" diye bağıran memnuniyetsiz, öfkeli Sezma'nın sesine Asen'in "Anne!" diye haykırması üzerine sürprizin ne olduğunu ikimiz de anladık. Asen kucağımda kıpırdayıp annesine gitmek isteyince odaya döndüm ve Sezma Seren "Ver kızımı bana," diye ateş püskürünce çocuğu doğrudan kollarına bıraktım. Yanlış bir şey yapmışım gibi hissediyordum, annesi benden nefret eden çocuğu kucağıma almam azılı bir suçmuş gibi geliyordu ve pişmanlık yüzümü buruşturmama neden oldu. Kılıç odadaki kargaşadan bir haber halde beni izlerken yüzünde hüzün vardı, ne yani bana acıyor falan mıydı?

 

Kahretsin ki kendime deli gibi acıyordum. Kılıç bana doğru bir adım attığında orada ne kadar fazlalık olduğumu gayet iyi anladım ve kapıdan girmeye çalışan Valof'a çarparak geçip gittim.

 

Bugün korkunç bir yoğunluk hissediyordum, gözlerime dolan yaşlar her an akabilirmiş gibiydi ve bunun şimdiki nedeni taze zihniyle benden nefret etmeye nedeni olmayan Asen'in kuvvetle muhtemel birkaç gün sonra annesinin fikirleri sayesinde benden kaçacağı düşüncesiydi. Benim bir çocuğum olsaydı bunu asla yapmazdım ancak benim bir çocuğum yoktu, evliliğim bile sahteyken bir çocuğa sahip olamayacağım da çok açıktı. Bunda ağlanacak ne yan var ki Karnelyan! Annen ve baban da buralarda, seni düşmanın kucağından almak için bulunmuyorken sen nasıl bir anne olacağını sanıyorsun?

 

Belki iyi bir anne olurdum?

 

İyi bir evlat oldun mu ki?

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%