Yeni Üyelik
15.
Bölüm

bölüm15|"Zehirli Öpücük, Şifalı Hançer"

@almelia

Yarın denilen lanet geleceğin umut dolu olması gerekirken ben yalnızca bu sözcükle tetikleniyor ve kaygı doluyordum, hayatımda değişmeyen belki de tek şey buydu. Yarınların yaralarımı iyileştireceğini hiç düşünmüyordum çünkü aklımda yarın nerem, nasıl yararanacak acaba diye düşünmek oluyordu hep. Huzur denen şeyin şu anda olduğu söylenirdi, fakat yarın boktan bir gün olacaksa şu anda huzuru nasıl bulabilirdim ki?

 

Bugün yatağa erken girmiştim ve yine Kılıç yerine Batın uyumamı beklemişti. Onu uyuduğuma ikna etmem zor olmamıştı, soluklarım ne kadar gergin olursam olayım derin ve ağır bir hal aldıktan belki bir saat sonra Batın kalkıp gitmiş ve beni uyur sanarak bırakmıştı. Yerimden sanki biri beni duyabilirmiş gibi sesizce kalktım ve üzerime aceleyle paltomu geçirdim. Gece güne ilerlerken karanlığın en koyu hali camdan içeri sızıyordu. Kapımı açtığımda dikilen iki nöbetçi kaygıyla baktı yüzüme, normalde tek kelime konuşmadığım adamlara bu kez "Bahçeye iniyorum," diye bildirme gereği hissetmiştim. Sanki bu cümlem kaçıp gideceğim demişim gibi çıkmıştı ağzımdan ve yansımıştı yüzlerine. Bu benim kuruntumdu, yalnızca başları ile beni onaylayan adamların gidip beni Kılıç'a ispiyonlayacak halleri yoktu ya. Bahçeye iniyorum demiştim sonuçta.

 

Kapımı kapatmadan onlara bıraktım ve koridorda ilerledim ağır ağır. Etraftaki askerler gece vakti ortadan kaybolur, gündüzleri birer biblo gibi adım başı dizilirlerdi. O yüzden Mars'a gidip iyi olup olmadığını görmek için geceyi seçmiştim. Kılıç alçağına gidip vurduğu adamı ziyaret etmeye izin istemek düşüncesi bile gururumu incittiği için gidecek ve gün doğmadan dönecektim. Gündüz açık olan dükkanlarda esnafın beni taşlama ihtimali de böylece ortadan kalkmış olacaktı.

 

Bahçeye indim fakat arka bahçenin kısa çitlerinden atladıktan sonra arkama bakmadan ormana koşmaya başlamıştım. Karanlık beni korkutmazdı, hızlıca koşup ormanı geçeceğimden eminken pek rastlanmayan vahşi hayvanlarla denk gelmem de mümkün değildi. Koşabildiğim kadar hızla koştum, kaçar gibi, bir daha dönme düşüncem yokmuş gibi. Ormanın sonunda Mars'ın askerlerinden birine rastlayacağıma ve beni ona götürmesini isteyebileceğime güvenerek yola çıkmıştım. Olmak zorundaydı, onu görmek zorundaydım.

 

Öyle hızlı koştum ve öyle yol kat ettim ki bir noktada yer yüzünün tüm sıcaklığı bedenime zuhur etti. Bir dakika izin verdim kendime durmak için. Paltomu çıkarıp rüzgarı nemli tenimle karşılarken nefes nefeseydim. Keşke ciğerlerimdeki paltoyu da çıkarıp atabilseydim zira alev almış gibi yanıyorlardı.

 

"Tatlı av sonunda saraydan çıkmaya cesaret etti."

 

Ödümü koparan ses beni yerimden sıçratırken beni yakalayan da sesin sahibi oldu. Bu kez gerçekten bitmiştim. Avcı denen katilin varlığını bir an için unuttuğuma inanamıyordum. Henüz hiçbir şey yapamadan her şeyimi kaybedecektim, canımdan başlayarak. El ağzımı ve burnumu kapattı sesimi tümüyle kesmek için. Nefes almak için duyduğum ilkel ihtiyaç ve bunun engellenmesi neredeyse morarmama neden oldu.

 

Beni arkamda sıkı sıkı tutan kişinin göğsü de şiddetle inip kalkarken tıpkı bir Avcı gibi beni kovaladığını ve aptal bir av gibi fütursuzca koştuğumu anlamıştım. Beni öldürmek için bedenimden kan akıtmasına bile gerek yoktu, zihnim nefes için haykırmanın son demlerindeydi. Soluksuzluktan ölecektim ki saniyeler içinde ağzımdaki el söküldü, boynumdan omzuma inen kol beni sabit tutmaya devam etti ve ben hayvani sesler çıkararak soluk alırken burnuma yeniden kapattığı nemli bezden beynime, ciğerlerime uyuşturan, gücümü emen bir zehir aktı. Gözlerim itaatsiz bir askerdi, kapandı, bir daha onları açamadım.

 

🕑

 

"Şimdiye ayılması lazımdı, resmen kaygısızca uyuyor," diye bağırdı bir ses. Gözlerime alçı dökülmüş ve orada betonlaşmış gibiyken gözlerimi açamasam da en son ne olduğunu hatırlamaya başladı zihnim.

 

Avcı. Avcı neden ormanda beni bulduktan sonra diğerleri gibi öldürmemişti? Daha da önemlisi kimin tarafındaydı? Beni bayılttığına göre benim değil.

 

"Uyandırın şunu," dedi başka bir ses. Avcı kaç kişiydi? Sanırım yasadışı bir örgütün adıydı bu.

 

Bir el çok sert olmasa da yüzüme tokat çarptı ayılmam için. Her yanım öyle ağrıyordu ki yatıyor muyum, oturuyor muyum ayırt edemedim fakat acı içinde inleyebildim.

 

"Uyan," dedi biri kızar gibi. "Sen dinlen diye çekmedik bunca cefayı." Kolumdan sarsıldığında bedenim yan düştü ve sonunda hangi pozisyonda olduğumu anlayan beynim olduğum belirsizliğe rağmen rahatladı.

 

"Dinlenmek mi?" Sesim cızırtılı bir radyo frekansını andırıyordu, genzimde acı bir tat vardı. "Beni dövdünüz mü, neden her yerim ağrıyor?"

 

Gözlerim hala kapalıyken kulaklarım daha iyi işitir oldu. Kolumu yüzüme siper ettim.

 

"Tabii ki seni dövmedik, eterin etkisidir."

 

"Kızı taşırken toprağa düşürmen de dövmek sayılır."

 

Kim bu salaklar? Sesleri nedense az çok tanıdıktı.

 

"Külçe gibi ağır, bana taşıtmasaydınız o zaman. Size belimde fıtık var demiştim!"

 

Onlar kavgaya girişmeden "Kimsiniz?" diye sordum.

 

"Gözünü aç da bak bir zahmet. Her zamanki gibi ukala ve şımarıksın."

 

Nedense bu sözler tek bir grubu işaret ediyordu fakat gözlerimle görmeliydim. Kolumu yüzümden çekip gözlerimi kırpıştırarak açtım.

 

Şok, dev bir dalga gibi çarptı yüzüme. Üç konsey üyesi, memnuniyetsiz yaşlı yüzleriyle farklı yerlerde dikilip fayansın üzerine devrilmiş bana bakıyorlardı.

 

"Avcı siz misiniz? Gerçekten mi?" diye sordum hayal kırıklığıyla.

 

Bünyam Buhran üstüme kusacak gibi bakıp tepemde dikilmeye başladığında "Avcı olacak kadar talimli mi görünüyoruz sence? Az önce yönetim konseyinin en zeki adamı Tarko bel fıtığından yakınıyordu."

 

Bu üç adam neden gece vakti peşime düşmüş ve bayıltarak daha önce hiç bilmediğim bir kulubeye getirmişti bir fikrim yoktu fakat Avcı olmadıklarını bilmek, ölmemiş olmak ve onlardan iğrensem de tanıdık simalarını görmek beni güldürmüştü. Kolumu yine gözüme siper ederken ağrı dolu bedenimi sarsarak güldüm. Bünyam Buhran'ın ayakkabısının ucu böğrümü dürterken "Şımarık kız!" diyordu tükürükler saçarak. "Aklın ne kadar az senin, güleceğine kalkıp sorularımıza yanıt ver."

 

Huysuz herif beni iyice güldürdüğü için yanımda diz çökmüş bel fıtıklı Tarko "Eter fazla kaçmış olabilir, kıza bağırma," diyordu endişeyle. Avcumu Tarko'ya uzatım doğrulmak için. Elimi iki eliyle tutup kalkmama yardım etti ve ben de o esnada "Soru sormak için mi peşime düştünüz?" diye sordum.

 

"Biçimsiz kıçını saraydan ne zaman çıkaracağını bilemezdik sonuçta." Bünyam Buhran ne kadar öfkeli olursa olsun, son konuşmamız ne kadar berbat bitmişse de sanırım eterin etkisi beni ona güldürüyordu.

 

"Kıçıma bakmamalıydın yaşlı kurt. Babam olsa asıl senin biçimsiz kıçını tekmelerdi."

 

Homurdanıp neredeyse boş olan kulubedeki tek sandalyeye ilerledi. Avcı kulubesini andıran küçük tahta bir odadaydık, tek bir pencere ve tahta bir kapıdan başka içeride tozdan başka bir şey yoktu. "Babanın nerede olduğunu söylemekle başla ve şımarıklığı bir an için kes."

 

Şımarıklık yapıp keyiflerini iyice kaçırmak istesem de bu işi uzatma ihtimalini göze anlamazdım.

 

"Babamın nerede olduğunu bilsem emin ol ben de koşa koşa oraya giderdim," diyip buruşmuş ifadesiyle bana bakan adamlara tek tek baktım ve sonunda en kötüsü Bünyam Buhran'da durdum. "İddia ettiğin gibi babamın el sıkıştığı adamların yanında kendi isteğimle bulunmuyorum. O alçak herif beni zorla tutuyordu." DYK ya da Kılıç'la aramızdaki anlaşmadan bahsetmeyecektim. Hatta Mars ve Afelya'ya bahsettiğim için bile pişman hissediyordum kendimi. Sanki aralarından biri DYK işbirliğimi Kılıç'a söyleyebilirmiş gibi.

 

"Zorla tuttuğu için mi askerlerine ders veriyorsun?" diye sordu ismini unuttuğum konsey üyesi. Şimdiye kadar en sessizleri oydu. Ona cevap vermeye kalmadan Bünyam Buhran her zamanki hadsizliğiyle "Ya da zorla tutulduğun için mi geceleri o alçak dediğin adamı odana alıyorsun?" diye sordu. İşte eterin tüm etkisi böylece silinip gitti. Çok derin bir soluk aldım reçine kokan kulubeden. Gardımı indirip onlarla kavga etmemem gerektiği için öfkem artmadan ondan kurtulmalıydım.

 

"Beni bırakması için elimden geleni yapıyorum. Ama aklınıza gelen o şeyi değil kesinlikle. Ve askerlerine ders vermemden memnun olmalısınız. Ben onlara gerçeği anlatacağım, belki aralarında yanlış yaptıklarını idrak eden birileri çıkar. Bu neden hepiniz arasında sorun oldu ki?"

 

"Senden çok daha deneyimli ve ikna edici eğitimciler var kızım. Neden seni seçtiğini hepimiz biliyoruz."

 

Tarko yüzüme sırrı çözmüş gibi baksa da ben hiçbir şey bilmeden ona baktım.

 

"Hepinizin arasında ben yokum belli ki. Lütfen beni aydınlatın."

 

"Çünkü sen babanın kaçış biletiydin!" diye bağırdı Bünyam Buhran. "Seni o adama resmen beş kuruş almadan sattı ve o herif de eski başkanın kızının saf beynini yıkayıp halka kendi rejimini tatlı göstermeyi hedefliyor. Gerçekten iddia edildiği kadar aptal olmadığını biliyorum. Oğlum derslerine katıldığı için bunu biliyorum fakat ukala, kibirli bir cadı olduğunda hepimiz hemfikiriz."

 

Karşılık vermeye fırsatım olmadı. "Baban sana gitmeden önce bir şey söylemiş olmalı. Eylem günü sana hazırlanmanı söylediğinde nereye gidecektin."

 

Maalesef ben de onlar kadar biliyordum çünkü babam benim aptal bir şımarık gibi görünmem için tüm bu adamların yanında beni kovmuştu ve nedenini onun dışında kimse bilmiyordu.

 

"Bakın Kamer Mahver babam olabilir ama iletişimimiz sizin onunla olduğundan daha azdı. Aynı evde kalsak bile birbirimizi görünce yolumuzu değiştiririz yıllardır." Bu kadar özel bir bilgiyi vermek kalp kırıcıydı fakat bana inanıp gitmeme bir an evvel izin vermeleri gerekiyordu. "Yani nerede olduğunu bilmiyorum, doğrusunu söylemek gerekirse kaçacağına ihtimal bile vermemiştim."

 

"Bu saatte nereye gidiyordun?" diye sorulduğunda fazla paylaşım yapmış olduğum için boğulmak üzere hissediyordum.

 

"Mars'ın iyi olup olmadığına bakacaktım."

 

"Sonra?"

 

Israrla yüzüme bakan Tarko'nun nasıl bir cevap beklediğini anlayamadım.

 

"Geri dönecek miydin?" diye sordu bu kez açıkça. Doğru yanıt başka açıklamalara neden olacaktı ve bunu yapamazdım. Anlaşmadan, DYK'den bahsedemezdim. Sessizliğim üzerine nasıl bir sonuca vardılar bilemiyorum fakat Bünyam Buhran kurulduğu yerden "Biz sana annene giden yeri söyleyelim sen bize babana giden yeri söyle Karnelyan. Söz, senden öğrendiğimizi kimse bilmeyecek," dediğinde bir şaşkınlık sardı boğazımı.

 

"Nereden biliyorsunuz?" diye sorabildim güç bela.

 

"Baban işgalden bir hafta evvel seni apar topar DYK ordusunun komutanıyla evlendirdiğine ve sen de olaysız kabul ettiğine göre babanla aranızdaki iletişim iddia ettiğin gibi değil Karnelyan Karma."

 

Konuşmayı diğer konsey üyesi devraldı. "Keskin Karma'nın işgalden haberi var mıydı?"

 

"Söyle," diye ısrar etti Tarko yalvarır gibi. "Seni annene götürelim sen de bizi babana götür."

 

Annemin yerini gerçekten biliyor olsalar asla bana bunu teklif etmemeleri gerektiğini bilirlerdi. Ya da Salta'ya dair hiçbir şey bilmiyorlardı. Yemlerini yememiştim ayrıca yesem bile babamın hala canlı olduğuna dair bir bilgim bile yoktu.

 

"Annemi görmek istediğimi nereden çıkardınız?"

 

Bir an sıkıntı ve suçlayıcı bakışlarını aralarında döndürdükten sonra tümünü bende sabitlemekte karar kıldılar.

 

"Anennle ilgili gerçeği öğrenmek isteyeceğini düşündük. Sadece babanın planından bize bahsetmen yeter."

 

"Annemle ilgili gerçek ne?"

 

"Ürhen Mahver diye biri olmaması mesela," dedi öteki üye, üzerindeki yün pelerini omuzlarından düşerken yakalayıp düzeltirken. "Kralın kuzeninin oğluyla evliydi, Kamer Mahver arkadaşıydı." Dikkatini toplayıp gözlerini gözlerime çiviledi, kirpiklerim titreşti yoğun bakışların rüzgarıyla. "Arkadaşının karısının aklını çelecek, kralı bile öldürmeden bir hançerle dostunun şahdamarını kesecek bir baban var kızım o yüzden onu korumayı bırak, ne biliyorsan söyle."

 

Sanki sindirmeme yardımcı olabilecekmiş gibi üst üste yutkundum, midem bulantım hat safhaya çıksa da elimden başka tek bir şey gelmiyordu.

 

"Babamı neden bulmak istiyorsunuz?" Toparlanamasam da öyleymiş gibi rol yapmayı becerebilmiştim, ben olmadığım biri gibi davranmakta ustalaşmıştım bir hayli.

 

"Çünkü Kamer Mahver toplantı odasından siktir olup gitmeden önce senin kalacağını söyledi," diye girdi lafa Bünyam Buhran sabrı taşıp bağırarak. "Salağa yatmayı kes, vakit daralıyor. Baban senin kalacağını, bir şeyler bildiğini ima etti Karnelyan. Ne halt biliyorsan söyle ki soysuz babanın hepimizin on senelik maaşını da alıp siktir olup gittiği yeri bulup bize ait olanları alabilelim. Her gün sikik saraya gelip o kurumlu şerefsizi destekliyormuş gibi davranmaktan usandık!"

 

"Para için mi?" diye haykırdım öfkeden boğularak. "Bunca zahmete babamı bulup boktan paranızı alabilmek için katlanıyorsunuz. Sizi aptal herifler! Kamer Mahver'i de paranızın nerede olduğunu da bilmiyorum, umurumda da değil!"

 

Bünyam Buhran fitili ateşlenmiş gibi ayağa fırladığında sandalye devrildi ve önümde hala diz çöken Tarko geri sıçrayıp Bünyam Buhran'ın yolundan çekildi. Bünyam Buhran kolumu deli bir güçle sıktığında bedenimi neredeyse tek eliyle yerden kaldırmıştı.

 

"Şımarıklığını yeteri kadar çektik DYK gelini," dedi tükürükler saçarak. "Ne biliyorsan anlat yoksa buradan çıkamayacaksın. Baban da seni bırakıp gittikten sonra Seryum'da barınmanın ne kadar zor olduğuna şahit oldun değil mi? Kralın da senin yerine yeni birini bulabilecektir. Yani tek kurtuluşun bizde. Babanın boktan olduğunu biz de biliyoruz ama son söylediği seninle ilgili zırvalar olduğuna göre bu bir şeyler bildiğine dair açık bir işaret."

 

"Ne biliyorsan söyle kızım," dedi Tarko daha nazik bir sesle. Bünyam Buhran'ın kolunu ittiğimde beni savurarak serbest bıraktı ve arkamda kalan tuğla duvara çarptım. "Tek sebebimiz para değil, Kamer Mahver'in özel arşivi her birimizin hayatını bitirecek dosyalarla dolu. Nerede, ne plan yaptığını bilmezken ve dosyaların izi dahi yokken öylece bekleyemeyiz."

 

"Hayatınızı bitirebilecek ne yaptınız?" Sesim düştüğüm dehşet kuyusunda yankılandı. Ülkeyi emanet adamların dertleri arasında ülkenin adı listeye sondan bile girmiyordu, bu kahredici gerçekle neden yüzleşmek zorundaydım ki?

 

"Babanın eli kirlenmesin diye bize yaptırdığı pek çok kirli iş," dedi öteki üye nefretle fakat nefreti bana değildi, gözleri yere sabitlenmiş, ateş saçıyordu. "Pek çok gizli oylamada onaylarımız, retlerimiz dahi imzalarıyla birlikte onun ellerinde ve o kim bilir hangi cehennemde!"

 

"Eğer isimlerimiz onun gizlediği dosyalarla açık edilirse halkın tüm odağı, nefreti bizim üzerimize olacak. Kimse ortalarda olmayan bir adamı suçlamamıza inanmayacak."

 

Yapmasaydınız o zaman demek geçiyordu içimden, yüzünüzü öne eğecek bir şeyi yapmaktansa çekip gitseydiniz! Ancak Kamer Mahver onları öyle iyi beslemişti ki pis işlerini yaptırırken bile çekip gitmek akıllarına gelmemişti, tek korkuları yaptıklarının vicdan azabını çekmek olmalıyken onlar ortaya çıkmasından korkuyordu yalnızca.

 

"Tam olarak ne söyledi size?"

 

"Karnelyan burada kalacak, onu bulun. Sadece bu ve başka bir şey söylemeden çekip gitti. Biz kaçacak yer ararken peşinden gitmeyi düşünmedik bile. Aslında eylemin böyle sonuçlanacağını da düşünmüyorduk."

 

"Kılıç Kül Seryum'un var olduğundan haberiniz var mıydı?"

 

Bünyam Buhran bana hışımla döndüğünde yine üzerime atılacak sanıp arkamdaki duvara sığındım fakat "Soruları biz soracağız, sen cevap vereceksin!" diye bağırıp yeniden bana sırtını döndü.

 

Tarko'ya baktım. Belli belirsiz reddetti sorumu başıyla. "Her zaman son kralın baş danışmanına yalnızca kralın güvenliği için asker yetiştirmesi şartıyla hediye ettiği Salta hakkında dedikodular dönerdi. Ancak dünya üzerindeki hiçbir devlet Salta topraklarına ayak basamaz, limanına demir atmayı başarsa bile ayakları toprağa değmemiştir

Bunu yalnızca baban başarmıştı. Ne yazık ki döndüğünde tek kelime bile etmedi orası hakkında, ada Seryum'un güneyinden gözle görülmese bir hurafe olduğuna bile inanırdık."

 

"Seninle sohbet etmek için bu yaşta metrelerce peşinden koşup günlerce uykusuz kalmadık. Eylem hakkında bir şey biliyor muydun? Babanın bir hazırlık yaptığını gördün mü ya da odasında bir kasa falan dikkatini çekti mi?"

 

"Belli ki babamın haberi vardı, muhtemelen Kılıç Kül'ün gittiği an hazırlıklarını yapıp alacaklarını hazırda bekletmiştir hatta beni saraydan göndermeyi hedeflediğine göre daha da fazlasını planlamıştı ama gelin görün ki plana ben dahil değildim. Bilsem neden söylemeyeyim, elime ne geçeceğini sanıyorsunuz?"

 

"Belki de baban parayı muhafaza ederken sen de buradaki kargaşadan onu haberdar etmekle görevlisindir. Bak," dedi diğer üye olduğu yerde bana doğru eğilerek. Parmağı suçlar gibi yüzüme doğrulmuştu. "Keskin Karma'nın yanında mı? En azından bunu söyle. Askerleri apar topar ülkeden çıkarmalarının nedeni babanın kendine bağımsız bir ordu kurması mıydı? Seryum için dönecek mi en azından Karnelyan?"

 

İnsan babasının hakkında pek bir şey bilmeyebilirdi, bu bugüne kadar canımı sıkmamıştı fakat karşımdaki üç adam buna inanmazken kendimi inandırmak için direnmek bir noktada beni de buna inanmamaya itmişti. Babam kaçıp gitmişti, tek bildiğim buydu ve ne kadar küçük düşürücü olduğunu düşünsem de dahası insanların babamdan haber aldığımı sanmalarıydı. Kimse kızını bırakıp kaçan korkak bir baba görmemiş miydi? Kamer Mahver buydu işte.

 

"Keskin Karma'yı ömrümde iki kez görmüşümdür ve bunlardan biri nikah günümüzdü. Kendisiyle babamın planları hakkında konuşacak ne zamanımız ne bağımız oldu. Fakat nikahtan birkaç saat sonra binlerce kişilik askerle ülkeden gittiğine göre her şey babam tarafından çok önceden ayarlanmıştı. Ben sadece bana denileni yaptım, bilgilendirilmedim."

 

"Onca plan dönerken sen nakış mı işliyordun? Babanın seni ukala bir oğlan çocuğu gibi yetiştirmeye çalıştığına binlerce kez şahit olduk, öyle bir hırsa sahip olan baba çocuğuna en azından neden evlendiğiyle ilgili haber verir." Bünyam Buhran aramızdaki bir metrelik boşluğa rağmen beni ardı ardına tokatlıyordu. İnsanlar babam ve benim hakkımda kim bilir neler düşünüyordu ve biz ne iyi ne de kötü olanların hiçbiriydik. Babam ve benim bağımız hiçlikti. Seryum'da bir inanışa göre var olan şey sonsuza dek sürerdi, yok etmek olgusu buranın geleneklerine göre inkar edilirdi ve Kamer Mahver ile Karnelyan Mahver baba kızken bile hiçlikten başka hiçbir ortak noktaya sahip değildi. Pes etmenin ağırlığı kalktı, rehaveti çöktü birden.

 

"Bilmiyorum dersem bana inanmayacaksınız o yüzden bu durumda planınız neyse onu yapın," dedim pes ederek. Kendimi korumanın hiçbir anlamı yoktu, bunu yapmaktan yılmıştım. "Öldürmek mi, insanların önüne atıp taşlatmak mı? Ne yapacaksanız yapın, birbirimize yardımcı olamayacağız."

 

Bünyam Buhran yönünü bana döndü, diğer üye dalgınca yerdeki sandalyeyi kaldırdı, Tarko yüzünü ovarken yorgun nefesler verdi. Bir planları yoktu, korkup onlara gerçeği anlatacağımı sanmışlardı fakat onu ben de bilmiyorum.

 

"Eğer bir şey bilseydim size söylerdim," dedim sıkıntılarını bir nebze gidermek için. "Eğer bana Kamer Mahver'i öldürmek istediğinizi söyleseydiniz bile yerini biliyor olsaydım ikinci kez düşünmeden size söylerdim. Ancak bilmiyorum. İnanması zor ama ukala ya da kibirli olsam da babamın şımarık prensesi değilim. Beni haberdar etmeden kaçıp gittiğinde ben odamı saran yangının ortasında yatıyordum."

 

Yeniden birbirlerine baktıklarında sonumu beklemeye koyuldum. Eğer serbest kalırsam Mars'ın yanına gitmek için vaktim olmadığını biliyordum. Eğer serbest bırakmazlarsa da en kötüsü ölü olurdum ve bu ne yazık ki kaygısız bir soluk aldırdı bana. Başımı arkamda kalan duvara yaslayıp gevşedim. Fakat benim oturup da gevşememe alerjisi olan evren bir bomba patlatmak için o anı bekledi. Dışarıdan gelen bir ağacın devrilme sesiyle gözlerimi açtığımda Tarko yünlü, koyu kahve bir pelerinle yüzünü, vücudunu örtüyor, Bünyam Buhran ve öteki ellerine aldıkları silahla arkalarında kalan pencereden ne olup bittiğini görmeye çalışıyorlardı. Birini beklemedikleri belliydi, adım sesleri toprağı döverken daha duyulur bir hal alıyordu ve ben birini bekliyordum. Yirmi yedi senesini zihninde beni taşıyarak geçirmiş olan adam yokluğu hissetmiş bile olabilirdi eğer biri benim için geldiyse bu ancak Kılıç olurdu.

 

"Çıkın," dedim yerimden hızla kalkıp. "Camdan çıkıp gidin eğer Kılıç Kül'se onu oyalayacağım."

 

Tarko oyalanmadan pencereyi açtığında Bünyam Buhran "O değilse?" diye sordu. Bu ihtimali düşünemiyordum.

 

"Babamın sizden çaldığı parayı canımla ödemiş olurum. Ödeşmiş olursunuz," dedim fakat gelenin Kılıç olduğuna emindim. Kulubenin kapısı sarsılmaya başlamıştı.

 

"Karnelyam!" diye haykırdı bildik ses.

 

Tarko çoktan camdan atlamıştı. Yakalanmamasını umarak diğerlerini acele ettirmeye çalıştım. "O dev herifin gücüne bu kapı dayanamaz, gidin hadi!"

 

Öteki de geride kalanları umursamadan camdan atladığında toprağa çarpan sesini duydum. En fazla iki metre olmalıydı zeminle pencere arasında.

 

"Bizi gördün. Ona söylemeyeceğinin garantisi ne?"

 

Kaşlarımı çatıp ne yapmaya çalıştığını anlamak üzereydim ki elleri hırpalayarak beni ters çevirip sabit durmam için kolunu sıkı sıkı omuzlarıma sardı. Kapıya bir kurşun sıktığında arkasında kalan Kılıç'a isabet edip etmediğini merak ettim korku duyarak. Bu ilk kurşun Bünyam Buhran'ın güç iddiasıydı, Kılıç'ın karşıt tepkisinin de bir kurşun olacağını düşündüm fakat muhtemelen kurşunun kim için sıkıldığından emin olmak için sessiz kaldığını duydum.

 

"Karnelyam," diye seslenirken kapının arkasında boğulan ses öfkeyle de boğuluyordu.

 

"Git!" Bu Bünyam Buhran'a da olabilirdi, Kılıç Kül Seryum'a da.

 

"Karnelyam!" Kılıç'ın kükreyen sesi kurşunun patlamasını dahi boğacak kadar yüksekti. Ne kadar öfkeli olduğunu tahmin bile edemezdim. Bağımlı bir adamı yoksunluk krizine soktuğunun farkında bile olmayan Bünyam Buhran sırtını cama, sırtımı kemikli göğsüne yaslayıp hızlı soluklar almaya başladı. Sağ eli bir omzumdan ötekine kadar akıp orada parmaklarını tenime saplamıştı. Örümceğin ağında çırpınan bir sinek gibi sığ ve delice hareket ediyordu. Öyle yakındık ki korkusunun kokusu genzime doluyordu resmen.

 

"Seni sersem ucube, söylemezdim. Kaçmak için şansın vardı ama sen beni rehin almayı mı seçtin?"

 

Adam cevap veremeden menteşelerinden sökülen kapı içeri doğru düştü ve kalkan tozların arasından Kılıç'ın tehditkar bedeni yükseldiğinde birbirimize yapışık olduğumuz için ikimiz de soluklarımızı tuttuk. Kılıç önce bana sonra arkamda kalana baktı ve ifadesinin saniyenin yarısı kadar sürede nasıl ölümcül bir hal aldığına doğrudan şahit oldum.

 

"Kızı bırak ki seni en azından sağ bırakayım," dedi Kılıç buz gibi sesiyle, bilenmiş bir buz gibi keskindi.

 

"Hiç sanmıyorum," dedi titreyen Bünyam Buhran. Zor da olsa sol elinde sıkı sıkı tuttuğu silahı görüyordum ama aptal herif onu bana doğrultup Kılıç'ı durdurmayı akıl edemiyordu.

 

"Salak, bir ölü olmayı kaçak olmaya tercih eden sendin," dedim ve sinirini çıkarmak isteyen Bünyam tutuşunu sıklaştırdığında kolunun kemiği soluk borumu ezdi. Ben iki elimle tutuşunu gevşetmeye çalışırken o umursamadan öteki elindeki silahı Kılıç'a doğrultup "Seni öldürme fırsatını bir daha bulabileceğimi sanmıyorum," dedi Kılıç'a ve kızgın bir boğa gibi burnundan soluyan Kılıç bu cümleyi tam tersi biçimde duymuş gibi üzerimize atıldığında Bünyam Buhran beni Kılıç'a doğru savurup tetiği çekti. Kılıç'ın beni yarı yolda yakalayan eli çoktan sırtına yapışmamı sağlamıştı fakat Bünyam Buhran ardı ardına tetiğe basmaya, Kılıç'ın bedeni kurşundan Kaçmak ya da kurşunlar isabet ettiği için sarsılmaya devam edince bu kez dizlerimde ölen kişinin bizzat düşmanımın ta kendisi Kılıç olacağından emindim. Mars'ın, onuru üzerine yemin ettiği ve benim ülkem için bunu yapmaya söz verdiğim ölüm Bünyam Buhran'ın rastgele savurduğu kurşunlar yüzünden olacaktı. Kılıç hiç güç kaybetmeden beni sırtına bastırmaya devam ediyorken boş atışların cılız sesini duyduk ve ardından ses kesildi, Kılıç Bünyam Buhran'ın elindeki silahı alıp kenara fırlatınca olan biteni görmemem için beni sırtına daha sert bastırmaya başlamıştı.

 

Bünyam Buhran bir şarjör dolusu mermiyi tek bir adama boşaltıp hala diz bile çöktürtememişti ona. Hayvani bir güçle bedenini titreten motorumsu nefesleri sırtından göğsüme doluyordu. İleri doğru atıldığında Kılıç vücudunun doğal bir parçasıymış gibi beni onunla hareket ettirdi ve bunun delice olduğuyla yüzleşmem vakit aldı. Kılıç darbe alır gibi sarsılmaya son verdi ve çınlayan kulaklarım, titreyen bedenime rağmen Kılıç'ın kesik soluklarını duyup hissedebildim.

 

"Hayır!" diye yalvarıyordu Bünyam Buhran saniyede yüzlerceye denk gelecek şekilde.

 

Kılıç'ın savurduğu tekmeyi, bir gövdenin sert bir yüzeye çarptığını ve odadaki sandalyenin çatlayan sesini duysam da görüşüme olan biten girmesin isteyen Kılıç beni sırtına vahşi bir güçle bastırıyordu. Vahşi bir hayvanın gövdesi varmış gibiydi ellerimin altında. "Ona dokunmamalıydın," derken korkunç bir canavar dile gelmiş gibiydi. Bir an Bünyam Buhran'ın yerinde olduğumu hayal ettim ve nabzım durmaya son birkaç vuruş kalmış gibi hızlandı.

 

"Onu öldürme," dedim kendimden beklemediğim bir merhametle yalvararak. "Gitmesine izin ver. Seni affedeceğim, bırak gitsin."

 

Bundan yüz bulan Bünyam Buhran'ın boğuk sesi "Bırak gideyim," diye yalvarmaya başlamıştı bile. Kılıç ona ilerlemeye devam ettiğinde odada tıkırtılar yükseldi. Geri geri sürünen Bünyam'ın saniyeler içinde morarmış burnu ve gözü kanlar içinde bir halde görüş alanıma girdi. Kılıç tehdit algılamış bir kurt gibi hırlayarak takip ediyordu sürünen adamı.

 

Bünyam Buhran'ın cılız sağ kolunu tutup havaya kaldırdığını görebildim. Adam sanki kolunu bırakıp kaçabilirmiş gibi çırpınarak geriye baka baka sürünüyordu, korku dolu inlemeleri rahatsız ediciydi. Olağanüstü merhamete sahip olmayabilirdim, bu korku anına şahit olup rahatsız olmayacak kadar acımasız olmadığım da açıktı.

 

Kılıç bir ağaç dalını kırar gibi cılız, kısa kola çarptı postalının tabanını ve ses duymamak için, kusmamak için gözlerimi, kulaklarımı kapatıp canı yanan benmişim gibi boğazımdan kopan ağzımın içinde yankılanan bir haykırış kopardım. Adamın ona silah doğrultan sol elini değil beni tuttuğu sağ elini kırmıştı. Bu delice bir gerçekti ve Kılıç'ın saplantısı en gerçek haliyle ellerimin altındayken sahiden koca bir şehri alt üst edebilecek kadar yoğundu. Bu saplantıyı beslemek için tek bir şey bile yapmamıştım, benimle başlayan beni aşan bir hastalıktı bu. Kılıç Kül Seryum gerçekten hastaydı.

 

"Yapmamalıydın," diye tekrar etti Kılıç yere yığılıp acıyla haykıran adamı duymuyor gibi, kafasının içine saplandığının, avından başka hiçbir şey görmeyip duymadığın farkındaydım. Bu kadar acımasız olması ödümü koparıyordu. Buna şahit olmak yerine o kurşunlardan birini karşılamayı tercih ederdim.

 

Avuçlarımı sırtından göğsüne kaydırıp onu kendime çektim ve durmasına çabaladım. "Lütfen," dedim dikkate alması için, girdiği transtan çıkması için. Bir elimi sırtımı sırtına bastıran elin üzerine koyup parmaklarımı arasına geçirdim. Parmaklarımın ucunda yükselip kulağına fısıldadım yalvaran sesimle. "Lütfen Kılıç, gitsin. Bırak gitsin."

 

Saniyeler sonra eli beni sırtına bastırmaya devam ederken bir eliyle yere doğru uzandı ve dizlerinin üzerine çöktüğünde beni tutan eli bacaklarıma kaydı fakat yine de beni bırakmadı. Bünyam Buhran'ın toprağa çarpan sesini duydum güç bela. Ellerim deli gibi titriyordu. Kılıç'ı ölüme terk etmeye korkuyordum, ona yardım etmeye korkuyordum. Eliyle yere yaslanmış yere doğru eğilmişti ki bedeninden akan kan zemine kıvamlı bir biçimde ağır ağır yayılmaya başladığında düşünmek için kendime bir saniye bile izin vermedim. Bacağımdaki elini kaptığım gibi önüne diz çöktüm ve eli elimi son gücüyle sıkı sıkı tuttu.

 

"Mars'ı ben vurmadım," dedi hırıltılı bir sesle. Bu haldeyken yalan söyleyemezdi, sorgusuzca inandım.

 

"Sus," dedim telaşla. Siyah üniformasını giydiği ve bedeni eğik olduğu için kanın kaynağını hemen bulamadım. Fakat omzuna koyduğum elimden sarsılarak kaçtığında elime değen kanı görmüştüm son anda.

 

"Biri isabet etti, öteki sıyırdı," diye bildirdi kafasını doğrultamasa da gözlerini gözlerime kaldırarak. Kızarmış yüzünde kızıl lekeler belirmiş, alnının solundaki dalga şeklindeki iz koyulaşmıştı, dalganın ucu değen kalın damarı dışarı fırlayacak gibi kabarmıştı. Yüzü terle sırılsıklamken kaşlarına süzülen teri silmek için elini bıraktığımda eliyle yere çarptı ve başı omuzlarının arasına düştü.

 

"Sana nasıl yardım edeceğimi söyle," dedim telaşla, yüzünü silerken. Başını zorla iki yana salladı, solukları deli gibi hızlıydı fakat durmadığı için bundan memnundum.

 

"Bana saldırdığında oldu," dedi yutkunarak. Odada onu örtecek, sıcak tutacak bir şey ararken yerdeki yünlü pelerine takıldı gözlerim. Emekleyerek ona uzanıp geri döndüğümde Kılıç "Namluyu yüzümden uzaklaştırmak için üzerine atıldığımda tetiği çekti," diye anlatmaya zorluyordu kendini. Nerede olduğumuza dair tek bir fikrim yoktu fakat buradaki gürültünün bir şekilde duyulduğuna ve yardıma geleceklerine inandım. "Tetiği çeken oydu, silahı tutan oydu Nimfea, ona zarar vermek istemedim."

 

Gövdesini yıkmaya çalıştım kontrollü bir biçimde, alnı dizlerime çarptı ve beni ezmemek için yaralı omzuna yüklenip yüzünü yukarı çevirdi. Başı ve omzunun bir kısmı dizlerimi ezerken üniformasının fermuarını açtım, yarasına yapışan kumaşı dikkatli bir şekilde sıyırdım ve tüm gücümle yırtıp dolaşımını bozacak baskıdan onu kurtardım.

 

"Yapamayacağım için değil." Göz kapakları ağırlaştıysa da yüzü acıdan terle kaplandıysa da ölecek gibi görünmüyordu. İlk kez bu kadar güçlü olması içimi rahatlatıyordu. "Senin için Karnelyam. Onu zarar vermedim çünkü sen bunu istedin."

 

Yünlü örtüyü üzerine örttüm nazikçe, vücut ısısını korumak için üzerine eğildim. Ona yaklaştığımda göz bebeleri titredi, dudakları aralandı ve yeniden konuşmasına fırsat vermeden baş parmağımı dudaklarının üzerine yerleştirdim.

"Sana yardım etmek istiyorum, bana ne yapmam gerektiğini söyle."

 

Gözlerini kapatıp titrer gibi zayıf bir hareketle başını iki yana salladı. Dudağının üzerindeki parmağıma doğru "Bana yardım edemezsin," dediğinde korkunç bir telaş sardı bedenimi. Ölmesini tercih ederdim, her zaman. Tam olarak ona söylediğim buydu ve bu beni gerçekten kötü bir insan yapardı. Fakat benim yüzümden kanlar içinde yatarken ve yaraları hala tazeyken onu kurtarma ihtimalime rağmen onun ölmesine izin veremezdim. Bu da beni berbat bir savaşçı yapardı, bir kerelik kendime berbat bir savaşçı olma izni verdim. "Lütfen," dedim bu kelimenin üzerindeki etkisini bilerek.

 

"Bana yardım mı etmek istiyorsun?" Sesi bu kez daha canlıydı, solukları daha düzgündü. Başımla onayladım onu, ömrümün en hızlı baş sallamasıydı.

 

"O zaman öp beni Karnelyam," dedi dudaklarını ve hala orada olan baş parmağımı diliyle ıslattıktan sonra. Nabzım hızlandı, soluklarım sığlaştı. Önce dalga geçiyor sandım fakat öyleyse bile göğsümde arzuyla fokurdayan lav dolu bir çukur açılmıştı çoktan. Baş parmağımı dudaklarından çektim, elim yanağında dolaşırken parmaklarımın arasına karışan sakallarını hissetmek bile iç gıdıklayıcıydı. Yüzü solgunlaşsa da arzuyla boğulmuş kara gözlerle yüzümü izlediğinde alay etmediğini, bunun bir şaka olmadığını anlamıştım.

 

"Seni öpersem yaraların iyileşecek mi?"

 

"Acım dinecek," dedi hiç düşünmeden.

 

Başımı iki yana salladım kararsızlıkla fakat Kılıç kararını çoktan vermiş gibi kararmış gözlerini dudaklarıma dikmişti. Eli çeneme yerleşti, kararı bana bırakmakla iyi etmediğini anlamış gibi teşvik edici okşayışlarla baş parmağı alt dudağımın üzerindeydi. Berbat bir savaşçı olmak için kendime izin verdim. Berbat bir savaşçı, onursuz bir askerdim. Ülkeme bir an sırt çevirdim ve dudaklarımı Kılıç'ın nemli, yumuşak, sert kabuklu dudaklarına yapıştırdım.

 

Tüm vücudum bir elektrik akımına kapılmış gibi ani bir dalga yayıldı bedenime, tam göğsüme çarpmıştı dalga ve kanlar içinde, yaralı bir adamı öptüğümü tamamen unutup elimi ensesine sararken içimde cızırdayan elektrikle inledim. Kılıç'ın ağzının içinde boğulan iniltimi tatmak için dilini dilime sardı hemen, süzülen terden tuzlu bir tad almış dudaklarını lezzetini tüketecek kadar sert emmeye başladığımda Kılıç bu kez zevkin yoğunluğundan acı çeker gibi inleyip elini saçlarıma doladı ve beni kendine çekti. Erkeksi, baharatlı tadı dilinden dilime yayılırken öyle iştah açıcıydı ki kendimi ona bastırmak, yumuşak tüm kıvrımlarımı sert bedeniyle doldurmak istiyordum. Nazik hiçbir yanı olmayan öpücüğü daha da derinleştirmek için çenesini eğdi Kılıç ve bir santim bile ayrılmaktan, bir saniye bile uzak kalmaktan korkar gibi birbirimize yapıştığımızda dişlerim onunkilere çarpmıştı. Her şey silinip gitti, her şey; dün, bugün, yarın, kavgalar, anlaşmalar, iftiralar, düşmanlık, dostluk önemini yitirdi. Sadece şu an vardı ve evrende hakim olan tek an şimdiydi. Kılıç alt dudağımı acı verecek kadar çekiştirdiğinde dudaklarıyla, evren içime dolmuş gibi başımı döndürdü, içimde daima büyüyen, genişleyen evreni Kılıç'ın üstüme çullanan yoğunluğu besliyordu. Bedenim deli gibi hassaslaşmıştı, göğsü göğsüme değmese bile yayılan sıcaklığı dokunuyordu bana ve elimi farkına bile varmadan yakasına sarıp iç içe geçmek ister gibi adamı kendime, kendimi ona daha da yaklaştırmaya çalıştım. Ancak kıpırdandığını, bunun sonucunda burnundan acı bir soluk döktüğünü fark ettiğimde kendimi ne kadar kaptırdığımla yüzleşip dudaklarımızı ayırdım hemen. Nefes nefese oluşumuz döndü dünyaya önce, tutkulu bir rüyadan uyanmış gibi boşluğa düştük ikimiz de. Kılıç'ın eli hala beni yüzünün yakınında tutacak kadar güç uyguluyorken gözlerine bakmak için delice bir istek duydum ve gözlerini gideceğim yerde beni beklerken bulmuştum. Yüzümün gölgesi yüzüne düşüp kararmış ifadesini korkutucu ve karşı konulmaz bir şekle bürüyordu. Bakırımsı, sert tutamları darmadağınıktı adamın, belli ki fark etmeden onu dağıtan ben olmuştum. Ensesindeki elimi yanağına, baş parmağımı yeniden şişmiş, pembeleşmiş dudaklarının üzerine çektim bir kilit gibi. Onu yeniden öpmemek için kendime koyduğum bir önlemdi bu.

 

"Buraya yanında kimse olmadan geldiğine inanamıyorum," diyerek üzerimizdeki tutku perdesini yırtıp attım. "Her tehlikeye tek başına dalacaksan nasıl bir kral olacağına inanıyorsun? Şimdi ölmezsen bile sersemliğin yüzünden kendini öldürteceksin." Ölümden bahsettiğimi fark ettiğimde ruhum daraldı, sanki dört yanı kapalı bir fanusta tıkılı kalmış gibi içimi yumruklayıp nefes almaya çalıştığını hissettim. Derin bir nefes almak için başımı yukarı kaldırırken Kılıç az önce vurulmamış gibi sapasağlam bir güçle yüzümü yüzüne bastırdı ve dudağındaki parmağımın kilidini çözmek için başını çevirip kapalı dudaklarımı buyurgan diline itaat etmeye zorladı. "Henüz değil Karnelyam," dedi dudakları dudaklarıma yalvararak. "Daha acım dinmedi." Söylediklerimi duymamış bile olabilirdi, pençesine aldığı avın keyfini çıkarır gibi hırıltılı nefesler alıp tadımı almak için hoyrat bir güç uyguluyordu. Öyle vahşiydi ki insan olduğunu unutmuş bile olabilirdi.

 

Bunu ben başlatmamıştım, o beni öpmüştü. Benim suçum yoktu o yüzden diline itaat edip dudaklarımı öpücüğüne açtım. Aynı dalga yine parmak uçlarımdan saç tellerime yayıldı ve artık bunun tesadüf olmasına imkan yoktu, beynim değilse de bedenim bu adama resmen tapıyordu. Bunu inkar edemezdim, bedenimi dizginleyemezdim de. Elimden geldiğince uzak durduğum adam kollarımda yaralı bir şekilde yatarken nasıl karşı koyabilirdim ki? O kadar da vicdansız değildim.

 

Nefesleri sığ ve göğsünden sarsılarak kopuyordu, beni ne kadar istediğini ilk kez o an hiçbir sansür olmadan, gözlerimde perde olmadan anlamıştım. Sağlam eli yüzümden çekildiğinde yerden destek alarak üzerimde yükselirken bir saniye bile kopmadı dudaklar dudaklarımdan. Elimi göğsüne koydum, kendime süre tanıyordum bitirmek için fakat kahretsin ki öyle zordu ki ölüme karşı koymak gibi imkansız göründü gözüme bir an için. Sert göğsü elimin altında yükselip alçalıyordu, sonunda dudağını dişlerimin arasına alıp bedenlerimiz sürenin dolduğunu anlasın diye bekledim. Kılıç acı ve zevkle inlerken kasıklarımda yankılandı boğuk sesi. Yaptığımın ne denli yanlış olduğuyla yüzleşmek için çok vaktim olacaktı, ona bir ömür yetecek kadar düşmanlığım vardı o yüzden şimdi kendimi tamamen bıraktım ve nazikçe geri çekildiğimde nemli alnını alnıma bastırdı henüz kopmaya hazır değilmişçesine bir muhtaçlıkla. Şişmiş nemli ağzı sık soluklarla titriyordu, bir günahı tasvir etmem gerekseydi tam karşımdaki darmadağın Kılıç'ı anlatırdım. Günaha sokacak kadar değil günahın ta kendisine sarılmak için yalvartacak kadar dayanılmaz görünüyordu.

 

Kapının boşluğundan koşma sesleri geliyordu, kulaklarımın uğultusu bir nebze olsun dindiği için duyabilmiştim.

 

"Kılıç!" diye haykıran bir ses ormanda çınladı ve yankının üzerine başka bir ses "Karnelyan!" ekledi. Tüm bunlar olmasaydı da beni bulacaklarının farkındaydım, nasıl olduğunu bilmiyordum ama buna emindim. Kılıç'ın sarkan kolundaki saatin kadranına takıldı gözlerim. Beşi çeyrek geçiyordu, gün doğmasına bir saat bile yoktu ve yalnızca birkaç saat içinde yokluğum fark edilmiş bulunmam adına harekete geçilmişti. Babam olsaydı ders saati gelip askerler bildirene kadar yokluğumdan haberdar olmazdı. Babam, neden benimkiydi? Bir başkasının bile olmasın isteyeceğim kadar berbat bir babaydı.

 

"Tek değildim," dedi verdiği soluğuyla birlikte. "Her yerde seni arıyorlar fakat ben buldum." Konuşmak acı veriyormuş gibiydi sesi, çatık yüzü. Daha fazla konuşmasına izin vermemeliydim. İzini saklayan sakalları okşadım usulca, alnı alnımı itiyordu nefes alıp verdikçe. Parmaklarımın arasına dökülen sakallarından anlıyordum izlerinin acısı geçmişse bile etkisinin sürdüğünü. Tüy gibi hafif tuttum dokunuşumu fakat elimi çekmeye gönlüm el vermedi. Eli elimin üstüne kapandı beni teşvik etmek için.

 

"Kemerimdeki hançeri al," dedi dudaklarımı izleyerek, öteki elinin güç kaybettiğinin ikimiz de inkar edemeyecek derecede farkındaydık. İtaatle boştaki parmaklarımı deri kılıfa yerleştirilen hançerin sapına sardım. "Al onu," diye cesaretlendirdi beni alnını çektiği yere dudaklarını yerleştirince. Hançerin sapındaki oyuk kızıl karnelyanlarla K harfine dönüşmüştü, bronz sapın göz kamaştıran, ele oturan dokusu ve onu süsleyen karnelyanları gözlerimi doldurdu. Bu 'K' Kılıç'ın K'siydi. Karnelyanlarla dolmuş, işlenmiş Kılıç'ın baş harfi.

 

"Kaçmadım." Bunu söylemek zorunda olduğumu anladım o an. "Geri dönecektim."

 

 

Loading...
0%