Yeni Üyelik
17.
Bölüm

bölüm17|"Ruhun Nefesi, Canlı Hayaleti"

@almelia

Gençtim ve içimdeki sese göre öyle de ölecektim. Daima olduğumdan büyük davranmış hep küçük hissetmiştim. Bir tetiği canlı birine çektiğim günden beri zaman benim dışımda akıp gitmişti, ben bu odada dizlerim karnımda elim tetikte kalakalmıştım. Bu sarayın en az bir hayaleti olduğuna inanırdı insanlar, tek hayaleti bendim. İnsanlar odama girmiş, yangını, kanı silip atmıştı, dönüp son bir kez bakmışlardı eksik var mı diye, ben vardım. Öyle eksiktim ki orada öyle elim tetikte dizlerim karnımda on üç sene geçirmiştim ama kimse orada olduğumu görememişti. Öyle ki kendi odamda duvarların yüzeyinde parmaklarımı gezdirip ablamın hayaletine denk gelmek için çırpınırken bile zamanda donmuş kendime dönüp bakmayı bırakmıştım. Onun varlığını dahi unutmuştum. Ne büyük ihanet!

 

Yalnızca bir günü saraydan tümüyle uzak geçirmiştim fakat dönmek bir asır sürmüş gibi hissettirmişti. Bu sarayı sevdiğim tek bir an olmamıştı ve her zaman bunun için iyi sebeplerim olmuştu.

 

Sıcak duşta kaldığım yaklaşık bir saatin sonunda kendime odamdan çıkıp Kılıç'ı görmek için izin verdim. Batı kanadına neredeyse koşarken aklımda anlaşma vardı, onun yanında olmak için imza atmıştım sonuçta yani buna mecburdum.

 

Yönetici odasındaki nöbetçi bir an bile beklemeden kapıyı açtı benim için ve tamamıyla açık pencerelerden süzülen gün ışığı beklemediğim kadar gözlerimi kamaştırdı. Bu aydınlıkta Kılıç'ı bulamamıştım, Sezma Seren ahşap panellere sırtını yaslamış, camdan dışarıyı izlerken beni gördüğü an yüzündeki donukluğun yerini memnuniyetsiz bir ifade aldı.

 

"Senin yüzünden yaralanan bir adamı görmeye gelecek kadar düşünceli olamayacağını varsayıyorum." Sırtını panel duvardan ayırıp cama doğru ilerledi fakat gözleri üzerimdeydi. "Yani söyleyeceğin şey her neyse şu an söyleyemezsin, en azından iyileşmesini beklemelisin."

 

Bu nefretin bir sebebi olabileceğini bilsem de bundan sıkılmıştım, defaatle saldırı altında olmaktan, savunma durumunda kalmaktan usanmıştım ve bu yalnızca son zamanlarımdan ibaret olan bir hal değildi.

 

"Müstakbel kralın için bu kadar endişelenmeni anlayabiliyorum. Korkma, onu yoracak değilim." Öyle sahte güldüm ki gözlerim bir ip halini alacak kadar kısıldı. Sezma Seren sahtesini bile sunmadı bana samimiyetin.

 

"Korktuğum sen değilsin. Fakat bana sorarsan sen korkmalısın. Bu saraya ait olmadığın ve burada istenmediğin çok açık. Neden kaldığın da öyle. Emin ol senin hakkında çok şey duydum Karnelyan." İsmim damağına yayılan bir zehirdi onun için, yüzü bunu anlatıyordu. "Yani baban da annen gibi kaçıp gittiğine göre seni burada tutan hiçbir şey olmamalı. Hala kaldığına göre sinsi planların olduğunu anlamamak için salak olmak gerekir."

 

Kılıç'a karşı duyduğu koruma içgüdüsü resmen gözlerini bürümüş, dilini bilemişti kadının. Tüm güzelliği ağzını açtığından sis altında kalmış gibi kayboluyordu.

 

"Bu salak olmadığını ispat etmeye çalıştığın bir konuşma mıydı yani?" Yüzüne bakmaya bile gerek görmedim, soruma cevap beklemiyordum.

 

"Saraydan onca askeri atlatıp kaçabildin ve Kılıç'tan saklanamadın mı? Ya da onu saraydan uzaklaştırmak için kurduğun aptal bir tuzak mıydı bu yaptığın?"

 

Kaçtığımı sanıyordu fakat Kılıç kaçmadığımı biliyordu, belki de çevresindekilerin benden nefret etmesinin nedeni benim hakkımda hiçbir şey bilmiyor olmalarıydı.

 

"Aslında tuzağa ilk düşen bendim, Kılıç dayanamayıp arkamdan atlamış oldu." Yalnızca suçlamalarla konuşan birine daha fazla karşılık vermeye gerek duymuyordum.

 

Arkamı dönüp çıkacakken " Ömrü boyunca istediği her şeyi elde etmiş, aptal bir oyuncak bebeksin ve senden nefret ediyorum," diyen sesle donup kalmıştım bir an. İlk hissettiğim bir şaka yapılmış gibi çarpan gülme hissiydi. Bir insan başka bir insandan nefret etmek için en azından kişiye dair gerçek bir şeyler bulmalıydı, bu kadın tamamen kafasının içinde yaşıyordu.

 

"Güzel olduğumu söylemeyi unuttun Serenyum Prensesi, daha dikkatli olmanı beklerdim." Ona söyleyecek gerçek tek bir lafım yoktu, yanılgılar içinde yüzmekten memnun göründüğü için onu öfkeli soluklarıyla bıraktım ve kapıdan çıkar çıkmaz nöbetçilere Kılıç'ın odasını sordum.

 

Askerlerden biri beni götürmeyi teklif ettiğinde itaatle peşine takılsam da adım adım benim odama ilerliyorduk.

 

"Kılıç Kül Seryum'un odasını sordum, kendi odamın yerini ben de biliyorum," diye çıkıştım bir anda. Asker yarım adım ilerimdeyken yavaşladı ve ona çarpmamak için yana kayıp yürümeye devam ettim.

 

"Evet efendim," dedi sadece.

 

"Yani bu adam benim odamda mı kalıyor?" Alaylı üslubum sert çıktı ancak geri alamazdım.

 

"Hemen yan odanızda efendim," dedi ve donup kaldım. Keskin Karma için ayarlanmış odanın kilitli kapısının Kılıç'a açıldığını bilmek sinirlerimi öyle yıprattı ki sağlam omzuna bir kurşun sıkmak geliyordu içimden. Belli ki Afelya ile olan konuşmalarımı ona kapımın önündeki askerler iletmemişti, bizzat kendi duymuştu ve bunda bir sorun görmemişti bile. Bir düşmandan neden daha onurlu bir hareket beklediğimi bile bilmiyordum ancak öfkeliydim işte.

 

Yeni boyanmış beyaz kapının önünde tek bir asker bile yoktu, benimle gelen kapıyı tıklattı, içeriden bir yanıt gelmemesine rağmen kapıyı içeri doğru açıp girmemi bekledi. Ve girdim. Odamın yarısı kadar bile olmayan, bir yatak, bir komodin ve dolaptan oluşan küçük odada geleceğin kralının kaldığını fark etmek garipti. Neden kral süiti yerine burada kaldığını bilmeme rağmen şaşkındım.

 

Duştan gelen su sesiyle Kılıç'ın yerini tespit edebiliyordum fakat burada ne halt ettiğimi bilemiyordum. Sahiden aptaldım değil mi?

 

Bir kapı sertçe açıldı, banyo kapısının hala örtülü olduğunu görünce az evvel girdiğim kapıya döndüm. Sezma Seren kapıyı çalmaya bile tenezzül etmeden içeri daldığında o benden daha memnuniyetsiz görünüyordu.

 

"Çık dışarı." Tıslar gibi konuşurken sıralı dişleri görünüyordu. "Yeteri kadar sorun yarattın zaten, hala nasıl onun odasına gelmeye yüz buluyorsun aklım almıyor."

 

Onun öfkesiyle bedenim gevşemiş ve alışık olduğum muamele ile odadaki komodine ilerleyip üzerindeki kağıtları, çerçeveleri incelemek için süzülmüştüm. Üç çerçeveden yalnız birinde fotoğraf vardı. Zamanda donmuş olan anın içerisinde Kılıç doksan kilodan fazla olan Batın'ı bir kaşkol gibi omuzlarına atmış, önünde bir dizini öne uzatmış bir dizini karnına çekmiş gevşek bir şekilde oturan Valof'a bakıyordu. Fotoğrafta zihnimi zorlayan bir şey vardı fakat Sezma Seren'in tok sesi düşüncelerimi başka yöne çekince fotoğrafa bakmayı kestim.

 

"Onun sana karşı zaafını kullanmaya çalıştığını hepimiz biliyoruz, o bile. Kılıç hiçbir şey yapmasa bile buna izin verecek değiliz."

 

"Olur öyle," dedim sadece. Dolap kapağına montelenmiş kare aynayı görünce ona ilerleyip parmaklarımla saçlarımı taramaya başlamıştım. Nasıl göründüğümü biliyordum fakat kesinlikle göründüğüm gibi hissetmiyordum. Dahası Sezma Seren'in çocuğuna babalık yapan adama karşı bir ilgisi olmasını ve onu korumak istemesini de öyle iyi anlıyordum ki bu midemde çöken bir taş varmış gibi hissettiriyordu. Belki de Kılıç'ın zihnini zehirli bir sarmaşık gibi saran ben olmasaydım Sezma Seren ile Kılıç Kül Seryum evli ve mutlu bir aile olurlardı. Serenyum krallığında Sezma Seren'in eşsiz çocuk yaptığı skandalları da durdurulmuş olurdu böylece.

 

"Saat kaç?" Duştan sonra saatimi takmayı unuttuğum için ve bu, zamanın gerisinde Kalmama neden oluyormuş gibi huzursuzlukla doldu içim. Sezma Seren homurdanarak beni yanıtsız bırakınca duvarda bulduğum saat kutsalmış gibi baktım ona hemen ve zaman kollarını bedenime sarıp beni de içine aldı. 13.17'ydi saat. Saatler önce Kılıç ve ben baş başayken aklıma zaman gelmiyordu, bu gerçek bir düşmanın başarabileceği bir şeydi ancak.

 

"Seni etrafta görmekten müthiş derecede bıktım. Buradan gitmeni istiyorum."

 

Umursamadan aynadaki görüntümü izlemeye, saçlarımın arasında parmaklarımı gezdirmeye devam ederken "Günlüğüne göz yaşları eşliğinde aktaracağın şeyleri benimle paylaşmamalısın," dedim sesimden bile tasarruf ederek ağırca.

 

"Ne?" Sezma az evvel baktığım çerçeveye dokunmama rağmen onu lekelemişim gibi tozunu silkeleyip yerini düzeltirken sözlerimle donup kalmıştı.

 

"Etrafında olmam seni rahatsız ediyorsa etrafımda dolaşma. Ben olmam gereken yerdeyim." Kocamın odasıydı burası, Kılıç üzerine konmuş olsa da burada olmayı en çok hak eden bendim.

 

"Burası Kılıç'ın odası!" Yüksek sesi tiz çıktı ve yüzümü buruşturmamak için nefes arası verdim kendime.

 

"Aynen öyle."

 

"Yeter Sezma!"

 

Tok ve gür ses odada yankılanıp hepimizi esir aldığında Kılıç belinde bir havlu ile, yaralı omzunda sargılar olmadan banyodan çıkmış olduğu yerde bizi izliyordu. Onu görene kadar burada olmam çok da yanlış gelmemişti bana fakat çocuğunun annesi ile aynı odadayken ne kadar fazlalık olduğum gün gibi açıktı.

 

"Bir şeye mi ihtiyacın var?" diye sordu Sezma'ya dönüp.

 

Yaralarına rağmen güçlü gövdesi su damlalarıyla parlıyordu, karnındaki boğum boğum kaslar ve hiç de hantal olmayan yapısı ilkel yanlarımı tetikliyordu. Sapık gibi izlediğimi fark ettiğimde bakışlarımı ondan çektim.

 

Kapıya doğru ilerledim Sezma, Kılıç'ın çıplak gövdesini yüzlerce kez görmüş gibi rahatça ona yaklaşırken. "Hayır, senin yardıma ihtiyacın var mı diye bakmaya gelmiştim," derken onu oturtmaya çalışıyordu nazik bir dille, az evvel benimle konuştuğu ses sanki ödünçmüş gibi ortadan kaybolmuştu.

 

"Sargılarımı sarmama yardım et," dediğini duyduğumda kapının kulbu avucumdaydı.

 

"Bunu ben de yapabilirim," dedi Sezma Seren ve böylece bana söylendiğini anladım. Omzumun üzerinden baktığımda Kılıç beni durdurmak için gözlerini kullanıyormuş gibi yoğun bakışlarla bakıyordu bana. "Yaralı bir adamın yardım çağrısını geri çeviremezsin Nimfea."

 

Sezma Seren kendisinden en az otuz santim yükseğinde kalan Kılıç'ın önünde kaygılı bir ifadeyle bana yüzünün yarısını sunuyordu. Onu bana saldırmadığı sürece huzursuz etmek niyetinde değildim ve olmayacaktım da.

 

"Bunu Sayın Prenses'in yapması sizi onore eder Bay Seryum, ayak altında dolaşamak için sizi yalnız bıraksam iyi olur."

 

Kapıdan dışarı attığımda kendimi aptal gibi yana sekip odama girmek bir an için utanç verici, acizce göründü gözüme. Dümdüz ilerlerken Kılıç'ın bana seslendiğini, adım seslerini duyuyordum. Kaçıyormuş imajı çizmemek için döndüm hızla, uzun bacakları yalnızca birkaç adımla onu bana taşıdı ve hala beline bağlı havludan başka bir şey olmayan bedeni tüm yaralara rağmen dilimi damağımı kuruttu.

 

"Binanın içinde böyle dolaşmamalısın." Boğazıma bir canavarın tırnakları saplanmış gibi çıktı uyarım.

 

"Yaralarımı sarmazsan bu konuda bir şey yapamam." Yalnızca birkaç adım beni nefes nefese bırakmıştı o ise bir uykudan uyanmış gibi durgun, halinden memnun, kendinden emindi.

 

Arkasında beliren Sezma'nın solgun ve kaygılı yüzü yeniden odağıma girdiğinde kadın bana bakmadan "Yaralarınla ilgilenmezsen enfeksiyon kapacaklar," dedi Kılıç'a ve adamın yaralı omzuna indirdiği bakışların ardından "Bununla ilgilenmelisiniz," diyerek beni de dahil etti. Kılıç sanki konuşan benmişim gibi dur durak bilmeden beni süzüyordu. Bu şeytan üçgeninden sıyrılmak için ikisini de geçip odaya ilerledim. Arkamda ne konuşulduğuna dair hiçbir fikir üretmeden sahte kocam için hazır edilen odaya daldığımda Kılıç'ın iç gıdıklayan kokusu genzime saldırdı. Yalnızca üç saat önce onun kollarında uyandığımda bu kokuyu almak doğal hissettiriyordu şimdi ise bir mabedde günah işliyor gibiydim.

 

"Buraya neden gelmiştin Nimfea?" Kılıç'ın sesi beni ürpertti ama ona dönmek için hiçbir şey yapmadım.

 

"Neden kocamın odasında kalıyorsun?"

 

Kapı çok sert bir şekilde kapandığında Kılıç'ın agresif tavırları beni bir nebze günahlarımdan arındırmıştı sanki.

 

"Bir daha kocan olduğunu iddia edersen Karnelyam, yemin ederim seni pişman edecek bir ceza bulacağım."

 

İçine bir yırtıcı kaçmış gibi çıkan sesiyle arkama döndüm fakat o çok çok yakınımda olan dolabından giyecek bir şeyler seçip öfkeden eline gelenleri savurur gibi çekip alıyordu.

 

"Genelde birileri yalan söylediğinde cezalandırılır, neden ben doğruyu söylediğim için ceza almakla tehdit ediliyorum?"

 

Dolabın kapağını sertçe kapatıp bana baktı öfke onu dondurmuş gibi kıpırdayamadan. Öfkesini yatıştırmak yerine üsteleyerek "Neden kocamın odasında kalıyorsun?" diye sordum. Ve bu kez çarpan öfke dalgası onu bana savuracak kadar sertti. Hemen dibimde bitip bana her anlamda üstten bakmaya başladı adam birden.

 

"Sana nasıl gelirsem bana öyle geleceksin değil mi Nimfea? Bu hala geçerli mi?"

 

Öfke ifadesine yapışmış bir keneydi ancak soru soran sesinde öyle sinsi bir yan vardı ki beni huzursuzca yerimde kıpırdattı. Başımla onayladım korkarak.

 

"Yani seni öpersem karşılık vereceksin?" diye teyit almayı beklerken ben bir adım geri kaçtım.

 

"Hayır, anlaşmada bana rızam olmadan dokunamayacağın yazıyordu," diye savunmaya geçtim.

 

Tam karşımda hiç utanma belirtisi göstermeden havlusunu belinden ağır ağır sökmeye başladığında delirmiş olacağını düşünerek arkamı döndüm hemen.

 

"Sahiden hasta bir adamsın!" Neredeyse öfkeden boğazım şişmişti.

 

"Fakat senin söylediğin buydu ve senin sözlerine önem veriyorum Nimfea." Arkamda kim bilir ne halt ederken konuşma hiç bölünmemiş gibi devam etmesi de ne denli hasta olduğunun göstergesiydi.

 

"Ne istiyorsun, sen soyunuyorsun diye ben de mi soyunayım?" Bu kesinlikle retorik bir soruydu ve onu yumruklama isteğiyle yanıp tutuştuğumu belli edecek kadar bağırmıştım da fakat Kılıç karşılık verdiğinde durgun bir deniz gibiydi.

 

"Buna katiyen karşı çıkmazdım Karnelyam."

 

"Karnelyan!" diye bağırdım taşan sabrımla. "İsmimi bile öğrenemeyen bir adam için soyunamam sersem herif."

 

Kıkırtısı öyle boğuk ve edepsizdi ki öfkemi bir şaka olarak algıladığını sandım hatta flört emaresi olarak kabul etmiş bile olabilirdi.

 

"Dönebilirsin, yaralarımı kapattım."

Ağır ağır dönerken çıplak olma ihtimaline karşın göz ucuyla kontrol ettim onu. Keten tuniği ve pantolonuyla her zamanki Kılıç'tı yine.

 

"Yaralarınla bir sorunum yok. Hatırlarsan bazılarını sarmak için buradayım."

 

Sırtını dönüp komodinin çekmecesinden hekimin doğal bitkilerle ezip oluşturduğu ağır kokulu merhemi ve temiz sargıları çıkarıp yatağa ilerlerken "Sana öyle seslensem önümde soyunacak mıydın?" diye soruyordu. Alaycı sesi ortalarda yoktu, bir yöneticinin toplantı salonunda duyacağım sesti bu.

 

Oturduğu yatağa ilerleyip elinden merhemi aldım. Yeni giydiği tuniği çıkarıp dizlerine yasladığı yumruğunun içerisinde sıkıyordu. Pembe ve kanlı görünen yaralarına tüy dokunuşuyla merhem sürerken sanki parmaklarım tenine değmiyormuş gibi ifadesizdi.

 

"Bilmem, belki düşünürdüm." Nedense ifadesiz taş maskesinin geri dönmesi ruhumda bir yaranın kabuğunu sökmüştü, bu sebeple de ortamın havasını değiştirmem gerekiyordu.

 

"Şimdi deneyelim mi?" Maske düşmese de kaymış ve altından haylaz kırıntılarını görür olmuştum. Yaralarının acıdığına dair hiçbir belirti göstermese bile eğilip merhem sürdüğüm tenine üfledim, bu merhamet hissi beni geçmişte bir yerlere götürüyordu ve kaybolan Karnelyan'la göz göze gelmişim gibi hissetmeme yol açıyordu. Kılıç öylece dururken bile ve ben ona öylece bakarken bile ruhumu şekilden şekle sokabiliyordu ne yazık ki.

 

Üflemeyi bitirdiğimde gözlerimi gözlerine diktim. "Sence böyle bir şey mümkün olabilir mi? Hayal dünyanın yaş aldıkça daralması gerekiyordu." Sargıyı omzuna yerleştirdim nazikçe, uçlarını koltuk altından geçirirken söylenir gibi konuşmaya devam ediyordum. "Senin şu anki hali böyleyse küçük Kılıç'ı düşünemiyorum bile. Pembe bulutların üzerinde yaşadığını falan mı sanıyordun?"

 

"Küçük Kılıç'ı düşünmene gerek yok, sana onu gösterebilirim." Sesi bir metalin çınlaması gibiyken sözleri ateşte eriyor gibiydi resmen. Ellerim donduğunda yüzüne bakakaldım. Yüzünü bana çevirmese bile bakışları üstümdeydi, öyle düz bakıyordu ki sözlerini yanlış yorumlayan benmişim gibi suçlu hissetmeme bile neden oldu.

 

"Bu uygunsuz bir şeydi değil mi?" Sargıları sarmaya geri döndüm.

 

"Kesinlikle."

 

"Evli kadınlara böyle ahlaksız şeyler teklif etmemelisin," dedim fakat cümlem başka bir evrende bitmiş gibiydi. Saniyeler çift basamaklara devrilmeden Kılıç beni kucağına çekmiş ve hazırlıksız oluşum yüzünden göğsüne çarpıp hala sağ olup olmadığımı anlamaya çalışmıştım. Ani hareketi çığlık atacak vakit bulmama bile izin vermemişti ve düşmemek için beni sarsana tutundum sıkı sıkı.

 

"Bilerek yapıyorsun." Çenesini kulağımın arkasına sertçe bastırdığı için dişlerinin neredeyse birbirine saplandığını anlayabiliyordum, pençelerine düşmüş bir düşmanmışım gibi çıkmıştı sesi. Kolu belimi öyle sıkı sarmıştı ki kalkmak için ettiğim hareketlerin hepsi kucağında boğulup ölüyordu. "Cezalarımı seviyorsun değil mi Karnelyam?"

 

Dehşet seviyede hükmediciydi, zihnime bile saplanmıştı baskısı, sesimi çıkaramıyordum. Yaralı omzunu zorlayarak saçlarımı boynumdan çekti ve vakit kaybetmeden çenesini boynuma yerleştirdi. Kaçmak için kıpırdandığımda beni daha da sıkı şekilde sarıp kasıklarına doğru çektiğinde vücudunun tüm sert kısımlarını vücudumun ona değen kısımlarında hissedebiliyordum. Kasıklarından kasıklarıma saplanan sertlik nefesimi kesti, başımı bulabildiğim minicik özgürlükle havaya kaldırıp ciğerlerime hava sıkıştırmaya uğraştığımda dudaklarının tohumlarını ekebileceği düz bir araziye dönüşmüştü boynum. Kuru dudakları bir öpücük bile almadan boynumda gezindi özgürce.

 

"Bırak beni Kılıç. Bu, anlaşmayı ihlal etmek." Dudakları sesime şekil veriyordu boynumdan. Sıkı tutuşu, altımdaki sertlik, kuru dudakları aklımı kaçırmama neden olacaktı.

 

"Bana, sana geldiğim gibi gel Karnelyam." Sesi öyle yakındı ki ses tellerimi titretecek kadar.

 

Dilinin yakıcı sıcaklığı boynumdan kulak mememe kadar kaydı ve acı verici bir ateşe elimi sokmuşum gibi inledim. Ardından dişleri boynumdan aşağı bir neşter gibi indi. Dilinin ıslaklığı hala oradayken dişleri kanımı akıtmış gibi hissediyordum. Kıpırdamama bile izin vermeyen adamın kollarında kilometrelerce koşmuş gibi soluk soluğa kalmıştım. Dişleri ve dudakları boynumun her yerini milim milim dolaştı, yudum yudum içti tenimden ve iradem böylece kırıldığında gözlerim kırpışarak kapandı.

 

"Bir gün seni öldüreceğim Kılıç Kül," dedim yoğunluğuna dayanamayarak. Tam şu noktada pes etmiştim ancak geleceğe dönük bir vazgeçiş olduğunu sanmasın diye bunu söylemek zorundaydım sanki. Bu bir görevdi ve ben de yerine getirmiş, artık yükümlülüklerimden azat olduğum için bacaklarımı açıp adamın beline sarmıştım bir an sonra. Sertliğini en yumuşak noktama getirdiğimde gırtlaktan gelen sesi başımı daha da geriye atmama neden oldu.

 

"Bunu yapmadan önce tanışman gereken biri ve alman gereken bir ceza var Karnelyam." Sesi artık tamamen gırtlaktan ve benim gibi nefes nefese geliyordu, titreyen elini omzunu zorlayarak çeneme sapladı, dudaklarımı dudaklarının karşısına alırken kalçalarını yatakta bir nebze kaydırıp kasıklarındaki uzunluğu bana daha da batar hale getirdi ve bunun üzerine elektriğe kapılmış gibi aynı anda ateş ve buzla çarpılarak adamın dudaklarına inledim. İnleyişim önemli bir sırmış gibi ağzıyla onu boğdu ve kendi inleyişimin titreyişini onun boğazından tattım.

 

Baskı dayanılmazdı, hem Kılıç'ın somut baskısı hem de içimdeki görünmez ellerin beni patlama noktasına getiren baskısı.

 

"Cezam bu mu?" Henüz bana layığıyla dokunmamış olsa bile çaresiz, ağlak bir arzu çarpışması yaşarken sesim de aynen öyle çıkmıştı.

 

"Sen söyle, daha fazlasına katlanabilir misin?" Bunun bir ima olduğunu, devamına giden yola karar vermesi gerekenin ben olduğumu hatırlattı bana. Ona asla devam etmesini, daha ileri gideceğimizi söyleyemezdim, asla!

 

Dudaklarımı bu kez gerçek bir öpücük için onunkilere bastırdım, bacaklarımın arasındaki sert uzunluğa sürtünürken titriyor, inliyordum. Bana hissettirdiklerinden, beni düşürdüğü durumdan nefret ediyor ve onu mahvetmek istiyordum her anlamda. Dili bu nefreti tadıyordu, bir kan emici gibi dudaklarımı tüketirken nefretimi de emerek benden kurtaramaya çalışıyordu. Bunun için sağlam eli eteğimi sıyırıp çıplak kalan bacaklarıma masaj yapıyor ve ona karşı koymamam için beni gevşetiyordu.

 

Aramızda incecik çamaşırlarımızdan başka bir şey yokken onun bir çelik kadar sağlam sertliğini canım acıyacak kadar iyi hissediyordum. Ellerim gövdesinden inip fermuarına kadar kaydı fakat donup kaldılar. Düzgün çalışmayan zihnimden komut bekliyorlardı, Kılıç kalçalarını kaldırdı devam etmem için ve birbirimize karışmış haldeyken ellerim onun verdiği komutları benimkilere eş görüp itaat etti. Fermuarının sesi ahlaksız bir tınıya dönüşmüştü.

 

"Kılıç." Yabancı bir ses ikimizi çevreleyen arzu duvarını camlaştırmış ve büyük bir gürültüyle yere saçılıp bizi kendimize getirmesine neden olmuştu. Kılıç tam bir nefret soluğu verdi yüzüme karşı, kaskatı kesildiğinde alnı alnımı delip geçecek kadar sertti. Duraklarım hassas, şiş ve ani yoksunluktan buz gibi olduğunda gözlerim hala kapalıydı.

 

"B-ben özür dilerim, şey," diye kekelemeyle başladığı cümlenin devamı gelmedi arkamdan, çekip gitmedi de gelen. Ses Sezma'nındı. Kılıç tutuşunu gevşetti ve yere yapışacak olsam bile titreyen bacaklarımla onu iterek kalkıp geri geri ilerledim.

 

"Karnelyam," derken Kılıç sanki acı çeker gibi inlemişti, bu kaçmamam için çaresiz bir yalvarıştı aslında. Sanki ölmek üzereydim, sanki biri bana silah doğrultmuştu, bir darbe bekliyordum. O darbe ardımda kalan kadına çarptığımda geldi ve arkamı dönüp koşarak kaçtım. Nereye, kime gideceğimi bilmeden koşuyordum. Fakat yapayalnızdım.

 

Kahretsin ki yalnızlığım öyle derindi ki koştukça ondan kaçıyor muydum yoksa koştuğum o muydu kestiremiyordum bile. Çığın altıydı yalnızlık, ben tam olarak oradaydım.

 

🕑

Duman zihnimi balçık gibi sıvamış, ağırlaştırmıştı fakat yine de ablamın beni sarsmalarına kayıtsız kalamayıp gözlerimi açtım.

 

"Bina yanıyor Karnelyan, annemi bulup çıkmamız lazım."

 

Beyaz geceliği ve solgun yüzüyle bir hayalet gibi dikiliyordu başımda. Sıcak bir düşten uyanır gibi kalktım yataktan, ne olduğunu algılayacak kadar ayık değildim. Ablam kendi başıma kalktığımı gördüğünde yataklarımızı geçip dolaptan bizim için paltolar çıkardı. Dumanın kokusu ve odanın doğal olmayan sıcaklığı beni içimde buzdan bir rüzgar esiyor gibi titretiyordu.

 

"Karnelyan hadi! Çıkmamız lazım buradan."

 

Sonunda ayaklarım zeminle buluştu, taş beklemedik derecede sıcaktı. Şayet bina yandığı için olmasaydı bu sıcaklık çok hoşuma giderdi, annem on üç yaşına geldiğim için içi yünlü patiklerimle yatamayacağımı söylüyordu ama sabahları soğuk zemine basmaktan nefret ediyordum.

 

Yerimden kalkmama kalmadan kapı kilidinin yuvasından tıkırtılar geldi, birileri arkasından bağırıyordu fakat hiçbir şey anlayamıyordum. Ablamın genç yüzünü saran korkuyu, kapıya sırtını yaslayıp gelenlere izin vermemek için duyduğu kararlılığı gördüğümde bu çok kısa sürdü. Saniyeler içinde ablam sertçe itilen kapı yüzünden odanın içine savrulup dizlerinin üzerine düştüğünde saçları etrafında uçuşup yüzüne düştü.

 

"Malum prensesleri daha iyi korumaları gerekiyordu," dedi içeri dalan korkutucu adam. Ağzı ve burnunu siyah bir bezle sarmıştı dumandan daha az etkilenmek için. Ablamı saçına doladığı parmaklarıyla kendine çekti ve ablam boşlukta tutunacak yer arayarak adamın göğsüne çarptı.

 

"Git Karnelyan," dedi ablam bir el ağzını kapatmış gibi belli belirsiz. Donup kalmıştım korkudan.

 

"Kamer Mahver Serenyum gezisine giderken size ne olacağını düşünmemiş belli ki."

 

Ablamın göz yaşları yüzünden iki derin yol çizmişti fakat sesi hiç çıkmıyordu. Göğsü inip kalkıyordu bir avcı peşinden koşuyormuş gibi hızla.

 

"Bırak ablamı," dedim çatallı sesimle hala ayağa kalkamamışken. Ablam sesimi duydu ve bu onun sesinin kilidini çözdü. Gırtlaktan kopan hıçkırıkla sesli ağlamaya başlamıştı. Tüylerim diken diken oldu, onu ağlarken görmekten nefret ederdim. Öyle nefret ederdim ki babam ne zaman ona ters bir şey söyleyecek olsa babamın benden nefret edeceği kadar büyük tartışmalar çıkarır, sorunlar yaratır ve ablamı hedef olmaktan kurtarmak içimden bir akarsunun sorunsuz aktığı gibi akar gelirdi hep.

 

"Kamer Mahver de bir şafak vakti ailesi ile uyuyan, her şeyden habersiz kralı soyuyla birlikte katletmişti kızlar. Sorunumuz sizinle değil ama soyunuzdan ilk ölen siz olacaksınız, üzgünüm." Bir kolu yığılmak üzere olan ablamı dengede tutarken öteki kolu arkaya kaydı ve belindeki kemerden çıkardığı silahı ablamın güzel kızıl saçlarının arasına daldırdı. Göz yaşları tokat gibi hızlıydı, görüşüm çok ani şekilde bulandığında boğazımdan kopan hıçkırık beni boğacak gibiydi.

 

Elimi yastığımın altına uzattım çocuksu bir öfkeyle. Adam ablamı geri geri çekerken onu şimdi öldürmemesini diliyordum. "Seryum'un her yerinde senin güzelliğin anlatılıyor Süva," diyordu burnunu ablamın saçlarına bastırarak. Ablamın kusmak üzere olduğu her halinden belliydi. "Belki seni hemen öldürmem." Ablamın omzunu saran kol karnına indi ve ablamı kendine daha çok bastırdığında göz yaşları kapalı gözlerinden daha hızlı akmaya başladı. "Belki yönetimi eski haline döndürür ve yeni kral ben olurum. Seni haremime almak için sağ bırakmamı ister misin?"

 

Süva boğulur gibi bir ses çıkardı, babam günler önce Serenyum'a gittiğinde odasından çalıp yastığımın altına koyduğum tabancayı çıkarıp adama doğrultmak için o anı seçtim.

 

"Ablamı bırak yoksa seni öldürürüm."

 

Bu oyuncağımı aldığı için arkadaşıma savurduğum boş tehditlerden biri değildi. İlk kez söylediğim bu söz gerçekti. Ablamın gitmesinden, onu bir daha görememekten öyle korkuyordum ki daha önce kullanmadığım bu tehlikeli aleti kullanmak daha az korkutucu hatta ablamsız kalmak korkusunun yanında bir hiçti.

 

Burnunu ablamın teninden çekip bana baktı, yüzüne sardığı bez kaymıştı ve dudaklarını büküp beni küçümsediği görünüyordu. "Babana ne kadar benziyorsun, seni öldürmelerine kral olsam bile engel olamam." Tükürükler saçarak sarf ettiği cümleler ablamın saçlarını titretti.

 

Süva gözlerini açabildi adam onun kokusundan uzaklaşınca. Bu kez daha büyük korku vardı gözünde. "Karnelyan, bırak onu bebeğim," dedi Süva sanki tehdit altında olan benmişim gibi korumacı şekilde.

 

"Süva'yı bırak!" Ayağa kalkmak için bulduğum güç ablamı korumak için gelen güçtü.

 

Babam gittiğinden beri kraliyet düşkünlerinin nefreti gözüme daha büyük görünmüştü ve elimde onun tabancası olduğu için memnundum.

 

"Üzgünüm çocuk, hiç şansın yok," dediğinde adam silahı hemen yüzüme doğrulttu. Geriye doğru bir adım attığında Süva'yı kendisiyle sürüklediği için ablam yalpalayarak adamın göğsüne çarpmıştı. "Seninle ilgilenmek için gelecekler, vaktin varken sağ olmanın tadını çıkar küçük."

 

"Karnelyan kaç!" dedi ablam boğulur gibi, iki eliyle adamın onu saran koluna tutunuyordu. Kirpikleri yaşlarla birbirine karışsa da bana bakmakta ısrar ediyor, beni yönlendirmeye çalışıyordu. Beni koruyamazdı fakat ben onu koruyabilirdim. O an iki ateş sesi yükseldi, mermilerden biri ablama öteki bana denk gelmişti.

 

Yere düşen ilk kişi ben oldum, ablamı tutan adam donup kaldığında Süva düşmanın kollarındayken ölümü karşılamıştı.

 

Ablam yere bile düşemeden ölmüştü, ben yere çarpmıştım bir uçurumdan düşmüş gibi fakat sağdım.

 

🕑

Uyluğumun içindeki hasarlı ve yıllardır hissiz olan pürüzlü tenime dokundum pantolonumun üstünden. His kaybı olan doku elimde harlı bir ateş olsa bile bundan etkilenmezdi. Keşke etkilenseydi, Süva'yı öldüren mermi bende yalnızca acı bile çekmeyen bir doku bıraktığı için kendimden nefret ediyordum, en büyük korkumu, onsuz kalmayı kendime yaşattığım için kendimden nefret ediyordum, krallığa dair sempatisi olan herkesten nefret ediyordum, onu yıkan babamdan nefret ediyordum, onu geri isteyenden nefret ediyordum.

 

"Sayın Karma, Bay Seryum'un size karşı olan zayıflığını çok evvelden öğrenmiştik fakat eğer onun büyüsüne kapılmayacağınızdan tümüyle eminseniz bizim ve ülkeniz için çok faydalı olacaktır bu. Siz."

 

İlk gördüğüm DYK üyeleri yalnızca bir kişi eksilerek yeniden gelmişti. Gözünün altında damardan düğüm olan üye odada dört dönerken dondu ve başını bana çevirdiğinde "Keskin Karma ordusunu çekip Seryum'a gelmeyi planlıyor, bir can pazarı yaşanmasını istemiyorsanız güçlü olmalı ve bu işi halledecebileceğinizin teminatını vermelisiniz," diye konuştu tane tane.

 

Ve en yeni nefretim Dünya Yönetim Kurulu'ydu. Kılıç'ın odasından çıktıktan sonra kendimi arşive kapatmış ve sanki kimse beni bulazmış gibi rafların arasına çöküp soluklanmıştım. Ancak Batın eliyle koymuş gibi bir saatin ardından beni dosyaların arasında bulduğunda DYK'nin geldiğini, benimle görüşmek istediklerini haber vermişti. Kılıç'a ne kadar yaklaştığım aklıma gelince midem düğüm düğüm olurken o yakınlıktan kurtulmak için DYK'ye her şeyi ama sahiden her şeyi anlatmaya karar vermiştim.

 

"Bunu yapabilirim, benim için özel olan ayrıntıları dahi sizinle paylaştığımı göz önünde bulundurursanız bundan daha iyi bir teminat bulamazsınız."

 

Çaprazımda oturan adam sandalyesinde geri yaslanıp beni ayrıntı atlamaktan korkar gibi incelerken konuşmaya başladı. "Yüce meclisin katledilen üyelerinin yerini doldurmak için Bay Seryum her yeni gün bir isimle geliyor ve rejim değişikliği oylamasını erteleyebilmek için yeni adayların sorgulamalarını epey uzun tutmak durumunda kalıyoruz. Meşhur Avcı konusunda düşünceniz nedir? Şüphelendiğiniz bir isim var mı ya da bir grup? "

 

Rahat görünmeye çalışarak geri yaslandım ancak bu sorunun muhatabı olmak hiç beklediğim bir şey olmadığı için kollarım göğsümde bağlı bir şekilde beni güvende hissettirmeye çalışıyordu.

 

"Hiçbir fikrim yok, kaçırıldığım gece üç bakanı önce bu cinayetlerle alakalı sanmıştım ancak dünya üzerindeki herkes olsa bile onların olamayacağına eminim artık."

 

Yeniden en hükmedici olan ortamı buz gibi yaparak konuşmaya başladığında bana dönüp ayakta dikiliyordu.

 

"Kim ya da kimler olduğunun şimdilik hiçbir önemi yok, oylamayı geciktireceğinin farkında olduğu belli ve bu, acı da olsa işimize yarıyor. Bay Seryum evrensel bir tehlike olduğunu duyurmadığı müddetçe cinayetleri durdurmak için harekete geçmeyeceğiz."

 

Bu konuda kafamda binlerce soru olsa da cevaplayacak kimse olmadığı için sessiz kalmayı tercih ettim.

 

"Bay Seryum'un bu ay olacak DYK toplantısına katılmasını sağlamalısınız, kendisi adına konuşacak bir sözcü ya da babanızın yaptığı gibi bir danışman göndermesini istemiyoruz. Fiilen katılmasına ihtiyacımız var."

 

"Bu neden bu kadar önemli?"

 

Pencerenin önünde dikilen üye yanıtladı beni. "Başkentin bir gün bile olsa savunmasız kalmasını değerlendirebiliriz. Bay Seryum'un döneceği bir koltuk olmaması için elimizden geleni yapacağız."

 

Boğazımı saran etlerin bir an şiştiğini ve kendi kendimi boğduğumu sandım, yutlunarak sakinleşmeye çalıştığımda üç üye de büyük bir dikkatle tepkilerimi izliyordu.

 

"Ne yapmayı düşünüyorsunuz?"

 

"Şartlar gösterecek."

 

Ve toplantı bitmişti. Ülkem için DYK'ye güvenmek zorundaydım ve babamın bunu onaylayıp onaylamayacağını merak ediyordum. Çekip gitmiş olsa bile Seryum ile ilgili kararları verirken babama ihtiyaç duyuyor ve bundan utanamıyordum bile. Odama yürürken ceketimi çıkarıp koluma astım. Kılıç'ı toplantıya katılmak için ikna etmem gerektiğini yalnızca düşünmek bile beni ateşli bir yolda yürüyor gibi yakıyordu. Onu ikna etmek için ona yakın olmalıydım halbuki bugün olanlardan sonra yüzüne bakabileceğimden bile emin değildim.

 

Nöbetçi asker kapımı açtı, odama girdiğimde ceketimi yazı masamın üzerine savurup gömleğimin düğmelerini çözmeye başladım hemen. Düşünmem, plan yapmam ve güçlü olmam lazımdı. Utanabilecek kadar özgür değildim çünkü Kılıç'a yakın olmak benim görevimdi. Ondan bir şeyler öğrenebilmek ya da yalnızca onu öldürebilmek için bile yanıbaşında olmam gerekliydi.

 

Omuzlarımı dikleşririp soluklandım rahatlayarak. Gömleğimi omuzlarımdan sıyırıp ceketimin üzerine atarken kendimi ikna etmiş olmanın hafifliğiyle mayışmıştım. Pantolonumun fermuarını indirip yere düşmesine izin verirken beni yerimden sıçratacak bir sesle daha yüksek bir çığlık kopardığımda banyomdan çıkıp odama dalan Kılıç donup kalmıştı.

 

"Manyak, hasta! Odamda ne halt ediyorsun?"

 

Dantel iç çamaşırlarımın üzerinde yoğunlaşan bakışlarını savuşturmak için kollarımı gövdeme sardım, Kılıç sergide bir sanatçının en iyi eserini izler gibi izlemeyi sürdürünce bir bacağımı ötekinin önüne atıp külotumu gizlemek için zayıf bir girişimde bulundum hızla.

 

"Benim sözünde duran tatlı Karnelyam, sana nasıl gelirsem bana öyle geliyorsun değil mi?" Sesini şaka yaptığını anlayayım diye yumuşak tutmaya çalışsa bile kör bir bıçak gibi daha acı verecek derecede keskindi. Sabah konuştuklarımızı unutmadığını belli ediyordu fakat keşke ben onları unutabilseydim. Bakışları saç diplerimden aşağı doğru kayar gibi vücudumda süzülürken "Ve senin de tam şu an benim yaptığım gibi arkanı dönmek gerekiyor!" diye bağırdım ama sesim resmen öfkeyle boğuluyormuşum gibi hırıltılı çıktı.

 

Gözleri uyluğumun içindeki büzüşmüş deriye takıldığında gözlerindeki arzu perdesi şak diye yere çarptı ve kaşlarının ani çatıklığı gözlerini kararttı. Ben onun yaralarına bakmamak için özen gösterirken o benimkini bedenim yalnızca o izden ibaretmiş gibi baktığı için öfke kusmak, bağırmak, ağlamak ve kendimi yerlere atıp havayı tekmelemek istiyordum.

 

"Defol Kılıç! Siktir ol git odamdan!" Sadece bakışları beni nefes nefese bıraktığı için zor konuştum. Bakışlarını gözlerime kaldırmak ve çekip gitmek yerine arkasında onu iten bir el varmış gibi bana yürüdü.

 

Onun yakınlığına şu an dayanamazdım, buna bu kez katlanamazdım. Varacağı yerden çekildiğimde eli beni hızla yakalayıp yerime sabitledi.

 

"Bu iz nasıl oldu?" Meraktan çok öfke hakimdi sesine.

 

"Sana ne! Ben seninkilerin hikayesini sormadım o yüzden ben de anlatmayı düşünmüyorum."

 

İşine yarayacak şeyi söyleyene kadar beni duymayacak gibi bacağıma bakmaya devam etti. Parmak uçları merminin sıyırıp gittiği izin bir santim altına kondu ve dokunuşu ne kadar hafifse de ittiğim eli güçlü şekilde orada kalmaya devam etti. Elim bileğinde kaldı.

 

"Acıyor mu?"

 

Bacağımı geri çekmeye çalıştım, eli uyluğumu yakalayıp beni kendine çarptı. "Hayır acımıyor. Hadi, defol git şimdi."

 

"Ne zaman oldu bu?"

 

Gözleri eski dikişlerime dikilmiş gibi, iplikleri zorla kopararak oradan ayrıldı ve gözlerime baktı yara onunmuş ve onu açan benmişim gibi.

 

"On üç yaşındaydım," dedim bu kez direnmeyi tamamen bırakarak, her anlamda çıplak bir halde karşısında dikiliyordum. Eli bacağımın içinde akmaya başladı aşağı ve yukarı doğru, yaramın talihsiz hikayesinin ağırlığına rağmen adamın sıcak elinin bacaklarımın arasındaki baskısı daha ağırdı ve bir an için gözlerimi kapatmak için kendime zaman tanımak zorunda kaldım. Yara izimi avcu bir yara bandı misali kapattı.

 

"Kim yaptı sana bunu?"

 

Bana yaklaştığını, tutuşunun sıklaştığını, kavuran sıcaklığını çok derinden hissettim. Çıplak tenim ona kendini savurmak için kabarmıştı resmen.

 

"İlk kraliyet yanlısı ayaklanmada odamıza dalıp kral olacağını iddia eden bir adamdı. Odaya benim için gelmemişti, ablam için oradaydı."

 

Gözlerim hala kapalıyken Kılıç'ın nefes borusuna asit sızmış gibi aldığı hırıltılı, sıkıntılı nefesi işittim. Elini uyluğumdan çektiğinde belime sarıp göğsümü göğsüne bastırdı.

 

"Ne oldu ona?"

 

"Öldü," dedim o vakitte odada olan herkesi kast ederek. Sıktığım mermi adama gitmese de, onu öldürmeyi başaramasam da babamın onu bulup öldürdüğünü biliyordum. Şimdiyse Süva'nın öz kızı olmadığını biliyordum beni kollarında teselli eden düşmanım sayesinde.

 

"Bana güvenmen için ne yapabilirim söyle bana," dedi tane tane. "Sınırlarımı zorla, benden isteyebileceğin en zor şeyi iste ve senin için yerine getirdiğimi gör."

 

Şaşkınlıkla açtım gözlerimi, Kılıç kendinin diğerlerinden farklı olduğunu göstermek için gözlerime delici bir yoğunlukla bakıyordu.

 

İkimiz de çevremizi bir kapan sarmış gibi kıpırdayamıyorduk yerimizden. Kılıç'ın yakınlığına alışmak zordu fakat kolayca bunu kabul edebiliyordu bedenim. Günlerdir yanında sessizce oturmuş, işlerini yaparken onu izlemiş ya da toplantılarda konuşmalarını dinlemiştim. Aramızdaki şey zaten bu kadar olmalıydı ama ikimiz de bedenlerimizin birbirine değerken nasıl hissettirdiğini bir şekilde biliyorduk ve bundan vazgeçmek zorunda olduğumun farkında olan Kılıç yara almama neden olan o aşağılık kral bozuntusu gibi olmadığını ispat etmek istiyordu. Ona güvenmem için resmen yalvarıyordu.

 

İnsanların fazla hayvani dürtüleri vardı, bu her zaman bana ilginç gelmişti. Kılıç ne kadar güçlü ve kontrollü biri olsa da şu an tamamen dürtüleriyle yanımdaydı, onu bana getiren buydu. Bunun farkındaydım, yıllarca ben onun için bir dürtüydüm. Onun zihnini hep meşgul etmiştim.

 

"Sınırlarını zorlamamı sahiden istediğine emin misin?" Ruhu karşımda çıplakken kendi çıplaklığım sorun olmaktan çıktı. DYK için bana fahişe diyen insanları haklı çıkaracak kadar ileri gider miydim? Gitmemeliydim.

 

Bana yakın olmak için duyduğu muhtaçlığı gözlerinde görmekten öyle memnundum ki cesaretim gittikçe artıyor, başımı dik tutmama yarıyordu. Kılıç'ın karşısında yükselmem için onun alçalması gerektiği gerçeğini düşündüm fakat hemen düşünceleri silip yetersizlik hissinden kaçtım. Kılıç bana böyle bakarken yetersiz hissetmemeliydim, sınırlarını zorlamamı isteyecek kadar gözü dönmüş bir adam beni yetersiz görüyor olamazdı.

 

"Eminim, yap bunu."

 

"Gel benimle Kılıç, sana gerçekten güvenmem için sınırlarını alt üst edeceğim."

 

 

Loading...
0%