Yeni Üyelik
24.
Bölüm

bölüm23|"Güvenilmez Hisler, Hissedilmez Ten"

@almelia

Bir erkek ve bir kadın arasında yoğun bir bağ varsa düşmanlıklar önemini yitiriyordu, bunu yaşayarak öğrenmiştim. Kılıç bana elinde Karnelyan taşlı hançeri ile yaklaşacak olsa onun yakınlığı yine de kasıklarımda zulmedici bir sızı bırakırdı. İnsanlığın ne kadar ileri gittiğinin hiçbir önemi yoktu kadın ve erkek karşı karşıya geldiğinde. Onun arzuyla boğulan bakışlarıyla karşı karşıya geldiğime göre ona karşı koyamazdım.

 

Yüzü yüzüme eğikse de pantolonunu zorlayan sertliğin baskısını benden söküp almıştı, onu daha iyi hissetmek istiyordum ve dünya üzerindeki tek bir kutsalın bile şu anın hissettirdiği büyüyü hissettiremeyeceğini bilerek anda kaybolmak istiyordum. "Durma," diye fısıldayabildim zorlukla. Yüzünü kavrayıp dudaklarının tadına yeniden bakabilmek için onu kendime çekerken adamın göğsünde bir yırtıcının sesi gürlüyordu. Bana karşı her zaman nazik olacağını bilirken bu kadar vahşi görünmesi daha fazla kıvranmama neden oluyordu. Bir saniye yüzüme bir mucizeye bakar gibi baktıktan hemen sonra kapkaranlık bir maske yüzünün her yanını sardı. Sonunda şişmiş nemli dudaklar benimkilerin arasındaydı. Kılıç'ın sert elleri dizlerimin üzerindeki çorapları aceleyle bileklerime sıyırıp ayakkabılarımla birlikte yere düşürürken dudaklarını dudaklarımdan ayırırsa dünyanın sonu gelecekmiş gibi dikkatliydi.

 

Çıplak bacaklarımı tüy gibi bir dokunuşla tırmanan parmaklar sonunda iç çamaşırımın yanlarını kavradı. Onu çekip çıkarması için kendimi kaldırmama fırsat vermeden kumaşı dikişlerinden çekip kopardığında sert bir rüzgar ıslaklığımı kurutmak ister gibi esti sandım. Parçalanmış kumaşı cebine ittikten hemen sonra Kılıç uzun, sıcak ve sert parmaklarını bacaklarımın arasındaki sırılsıklam organa değdirdiğinde ondan bana dolan sıcaklık gözlerimin arkaya kaymasına neden oldu. Kasılan bedenimin rahatlaması için Kılıç geri çekildiğinde başını eğip aramızda olan elini izledi ve bakışları bir noktaya sabitlediğinde nefesinin kesildiğini duydum. Bana sonunda özgürce dokunabildiğini idrak ettiği ana bizzat şahit oluyordum, adam bir elini belime yerleştirdikten sonra üzerime eğildiğinde saç uçlarım masaya değene kadar geri itti beni.

 

"Tatlı Karnelyam, tadın da öyle mi?" Soru değil bir ölüm tehdidiydi sanki bu. Artık onun için daha erişilir ve görünür olduğuma karar verdiğinde ıslaklığımı parmağının ucuyla ileri geri yayan elini vahşi bakışlarla izlemeye bir son verip elini benden uzaklaştırdı. Ardından ıslaklığımla parlayan üç parmağını dilinin üzerine bıraktı ve dudaklarını üstüne kapattı. Bu görüntü sırtımda patlayıp göğsümde çınlayan bir iniltiyi dudaklarımdan kaçırmama neden oldu. Gözlerini kapatmaya korkar haliyle kirpikleri titriyor fakat parmaklarını ağzından çıkarıp yutkunurken leziz bir şey tatmış gibi hoşnutlukla gözlerini yummaktan kendini alıkoyamıyordu. Ellerini benden uzak tutamıyordu, hele ki şu an bu konuda tamamen özgürken.

 

"Bu kez rüya olmadığını söyle," dediğinde boğuk sesi yüzünden kelimelerini anlamakta zorlanmıştım. Kulaklarım uğuldar, dizlerim titrerken daha fazla içimdeki baskıya direnemeyeceğimi bilerek "Değil," diye soludum hemen. Ve bu adamı harekete geçirmeye yetti elini vajinamdan çektiğinde sızlanmama vakit tanımadan masanın üzerinde tamamen yatmam için beni geri itti, iki eli üzerimdeki şifon gömleği ortadan ikiye ayırdı ve düğmeler etrafa saçılırken Kılıç gözlerini bile kırpmadan sütyenimin dantel kumaşına dişlerini geçirip haykırış dolu ses çıkaran çamaşırımı parçaladı. Korkmam gerektiğini bile bile sıcak ağzını açıkta kalan göğsüme yapıştıran adamın saçlarına asılıp onu kendime daha da bastırmaya engel olamıyordum. Meme ucuma değen dilin ilk teması beni acı içinde uzun uzun inlettiği için adam şevkle meme ucumu dişlerinin arasına alarak acı ve zevkten kafamı karıştırdı ama dili hemen bir kedi gibi yarattığı acıyı dindirmek için oradaydı. Yaşadığım zevke akıl sır erdiremezken gücümü tamamen yitirdiğimi biliyordum. Bu zevkin yasal olması mümkün değildi. Kılıç tek eli ile memelerimi avuçlayıp ağzını üzerlerinde gezdirirken gözlerim yaşlarla buğulanmıştı. Ona izin vermeme ihtimali aklıma geldiğinde bile kahroluyordum çünkü bu bağımlılık edici histen mahrum kalmanın düşüncesi bile katlanılmazdı.

 

Ellerimi omuzlarına yerleştirip bir boşluk bulmaya çalıştım, üzerimdeki her şeyi bir paçavra gibi kenara atıp üzerime eğilen adamın gömleğinin tek bir düğmesi bile yerinden oynamamıştı. Onu yukarı çektiğimde dudaklarının kenarı ıslaktı ve dilinin sıcaklığı uzaklaştığı için göğsüm buz kesmişti, acı verecek kadar. Onu kendime bastırmak istesem de dudaklarımı dudaklarından ayırdım ve boynumu onun için açtım. O esnada titreyen buz gibi parmaklarım adamın düğmelerini çözmeye çalışıyordu. Aç sesleri, ıslak öpücüklerinin şapırtısı bile kasıklarımı titretmeye yeten adam onu soyma girişimimden aldığı zevkle erkeksi bir inleme çınlattığında kalbimin duracağını sandım. Bacaklarımı beline dolamış, sertliğini aç kıvrımlarıma doğru çekmeye çalışsam da düğmeleri çözdüğümde omuzlarını itip doğrulmasını sağladım. Gömleğini sıyırıp olduğu gibi yere bıraktığında yaralar ve kaslarla dolu gövdesini yalamak için duyduğum delice istek beni yakıp tutuşturuyordu. Dirseklerimden destek alıp doğruldum ve Kılıç ne yapacağımı görmek için tenimi ateşe veren bir dikkatle süzerek bekledi beni. Masanın üzerinde otururken başım kalbinin hizasına geliyordu ancak, şikayet etmeden öpüşleri ile şişmiş, karıncalanan dudaklarımı önce kalbinin üzerine bastırdım ve gözlerimi kapattıktan sonra rastgele öpücükler yaymaya başladım yara izlerine.

 

"Eğer böyle bir sahne yaşayacağımı bilseydim gövdemde yarasız tek bir santim bile bırakmazdım." Bu sözlerin hüzünlü olması gerektiğini biliyordum ancak sesi, nefes nefese söyleyişi günahın ta kendisi gibi tınlarken bacaklarımın arasından vücut sıvılarımın masanın cilalı yüzeyine aktığını hissetmeme neden oluyordu. Ellerim pantolonunun kemerini buldu, onu çekip çıkarmak, aramızdaki engelleri kaldırmak isterken daha büyük bir engel ellerimin üzerine kondu ve ellerimi pantolonundan uzaklaştırdı. Aceleyle yüzüne baktım neler olduğunu anlamak için.

 

"Bu benimle ilgili değil," dedi ellerimi bırakıp beni yeniden masaya yatırırken. Sırtım soğuk zeminle buluştuğunda Kılıç uzun uzun çıplak her zerremi kapkara gözlerle izledi. Çıplak göğsü tehlikeli bir biçimde ağır ağır inip kalkıyordu. Tuzağa düşmüş çırpınan bir avdım sanki ve o yalnız bunu izleyerek bile midesinde tokluk hissedebilecek bir avcıydı. Ancak sonunda yırtıcı imajının dudak kenarları aç bir salyayla ıslanmış gibi kaşlarını çattı adam. Kollarını dizlerimin altından geçirip bacaklarımı kaldırdı ve iyice aralayıp dudaklarından sıvılar süzülen vajinama bakmaya başladı.

 

"Benim için," dedi. "Bu ıslaklık benim için. Bana ait."

 

"Bir şey yap," diye yalvardım fısıltıyla. İçimdeki ve dışımdaki her bir zerre titriyordu ihtiyaç içinde. Ve adam yiyip bitiren bakışlarına bir son verip başını bacaklarımın arasına yerleştirdiğinde bacaklarımı omuzlarına koymuş ve kalçalarımı masadan düşme tehlikesi yaşayacağım kadar uca çekmişti. Sadece saniyeler içinde hayvani bir istikrarla önümde diz çöktüğünde olan biteni kavrayacak vaktim olmamıştı. Ta ki kaynar bir su gibi sıcak dili ıslak organımı boydan boya gezene kadar. Dudaklarının oradaki sinir düğümlerinin üzerinde kurduğu baskıyı hissettiğim ilk an benim kahrolası miladımdı.

 

Burnu klitorisimi zorlarken dilini içime kaydırdı ve bundan zevk alması gereken oymuş gibi çıkardığı ilkel seslerle başımı arkamdaki masaya çarpmama neden oldu.

 

"Vahşi bir hayvandan farkın yok senin," diye tısladım çünkü her bir hücremi kıpır kıpır ettiğinin farkındaydı ve zevk aldığı gürleyerek ıslaklığımı üşüten soluklarından belliydi. Karanlık gülüşü bacaklarımın arasında titreşti. Hakaretim onun aldığı en iyi övgüymüş gibi bir şevkle dilinin yanına kalın parmağını ekleyip içime ittiğinde saçlarına asılıp yüzünü kendime bastırmaktan başka yapacak hiçbir şeyim kalmamıştı. Dudaklarının öpücükler bırakarak sağ uyluğumun içindeki hasarlı deriye ilerlediğini anlayabiliyordum. Hissiz deriye attığı dil darbelerini görmekten çok duyuyordum ve kurşun izinin çevresine değen dikensi sakallar sayesinde yarama özel bir ilgi gösterdiğinin farkındaydım. Hissedemesem de hissedebiliyordum bunu.

 

"Adımı söyle," diye kükredi çok uzaklardan geldiğini sandığım sesi. Parmağın giriş çıkışları hızlandığında darbeleri karşılamak için kendimi yukarı itmeye o kadar odaklanmıştım ki gözlerimi ve zihnimi açık tutamıyordum.

 

"Unutmam gerekmiyor muydu?" diye sorabildim kıvranırken. Dili uyluklarıma akan sıvıların üzerinde gezerken bir an istikrarlı giriş çıkışları duraksadı. Elim hızla bileğine ulaştı hareket etmesi için fakat ilk kez duyduğum kahkahası öyle ani yükseldi ki yalnızca bu ses bile parmaklarından daha büyük bir baskı içimi talan ediyormuş gibi titrememi sağladı. Gerçek bir kahkahaydı, samimiydi ve her türlü başka manadan uzaktı, bu sesi bu özel anda duymuş olmanın tezatlığına rağmen kendimi bir mucize yaratmış gibi hissettim. Dirseklerimin üzerinde doğruldum hemen, gülüşünü görmek istiyordum fakat adam da doğrulup üzerime eğildiğinde orta yerde birbirimizin yüzünü zevkten kararmış ifadeleriyle izler haldeydik. Gülüş çok ciddi ve tehlikeli bir ifadeye yer açmak için hızla silinip gitmiş olmalıydı. "Kendi adın Karnelyam, benimkini unutmana izin veremem." Sanki konuşmuyor, doğrudan beynime işliyordu sözleri. Sakalları bacaklarımın arasındaki sıvıyla ıslanmış ve parlıyordu, dudakları şiş ve kızarıktı dahası delice muhtaç görünüyordu ve diz çöktürecek kadar cazibeli.

 

Kalın parmağın yanına ikincisini eklediğinde kirpiklerimin titremesini memnuniyetle izledi. Kalçamı yukarı kaldırırken "Kılıç ," diye sızlandım. "Devam et lütfen."

 

Kararlı ifade geri döndü, dünya üzerinde var olan tek dişi benmişim ve bana tapınıyormuş gibiydi, bir yandan da simsiyah enerjisi beni parçalara ayırmak istiyormuş gibiydi. Böylece parmakları hızlandı ve olabildiğince derinlere çarparak beni zirveye varan yokuşlarda taşıdı. İç duvarlarımı okşayan parmakların üzerine baş parmağı klitorisimin üzerinde ileri geri kayıyordu.

 

"Adımı söyle." Gözlerimi açtım emriyle. Yüzüme bakarken hiçbir şeyi kaçırmak istemiyordu. "Gözlerime bak ve adımı söyle."

 

Derhal dediğini yaptığımda yalvarır gibiydim, parçalara ayrılmıştım ve etrafa dağılmamı engellemesi için yalvarıyordum gözlerimle. Diğer eli masaya yaslanmak için yüzümün yanına sabitlenmişken uzanıp dilimi kaskatı kesilmiş parmakların üzerinde kaydırdım. Adamın karanlık gürlemesi boğazının arkasında meydana gelen bir gök gürültüsünü andırdığında hoşuna gittiğini anlamıştım. İçimde hızlanan iki parmağın verdiği zevk dilimi yeniden yüzümün yanındaki soğuk parmaklara uzatmaya yetti. Kılıç dayanamıyormuş gibi elini masadan çektiği gibi iki parmağını dudaklarımdan içeri itti ve hiçbir engelle karşılaşmadan dilimle buluştu. Parmakları öyle sert emdim ki Kılıç'ın içimde git gel yapan parmaklarının kasıldığını hissettim. Daha fazlasını vermek isteyerek dilimi ağzımın içindeki becerikli sert parmakların arasında ve çevresinde dolaştırdım. Kılıç'ın alnındaki damar eskisinden daha belirgin, yüzü daha pembeydi ve bakışlarından kırılmaya çok yakın olduğu görülüyordu. Ellerimi yaralarla dolu güzel göğsünde dolaştırdıktan sonra omuzlarını tırmanıp sırtına sardım. Onu üzerime çekmeye ve iradesini kırmaya çalışırken başarıya çok yakın olduğum ortadaydı. Pantolonundaki göz korkutan şişlik dilimin parmaklarını okşayışlarıyla seğirip dururken daha fazla karşı koyamazdı. Ya da ben öyle sanmıştım.

 

 

Parmaklarını içimde ve ağzımdan bir anda çektiğinde dişlerim üzerlerini çizmişti. "Kılıç, lütfen." Açıkça yalvardım çünkü karşımdaki adam her şeyin başı ve her şeyin sonuydu, o beni tatmin etmediği sürece bunu kimse yapamazdı. Ellerimi uzatıp onu geri çekmeye çalıştığımda vajinamın kaygan sıvısıyla parlayan parmaklarını ağzıma itti ve dudaklarımı üzerine kapatamadan az evvel emdiğim parmakları içime sertçe soktu. Hayvani bir hız gelmişti bu kez itişlerine.

 

"Em," diye emretti ve tükürük bezlerimin hızla salgıladığı tükürükler adamın derisi buruşmuş parmaklarını ağzımın içinde boğmaya başladı. Dilim kendi tadıma baktığı an hem Kılıç hem de ben inlemiştik ve zirvenin tam orta yerinde çırılçıplak kalmıştım.

 

"Adını söyle."

 

Parmakları uçlarına kadar dudaklarımın dışına itiyor ve sertçe geri çekerek emmeye devam ediyordum. Bu iri adamın tehditkar varlığı içimi öyle günahkar hislerle dolduruyordu ki açlıktan ölen bir hayvan kadar gözü dönmüş halimle parmaklarını emdim ve içime giren parmaklara kendimi itmekten geri kalmadım.

 

"Adını söyle Nimfea!"

 

Baş parmağı klitorisimin üzerinde öyle leziz bir baskı yaptı ki çırılçıplak durduğum zirvede birinin beni sırtımdan sertçe ittiğini anladım. Parçalarıma ayrılır gibi boşalırken "Nimfea," diye haykırıyordum. "İsmim Nimfea." Sağlıklı düşünmem için en az bir haftaya ihtiyaç duyacağım kadar kaybetmiştim kendimi. O adımın ne olduğunu söylerse adım oydu. İç duvarlarımı nazikçe okşamaya devam ederken kriz geçiriyor gibi şiddetle kasılıyordum, ağzımın içinde ıslanmış parmakları yanaklarımı kavramış beni yumuşakça telkin etmeye çalışıyordu. Bir yıkımdan korur gibi üzerime kapanan fakat beni ezmeyen kocaman gövdesinin altında nefes bile alamamam gerekirken kozaya sarılmış kadar güvende hissediyordum. Göz kapaklarım öyle ağırdı ki tam olarak içinde olduğum anın bir rüya olduğunu bile sanabilirdim. Belki de gözlerimi açtığımda yatağımda yalnız başıma uyanacaktım fakat şimdi açamayacak kadar harap olmuştum.

 

"Şimdi benim adımı söyle bebeğim." Yüzümü saran sıcak fısıltısı yumuşacık bir battaniyeydi.

 

"Kılıç," dedim yıkılmış duvarlarımın molozlarını çiğneyerek ağır ağır yürüyormuş gibi. Kollarımı sırtına sarıp parmaklarımı rastgele yara izlerinin üzerinde dolaştırdım. "İsmin Kılıç."

 

🕑

 

Odasından çıkarken üzerime giymek zorunda kaldığım kemik rengi gömleği kendi odama vardığımda çıkaramamıştım. Aynanın karşısında üzerimde yalnızca Kılıç'ın gömleği ile durup kendimi izlerken içimde iyi hisler yoktu. Öfkeli olmalıydım, Kılıç'a karşı koyamayan kendime, beni kışkırtan Kılıç'a. Fakat kendimi öfkeden daha yoğun bir duyguyla baş başa buldum kafamın içinde. Kılıç'la yaşadıklarım tehdit altında hissetmeme neden olurken çok çok ama çok ciddi bir hayal kırıklığıydı yüzüme bakan o duygu. Çevremdeki tek bir kişi bile beni gerçek halimle görmek istemiyordu. Kimileri saray fahişesi olarak, bazıları babasının kibirli şımarığı olarak görüyordu; Kılıç'ın gözüne girebilmek için sahtekarlık yapabilecek biri olduğumu düşünen de vardı, sırf onun canını yakabilmek için kızına zarar verebileceğimi düşünen de.

 

Vazodaki çiçeklerin suyunu tazeledikten sonra dramatik düşüncelerime bir son verip odadan çıktım. Yapmam gereken pek çok saçma işim vardı beni oyalayacak fakat kapımdan içeri dalan Batın'ın tokat yemiş gibi donup kalması üzerine bir an beynim donup kalarak karşılık verdi ve her şey anlamını yitirdi.

 

"Prenses," dediğinde sanki ilk kez ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Beni dikkatle süzüyor ancak devamlı gözlerini kaçırarak buna bir son vermeye çalışıyordu. "Yemeğin bu akşam odana gelmeyecek."

 

"Neler oluyor?"

 

"Bir şey olduğu yok, üzerine bir şeyler giyersen seni yemeğe götüreceğim."

 

Garip bakışlarının sebebini anlayabilmiştim, mahremiyetimin hiçe sayıldığı bu iğrenç binada beni Kılıç dışında kimsenin onun gömleğiyle görmeyeceğini sanarak yanıldığımı da. Aptallığıma kızarak "İçeri geç, birkaç dakikaya hazırlanırım," dedim kapıda öylece duran adama.

 

Sahiden de birkaç dakika içinde üzerime kısa bir elbise giymiş fakat altına giyecek diz üstü çorap bulamadığım için dolabımı talan etmeye başlamıştım.

 

"Karnelyan açım ve senin yaptığın 'hiçbir şeyi' beklemek için sabrım tükendi." Batın ayağa kalkıp tehditkar adımlarla kapıya giderken uzun paltomu hızlıca üzerime geçirdim ve gideceğimiz yerin biraz serin olmasını diledim. Ceketimi çıkarmayacağım için paltomla oturduğumda aptalca görünmeyeceğim bir yere gitmemiz gerekiyordu.

 

Büyük düğmeleri iliklerken adamın peşinden odanın dışına çıkmıştım bile. "Nereye gidiyoruz? Umarım serin bir yerdir. Bugünden sonra bir süre dışarı çıkmam sorun olur sanıyordum aslında. Bu arada yalnızca ikimiz mi olacağız?"

 

Pek çok cevapsız sorumun ve monoloğumun arasında adamın sarayın merdivenlerini inmek yerine çıktığını ancak idrak edebiliyordum.

 

"Bir dakika." Batın beni duymazdan geldi. "Yukarıda mı yemek yiyeceğiz? Senin odanda mı?" Babamın eski odası. Üzerinden asırlar da geçse Kamer Mahver'i hatırlatan amber kokusu o odanın duvarlarından çıkmazdı. "Ben o odaya girmem."

 

Fakat Batın, batı kanadına dönerek çift kanatlı bir kapının önünde durdu. İki bembeyaz üniformalı asker kanatları korurken kendimi şaşkın hissediyordum. Kılıç üniforma rengini mi değiştirmişti?

 

Adamlar kapıyı içeri doğru ittiğinde neredeyse yarım asırdır kullanılmayan yemek odası tertemiz ve sıcacık bir atmosfer ile karşımda belirdi. Ortadaki bembeyaz örtü serili masanın üzerindeki envai çeşit yemek dikkatimi çekti önce, sonra ise masanın etrafında rahatça oturan ve sohbetleri bölünen tanıdık yüzler. Bu kez kimsenin yüzünde düşmanca bir ifade yoktu fakat büyük mutluluk duymadıkları da açıktı. Bunlara Afelya ve Mars da dahildi.

 

"Sizin burada ne işiniz var?"

 

Uzun, yuvarlak köşeli masanın bir ucunda Mars oturuyordu ve sağ çaprazında gergin Afelya. İkisi de samimi ama gergin tebessümlerle ayağa kalktığında onlarla ortada buluşmak için ileri atıldım.

 

"İyi misin Karnelyan?" diye sordu Afelya, Mars'tan önce bana yetişip kollarını omuzlarıma sararken.

 

"Evet, iyiyim tabii. Peki sen?" Afelya yumuşakça kollarını benden ayırırken alnımın köşesindeki bandaja bakıyor, adeta incitmemek için gözlerini şefkatle kısıyordu. "İyiyim," dedi sonunda. "Bir süredir ziyaretine gelemedim, biliyorsun eğitim dönemi başladı fakat yine de daha sık gelmeye çalışacağım."

 

Ona yanıt veremeden izlemeyi sürdürüyorum, odadaki her göz üzerimizde olduğu için mercek altındaymışçasına rahatsızdım ve Mars Afelya'nın önüne geçip elini uzattı, elimi avucuna bıraktığımda birileri birkaç saat evvel Kılıç'ın parmaklarıyla nasıl kıvrandığımı fark edebilirmiş gibi gergindim.

 

"Bu bir daha tekrarlanmayacak Karnelyan." Mars parmaklarımı hafif baskıyla sıkarken serin ve kuru avcuna tutunmaktan başka bir şey yapamadım, bugün olanların bahsi kafasının içerisinde yeterince gürültü koparmaya yetiyordu. "Söz veriyorum."

 

Başımı sallayabildim yalnızca. Dönüp masadakilere baktığımda bizim dışımızda herkesin yerlerine yerleştiğini ve bizi beklediklerini görebiliyordum.

 

Mars'ın diğer yanına geçtiğimde Afelya'nın sandalyesi karşımda kalıyordu. Hepimiz oturduktan sonra sormadan edemedim. "Sizi buraya kim çağırdı?"

 

"Müstakbel kral," dedi Mars alayla. "Kılıç Kül Seryum," dedi Afelya, Mars'la aynı anda.

 

Dönüp Kılıç'a bakamadığım için olduğu tarafa bir bakış atabildim sadece. Beyaz önlüklü bir adam arkamdan uzanıp tabağıma bir parça et koyarken öteki omzumun üzerinden uzanan bir kadın sos şişesindeki parlak sıvıyı kuru etin üzerinde dolaştırıyordu. Bu olanlara anlam veremiyordum.

 

"Bu topluca yemek fikrinin kimden çıktığını merak ediyorsun değil mi prenses?" Masanın öbür ucundan seslenen Batın kendisine edilen servisi beklerken hareketin arkasından bana bakıp sırıtıyordu.

 

"Böyle gururlu göründüğüne göre senin fikrindi."

 

Başını ağır itişlerle iki yana salladı sırıtışı sürerken. "Kesinlikle bu dahiyane fikir Kılıç'tan çıktı. Ben sana yemek pişirmekten memnundum."

 

Çoğu yanık olan yemeklerini düşündükten sonra benim hiç memnun olmadığım geliyordu aklıma. Herkes sessizce tabaklarına yemek konulmasını beklerken "Böyle bir yemeğe neden gerek duydun?" diye sordum fakat Kılıç ona sorduğumu anladıktan hemen sonra gözlerimi kaçırdım. Başından beri dikkati yalnızca benim üzerimde olan adamın bir süre sessiz kalışını dinledim. Sorunu anlamak için gözlerimi yeniden gözlerine kaldırdığımda masanın en ucunda olmasına rağmen mesafeyi hiçe sayan yakıcı bakışları beni oturduğum yerde kıpırdanmaya zorladı. Omuzlarımı dikleştirip güçlü kalmaya çalışsam da saatler evvel içimi zorlayan parmakları bana hatırlatmakta ısrarcı olduğunu ya da bu olanları katiyen unutamadığını görüyordum.

 

Hizmetkarlar servislerini tamamladıktan sonra saygıyla geri çekildiğinde konuştu Kılıç. "Memnun olacağını düşünmüştüm."

 

Afelya bana bakarken Mars gözleriyle Kılıç'ın üzerinde izler açmaya çalışır gibi adama bakıyordu. Benim gözlerimse herkesin üzerinde aceleye dolaşıp yeniden adamın masanın üzerine konan ellerine dönüyordu. "Memnunum," dedim sonunda. "Fakat nedenin yalnızca beni memnun etmek olduğunu sanmıyorum."

 

Tabağının iki yanındaki çatalı ve bıçağı kavradı güçlü elleri, güçlerini bizzat test ettiğim için tüylerim ürpermişti görüntüleriyle. Sonunda "Yalnızca seni memnun etmek amacıyla pek çok şey yapabilirim Karnelyam," diye itirafta bulunduğunda sırrımızı açık etmiş gibi utançla sandalyemde kaydım. "Fakat haklısın, bu kez başka bir amacım daha vardı. Önce yemek yiyelim. Buyurun."

 

Bir kral edasıyla yemeğe başlama izni verdiğinde arkadaşları rahatça etlerini kesip lokmalarını çiğnemeye başlamıştı bile ancak masanın diğer ucundaki üçlü henüz yemeklerimizin tadına bile bakmamıştık. Afelya çatalıyla etini tiftiklemeye çalışırken Mars özenle lokmalarını eşit parçalara bölüyor fakat fazla tetikte görünüyordu.

 

"Bugün olan bir daha tekrarlanmaması gereken bir şeydi Seryum," diye pes edip konuşmaya başlayan Mars başını tabağından kaldırmamıştı. "Onu, bir avcı köpeği gibi koklayarak karargahımda bulduğun gün en azından güvenliğine daha fazla dikkat edeceğini sanmıştım."

 

Dönüp Kılıç'a da Mars'a da bakamadım. Masadaki herkes sessizdi, tabaklara çarpan gümüş çatal bıçaklar kendi aralarında bir sobet tutturmuş gibiydi. Bense ağzıma bir şeyler tıkıştırıyor fakat bir türlü lokmaları yutamıyordum. Gömleğinin sıyrılmış kumaşından gördüğüm kol saatine baktım delice bir ihtiyaçla, Mars'ın ona doğrudan bakmasam da bunu fark ederek bileğini görebileceğim kadar fakat diğerlerinin anlamayacağı kadar bana çevirmesinden sonra saate baktım. 20.23'tü saat ve bugün beklediğimden çok daha uzun geçiyordu

 

"Bu gece burada olmanın sebebi de bu." Kafamı kaldırıp Kılıç'a baktım sonunda, kast ettiği şeyi anlamak için ifadesini de görmeliydim. Kontrollü duruşuyla arkadaşıma doğrudan bakıyor, hiçbir duygudan iz bulundurmuyordu yüzünde. "Sen ve ben bu konuda beraber çalışacağız."

 

"Yeni bir işbirliği teklifi mi?" Mars'ın sesindeki alay fazla barizdi. Tek bir lokma yemese bile tabağındakilerle oynamaya devam ediyordu.

 

"Öyle," diye karşılık verdi Valof beklemediğim bir anda. "Sana ait olduklarını sandığın Seryum askerleri ile bizim siyah üniformalı Seryum askerlerimizden belli gruplar oluşturmayı ve şehrin bazı noktalarına konuşlandırmayı düşünüyoruz. Böylece halk kraliyet ya da cumhuriyet yanlısı birine saldırmadan önce iki tarafın askeri tarafından zapt edileceğini bilecek."

 

Mars sonunda başını kaldırıp, hareketlerine bir son verip dikkatini belli etmeye başlamıştı. Elindeki çatal ve bıçağı nazikçe bırakıp geri yaslanırken odanın her yanını saran şamdanlardan yayılan turuncu mum ışıkları esmer teninde dans ediyordu, cilveli kıpırtılar bile onun görüntüsündeki tehditçil havayı yumuşatamıyordu.

 

"Halka beraber çalışıyormuşuz gibi göstereceğiz ve herkes işgalinizi tamamen kabul ettiğimizi düşünüp tümüyle umutsuzluğa kapılacak." Sözlerinin ardından yeniden Kılıç'a kilitledi odağını. "Aslında tebrik etmeliyim seni, bu rezilliği bile lehine çevirecek bir plan çıkaracak kadar iyisin."

 

"Askerler üniformalarını değiştirmeyecek, böylece taraf değiştirmediğiniz belli olacak. Eğer taraf değiştirmek isteyen olursa buna tabii ki engel olmayacağız." Batın yemekle işini bitirip sohbete başlamış gibi rahatça sandalyesine yaslanıyordu konuşurken. Mars konuşana kadar Kılıç'a bir göz atmaya karar verdim. Tabağına eğdiği başına rağmen ağzındaki lokmayı ağır ağır çiğnediğini görebiliyordum. Mumların cilveli alevleri her zamanki gibi en çok ondan uzak dursa da ona erişmeye fırsat bulmuş olan ışıklar sanki bir kedi gibi adamın elmacık kemiklerine, alnına sürtünüyordu. Bir an için nerede olduğumu ve ne konuşulduğunu unuttum, bana bakmadığı zamanlarda ona bakmam pek olası olmuyordu genelde çünkü ne zaman ona baksam o zaten bana bakıyor oluyordu lakin şimdi onu odağı benim üzerimde değilken izlemek göz karalarımı irileştirmişti. Yüzünün sol yanı diğer tarafa göre biraz daha koyuydu ve korkutucu görünmesi gerekirken yüzüne bakıldığında kusurlarına karşı kör eden doğal ışığı yüzünden karanlıkta bile güzel bir adam olduğunu düşünüyordum. Onu ilk gördüğümde olduğu gibi. Sonra adam başını kaldırdığında ilk baktığı yer benim gözlerim oldu, kaşlarının belli belirsiz bir şaşkınlıkla yukarı kalktığını görecek kadar bakabildim ve hızla gözlerimi kaçırdığımda beni izleyen Afelya'ya rastladım. Bir şey olduğunu tahmin ediyordu, bunu görebiliyordum onun yumuşak hatlı yüzünün her kıvrımından. Hemen gözlerimi önümdeki tabağa indirdim ve konuşanları dinlemeye devam ettim.

 

"Altınlık çarşısında sizin tek bir askeriniz bile olmayacak. Halkı tetikleyen siyah üniformalıların yerine benim askerlerim olacak. Böylece hem Karnelyan'ı hem de vatandaşları koruyabilirim."

 

"Onlar Seryum askeri ve Seryum'un mevcut yöneticisi benim," diye konuşmaya girdi Kılıç sakince.

 

"Öyle mi?" Mars'ın sırtı sandalyeden hızla kopmuştu. "Fakat emirleri sadece benden alıyorlar Sevgili Kral."

 

"Belki de ikilik yarattığın için seni ve askerlerini tutuklayıp bu işi kökünden çözmeliyim." Kılıç hala sakindi, peçetesinin ucunu dudağının kenarına bastırırken tehditle parlayan bakışları öfkeden soluk soluğa kalmış Mars'ın üzerindeydi.

 

"Yapamazsın."

 

"Yapabileceğini biliyorsun Elzem." Yeniden konuşmayı devralan Valof her zamanki kadar donuktu. "Bana sorarsan bunu çok önceden yapmalıydı da ancak bu kez gerçekten yapabilir gibi görünüyor. Eğer ülkedeki kaostan hoşnut değilsen ya işbirliği yapmaya hazır ol ya da kaos yaratan bir örgütlenmeden kurtulup sorunun belli bir kısmını çözmemiz konusunda yardımcı olmayacağını açıkça belirt. Belirt ki nasıl bir yol izleyeceğimize karar verelim."

 

"Askerlerim bu ülkenin askerleri, onlardan yasadışı bir örgüt gibi bahsedemezsiniz." Dişlerinin arasından dökülen sözlerde salt sahiplenme ve koruyucu bir yan vardı.

 

"Bu ülkeye hizmet etmeyen hiçbir asker bu ülkenin askeri olamaz. Ya mevcut üniformalarla hizmet etmeyi benim yönlendirmelerime uyarak sürdürsünler ya da oluşturduğun bağımsız grubu DYK ile beraber dağıtayım."

 

İşin ciddiyetini sonunda ikimiz de anlamıştık. DYK ülkelerin içerisindeki siyasi her hareketi takip ederdi ancak müdahale etme konusunda özgür değillerdi, özgürce müdahale edebildikleri tek şey monarşik olanların dışındaki ülkelerin askerlerini izlemek ve gerek gördüklerinde ıslah etmekti. Ülkeler arasındaki savaş fısıldaşmalarının önce askerler arasında başladığını savunan DYK bunu engellemeye çalıştığı iddiasıyla ülkelerin askerlerini sık sık kontrol ederdi fakat daima savaş çıkabilirmiş gibi hazırlıklı askerler yetiştirmemizi isterlerdi. Oysa elli küsür senedir demokratik ülkelerin arasında cephe savaşları görülmemişti, bu sanki yazılı olmayan bir yasa gibiydi. Savaşlar daima kraliyet ülkeleri arasında ya da kraliyetlerin topraklarına en yakın cumhuriyetleri fethetmeye niyetlendiklerinde çıkardı. Seryumun istikbalinde en çok korktuğumda buydu işte, Kılıç bir kral olursa Seryum henüz yeni düzene alışmadan savaşa dalan krallıklardan biri olacaktı.

 

 

"Zaten verdiğin bir görevi uyguluyorlar. Tarhunluların kendilerine tahsis edilen topraklardan çıkıp ülkenin geri kalan şehirlerine girmelerini engelliyoruz. Eğer DYK'den yardım dilenecek olursan sadece kendini rezil edersin." Bu sözler üzerine Kılıç'ın dudağı yaralı köşesinde yukarı kıvrıldı. Şeytani bir tebessümün ta kendisi karşımdaydı.

 

"Ve ona rağmen halkı benim askerlerimi tartaklamaları için teşvik etmeye devam ediyorlar." Neler olduğunu anlıyordum, son zamanlarda yükselen krallık nefreti Mars'ın sayesindeydi ve bu nefretten ben de nasibimi almıştım. "Emirleri sadece senden alıyorlardı değil mi Elzem?"

 

Kılıç'ın ima ettiği şeyi Mars'ın yüzünde görebilmek için ona döndüm ve gördüm de, Mars rahatsızlığını belli etmemek için kaskatı kesilip Kılıç'ı süzerken ondan gelecek bir darbeyi göğüslemeye hazırlanıyor gibiydi.

 

"İki yanlışın ve iki teklifin oldu Elzem. Üçüncü olmayacak. Ne teklif ne de senden doğacak bir yanlış." Valof masanın ortasındaki bakır tepsinin üzerinden tabağına ekmek çekerken havadan sudan konuşur gibi rahattı.

 

"Beni tehdit mi ediyorsunuz?"

 

"Tehdit etmeye ihtiyacımız yok Elzem. Ya bizimle çalışırsın ya da çalışmazsın." Batın konuşurken Mars'a değil aralarında boş bir sandalyelik mesafe olan Afelya'ya bakıyordu. Konuşmaya eşlik etmesine rağmen her şeyden bağımsız gibi hülyalı bakışlarına karşılık alamadığı için memnundum.

 

"Karar vermek için vaktin var. Şimdi, lütfen yemeğin tadını çıkar."

 

Mars'ın belli belirsiz hızlanan solukları dışında öfkeli olduğunu düşündürtecek bir belirtisi yoktu. Sahiden bu konuyu enine boyuna düşüneceğini biliyordum fakat yine de Afelya, Mars'ın öfkeli bir çıkış yapmasından korkar gibi "Neden palto giyiyorsun?" diye bir soru attı ortaya. Arkadaşıma baktığımda soruyu doğrudan bana sorduğunu ve beni ateş hattına attığını gördüm, bilmeden.

 

"Neden bana yemeği dışarıda yemeyeceğimizi söylemedin?" diye Batın'a attım topu hemen. Fakat gözlerini Afelya'dan ayıramadığı için bana tatmin edici bir yanıt veremedi. "Dışarıda yiyeceğimizi de söylemedim."

 

Bu konuyu uzatmak için çok iyi argümanlarım olsa da sessiz kalıp konunun kendi kendine değişmesini bekledim. Neyse ki beyaz üniformalı orta yaşların sonlarında görünen bir hizmetkar "Tatlılarınız için şöminenin önündeki koltuklar hazırlandı efendim, birazdan servise başlanacak," diyerek imdadıma yetişmişti. İlk ayaklanan geldiğimden beri sessiz olan Sezma'ydı. Bu gece bu odada nasıl bir kriz patlak verecek bilemediği için Asen'i getirmediğini görebiliyordum.

 

Afelya hareketlendiğinde Batın fırlar gibi ayaklanıp kızın sandalyesini çekti ve Mars, Batın'ın varlığına anlam veremeyerek hızla Afelya'nın elini kavradı. Sonunda hepsinin arkasından gitmek için ayaklandığımda Kılıç'ı yanı başımda buldum. Kimsenin bizi izlemediğinden emin olmak için şöminenin önündekileri göz hapsine aldığım için Kılıç'ın boynuma değen nefesine engel olamıyordum.

 

"Çıkar paltonu," dedi sanki tamamen soyunmamı emrediyor gibi çıkan ahlaksız sesiyle. Ve hemen itaatle iri düğmeleri iliklemeye koyuldum. Adam bana dokunmasa bile sıcaklığı güneyden esen tatlı bir rüzgar gibi sırtımı okşuyordu. Sonunda paltoyu omuzlarımdan geri itmeye hazırdım ve Kılıç bu işi devralıp onu nazikçe çekip çıkardığında yönlendirmeleri dışında hareket edemedim. O kadar yakınımdaydı ki nefesinin kesildiği anı yakalayabildim. "Nimfea," diye mırıldanırken hoşnutsuz mu değil mi anlayamıyordum. "Bu bacakları bugün ikinci kez görebilecek kadar şanslı olduğuma sevinemiyorum." Sanki sorumu duymuş gibiydi sözleri.

 

"Batın acele ettirmeseydi ben de bacaklarımı sergilemek niyetinde değildim."

 

Yüzünün sıcaklığı boynumu ve sol yanağımı yakarken ona dönüp bakmaya cesaretim yoktu. Keskin nefesiyle üşüyüp gözlerimi yumduğumda bir şey söylemesini bekliyordum.

 

"Karnelyan," diyen endişeli sesle açıldı gözlerim. "Eğer kötüysen odana dönebiliriz."

 

Afelya koltuğundan kalkıp yanıma yürürken telaşla Kılıç'tan uzaklaşmaya çalıştım fakat adam çoktan şöminenin taşına yaslanmış Valof'la bir sohbet tutturmuştu. Beni bırakıp gittiğini hissetmemiştim bile.

 

"Hayır ben iyiyim." Koluna girip onu koltuklara yürüttüğümde minik sehpaların üzerine yerleştirilen çilekli turtalara ağzım açık bir halde bakıyordum. Afelya kolumdan çıkıp koltuğuna koşarken "Çilek," diye şakıyordu. "Bu Karnelyan'ın en sevdiği tatlıdır." Ortaya attığı bu rastgele bilgiyi zaten çoktan biliyor olan bir kişi daha vardı. Kılıç'ın sanki af dileyen, teselli eden bakışları bu tatlıyı benim için özel olarak seçtiğini gösteriyordu. Af diliyordu çünkü bu bilgiyi öğrendiğinde onun mektup arkadaşım olduğunu sanıyordum, teselli ediyordu çünkü bugün beni koruyamamıştı. Akıl sağlığımdan şüphe etmeye başladım bir an. Kılıç'ın beni, benim de onu tanıdığım aslında iki yabancı hatta iki düşman olduğumuz bir yaşamın içindeydik resmen. Ve ben ona kapılıyordum, bu olmamalıydı.

 

"Sanırım pek iyi hissetmiyorum." Geriye doğru attığım adımı takip eden Kılıç'ın kaşları çatıldı. Afelya omzunun üzerinden bana baktığında her ne gördüyse tatlıya duyduğu ilgi tümüyle silinip gitmiş ve yerini bana karşı bir endişe almıştı.

 

"Seni odana götürelim."

 

"Senin için bir hekim çağırtacağım prenses." Batın da yerinden kalkmış fakat yaklaşmakta tereddüt ederek olduğu yerde donmuştu. Mars ise Afelya'dan bile önce yanıma varıp belimi kavradığında "Güvenli birini getireceğim senin için Karnelyan, önce odana gidelim," diyerek beni çevirmeye çalışıyordu. Valof ve Sezma ilgisizlikten sessizdi fakat Kılıç ise sorunumun tamamen farkında olarak mutsuz, gergin ve bir nebze pişmanlıkla suskunlaşmıştı. Onunla yakınlaşmamalıydım. Bunu o da biliyordu, kararımdan vazgeçmemi umuyordu yalnızca.

 

Odadan çıktığımızda Mars ve Afelya'nın kollarından sıyrıldım. "İyiyim," derken içimdeki bitkinliği dışıma yansıtmamaya çalışıyordum. "Hekime göründüm zaten, sorunum yok. Yalnızca yorgunum."

 

"Karnelyan seni hala buradan götürebilirim."

 

"Burada kalacağım Mars. Ve sen de DYK'nin terör listesine girmek istemiyorsan Kılıç'la işbirliği yapacaksın."

 

Arkadaşım bir hakarete uğramış gibi duraksadı, onunla birlikte durduğumuzda dönüp daha nazik olmaya çalıştım, ifademi yumuşattım onun iyiliği için.

 

"Seni etkilemeyi başardı değil mi?"

 

Afelya'nın yorgun nefesi dışında ses çıkmadı aramızda bir süre. Fakat sonunda "Kimse beni etkilemedi Mars. Sadece haksız yere hayatının mahvolmasını istemiyorum."

 

Dumura uğramış tavrında beni de yıkan bir şeyler vardı. Düşündüğü anlamda değilse de Kılıç beni etkilemeyi gerçekten başarmıştı.

 

"Pes etmemi istiyorsun." Hayal kırıklığı yüzüne balçık gibi sıvanmıştı arkadaşımın. Onu ikna etmeye gücüm olmadığı için başımı iki yana sallamak savunmam oldu.

 

"Senden öyle bir şey istemiyoruz Mars. Sadece mantıklı düşünmelisin. O adam güçlü." Afelya birden Mars'a yaklaşıp parmağını yüzüne sallarken suçlar gibi görünüyordu. "Hem de fazla güçlü. Askerlerimizin çoğu zaten yeni yöneticiye itaat ediyor ve olması gereken de bu. Yönetici kimse asker ona itaat eder. Sen diğerlerinden daha akıllı ya da aptal değilsin. Neden hala bir avuç aykırı görüşlüyle ülkeyi kurtaracakmış gibi davranıyorsun?"

 

Afelya'nın kızgın olduğu zamanlar olmuştu fakat birinde bile karşısında Mars olmamıştı. Ona kızmaya kıyamazdı hiç. Mars da bunun farkında olarak öfke ve hayal kırıklığı ile çarpılmış, olduğu yere çakılıp kalmıştı.

 

"Bir avuç aykırı görüşlü olmamızın sebebi sen ve baban gibilerin karşı koymadan bu adamı kabul etmeniz Afelya. Belki birkaç ay sonra ülke fiilen savaşla çalkalandığında sırf bu topraklara bir şey olmasın diye yine benim aykırı görüşlü askerlerim saf tutup sizi koruyacak."

 

Afelya çok ama çok hızlı bir şekilde geri çekildi. "Ülkem için gerekirse bir cephede yer almaya ben ve babam gibiler de hazır. Senden tek farkımız ergen gibi baş kaldırıp ayaklanmak yerine ülkeye fayda sağlamaya çalışmak."

 

Mars'ın alaycı gülüşü duvarlardan sekip bize çarptığında onları durdurmak zorunda olduğumu fark ettim.

 

"Söylemek istediği o değildi." Hızlı bir girişle dikkat çekmeye çalışsam da Mars küçümsemeyle Afelya'ya bakmaya Afelya da ona acımasızca karşılık vermeye odaklıydı. Onlar daha önce hiç tartışmamıştı bile, en azından Afelya hiç o topa girmemişti.

"Söylemeye çalıştığınız şeyi gayet iyi anladım." Ve sağlam adımlarla çekip gitti, Afelya ve ben öylece kalmışken durumdan rahatsız olan yalnız ben gibiydim.

 

"Boş ver onu." Afelya yeniden koluma girip doğu kanadına yürümemizi sağlarken konuşmaya devam ediyordu. "Ülke umurunda falan değil, sadece Kılıç Kül'le sidik yarıştırmak onun derdi."

 

Afelya'yı bu düşüncelere iten neydi bilmiyordum fakat görüşmeyeli daha bir acımasızlaştığı inkar edilemezdi.

 

Hızlıca odama yürürken bir şeyden kaçar gibi beni çekiştiren arkadaşıma ayak uydurmaya çalıştım. Öfkesinden kaçar gibiydi ya da öfkesine koşar gibi.

 

Odamın önündeki askerlerin de kar beyazı üniformalar giydiğini, göğüslerinde altın yaldızlı güneş sembolünü gururla sergilediklerini gördüğümde Kılıç'ın sarayı sahiden bir saraya çevirmeye çalıştığını anlamıştım. Kapıdan içeri girerken saraydaki hizmetkarların sayısının arttığıyla yüzleşiyordum. Kılıç bir kral olmak yolunda emin adımlar atıyordu.

 

"O adama daha ne kadar karşı koyacaksın?"

 

Afelya öfkeli çıkan sesini umursamadan dolabıma ilerledi ve kendine bir gecelik seçerken acele etmedi.

 

"O buradan çekip gidene kadar."

 

Dolabın kapağını sertçe iterken "Karnelyan," diye homurdanıyordu. "Adamın sana nasıl baktığına daha önce de şahit oldum fakat senin ona bugünkü bakışlarını da gördüm."

 

Tehdit altında hissediyordum, Afelya'yı kırmak istemiyordum ama kendimi saldırganlığıma teslim olmamak için zor tutuyordum. Köşeye sıkıştırılmış bir hayvan gibiydim ve Afelya bunu hemen fark edip tavrını yumuşattı.

 

"Kendine işkence etmek zorunda değilsin Karnelyan. O adamdan nefret etmeye zorlama kendini artık."

 

"Afelya ne saçmalıyorsun?"

 

Yüzündeki kaslar seğirdi, elindeki gecelikleri sıkı sıkı tutuyordu ama hezeyana kapılmış gibiydi.

 

"Saçmalayan sensin Karnelyan. Kendi hayatını mahvetmeye bir son ver. Dünyadaki hiçbir varlık sana o adamdan daha fazla değer vermeyecek. Bunu elinin tersiyle itmenden nefret ediyorum. Buna zorunluymuş gibi hissetmenden de."

 

"Afelya..." Bir adım geri kaçtım saldırı altındaymış gibi, yediğim birkaç lokma dudaklarımdan dökülmek üzereydi. "Onun iğrenç monarşi sevdası yüzünden ülkemiz tehdit altında. Ve kendisi iğrenç yalancının teki."

 

Afelya bir tutam sakinlikle üzerini değiştirmeye koyuldu, bu süre boyunca sessiz ve düşünceliydi. Onun gibi üzerimi değiştirmeye karar verdiğimde ellerim titriyor, başım zonkluyordu. Neden bir anda düşünceleri değişmişti, neden bir anda tutkuyla onları savunmaya geçmişti merak ediyor ve cevaptan da korkuyordum.

 

Sonunda beyaz ipek sabahlığın kuşağını bağlayıp pencerenin önündeki masaya geçtiğinde beni de karşısına oturmam için çağırdı. Üzerimde onunkinin aynı fakat rengi bordo olan sabahlığımın önünü düzeltip istediği gibi karşısındaki sandalyeye oturdum.

 

"Mektup arkadaşınla tanıştığını duydum," diye girdi konuya.

 

"Afelya, benimle birlikte kızgın olman gerekirdi." Kılıç'ın kim olduğunu öğrendiğini anlamıştım, anlayamadığım neden tepkisinin bu olduğuydu.

 

"Sen kızgın mısın peki?"

 

"Tabii ki." Öyle hızlı yanıtladım ki yalan gibi tınladı kulağıma. "Beni senelerce kandırmış Afelya. Kim olduğumu biliyorken ve ben onun gerçek kimliğinden habersizken hayatımla ilgili her bir haltı onunla paylaşmama ses etmemiş. Ki neden etsin ki ben aptal bir avdan başka bir şey değilim onun için."

 

"Nasıl av olabiliyorsun? Mektuplarında paylaştığın kişisel hiçbir şeyi sana karşı kullanmadı."

 

"Henüz."

 

"Yapacak olsa yapardı." Onu savunuyordu. "Yaptığıysa yalnızca dünyanın kim bilir hangi ucundan babanın yasakladığı meyveyi getirtip sana sevdiğin tatlıyı sunmak."

 

"Ne kadar masum bir tablo." Gözlerimi devirmeden edemedim.

 

"O adamdan nefret etmek için tek bir sebebin bile yok Karnelyan." Sesi öyle yumuşak, tavrı öyle nazikti ki derimin altını kaşındıracak kadar rahatsızlık yarattı bende.

 

"Dalga mı geçiyorsun benimle?"

Yerimden hızla kalkıp ondan uzaklaştım, uzaklaşmasaydım aramızdaki senelere dayanan bağın inceleceğini biliyordum.

 

"Sırf senin güvenliğin için Mars'a işbirliği teklif etmesinden mi nefret ediyorsun? Babanın kırıp döktüğü ülkeyi toplamak için canını dişine takması mı sorun ya da? Atalarına ait bu binayı her mahvolduğunda topluyor olması, seni yangından çekip kurtarmaya hevesli olması nefreti hak etmesi için birer sebep mi?"

 

Sözlerinde yanlış bir yan yoksa da doğruluktan da uzaktı.

 

"Karnelyan. Başlarda seni babana karşı kullanacağından şüpheleniyordum evet ama doğru olmadığını ikimiz de biliyoruz. Sırf sen uyu diye başında bekleyen, yediğin içtiğin konusunda kimseye güvenmeyip yemeklerini pişiren adamdan bahsediyoruz. Eğer ona isyan eder gibi baktığını görmesem, ona karşı kayıtsız olduğunu bilsem umurumda olmazdı fakat şahit oldum bir kere. O adamla arana hiçliğe dayanan bir duvar örmekten vazgeç."

 

"Ne bakışı?" Bir korkunun fısıltısı sızmıştı ses tellerime.

 

"Düşmanın olmasına isyan eden bakış. Eğer düşmanın olsun istemiyorsan bırak her şeyi. Bir şans ver yalnızca."

 

"Sana bunları söyleten ne?" Saniyeler içinde karşımda dostum yerine bir düşman varmış gibi maskemi büründüm. Bana yardım etmek istiyor olsaydı beni desteklerdi, bir düşmanın profilini bala sokup bana sunmaya çalışmazdı.

 

"Sana olan sevgim tabii ki."

 

Bana ulaşmak için yerinden kalktı fakat aramızdaki onca mesafeye rağmen yine de geri çekildiğimde olduğu yerde beklemeyi seçti.

 

"O kadar kötü bir adam değil."

 

Zihnim bulandıysa bile karşı çıktım. "Bir bardak suya damlayan tek damla kan o suyu içilmez kılar Afelya. O suyu içmeyeceğiz, ona kanmayacağız."

 

"Yine de düşünmeni istiyorum." Artık daha hevessizdi savunurken fakat tamamen vazgeçmemiş olması bile beni hayal kırıklığına uğratıyordu. "Ondan hala kurtulmak istiyor musun?"

 

"İstiyorum ve bunu yapacağım da. Yalnızca doğru zamanı bekliyorum."

 

"Yalnızca ihtimaller üzerine kurduğun bir nefreti yaşıyorsun Karnelyan. Ya DYK desteğini çekerse, ya ülke savaşa girerse, ya halk fakirleşirse, ya o adam iyi bir hükümdar olmak yerine bir diktatör olursa... Bunların hiçbiri gerçekleşmeyebilir. Babalarımız olmasaydı belki de seni hayatını yaşamaktan alıkoyan bu saçmalıklarla vakit kaybetmeyecektin bile."

 

Söyledikleri yalnızca ihtimal değildi, muhtemel geleceğimizdi ve bunu yalnızca ben görüyor olamazdım.

 

Loading...
0%