Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@aurasea

"Sana söylemek istediğim her kelimeyi


dilimde parçalayarak seviyorum."


🍇


Sabah, sayılı günlerde gerçekleşen bir istisna yaşanmış ve Firuze, kimse onu uyandırmadan uyanmıştı. Bilinci açık olsa da gözlerini açmadı. Gece yatarken taktığı kablolu kulaklık boynuna dolanmış ve bangır bangır çalan şarkının sesi duyuluyordu.


Gözleri kapalı halde kulaklığı çözmeye çalıştı bir yandan da. " Neler dinliyorum ben ya." Diye söylenerek çözmeye çalıştığı kulaklıktan duyulan ses, kısa bir süre kesilip yeniden duyuldu. Mesaj bildiriminin böldüğü şarkıda duyulan Tarkan'ın sesi uyku açtıracak cinstendi.


"Sen daha önceleri (ah) nerelerdeydin aah


Demlendim kollarında


Ateşinde"


" Sabah sabah ahlı uhlu..." Pijama altını açılan beline doğru çekti. Boynundaki kulaklığı nihayet çözdüğünde tamamen açamadığı gözleriyle ekrana baktı.


İbo: Sümüklü tişörtle yatmamın cezası ağır olacak. Bittin sen kızım, beni görünce kaçmanı tavsiye ediyorum.


Tabii canını seviyorsan.


Mesajı okuduğu anda kahkahayla gülmeye başlamıştı. Hiç düşünmeden cevap yazdı, oysa Türker mesajı üç dakika önce göndermişti ancak Firuze böyle şeyleri önemseyen biri değildi.


Firuze: Ohhh içimin yağları eridi, sen körsen ben napayım oğlum? İnsan ne giydiğine bakar be İbo.


Sümüklü, terbiyesiz İbo


Dua et daha beterini yapmadım


Sen kimsin de beni tehdit ediyorsun hem?


Sen boyuma bakma, bir bu kadar da yerin altında var


Canını seviyorsanmış!! Ulan ben bu canı sokakta mı buldum?


Seviyorum var mı?


Peş peşe gönderdiği mesajlardan sonra telefonu yatağın diğer ucuna atıp yüz üstü yattı. Yastığı kaldırıp kafasını da yastık ve yatak arasına koydu.


" Gerizekalı. İnsan önce bir günaydın yazar." Deyip yeniden gözlerini kapattı.


*


Ferit'in yirmi yıllık ömründe değer verdiği sayılı şeylerden biri de Kartal'ıydı. Arabası her anlamda Kartaldı ona göre. Modelinden, lakabına kadar. Adının hakkını veren siyah rengi de tüm asaletiyle belli ediyordu kendini.


Arabayı aldığı gün, arka cama yapıştırdığı yazı da hayat felsefesinden bir kubleydi.


"Karayollarında değil, beyaz kollarında ölmek isterim..."


Ferit'i tanıdığını sanan herkes, onun çapkın biri olduğunu söylerdi ki Ferit'e dışarıdan bakan biri için bu durum doğruydu.


Ancak onun için en doğru söz, dinlemekten bikmayacağı bir şarkıya aitti.


"Bir kulunu çok sevdim."


Bu akşam da yemekten sonra ailelerden gizlice sıvışıp geldikleri mekandaydılar.


" Virane" burası Ferit'in yıllar önce sigara içmek için keşfettiği yerlerden biriydi. Şehir merkezine ne uzak ne yakın bir konumda olduğundan onun deyimiyle " şartelleri atınca" soluğu burada alıyordu.


Bu gece yalnız değildi ikisi de. İki dostun bir elin parmağını geçmeyen ve onlara göre en kıymetlisinin bu olduğu gecelerden biriydi.


Ferit'in zulada olan iki kutu biraydı nevaleleri ama Türker'in arası yoktu alkolle.


Ferit'in Kartal'ı manzaraya karşı çektiklerin de radyo da Ferit tarafından kısılmıştı. Bu bir nevi " başlayabiliriz" demek oluyordu.


" Türkerim!" Dedi coşkuyla. " Ah benim kardeşim asker mi olacakmış." Diye devam etti yanında oturan Türker'in omzunu dostça sıkarken. " Vay be!" Dedi kendi kendine.


" Büyüdük lan." Daha çok kendine söylüyor gibi olsa da Türker'e dönüp " Ulan similasyon mu ne boksa onda mıyız biz Türker? Oğlum bu ne, daha dün sokakta top peşindeydik biz." Dedi ciddiyetle, bu durumu içerlemiş bir hali vardı Ferit'in.


Kabul etmese de genç yaşına rağmen yaşlanmaktan korkuyordu. Ona göre bir insan, ölene kadar filinta gibi olacaktı. Ölümü bile afilli olmalıydı. Lisedeyken öğrendiği adını hatırlayamadığı bir şair vardı mesela çukura düşüp de ölmüştü adam. Gülse mi ağlasa mı bilemezdi insan.


" Haklısın." Diye karşılık alınca Türker'in konuşmak konu olduğunda Arap atı gibi sonradan açıldığını biliyordu, üstelemedi o yüzden.


" Koyuyor be oğlum. Firuze mesela, tüm gün peşimde koşup dururdu. Abi beni de al, abi ben de geleyim, abi abi..." Dedi gülerek.


" Hangi ara büyüdü bu kız diyeceğim de yok ya o hep küçük. Çocuk yani daha. Hareketler i falan, laflar zaten pabuç gibi maşallah." Deyip yeniden güldü.


"Lan İlke bile dünkü bebekti. Şimdi on iki yaşında."


" Öyle." Diye Ferit'i onaylayan Türker, derin bir nefes alıp koltukta rahat edeceği bir pozisyon bulmaya çalıştı. Bacaklarını dar alanda ne kadar acabilirse açıp koltukta kaykıldı biraz.


" O, hep öyleydi." Dedi öylesine bir konudan bahseder gibi. " Küçük olmadı ki büyüsün, yedisinde neyse yetmişinde de neyse o dedikleri sözün karşılığı."


" Ne diyorsun lan mır mır?" Diyen Ferit'in dürtmesiyle kendi kendine konuştuğunun yeni farkına vardı Türker.


" Yok bir şey abi." Dedi önemsiz olduğunu belirtmek isteyip bir omzunu kaldırıp indirerek.


" Sen de durumlar ne âlemde?" Ferit'e döndü. Ferit'in yüzünde beliren gülümsemeden iç açıcı olmadığını anlamıştı.


" Bir durum yok be abi. Her şey aynı." Deyip sesli bir soluk aldı. " Bu saatten sonra da olmaz zaten." Sesi ondan beklenilmeyecek umutsuzluktaydı.


" Anlatmak istersen buradayım kardeşim." Türker, Ferit'in koluna dokunup yanında olduğunu belli etmek istedi o an. Okul son zamanlarda çok yoğundu, eğitimler, sınavlar... Kendine bile vakit ayıramadığı zamanlarda ailesiyle ilgileniyordu. Ferit'i bu süreçte yalnız biraktığının da farkındaydı.


" Biliyorum kardeşim." Deyip derin bir soluk almaya çalıştı Ferit. Mevzu o olunca, derin bir nefesin ciğerlerine gittiği yoktu.


" Türker?" Dedi sorarak, bakışları kısa bir an Türker'de kaldı ardından yine ön cama döndü. " İnsan neden anlatma ihtiyacı duyar?" Dedi. " Konu önemsiz. Ne olursa artık."


" Konuşmak ve anlatmak farklı şeyler. Bakmak ve görmek gibi bence. Anlattığın neyse daha öncesi vardır." Deyip Ferit'e baktı. " Düşünmüşsündür. Mesain olmuştur, uykusuz kalmışsındır. Doğru dürüst iş bile yapamazsın takılıp kaldıysan."


" Doğru kardeşim." Dedi Ferit başını sallarken. " Şimdi bana anlat diyorsun ya, oğlum benim aklımdan bir an çıkmıyor ki anasını satayım!"


" Anlatınca rahatlarsın diyorlar hani, nah rahatlarsın lan. Oğlum bu yaraya tuz basmak gibi."


" Küçükken annem tırnaklarımızı keserdi." Diye devam etti, yeniden eskiye gitmek yüzünde de bir tebessüm belirtti.


" Derin keserdi biraz. Firuze bütün gece oflayıp puflardı acıyor diye. Feride, kendi keserdi. Ben de kalpazan olduğum için anneme kestirirdim. Neyse, annem de derin keserdi, okula gidiyoruz diye. Canımın acıyacağını bile bile tırnağımı bastırırdım. Hoşuma giderdi."


" O da öyle be İbo. Derin kesilmiş tırnak gibi oğlum. Bir parçası gitmiş, parmağı dürtüp duruyor. Acıyor ama söküp atamıyorsun da. Nasıl söküp atayım lan? Daha çok acımaz mı?"


" Ben askerliğe başvurdum kardeşim." Dedi birden. " Madem okulu bıraktım, bu arada gidip gelmem lazım."


" Ne acelen var oğlum? Toparlasaydın kafanı biraz." Türker'in dediğiyle güldü Ferit.


" Durdukça dağılıyorum." Bu sözden sonra bir şey demedi Türker.


" Evdekiler biliyor mu?"


" Babama söyledim bir tek. Yerler belli olsun mecburen duyacaklar."


" Firuze ağzına sıçacak." Diyen Türker'i gülerek onayladı. " Hem de fena."


" Hayırlı olsun kardeşim şimdiden." Deyip babacan bir şekilde Ferit'in omzunu sıktı.


" Eyvallah. Sen anlat lan biraz. Var mı birileri?" Ferit'in sesi az öncekine göre daha canlıydı artık. Üstündeki ölü toprağını atmasa bile bir kenara silkeledi.


" Eve gelmediğim zamanlar hariç tüm günüm bir karargah dolusu herifle geçiyor." Deyip yüzünü sıvazladı Türker.


" Yatağa zor gidiyorum gece. Yani kimse yok kardeşim. Olmasın da."


" Anladım. Gerildin sanki lan?" Diye takıldı Türker'e. " Gerilmedim." Diyen Türker, kabul etmese de bu konuları konuşmak onu geriyordu. Alışık değildi. Okulda yıllar içinde oluşan kemik kadrosu vardı. Özellikle Osman, Türker'i bu konuda çok sıkıştırırdı çünkü Türker'in dikkatsizliği yüzünden bir kez diline düşmüştü. Kim olursa olsun; Osman, Demir, Serkan hatta Ferit bile onun ağzından bu konuda hiçbir şey duyamazdı.


" Zor." Dedi sadece, kahverengi gözleri ön camda belli bir noktaya takıldı.


" Zordur tabii oğlum, ne pis muhabbet dönüyordur orada. Her çeşit insan." Ferit, haklıydı ama onun bahsettiği zorluk bu değildi. Ferit'in dediği gibi onun da derin kesilmiş bir tırnağı vardı ve acıtıyordu.


Türker, telefonun titremesiyle elini cebine attı. Geçen yıl bugüne kurduğu hatırlatıcıdan gelen bildirime baktı.


27 Mart, Unutma.


Neyi unutmayacağını çok iyi bildiğinden telefonu tekrar cebine koydu. Ferit'e dönüp, " Siz buraya taşınalı epey oldu." Dediğinde ne dediğinin pek farkında olduğu söylenemezdi.


Ferit, oluşan kısa sessizlikte yeniden düşüncelere daldığı için dalgınlıkla " Öyle." Diye karşılık verdi. " Bu nereden çıktı oğlum şimdi?" Dedi Türker'e dönüp.


Türker, alt dudağını büküp " Ne bileyim sen öyle eskilerden bahsedince. Aklıma geldi." Dedi.


" Radyoyu açayım mı?" Konunun kapanması için bir yoldu radyo.


" Aç." Eli radyoya uzanıp düğmeyi çevirdiğinde, ne düşüneceğini bilemedi. Bu radyoda kesinlikle bir sıkıntı vardı. Firuze'yleyken de böyle olmuştu.


Çıkan şarkıyla Ferit'in kahkahalarının arasından " Firuze'nin işi bu." Dediğini duydu.


"Kıskanır rengini baharda yeşiller


Sevda büyüsü gibisin sen Firuze


Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu


Üzüm buğusu gibisin sen Firuze"


Üzüm buğusu gibisin sen Firuze. Üzüm buğusu ne demek diye düşündü Türker. Eli yeniden cebine gitti. Arama motoruna "Üzüm buğusu ne demek?" Yazdı. Şarkının sözlerinde yer aldığı için şarkıdaki anlamı çıktı.


"Dokunulmaya kıyılamayan, narin." Diyorlardı. Başını sallayıp onayladığını bile fark etmedi o an.


Ama doğruydu, Firuze dokunulmaya kıyılamayan hatta söz edilemeyecek kadar narin bir üzüm buğusuydu gözünde.


Yeşil üzüm.


💫


Merhaba, üçüncü bölümü de buraya bıraktım. Umarım, seversiniz. Beğeni ve yorumlarınızı bekliyorum.


Sevgiyle kalın.


💚


Loading...
0%