Yeni Üyelik
9.
Bölüm

7.BÖLÜM (devamı)

@aurasea

Merhaba, geldik demeye utansam da geldik!

Üç ay olmuş bölümü atalı. Bilenler olduğu kadar bilmeyenler de vardır, canımdan çok sevdiğim birine veda ettim. Bu süreçte, toparlanmam ve bu şekilde devam etmek benim için de hikaye için de daha iyi olacaktı.

Ben affınıza sığınarak özür dilemek istiyorum.

Böyle olsun istemezdim ama elimizde olamayan sebeplerin beraberinde getirdiği her şeyi kabul etmek zorunda kalıyoruz.

 

Şimdi yine ve yeniden buradayız. Bu bir devam bölümü. Kaldığımız yerden devam.

Ben buralarda özlem gidereceğim biraz.

🤍

 

İyi okumalar...

 

 

 

🪽

 

Meleğimin kanatlarını kırdım

ordan geliyorum.

Siz yine de ikiz bardakları

kırmayın.

Bir deliydim, elementlerin de ruhları

olduğuna inanıyordum.

Aklıma suyun intiharı geliyordu hep

şelale deyince.

Divaneliği söylüyordum,

Sana böyle akmaktan çok korktuğum için.

 

 

Belinden destek alarak yırtılmak üzere olan sarı poşete doldurulmuş kitapları taşımaya çalışıyordu küçük bedeni. Çelimsiz de değildi ama bu kitaplar sahiden ağırdı. Tüm yaz uzattığı saçları Nesrin tarafından bitlenirsin bahanesiyle yeniden küt kesilmiş ve iki yandan tokayla tutturulmuştu. İkinci teneffüste söktüğü dantel yaka sınıf öğretmeninin uyarısıyla yeniden iliklenmişti ancak mavi önlüğün akıbeti pek iç açıcı görünmüyordu.

Nesrin de evde iç açıcı şeyler söylemeyecekti. Sırtındaki çanta yürüdükçe poposuna çarparken bir kez daha kucağındaki kitapları hoplatıp devam etti.

 

Mahallenin bir arka sokağındaki okulun yakınlığı bir yana Ferit ve Türker'in aynı okulda olması işleri kolaylaştırması gerekirken Firuze için durum pek de öyle değildi. O ikisinin de sırası gelecekti elbet, hele şu eve bir gidebilseydi!

 

Sokağın başında görünen Nesrin'le rahatlamıştı. " Anne, yardıma gel. Vallaha belim koptu!"

 

Nesrin, gülse mi ağlasa mı bilemediği bir ifadeyle kızına doğru yürüdü. " Ne oldu Firuş?"

 

Firuze, annesinin eline tutuşturduğu poşetle derin bir nefes alıp " Ne olacak canım kollarım koptu, kollarım!"

Poposuna vuran çantasıyla hızla eve adımladı.

 

" Abim olacak ayı geldi mi?" Tek bant cırtcırtlı ayakkabılarını savurup içeri girdi. " Firuze!"

" Ellerini yıka..."

 

" Anne çok yorgunum vallaha." Demesi ve kendini koltuğa atması bir oldu. Eline aldığı kumandayla kanalı tuşladı. En sevdiği çizgi filme daha on beş dakika vardı.

" Off..."

Annesi hâlâ ellerini yıkaması gerektiğini söylüyordu.

" Anne bu yorgunlukla elimdeki mikroplar bile ölmüştür. Parmaklarım yok sanki."

 

Sarı koltuk iyice büzülürken " Casper'ın çıkmasına az kaldı..." mırıldansa da gözleri çoktan kapanmaya başlamıştı. Üstündeki mavi önlüğüyle Sevimli Hayalet Casper'ı beklerken uyuyakalmıştı.

 

Kolunda hissettiği baskıyla mırıl mırıl bir şeyler söylemiş ve yeniden uykusuna devam etmişti. Kısa bir süre sonra yeniden gelen baskıyla " Uyuyorum." Diye mırıldansa da gözüne tutulan ışıkla, zar zor açtığı gözleriyle yüzüne tutulan ışık yüzünden kimin olduğunu anlayamamıştı.

 

Korkuyla yerinden sıçrayıp çığlığı basarken " Anne!" Diye yaygarayı koparmaştı. Yüzüne tutulan ışık yönünü çevirince beyazlar içinde gördüğü bedenle çığlığı daha da büyüdü.

 

" Hayalet! Allah'ım kurtar beni!"

 

Beyaz çarşaf gülmeye başlayınca daha da korkup " Bir daha Casper izlemeyeceğim Allah'ım yemin ederim." Diye dua etmeye başlayınca çarşaf yeniden güldü.

 

" Allah'ım bir daha abime ayı da demeyeceğim, çikolatasını da yemiyeceğim."

 

" Ne!" Çarşafın gülmek haricinde konuştuğunu da görünce yeniden çığlığı basacaktı ki çarşafın içinden çıkan Ferit " Anne, Firuze çikolatamı yemiş!" Diye bağırdı.

Kapının önüne dikilen Nesrin, " Ne oluyor burada?" Elindeki çiçek desenli silahıyla, ki bu terlik oluyordu,

" Size diyorum. "

 

" Ferit efendi ve Firuze Hanım ne bu yaygara?"

 

" Anne abim beni korkuttu."

 

" Çikolatamı yemiş anne. Üç tane çikolatadan biri benimdi ama bir çikolata var."

 

" Diğerini ye çocuğum sen de." Dedi Nesrin bezmiş bir halde. " Ye, ne olacak. Onu da yeyin, her şeyi yeyin yavrum. Ablanız da var biliyorsunuz." Diyerek üç kardeş oldukları gerçeğini hatırlattı.

" O elindeki çarşafı nereden buldun bakayım sen?" Geç fark ettiği detayla silahıyla içeri girdi. " Oğlum ben bunu çamaşır sodalarına yatırıp beyazlatana kadar göbeğim çatladı."

 

" Hâlâ beyaz anne." Dedi Ferit masum masum.

 

" Cevap verme anneye!"

 

" Kızım sen ne diye bağırıyorsun?" Firuze'ye doğru eğilerek sorduğu soru, kızın sinmesine neden olsa da

" Anne, abim beni korkuttu." Deyip ağlamaya başlaması çok ani olmuştu. " Anne vallaha bu kadar korkacağını bilemedim." Savunmaya geçen Ferit'le,Nesrin derin bir nefes alıp elindeki silahını yere fırlattı.

Pes etmiyordu, Değirmenci kadınlarında bu özellik yoktu zaten.

Onunki daha çok el değiştirmekti.

 

" Babanıza anlatın derdinizi. Ben mutfağa gidiyorum, hele bir ses duyayım..." İşaret parmağını sallayarak mutfağa gitti.

 

" Mal." Akan burnunu çekti, akmaya devam edince de koluna sildi.

" Sümüklü."

 

Firuze'nin televizyona dönen bakışları hayal kırıklığına uğrarken" Casper bitmiş."

" Senin yüzünden."

" Ben ne yaptım?"

 

Böylece kavga etmek için yeni bir konuya giriş de yapmış bulunmaktaydılar.

Ta ki Nesrin'in mutfaktan gelen sesine kadar.

 

*

"Oğlum düzgün tut bakayım şu kitabı, kızım sen de bantın ucunu kaybetme. Zor oluyor açması."

 

" Tamam baba." Dediler aynı anda. " Bu kitap kaplama işi hep bana patlıyor he Nesrin Hanım?" Güven, Ferit'in araba baskılı kitap kabını yapıştırırken alttan alttan Nesrin'e bakıyordu.

 

" Ben ne yapıyorum peki?" Diyen Nesrin defterin üzerine etiketi yapıştırırken " Kızım okul numaran belli mi?" sordu Firuze'ye.

" Bilmiyorum anne." Bıkkınlık vardı sesinde. İlk günden çok yorulmuştu. Bunun yarını, öbür günü daha öbür günü... Düşündükçe fenalık geliyordu insana.

 

" Sen bilmeyeceksin de ben mi bileceğim." Asla bir soru cümlesi değildi bu. Sabrının taşmak üzere olduğu son dakikalardı. " Yarın öğrensin onu da yazarız." Güven'nin sakin sesiyle Nesrin, " Pes diyorum." Diyerek maaile yayıldıkları halının üzerinden kalkıp mutfağa gitmişti.

 

Ferit, Güven'nin kitabı rahat kaplayabilmesi için tuttuğu kapağı daha güçlü tutmaya çalışarak " Baba bu arada pes demişken PES'in yeni sezonu çıktı ona-" Güven'nin bakışıyla sözü yarım kalmış, başını mahsun mahsun eğerek susmuştu.

" La havle." Güven onaylamayan mırıltılarla ulvi görevine devam ederken Nesrin elinde çay tepsisiyle içeri girmişti.

"Firuze ve Feride siz de tabakları getirin mutfaktan. Mısır patlattım."

 

İki kız, mısırı duyunca yerinden fırlayıp mutfağa koşmuştu.

 

" Var mı bir vukuat okulda?" Güven göz ucuyla baktığı oğlundan cevap bekliyordu. " Yok baba. Firuze'ye de göz kulak oluyoruz Türker'le. Ablama da bakıyorum, her şey kontrolüm altında." Gururla göğsünü gererek vermişti cevabını.

 

" Aferin oğlum. Böyle koru kardeşini. Ama bırak da Feride sana göz kulak olsun tamam mı çocuğum. O sizin büyüğünüz."

 

" Ama baba erkek adam kızları korur."

 

" O ne demek lan zibidi!" Deyip yavaşça Ferit'in ensesine vurdu. " Nereden çıkıyor bu laflar Ferit efendi?" Güven'nin eğitimci kimliğine ters düşen bir tavırdı.

"Polat Alemdar'dan baba." Çok rahattı Ferit.

 

" Oğlum kaç kere dedim sana izlemeyeceksin diye!"

 

" Ya baba ne izlememesi bugün bizim sınıfa gelip-" Feride, tabaklarla içeri girdi. " Ne var Ferit niye ağzını burnunu yamultuyorsun?"

 

Feride yeniden babasına dönüp kaldığı yerden devam etti. " Bizim sınıfa gelip Mehtap'a dediğini bir duysan..."

 

" Ne demişim, ne demişim?" Ferit hafiften gelen korkuyla yerinden doğrulurken Feride, " Kıza dedi ki,

" Bu şehir girdap gülüm, girdap da mehtap gülüm."

 

" Kız senin yüzünden bütün gün ağladı. Tüm teneffüslerde tuvalete gitmek zorunda kaldık baba."

 

"Oğlum sen eşkıya mı olacaksın başımıza? Yav nereden çıkıyor bu laflar?" Güven'nin de sabrı epey zorlanmıştı.

 

" Ya Güven bir de bana diyorsun çocuklara kızma diye. Bak bunlar her gün böyle, her gün bir şikayet." Nesrin'in kendine pay çıkarmasıyla Güven, " Allah askıya dur Nesrin'im." Deyince sonundaki sahiplik eki Nesrin'de de bazı yelkenleri suya indirmişti.

" Eh, tamam." Sakinlikle koltuğa kurulup çayını yudumladı.

 

" Bir daha soruyorum Ferit nereden çıkıyor bu laflar?"

 

" Memati Baş."

 

" Bir de cevap veriyorsun. Haftada izlediğim tek dizi vardı onu da elimden aldınız çocuklar." Üzülmüştü Güven. Daha fazla sinirlenmesi gerekirdi belki ama bu Kurtlar Vadisi sevdası onun başının altından çıkmıştı ilk.

 

" O kadar iyi özelliğim var, git sen bunu al."

 

" Hangi özelliklerinmiş onlar Güvenciğim?" Nesrin'nin gülerek sorduğu soruyla Güven, Nesrin'e bakmıştı ama o bakışı sadece Nesrin anlayabilirdi. Şimdi cilveleşmenin sırası mıydı?

Nesrin'nin kızarmaya başlayan yüzüyle Güven'nin keyfi daha da yerine gelmişti. " Mesela," deyip az ötede oturan Nesrin'e uzanıp şak diye öptü yanağından.

 

" Böyle özellikleri örnek al oğlum. Sevgini göstereceğin ama bunu incitmeden yapacağın bir özellik. Elbette ablanı, kardeşini koruyacaksın hatta anneni de. Ama bunu onları sıkarak hayatına gereğinden fazla müdahale ederek değil, ona saygı duyarak yap. İşte o zaman insan olursun. Önemli olan da bu. Tamam mı?" Şefkat dolu sesine eş elleri de az önce ufak da olsa sille yiyen enseye gidip öptü.

 

Kızlara dönüp " Siz de gelin bakayım. İki kız da yüzündeki gülümseyle babalarının dizine kurulunca onları da öptü. " Benim küçük balıklarım ve Memati Baş." Deyip Ferit'e baktı gülerek.

 

Herkes gülmeye başlarken " Ama baba..." İtirazına rağmen Ferit de gülüyordu.

 

"Annemi de öp yine." Firuze'nin kısık sesiyle Güven yeniden karısına dönmüş dudaklarını Nesrin'nin alnına bastırmıştı.

 

" Gülüm."

 

" Güven!"

 

" Tamam tamam, ömrüm?"

 

" Yok sevemedim."

 

" Ömür törpüm?"

 

" Şaka şaka."

 

" Nesrin'im."

 

" Bu olur bak."

 

Sadeydi ama özeldi de.

 

Mutluydular, sade ve onlara özel.

 

Bu anı yaşamak için küçük kalbinden taşan tüm duaları eden küçük çocuk, başka bir evde yalnız başına defterini kaplıyordu.

Etiketi deftere yapıştırıp adını yazdı.

 

İbrahim Türker Kama.

 

Keşke her çocuk onlar kadar şanslı olabilseydi.

 

🎑

 

 

Bunca zamandır içinde gürül gürül akan bir şelale vardı oysaki. Su o kadar şiddetli akıyordu ki etrafındaki her şeyi ıslatıyordu. Dokunamadığı yere bile birkaç damlası sıçrıyordu. Eğer şelalenin tüm şiddetine rağmen yanından ayrılmıyorsan şikayet etmeye hakkın yoktu.

 

Durdurmaya gücün yetmiyorsa ya gidecek ya da kalacaktı.

 

Kalmayı seçti. Çünkü konu şelale olunca o hariç akan tüm sular da dururdu. Hava durumu değişir, depremler olurdu.

 

Su yeşili demek biraz da buydu aslında. Firuze ise o bambaşkaydı.

 

Firuze, gidememişti. Arabanın içinde öylece duruyordu. Kaç şarkı bitip yenisi başlamıştı bilmiyordu. Umut, kırılır mıydı?

 

İlkokulda Türkçe dersinde verilen ödev geldi aklına. "Kelimelerin anlamlarını bulup deftere yaz."

Umut: Bu duyguyu veren kimse veya şey, ümit.

Olması beklenilen veya olacağı düşünülen şey, ümit.

 

Türker ona umut vermiş miydi? Türker ona umut vermemişti. Ondan umut istediği de yoktu zaten. İstediği tek şey yıllardır içinde onun sayesinde hatta ondan olan bir parçayı paylaşmaktı. Haykırmak.

 

Umut, Türker'in onu sevme ihtimalineydi. Firuze gibi. Ne güzel bir tesadüf olurdu.

 

Sağ kapının açılmasıyla başını koyduğu direksiyondan sıçrayarak doğruldu.

 

" Kapıyı neden kilitlemiyorsun?" Nefes nefeseydi sesi.

Hayal mi görüyordu? Belki de o kadar uzun zamandır buradaydı ve uyumuştu. Evet, evet kesin uyumuştu.

Üzgün olunca uyurdu zaten. Uykusu gelirdi, dayanamazdı.

 

Ne zaman indiğini bilmediği sağ koltukta, şimdi yeniden oturuyordu.

" Biliyorum çok saçma oldu." Duraksadı Türker. Ne diyeceğini düşündü, kelimeleri yan yana getirip bir cümle bile oluşturamadı zihninde. Oysa söylemek istediği çok şey vardı.

 

Firuze'nin yüzüne bakmak istedi, onun için ondan cesaret alması lazımdı.

Firuze için cesaret almak ve bunu yapabilmek için Firuze'ye ihtiyaç duymak.

 

Yutkundu. " Ama söylemek istediklerim var benim de."

 

Bir cesaret yanındaki bedene baktı. Gözleri arabanın ön camındaydı yine.

O gözlerle ona baksa konuşamazdı zaten. Firuze, tepeden tırnağa cesaret demekti.

 

" Her şeyini bilirim Firuze." Sesi beklediğinden daha emindi. " Dedin ya her şeyi mi her şeyini mi diye." Türker, bir cesaret kıza baktı.

 

" Ezbere değil, sen benmişsin gibi. Ben kendimi bile tanıdığımdan emin değilim ama sen bendensin bunu biliyorum. Bana aitsin demem çünkü birine ait olmak istemeyecek kadar özgürsün, ele avuca sığmazsın. Bunu kimsenin yapmasını istemem ki sen izin de vermezsin zaten." Hafifçe güldü.

 

" Sevdiklerinin sevmediklerine oranla daha az olduğunu diretsen de içinde öyle bir sevgi var ki sevmemeyi bile seviyorsun."

 

" Öyle bir merhamet var ki sende yaralı dizine rağmen yara bandını koparıp başkasına verebiliyorsun."

 

Derin bir nefes aldı. Radyoda yeni bir şarkı çalmaya başladı.

 

Ayin gibi bu aşk

Ayin gibi bu ayrılık

Ayin gibi beklemek

Ve seni gizlemek

 

" Öyle büyük bir kalbin var ki..." Yutkunmaya çalıştı.

 

" Hiç sevilmemiş bir çocuğu kalbine alabiliyorsun."

 

Firuze'nin ona dönen bakışlarıyla yüzünde bir gülümseme daha belirdi. Firuze, başını onaylamayarak sallarken itiraz etmek için dudaklarını araladı.

 

" Bunu sana yapamam." Cesaret buraya kadardı.

 

" Neyi?" Kırgınlığını belli etmemek için başını dikti meydan okur gibi.

 

" Askersin diye mi?"

 

" Ailen bir şey der, ailen bir şey der diye mi?"

 

" Abim mi?"

 

" Türker bir şey de." Bir şey söyle, söyle ki sana olan kırgınlığım geçsin.

 

" Beni sevmediğin için mi?"

 

"Anladım." Dedi fısıltıyla. " Zorla olmayacağına göre." Kendine teselli veriyordu. Acınası bir halde miydi?

 

" Ama şunu bil, eğer sebep beni sevmediğin için değilse inan bir gün karşıma gelip yalvarsan da ben sana bir adım bile atmayacağım. Madem beni bu kadar iyi tanıyorsun, bunu da bilirsin."

 

" Kendinden başkası diye söz eden birinin hayatımda yeri yoktur."

 

Kaldırsana başını

Yüreğime dokunsana

Ben hazırım her şeye

Bak hayat çok kısa

 

Şimdi çekip gitmesi gerekiyordu değil mi? İkinci kez çekip giderse... Tamamlamak istemeyeceği bir cümle.

 

Onu sevmediğini mi söylemişti? Böyle bir ihtimali ona düşündüren kendisiyken ona kızma hakkı yoktu. Haklıydı.

 

Eğer giderse onu sonsuza kadar kaybedecekti kalırsa Firuze bir daha eski Firuze olmayacaktı.

İşte buna dayanamazdı.

Onun için ondan vazgeçmek. Duyduğu en boktan cümleydi.

Giderse kaybeden kendisi olacaktı.

Kalırsa Firuze.

 

Yok olmak istedi. Zaten olacaktı. Buradan çıkıp gittiği an, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

 

Umut hiç yok muydu? Sonra eli hızla cebine gitti. Sıkı sıkı tutunması gerekiyordu ona, umuttu o.

Eli cebinde, bekledi bir süre.

 

" Git artık." Yutkundu kız.

 

" Firuze..."

 

İzin vermedi. " Git." Gizli özne yerine gizli yüklem var mıydı? Gitme.

 

Olması gereken buydu aslında. En doğrusunu yapıyordu, başından beri olması gereken de buydu. Eli cebinden çıktı Türker'in.

 

Umut yine paramparçaydı. İkisi de ellerindeki kan lekelerini göremedi ama.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%