@aurasea
|
HATİCE Çetin bir yörük kızı hoyrat Murat Dağı’ndan Bir papatya getirsin, bir gelincik getirsin ‘’ Voyn! Gız!’’ ‘’ Gelive haydi!’’ ‘’Geliyom ana!’’ Çarıklı ayaklarımda çift çorap olsa da bata çıka yürüyorum. Yıllarımın geçtiği bu obada gözüm kapalı gittiğim yollar. Avucumdaki nasırı nasıl hemen bulabiliyorsam bu obada öyle işte. Yeri belli, dokundukça acıyor ama dayanılmayacak gibi değil. ‘’ Elif’in südünü ve!’’ Elif, yükümüzü yıllardır sırtında taşıyan emektar eşeğimiz. Keşke gözleri kadar bahtı da güzel olsaydı. Elimdeki sopayla önümde ağır ağır yürüyen Dazlak’ı dürttüm yavaşça. Başının tepesindeki tüyler hastalandığı vakit dökülünce kel kalmıştı garip. ‘’Deh bakam!’’ Gitti o da ne yapsın! Elif ile benim aramda pek de bir fark yok ha! İkimizin de adını bobam koymuş. İkimize de deh dedin mi gidiyoz, çüş dedim mi de duruveriyoz. Ne yapalım? Benim adım Hatice. Burada bana Hatçe derler ama. İlkokula kadar gittim bizim köy okuluna. Sonrasına bobam "Lazım değil." Dedi. Anama diyecek oldum gitmek istiyom diye sesini cikarma gız bu kadar keçiye kim bakacak dedi. Kardeşim Halime'yi gönderdiler Allah'tan. Garibim abim de gitmemiş. O da diyememiş ben gitmek istiyom diye. Kalmış buralarda. Biz hep buralardayız zaten. Bize topraksız derler ama yerimiz bellidir. Başımızda kıl bir çadır yaparız. Aşımız da oradadır, döşeğimiz de. Sabah gün şavkımadan ayağa dikiliriz. Bizim sürünün korucusu Alaf'ı beslerim. Gri tüyleri okşaya okşaya beklerim onu. Yirmi baş da tavuk var onlara da yemini verdim miydi kahvaltı hazırlığı başlar. Yaz oldu mu dışarıdaki ateş, kışın da çadırın içine kurduğumuz soba hiç sönmez. Bizim için ısınmak değildir yalnızca korunmaktır da ateş. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz derler ya hani, işte ateş olan yere de kimsecik sokulamaz. Ne kurt gelir ne çakal. Lastik pabuçlar bu koşturmaya dayanamamış. Şimdi oturdum bir çamın dibine. Reçinesini tükürükleye tükürükleye alıp yarılan yeri yapıştırmaya çalışıyorum. Olmuyor ama. Yapışmadı bu sefer. Bir öncekinde olmuştu. Yanan ateşten bir kor alıp kopan yere basıyorum, bir nevi dağlamak. Kara lastik eriyince diğer parçayla birleştiriyorum. Tamam, oldu. Yenisine sağlık diyemeyince bunu iyileştirmek lazımdı. Canım sıkıldı deyip de savuramıyorsun pabuçları. Ne yaparlar insanı sonra? Pabuçları yeniden ayağıma geçiriyorum. Cebimde bir kömür parçası. Oturduğum taşa gelişine çizip duruyorum. Tüm taşlara böyle böyle çiziyorum ama bitmediler. Ottu, çiçekti derken bir şeylere benziyor ama ne yaptığımı da pek çıkaramıyorum. Ellerimi taşa sürte sürte çıkarmaya çalışıyorum. Sorarlar şimdi bu ne diye. Boyadığım taşlar böyle bulanık. Ne olduğu belli olmayan o an ha bu kafamın içinde ne varsa akıyor sanki. Babamın dediği gibi boş değil, anamın dediği gibi de hinlik dolu değil. Hiçbiri ben değilim. Benim adım burada "gız, safoz..." Hatçe diyeni pek duymadım. Kimsin diyen yok ama sorsalardı derdim. " Ben Hatice." Gerisi yok. KAMURAN doldurarak sardunyalarla konuşarak çoğalttım aramızdaki ayrılığı sayarak çoğalttığım günleri tamamladım kirpiklerimin arasına çektiğim tülde yağmur durdu ve şimdi kış bitiyor oysa kimse yokmuş dışarda içim dışıma vuruyor " Kamuran Hanım!" " Size gönderdiğim e-maili kontrol ettiniz mi?" Kemik çerçeveli gözlüklerin ardından baygın bakışlarla baktığımın bilinciyle " Evet?" Diyorum sorarak. Baktım ama kayda değer bir şey bulamadım. Daha doğrusu bok gibi fikir demek istiyorum ama olmuyor. İşin ucunda meslek etiği daha da kötüsü olan kavulmak var. " Dönüş sağlamamışsınız?" Diyor o da benim gibi. Kapının girişinde alacaklı gibi dikilince sinir oluyorum. " Öyle mi göndermiştim aslında." Deyip mail kutusuna bakıyorum. Göndermemişim. Gönderdim sandığım mail öylece taslakta bana bakıyor. Ekrandaki gözlerim yeniden alacaklıyla buluşuyor. Yüzümde gülümsemeyle! " Teknik bir problem olmuş ama hallettim." Diyorum. " Dikkat edin lütfen. Faruk Bey böyle şeylerden hoşlanmıyor."İğnesini batırıp gidiyor. Zehir öyle kanımda dolaşıyor da ben bir şey diyemiyorum. "Faruk Bey'ine senin..." O sırada Gizem geliyor. " Çıkmıyor musun?" " Oldu mu o kadar." Masadaki saate bakıyorum. 17.36 " Fark etmemişim. Çıkıyorum şimdi." Yerimden doğrulup sabah çıkardığım ıvır zıvırı yeniden çantama tepiyorum. " Biz Finans'tan kızlarla kafede oturucagız biraz. Gel sen de." Diyor. Bundan iki ay önceki davetinin sonunda ne olduğu aklıma geliyor. " Sağ ol ben gelemeyeceğim ama. Evde işlerim var biraz." Diyorum mahçup mahçup. Bir daha da çağırmaz zaten. Kaç kere türlü bahanelerle reddettim kızı. " İyi bakalım. Görüşürüz yarın." Deyip gidecek oluyor sonra aklına bir şey geliyor ki yeniden bana dönüyor. " Yarın haftasonu sahi. Kafa kalmadı ki işten! Neyse canım iyi tatiller." " İyi eğlenceler. " diyorum ben de. Yarının haftasonu olduğu benim de yüzüme çarpıyor. Bu sandalyeye oturup bir daha hiç kalkmamak istiyorum. İki aktarmayla ancak varabildiğim eve geldiğimde saat 18.30'u gösteriyor. Hızlı hızlı üstümü değiştirip kendimi mutfağa atıyorum. Gece yatmadan hazırladığım yemekleri ocağa alıp salata yapmaya girişiyorum. Salatanın sosunu da hazırlayıp masayı hazırlarken zil çalıyor. Ellerim panikle titremeye başlarken buzdolabındaki saate bakıyorum. Bugün erken geldi. Koşarak kapıya gidiyorum. Kapıyı açtığımda " Nerdesin iki saattir?" Diyor ayakkabılarını çıkarırken. Yüzüme bile bakmıyor. " Sofrayı hazırlıyordum." Deyip ben de yüzüne bakmadan terliklerini bırakıyorum yere. " Yüzümüze bile bakan yok amına koyayım." Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alıyorum ve mutfağa gidiyorum. " Kıyafet hazırla bana." Banyodan gelen yankılı sesinden sonra su sesi geliyor. " O suda boğul inşallah." Fısıltımı da bağrışımı da yine sadece ben duyuyorum. Mutfaktan çıkıp yatak odasına geldiğimde çamaşır çıkarıp yatağa bırakıyorum. O sırada komodinin üzerindeki telefonu çalıyor. Bakmaya bile tenezzül etmeyip yeniden mutfağa gidiyorum. Çorbanın altı az daha tutacakken yetişiyorum. Kepçeyi dibe daldırmazsam yanık tadı gelmeyeceğini biliyorum. Üstten Üstten dolduruyorum tabakları. Mutfağa geliyor, " Anamız ağladı bugün de." Deyip kazulet gibi oturuyor yerine. " Ne yaptın?" Nasıl olduğumu değil yemeğe ne yaptığımı soruyor. Zıkkım demek istiyorum. " Alooo sana soruyorum!" " Kör müsün Kenan?" Masaya oturduğumda o dik dik bakmaya devam ediyor ama ben yemegimi yemeye devam ediyorum. " Bu ay kira sende." Yemeğe bandırdığı ekmeği ağzına tepiyor. " O niye?" İştahım yokken iyice kaçıyor, kaşığı bırakıyorum. " Niyeyse niye ulan! Ben her ay ödemiyor muyum? Şimdi paşa paşa sen ödeyeceksin!" " Nedenini soruyorum ben de! Ben ödemem gerekenleri ödüyorum zaten. Kirayı da ben ödersem geriye bir şey kalmıyor. Kalan parayla ne olur." " Kredi çektim ben." Onun için sıradan bir cümle bu. Bakkaldan veresiye ekmek almak gibi. " Ne demek kredi çektim!" " Kenan gırtlağa kadar borç içindeyiz farkında mısın?" Ömrümü yediği gibi yemeğini de yemeye devam ediyor. " Neden çektin?" "Sana hesap mı vericem Kamuran? Kimsin sen?" " Kimim ben?" Bir zamanlar sevdiği için her şeyi geride bırakacak kadar kör olmuş Kamuran. Nerdesin sen sahi? Bulamıyorum seni. Peki sen Kenan, sen kimsin? Hafta yedi günse biz beş gün kavga ediyoruz. Karşılıklı iki koltukta ayrı ayrı oturmaya başladığımızdan beri her konuda karşı karşıya kalıyoruz. Kenan, tadına bile bakamadığım karnıyarığı yeyip çekip gidiyor. Her zaman böyle yapıyor. Ben uzun zamandır tek olduğum masada yine tek başıma kalıyorum. Masayı topladıktan sonra duşa giriyorum. Ev o kadar sessiz geliyor ki korkup hızlıca banyodan çıkıyorum. Yatağın üzerine bırakılan gömlek yarına ütülemem için. Şimdi ütülemezsem uykumdan uyandırıp ütületeceğini biliyorum. Buharı yüzüme çarpa çarpa ütü yapıyorum. Kenan'nın sorduğu soruya göre ben olsam olsam bu evde hizmetçi oluyorum. Benim burada adım dile getirilmese de hizmetçi. Ben kimim? Ben kimdim? Oysa ben Kamurandım. Çok eskiden... ZEHRA Aykırı bir yolcuyum dünya geniş Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş " Hanım ağam!" " Seçtin mi?" Diye soruyor. Yanımda hangi köyün aşiret ağası olduğunu bilmediğim adam. " Beğenmedim ben bunları." Birini bile incelemediğim takılara burun kıvırıyorum. Hâlâ anlamıyor derdimin ne altın ne de para olduğunu. " Başka yere bakalım." Israrı Mardin'den Edirne'ye yol olacak. " Başka yerden de istemiyorum." Diye diretiyorum ben de. " Zehra, ne istediğini söyle o zaman. Onu alalım." Onun da sinirleri geriliyor artık. " Hiçbir şey istemiyorum. Seninle evlenmek istemiyorum oldu mu?" Deyip elbisemin eteklerini topladığım gibi dışarı atıyorum kendimi. Peşimden geliyor. " Ne demek evlenmek istemiyorum?" " Biz Musa Ağa'yla böyle anlaşmadık." " Ne anlaşması be!" Çarşıdaki herkes bize bakıyor ama ne gözüm görüyor ne de kulağım duyuyor. " Bana bak aşiret misin ağa mısın ne boksan bana işlemez anladın mı?" " Kimsiniz oğlum siz? Kim bu aşiret? Neyin anlaşması bu?" "Sakin ol." Uyaran sesini umursamıyorum. " Olmuyorum. Olmayacağım. İstemiyorum. Duydun mu istemiyorum." Elbisemin eteklerini toplaya toplaya yürüyorum. Konağa geldiğimde benim yayan yürümemden kaynaklı onların benden önce eve vardığını görüyorum. Babam, " Yusuf ağa ile evleneceksin Zehra." "Buradan dönüş yok, ben namusa laf ettirmem." Diyor. Benim bu konaktaki adım namusa denk düşüyor. Ama bana Zehra diyorlar. Zehra ne zaman kendine denk olacak? |
0% |