
Arkadaşlar iki Aziz ağamız varrr
Not : Yorumlarınızı oylarınızı eksik etmeyin kuzular yapamayanında canı
Sağolsun bu arada ıstgram hesabımdan istediğiniz zaman yazmaktan çekinmeyin her konuda.
Sosyal medya:
ıstgram: avin.elif/penumbra36
Tiktok: avinmirza12
İYİ OKUMALAR
Xece Hanım, kahvesini içerken Aziz Ağa olanları duymuş lakin karısının kendi halletmesini istemesine karşı bir şey yapmamış gibi gözükse de küçük karısından habersiz kursları tekrar açmak için sattığı altınları, değerinin iki katı para vererek, tekrar satın almıştı.
Bunu, karısını kırmadan yapmak istemiş, günü geldiğinde tekrar sevdiği kadına iade edecekti.
Aşk, sevdiğini yeri geldiğinde kendinden sakınmaktı. İşe gitmeden önce annesiyle hesaplaşacaktı lakin karısı bilip aralarına girdiğini düşünüp üzülmesini istemediği için karısının çıkmasını beklemişti.
Terasta kahve içen annesinin tam karşısındaki divana oturup ellerini önde birleştirip öne doğru eğildi.
“Ne zaman pes edeceksin Xece Hanım? Ne zaman hırsların uğruna insanları kurban etmekten vazgeçeceksin?”
Kahvesini yudumlamaya devam ederken, konağın taş avlusuna bakarken geçmişi yâd etti bir kez daha zihni. Tüm suçlu o muydu yani?
Alayla dudağı kıvrılırken evladına bile acımadan zehrini kusmaktan çekinmedi.
“Biliyor musun, bir çok kez senden vazgeçtim ama sen hep direndin. O zamanlarda olduğu gibi bu günde de benle savaşmaktan vazgeçmiyorsun!”
Annesinin baktığı avluya baktığında tıpkı onun gibi geçmişinin acı hatıraları serildi gözlerinin önünde.
Büyümeyen çocuklar hep anneye hasretlik çekerdi, aynı Aziz Ağa gibi.
Varlık içinde geçen çocukluğu anne ve babanın yokluğu içinde geçmişti.
Kangren olmuş yara misali iyileşmeyi unutmuş, kanamayı öğrenmişti.
Körlermiş neşterin yüreğine yaptığı işlem kadar acı veriyordu annesinin onu istemeyişi.
“Benim direnmeye bıraktığım vakit bu topraklar bana sürgündür Xece hanım. Ama bilesin ben, bana yapılanı unuturum lakin gözümden sakındığıma yapılanı unutmam.”
Alenen tehdit etmişti annesini. Karısının gözünden düşen yaşa dünyayı yakardı!
Ayağa kalkıp gidecekken annesinin bir çift sözüyle adımları yere mıhlandı.
“En çok ona benzediğin için aslında...”
Küçükken bir çok kez duymuştu bu sözleri lakin hiç bir zaman sorgulamamıştı, annesinin neden dediğini.
Hep babası için söylediğini sanırken büyüdükçe bunun aksine olduğunu fark etmişti.
Arada ki mesafeyi kapatıp annesinin yanına gelmiş, kaşları çatık sorgulayıcı bir tonda konuşmuştu.
“Kim Xece Hanım!? Kime benziyorum söyle artık! Bana duyduğun nefretin asıl sahibi kim!?”
Xece hanım susmuş, duymamazlıktan gelmeye devam edip kahvesini içmeye devam etti.
Aziz ağanın sabrı tükenmiş, elinde ki fincanı annesini dudaklarına yaklaştırmadan çekip yere fırlatırken yeri düşen fincanın parçalama sesi avluda yankılandı.
Xece hanım ayağa kalkıp oğluna saf öfkeyle baktı.
Aziz Ağa, annesinin bakışları altında yere fırlattığı fincan gibi bin parçaya bölünse de kendinden emin bir şekilde karşısında durmuştu.
“O vazgeçmeyi seçti sen, savaşmayı! Vazgeçmek korkaklıktır lakin sen direnmeyi seçtin arada ki tek fark bu!”
Aziz Ağa öylece bir boşlukta sürüklenmeye devam ederken Xece Hanım odasına çekilmişti.
──────✧❅✦❅✧──────❅
Kerim..
Vuslatı kavuşmak olan tüm sevdaların bekleyişi sirayeti.
Yatağın başlığına yaslanmış saatlerdir sevdiğini nakşederken zihninde.
Kadının belki de ömür boyu uyandığı tek huzurlu sabahtı.
Gözlerini açtığı gibi hayran olmuş bakışlarla onu seyreden kocasıyla göz göze geldi.
Aynı anda;
“Günaydın!”
“Günaydın!” demişlerdi. Bu durum ikisini de gülümsetirken Kerim eğilip sevdiği kadının gece karası saçlarından öptü.
“Şükür sebebimsin kadın.”
Adamın sözlerinden sonra yeni yuvası olmuş adamın kollarına sığındı kadın.
“Seni bana geç getiren kadere kırgınım.”
Sevdiği kadını kollarını arasında hapsederken burnunu kadının saçlarına yaklaştırıp kokusunu içine çekmeye devam etti.
“Hadi gidip oğlumuzu alalım.”
Oğlumuz’u öyle sahiplenici demişti ki...
Bir an her şeyi unutup gerçekten onların oğluymuş gibi hissetirmişti.
“Oğlumuz.”
Kerim gülümseyip sevdiği kadın burnunu ucundan öperken bir kez daha, “Oğlumuz,” dedi.
“Yürekten sevildikten sonra her çocuk evladın kadın,” dedi.
Elif, eğilip adamın sol yanını öperken, “Benim toprağım senin yüreğin adam,” dedi.
Kerim sevdiği kadının saçlarının tepesini öperken sevdasının en güzel ezgisini fısıldadı.
“Saçların yüreğime prangalar, gözlerin mahkumiyetim kadın. Esir düştüm sana ve sevdana.”
Elif, kocasının göğsüne biraz daha sığınırken, “Yüreğinde sakla beni en güzel o sevebilir çünkü,” demişti.
❅──────✧❅✦❅✧──────❅•
Xece hanım, belki de umut bildiği, bir zamanlar sevdasına yuva olmuş dilek ağacının altında bekliyordu.
Artık yüzleşmenin vakti gelmişti, yeterince kül olmuş küllerinden dirilmişti. Tıpkı bir zamanlar kül olmuş hayalleriyle birlikte yaktığı ağaç gibi.
Her şeye rağmen külleriyle kök salmış, yaşattığı yaşadığı onca acıya rağmen direnmekte vazgeçmemişti.
Ondan alacak bir emaneti vardı, kalmasın istiyordu. Geçmişin tüm izleri silinsin diye .
Aradığını bulmak için ağacın dallarına göz gezdirirken ona doğru yaklaşan adım seslerini duymuş, öylece durmuştu. Burnuna dolan kokuyla göz bebekleri titremişti.
Taşlaşmış yüreğinde ince bir sızı hissederken nefesi kesilmişti bir an için.
“Bunu mu arıyorsun Xêce hanımağa?”
Hasretliğini çektiği ses kulağında yankı bulunca koca bir yumru oturdu boğazına.
Özlemle sızlayan yanına karşı hemen kendini toparlamış, zıhlı kalkanını kuşanmış, acısını sahte bir gölgenin ardına gizlemeyi başarmıştı Xêce hanım.
Kara sürmeli hareleri kurşun niteliğinde adamın gözleriyle kesiştiği an adamın kapakları ağırca kapandı.
Hazır sanmıştı oysa ki...
Azâd Peymanın dediği gibi,Dilete Wek Şuri Gelek Çuyi Kuri (Aşkın Kılıç Gibi En Derine İndi gözleri)
Xêce hanım mezarım, dediği iki çift mürdümden geri kalmamak için zehrini akıttı bu kez.
“Ne o Aziz Ağa bakmaktan da mı sakınır oldun, bir zamanlar bakmaya doyamadığına?”
Kadının sözleri bir tokat gibi yüzüne çarparken yumduğu göz kapaklarını tekrar açtı.
Kadının göz bebeklerinin bir an için titrediğine yemin edebilirdi. Çok kısa bir an eski Xêce’sini görür gibi oldu.
Gözleri, kadının yüzünü tararken şalının yanında firar eden kısa tutamlarıyla derbeder oldu.
Yemini vardı sevdiğine gelin gittiği vakit kına yakacaktı. Her bir tutamına türküler yaktıracaktı.
“Kesmişsin.” Aziz Ervaji’nin sesi öyle boğuk çıkmıştı ki dipsiz kuyulara düşmüş bedevî gibi cılız ama feryat doluydu.
Xêce hanım şalını çekiştirip firar eden tutumları gizlemişti.
“İsyanımı bile çok gördüler!”
Kadının saçları isyanıydı. Xêce hanımın isyanını ilk aldılar elinden...
Azîz Ervaji yıllardır kendinde sakladığı soruyu sordu. Bu sefer cevabını almadan ölmek istemiyordu.
“Neden Xêce? Ben seni böyle severken senin bana ihanet edişin, neden?”
İhanet mi? Neyin ihanetinden bahsediyordu?
Utanmadan hala onu nasıl suçlayabiliyordu?
“Neyin ihanetinden bahsediyorsun, sen ha! Benim neler çektiğimi biliyor musun?” diye feryat ederken, Xêce hanım sol gözünden akan yaş yanağını ıslatırken elinin tersiyle silmiş.
Öfkeyle ona, hala utanmadan hesap soran adama bakmıştı.
“Ben değil sen ihanet ettin! Ben aç susuz yolunu gözlerken tüm aşirete aileme karşı sevdam için savaş verirken sen başkasıyla gününü gün ediyormuşsun!”
Kadın sözleri, adamı dumura uğratırken tüm sözleri kafasında tarttı. Ne demek ihanet!? Nasıl gününü gün ederken?
Birkaç adımda ona nefretle bakan kadına yaklaşıp kolunu tutmuş, sarf ettiği sözleri sorgulamıştı:
“Ne demek gününü gün ederken!? Ne demek istiyorsun açık açık söyle!”
Kollunu adamın elinden kurtarıp aralarına hatrı sayılır bir mesafe bırakırtı.
“Gözlerimle gördüm! Sarılmıştın ona, bana baktığın gibi bakıyordun ona! Ben sevdam uğruna abimi toprağa gömerken sen onunla gelecek planı yapıyormuşsun!”
Aziz Ervaji öylece kalmış yerinde ne diyeceğini, ne yapacağını bilememişti. Neyden bahsediyordu yoksa yine kendini aklamak için baş vurduğu bir oyun muydu?
“İhanetini aklamak için yalanlara sığınacak kadar düştün mü kadın?”
Hala onu ihanetle suçlayacak kadar üste çıkıyordu bir zaman sevdiği adam.
“Benim abim öldü Aziz Ağa, abim! Neden ha?”
Kadının sesi ıssız arazide yankılandı.
“Ben sevdama riyakar olmamak için abime hasret kaldım, onu mezarından sürgün edildim!’
Bunları duymayı beklemiyordu Aziz Ervaji oysa olayları bambaşka duymuştu dostundan.
“Devran, sen o adamla evlenmek istedin diye kurban gitmedi mi?”
Xêce hanım başını iki yana salladı.
“Sen gittin, abim sevdama kurban edildi, ben ise zalim bilindim!”
Ellerini iki yana açıp isyan edercesine haykırdı.
“Ben zalim olmayı seçmedim sadece Mezopotamya bana sırt çevirdi! Yuva bildiğim, gönülden sürgün edildim!”
Aziz Ervaji geçmişini sorguladı. Dostum dediği adamın sözleri zihninde yankılanırken tüm her şey bir bir gözlerinde canlandı.
“Geldim, ben ölüme kafa tutup geldim. Onun elinden tuttun Xêce, gözlerimin içine bakıp!”
Zihnini istila eden anılar, hasta kalbini daha da yorarken yüreğindeki tüm ağrılara rağmen dik durmak çok zordu. Buna rağmen yıkılmadan tüm geçmişi kadının yüzüne vurmaktan çekinmedi.
“Söylesene! Bana, seviyorum derken aklında o adamın hayali mi vardı? O kadar çok mu seviyordun!? Bana ihanet edecek kadar abini hiçe sayacak kadar...”
Xêce hanımın yüzünde acı bir tebessüm belirdi.
“Canı toprak etmişken, yardan vazgeçmek kolay değilmiş lakin sevdiğinin ihaneti pek kolaymış. Hani bana diyorsun ya nasıl ihanet ettin, peki sen nasıl dokundun o kıza? Nasıl senin dönmeni beklerken onunla evlilik hayali kurdun?”
Daha fazla kalamadı, istemediği için gitmeye yeltendiğinde bir kez daha kolundan tutup gitmesine engel olmuştu, Aziz Ervaji.
“Yok öyle istediğini söyleyip gitmek! Hangi kızdan bahsediyorsun onu söyle!?”
“Filiz gösterdi, sarmaş dolaştınız! Sakın inkar etme, o kızla evleneceğini tüm Mardin duymuştu! Ta ki o ana kadar bekledim, herkese rağmen savaştım! Kimsenin kıramadığı direnişi senin ihanetin kırdı Aziz Ağa!”
Aziz Ağa yerinden sendeledi. Bir an için kadını tutan elleri gevşemişti.
Ortada bir ihanet vardı lakin ikisinin dostları tarafından olan bir ihanetti. Sevdiği kadının ihaneti bile bu kadar can yakmazken düştükleri oyun heba edilen bir ömüre bedel olmuştu.
“Filiz mi!?”
Adamın neden bu kadar şaşırdığına gözlerinde ki hayal kırıklığına anlam veremese de başını evet anlamında salladı.
“Ben sana asla ihanet etmedim kadın, Allah şahidim etmedim!”
Adamın neden bu kadar şaşırdığına gözlerinde ki hayal kırıklığına anlam veremese de başını evet anlamında salladı.
“Ben sana asla ihanet etmedim kadın, Allah şahidim etmedim!
Xêce hanım bir an durmuştu. Tüm öfkesine rağmen adamın gözlerinin içine baktı, bir cevap aramak için.
“Ne demek ihanet etmedim?”
Aziz Ervaji kadının kollarını bırakıp bir o yana bir bu yana mekik dokurken bir eliyle saçlarını çekiştirdi. Onlara kurulan oyunda yıllarca sevdiği kadında suç bulurken bu sefer doğrudan ona sordu.
“Ne oldu Xêce yalvarırım bana her şeyi anlat! Sevdama leke düşürenlerin ipini çekeyim!”
Xêce hanım, başını iki yana sallarken kabullenişle, “Ne değişecek Aziz Ağa söylesene! Ne değişir döner mi, giden bir daha gelir mi?” dedi.
Bu defa adamın ona engel olmasını umursamadan terk etmişti.
Aziz Ervaji, ağacın dibine sırtını dayamış, kaybettiği sevdiğinin ardından sadece bakmakla yetinmişti.
Sevdiği kadın gittikten sonra elinde tuttuğu şalı yüreğinin üstüne koyup saatlerce ağlamıştı, dilek ağacının altında...
❅──────✧❅✦❅✧──────❅
BİR HAFTA SONRA :
Xêce Hanım, gelinin altınlarını satıp kursları tekrar açtırdığını görünce gelinine daha çok bilenmişti.
Her fırsatta geline iş veriyordu, emir buyuruyordu.
Ayşe, saygısızlık etmemek için alttan aldıkça daha çok hırslanıyordu.
Sırf insanlar gelip çocuk diye gelinini darlasın diye her gün birilerini eve davet ediyordu.
Laf arasında gelen ailelerin kızlarını süzüyor, manalı konuşuyordu.
Bugünde akşam için gelen misafirler için gelinine yemek listesi vermiş, evin gelini olarak hepsiyle bizzat ilgilenmesi için direktifte bulunmuştu.
Ayşe, mercimekleri ayıklamak için tepsiye dökerken diğer yandan söyleniyordu.
“Neymiş, kızları İstanbul’da okumuş, Aziz sarışın seviyormuş!”
Aziz Ağa, sabah karısını yanında göremediği için her yerde aramış, en son karısını mutfakta anasına saydırırken mercimek ayıklarken görmüştü.
Karısı, anasına ne kadar sinirliyse artık onu fark etmemişti.
Ayşe mercimeğin içinden çıkardığı taşa kinle baktıktan sonra, “Bu taşlar başına düşsün Xêce Hanım emi!” dedi.
Aziz Ağa en son dayanamadı, kafasını arkaya atıp gür bir kahkaha koy verdi.
Ayşe kocasını karşısında görünce yerinden sıçramıştı. Elinde tuttuğu küçücük taşı ona fırlatmıştı.
“Allah seni almaya Aziz! Xece Hanım sandım!”
Aziz Ağa, sanki kocaman taşmış gibi ellerini kendine siper etti.
“Kocaya şiddet ha! Nerede senin adaletin?”
Ayşe kaşlarını çatıp kocasına bakarken, “Dua et tepsiyi kafana atmadım!” dedi.
Ocakta ki yemeğin altını kapatmak için kalktığında kocası da çoktan dibine kadar gelmişti.
Ocağı kapatıp arkasını dönünce kocasıyla burun buruna gelmişti.
Arada yok denilecek kadar bir mesafe kalmıştı. İkisinin kalp ritimleri birbiriyle rekabet içinde çarpışırken adamanım bakışları kadının dudaklarına kaymıştı.
Adamın kararan harelerine an be an şahit olan kadın kuruyan dudaklarını ısırmıştı, farkında olmadan.
Adam biraz daha kadına sokulmuştu, artık dudakları bir nefeslik kadar yakındı.
Ayşe aldığı nefesler sıklaşırken, ellerini adamın göğüs koyup araya mesafe koymak isterken, “Yaa Aziz çekil biri gelecek!” dedi.
Aziz Ağa; sırıtıp, karısının boşluğundan faydalanıp baldırlarından tutuğu gibi mutfak tezgahına oturtmuştu.
Bir an kendini mutfak tezgahının üstünde görünce, kocasının çoktan niyetini bozduğunu anlamıştı lakin kocası zaman ve mekanı ayarlayamamıştı. Yanlış hesaplamış olmasıydı, tek sorun birden ayıklaması gereken mercimekler.
“Aziz kudurdun mu Allah aşkına!?” Bir taraftan çemkirirken diğer taraftan birinin gelme ihtimaline karşı gözleriyle kapıyı kolaçan ediyordu.
Elleriyle karısının bacaklarını açıp arasında yer edinirken, karısı kaçmasın diye iki elini karısının yanına koyup, üstüne eğilirken haylaz çocuklar gibiydi.
“Kadın yanıyorum diyorum sen bana delirdin diyorsun!”
Ayşe sevdiği adamın şehvetle kararan bakışlarıyla yutkunmuş, bakışlarını kaçırmıştı.
“Aaa valla boşa demiyorlarmış, erkekler otuzundan sonra kudurur!”
Karısının kulağına doğru eğilip nefesini üflerken, “O zaman söndür sende kocanın ateşini,” dedi.
İkilinin hızlanan solukları mutfağın sessizliğine yankı olurken Aziz ağanın sağ eli, yanağını bulurken sol eli çoktan karısının eteğine sızmış, baldırını okşamaya başlamıştı.
Arsızca teninde hüküm sürmek isteyen kocasının aksine, bulunduğu atmosfere rağmen mutfakta olduklarının bilincindeydi kadın.
Boşta ki ellerini kocasının omuzlarına yer edinirken, ısırdığı dudaklarından istenenin aksine bir yalvarış döküldü...
“Yapma!”
Aziz Ağa karısının gerdanına gelip ufak öpücükler bırakırken, gülmüş anlamamazlıktan gelmişti.
“Neyi?” Bunu söylerken bile elleri sınırları biraz daha ihlal etmekten kaçınmıyordu.
Ortamın atmosferini dağıtan yalancı öksürük sesiydi. Ayşe panikle kocasının omuzlarından iter itmez mutfak tezgahtan inip, üstünü düzelmeye çalışırken teninin utançtan yandığını hissediyordu.
“Gündüz vakti edepte kalmamış! Odanız neyinize yetmiyor!”
Kaynanasının kınayan sözlerinden sonra yerin yedi katında yer edinmek, şu an mutfakta olmaktan daha çok yeğlerdi Ayşe.
Aziz Ağa bir kez daha şansına söverken, karısını arkasına alıp öfkeyle anasına doğru döndü.
“Görende milleti sıkıştırdım sanar! Karım yaw, karım!”
Ayşe kıskançlık damarı tutmuş kaynanasını umursamadan, iki elini beline yerleştirip, kocasının arkasından çıkıp hesap sormak için kocasının karşısına dikilmişti.
“Ne demek millet! Aziz milletle mutfakta ne işin var!?”
Aziz Ağa yutkunup suskunluğunu korumuştu. Zira alenen ne derse karısının karşında tehdit unsuruydu. Her lafı başka yönlere çekilmeye hazırdı.
“Yok güzelim öyle lafım gelişi.”
Ayşe kaşlarını çatıp sinirle saçlarını savururken, “O zaman bende seni lafın gelişi değil gerçek manada odadan kovuyorum!” dedi.
Bunu dedikten birkaç saniye sonra mutfaktan çıkarmıştı. Aziz Ağa giden karısının ardından ağzı açık bir şekilde öylece kaldı.
“Karında her fırsatta işten kaytarmak için yer arıyor! Bak, daha mercimekleri ayıklanmamış!”
Aziz Ağa, Xêce Hanımın söyledikleriyle sinirle mutfak masasının üstündeki mercimekleri alıp Xece hanımın eline tutuşturdu.
“Ee sen ne güne duruyorsun Xece Hanım! Hem belli ki boş durmaktan canın sıkılıyor, habire karıma sarıyorsun!”
Xece Hanım elinde ki mercimekle kala kalırken bir elinde ki mercimeğe birde giden oğlunun baktı.
“Sen nereye?”
Aziz Ağa kapının eşiğinde omuzlarının üstünden anasına bakıp sırıtırken, “Karımı ikna ede bilirsem Mercimeği fırına vermeye,” dedi.
Xece Hanım, oğlunun arsızca telaffuz etiği sözlerden sonra gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
Aziz Ağa ise karısının arkasından odaya girer girmez karısı kafasına yastığını fırlatmıştı. Yastıktan kurtulmak için hemen kapıyı kapatmış, birkaç saniye öyle beklemişti.
Tehlikenin geçtiğini sanıp yavaşça odanın kapısını açıp, kafasını uzatmıştı lakin karısı pusuda beklemiş gibi uzatır uzatmaz yastığı tam on ikiden vurmuştu.
Aziz Ağa kedi yavrusu gibi melül melül sevdiği kadına bakıp küçük Emrah rolüne bürünmüştü.
“Geçti mi sinirin?”
Ayşe, ateş saçan gözlerini kocasına diktiğinde adam korkuyla yutkunup, “Güzelim sinirlenme bak sonra başın ağrıyor,” dedi.
Ayşe bu halde bile hala onu düşünen kocasıyla biraz sakinleşmiş, yatağa oturmuş, yüzünü ellerinin arasına alıp oflamıştı.
Aziz Ağa tehlikenin geçtiğini anladığı için saklandığı yerden kalkıp sevdiği kadının yanına oturmuştu.
“Şimdi her fırsatta Xece Hanım yüzüme vurur bunu! Off Aziz ya ben sana dedim biri gelir diye!”
Aziz Ağa kolunu sevdiği kadının omuzlarına koyup kendine çekti.
“Boş ver sen onu bak ben sana ne diyeceğim...”
Ayşe saf gibi kocasının ne söyleyeceğini beklerken, Aziz Ağa karısına dönüp, karısının saç uçlarıyla oynarken diğer yandan hin bir gülüşle karısını baştan aşağı süzmüş.
“Bence biz yarım kalmış işimize devam edelim.”
Ayşe, ani bir manevraya yataktan kalkıp kocasına saldıracakken Aziz Ağa ondan önce davranmıştı.
Çoktan odanın dışına atmıştı kendini
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 74k Okunma |
5.43k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |