36. Bölüm

28.bölüm part 1

Avin Mirza
avinmirza12

“Harabeler üstünde büyüyen gül misali, Mezopotamya’nın kızları; cehaletin küllerinden bilgiye doğru yürüyen sessiz bir isyandır.”

 

İYİ OKUMALAR

 

Sabah güneş henüz tam yükselmeden, çiftliğin avlusu yeniden hareketlenmişti.

 

Kerim, avlunun taş duvarına yaslanmış, çayını yudumluyordu. Gözleri arada bir Ağa’nın odasının penceresine kayıyordu. Gülümsedi. Normalde, huysuz olduğu zamanlar dışında geç uyanmazdı dostu. Bir de... malum.

 

Tam o sırada kapı ağır ağır açıldı. Aziz Ağa, başı dik ama göz altları hafif morarmış bir halde dışarı çıktı. Gömleği biraz aceleyle iliklenmiş, saçlar hafiften dağılmış. Yürüyüşü her zamanki gibi sert ama bir tek detay eksikti: bakışlarında o sabah sabah insan yakan alev yoktu.

 

Kerim, sinsice sırıttı.

 

"Gözüm yollarda kaldı ağam." dedi. "Dedim herhalde bu sabah da gusle niyetlenmiştir."

 

Aziz Ağa göz ucuyla bir bakış fırlattı ama hiç cevap vermedi. Sessizce ilerlemeye devam etti.

 

Kerim, durur mu… peşine takıldı.

 

"Hayırdır ağam, akşam yengemin başımı ağrıyordu da, senin halin böyle mi oldu?"

 

Aziz Ağa bir anda durdu. Omzunun üstünden baktı, sesi kısıktı ama tehdit dozu tam kararındaydı.Dün olanlardan sonra zaten yeterince sinirliydi birde sabahına arkadaşını hiç çekeyemezdi.

 

"Kerim… senin dilini keseceğim diye bir niyetim var, haberin olsun."

 

Kerim, istifini hiç bozmadı.

 

"Ben ne diyeyim ağam? Senin halin meydanda. Yastığa değil, kaderine sarılmışsın gibi bir hâlin var bu sabah."

 

Aziz Ağa yürümeye devam etti, bir yandan homurdanıyordu:

 

"Senin kaderini ben sararım birazdan, görürsün..."

 

İkisi beraber henüz kimsenin gelmediği kahvaltı masasına otururken .

 

Ayşe. Elinde ki tepsiyle masaya gelip kahvaltılıkları dizmeye başlamıştı lakin kocasının aksine yüzüde güller açıyordu o an Aziz Ağa birden hapşırıca.

 

Kerim arkadaşına doğru eğilip göz kırpıp:

 

"Ağam hayırdır gece ayazda mı kaldın "

 

Ayşe , Kerim'in sözlerinden sonra gülmemek için dudaklarını ısırıyordu zira güldüğü vakit kocasının daha çok simirleneceğini biliyordu.

 

Aziz ağa elinde ki bıçağı arkadaşına doğru sallarken:

 

"Bana bak ben dilini kesmeden sus hem senin karın yok mu evde yeni evlenmidin mi ne işin var her gün dibimde"

 

Kerim kahvaltı masadan bir salatalık ağazına atıp hince gülümsedi.

 

"Ağam sen benim tek gözdemsin ayıp ediyorsun"

 

Dostunun arsız sözlerine daha fazla dayanamamış yerinden kalkıp üstüne yürürken dişlerinin arasında.

 

"Ulan ben senin var ya.."

 

Kerim olacakları hissetmiş olacakki çoktan merdivenlerin yanına koşmuştu.

 

"Aaa ağam bu ne sinir bak bu yaşında kalp hastası olacaksın sonra demedi deme"

 

Aziz arkasından gitsede Kerim çoktan aşağı inmişti.

 

Olan biteni izleyen Ayşe, artık kendini tutamamış, gür bir kahkaha patlatmıştı.

 

Küskün yüreğine rağmen o kahkahada kaybolmayı diledi Aziz Ağa. İçinden geçirdi usulca:

 

"Gülüşün bana mezar olsun kadın...”

 

"

❅──────✧❅✦❅✧──────❅•

 

Dün yaşananların ardından Ayşe, kocasının üstündeki soğukluğu eritmek için biraz daha cesaret toplamıştı. Aralarındaki sessizliğin, bu buzdan duvarın yıkılması için bir kıvılcım gerekirdi.

 

Elinde iki kahve fincanıyla ağır adımlarla çalışma odasının kapısına yöneldi. Tam eşikteyken içerden gelen sesler kulaklarını tırmaladı. Kalbi bir an hızlandı, sesi ayırt etmeye çalıştı.

 

“Ağam yanıyorum, söndür ateşimi, Sen diye inliyorum her gece…”

 

Ayşe’nin kaşları çatıldı. Henüz ne olduğunu anlayamadan Aziz’in sert sesi odada yankılandı:

 

“Evliyim lan, başlatma ateşine! Defol git odadan!”

 

Ayşe olduğu yerde dondu kaldı. Ardından gelen arsız bir kadın sesi tüylerini diken diken etti:

 

“İzin ver ağam, seni memnun edeyim, Kimseye demem, söz!”

 

Ayşe’nin gözleri fal taşı gibi açıldı. İçinden geçirdi: “Çalışmaya mı gelmiş bu kadın, yoksa fingerdemeye mi?”

 

Aziz Ağa’nın sesi tekrar yükseldi, bu kez daha öfkeli:

 

“Bana bak, asabımı bozmadan, Pılını pırtını topla, defol git konağımdan!”

 

Ayşe'nin gözleri fal taşı gibi açıldı. İçinden geçirdi:

 

“Bu konağa temizlik değil, yangın gerek belli ki!”

 

Ayşe, kapının eşiğinde bir sağa bir sola kıvrılarak belini kırdı, sonra elini beline koyup başını yana eğdi. Kaşlarını çattı. Yüzünde tam anlamıyla “Ayşe fırtınası” peyda olmuştu. Elindeki tepsiyle kapıyı sertçe açıp içeri daldı. İlk olarak Güllü’nün daracık elbisesini tepeden tırnağa süzdü, ardından tiksintiyle dudak büktü.

 

“Duydum ki bu konakta biri içindeki ateşten Bayram temizliğini unutmuş. Dedim ki hanımıyız ya biz, el atalım biraz ortalığa.”

 

Aziz Ağa karısını görünce iki şey hissetti: birincisi, gizli bir haz; ikincisi, sağlam bir dayağın kapıda olduğu. Yutkundu. Ayşe gözünü kocasına dikip dişlerinin arasından sordu:

 

“Aaaa, bak şu işe... Burada kocaman bir hamam böceği varmış! İcabına bakmak gerek. Başını ezmek lazım değil mi?”

 

Aziz ellerini havaya kaldırdı, “Fatmagül moduna” geçmişti bile:

 

“Vallahi benim suçum yok!”

 

Ayşe ona “Sen bir dur!” bakışı attı. Ardından bir fırtına gibi Güllü’nün yanına yürüdü, bir hamlede saçlarından yakaladığı gibi kadını yere savurdu.

 

Güllü yere düşer düşmez tiz bir çığlık kopardı:

 

“Bırak saçımı deli kadın! Ne yapıyorsun sen?!”

 

Ayşe, az önce yere düşürdüğü Güllü’nün saçlarını hâlâ elinde tutarak gözlerini kısıp alayla sırıttı:

 

“Temizlik zamanı geldi canım... Şu salonun ortasındaki pisliği silip süpürmek şart oldu!”

 

Aziz Ağa araya girmeye yeltendi ama Ayşe kaşlarını öyle bir kaldırdı ki, adam adımını yarıda kesti, elini ensesine götürüp geri geri koltuğa çöktü.

 

Ayşe, Güllü’yü saçından çekiştire çekiştire odanın ortasına doğru sürükledi. Ardından sehpanın üzerindeki örtüyü kaptı, büyük bir ustalıkla Güllü’nün omuzlarına attı:

 

“Önce bir tozunu alalım. Malum, fazlaca birikmişsin sen!”

 

Kadının şaşkın bakışları arasında eline aldığı kalınca bir yastıkla Güllü’yü beline doğru iki kez patlattı:

 

“Bak, hem sil süpür hem de havalandırıyorum. Hizmette sınır tanımam!”

 

Güllü kaçmaya çalıştı ama Ayşe bırakır mı? Kadının elbisesini çekiştirip arkasından terliğiyle kovalarken bağırdı:

 

“Sen konağa çalışmaya değil, oynatmaya gelmişsin! Ama yanlış adrestesin kızım, burası pavyon değil, Yıldırım Konağı!”

 

Bir eliyle kadını itekleyip kanepeye oturttu, bir yandan da sehpadaki peçeteleri kaptı ve Güllü’nün dizlerine şak diye vurdu:

 

“Şöyle ört üstünü başını da, ayıp oluyor. Bak konağın eşyası senden utanıyor. Minder bile yüzünü çevirdi sana.”

 

Tam o sırada Aziz Ağa, olup biteni izlemeye devam ederken sehpanın kenarındaki kahve fincanına uzandı. Hiçbir şey olmamış gibi, köşeye kıvrılıp fincanı yudumladı. Ardından, kolunu koltuğa yaslayıp, başını hafifçe yana eğerek keyifle söylendi:

 

“Yavrum... yorma kendini bu kadar. Sen bana lazımsın, hele şu konağın havası bile sensiz eksik kalıyor vallahi.”

 

Ayşe, kocasının kahve yudumlarken ettiği o “Yavrum... sen bana lazımsın” lafını duyunca bir an duraksadı. Kahve tepsisini yavaşça sehpanın üzerine bıraktı, sonra göz ucuyla Aziz’e baktı.

 

“Senin bu dilin yok mu...” dedi usulca, “Bir yandan şeker gibi dökülür, bir yandan bıçak gibi keser.”

 

Aziz, fincanı dudağından çekmeden gözlerini kırpıştırarak sırıttı. Ayşe, hâlâ yere kıvrılmış Güllü’ye döndü. Kadının üstü başı dağılmış, saçları darmadağın olmuştu. Ayşe bir adım daha yaklaştı:

 

“Topla pılını pırtını Güllü...

Gönül süpürgesi olmuşsun, nerede dul, nerede evli fark etmiyor sana!

Ama bu konakta senin gibileri süpürüp atarlar canım!”

 

Güllü, dişlerinin arasından hırlayarak doğruldu. Ama Ayşe’nin terliğini havaya kaldırmasıyla, hızla geri geri kaçmaya başladı.

 

“Bir daha bu konağa adım atarsan, seni temizlik kovasıyla yıkarım, deterjanla ovalarım, o arsız dilinle birlikte köpürtürüm, bilmiş ol!”

 

Güllü kapıya yöneldi, arkasına bakmadan uzaklaştı. Ayşe, onu gönderdiğine emin olunca derin bir nefes aldı. Sonra usulca koltuğa çöktü, alnındaki teri sildi.

 

Aziz, kahvesinden bir yudum daha aldıktan sonra yavaşça eğildi, Ayşe’nin eline dokundu:

 

“Bak... ben yanlış yapmadım. O kendi geldi, ben de kapıyı göstermeye çalışıyordum. Ama senin elin benden hızlı çıktı.”

 

Ayşe gözlerini kısmıştı, hala kolay yumuşamayacaktı.

 

“Senin hızın anca laf yetiştirmeye, Aziz Ağa. Evli adamın odasına öyle biri girecek, sen de ‘çık çık’ diyeceksin. Senin o diline güvenen cehennemde serinlik bulur.”

 

Aziz başını yere eğdi, sonra hafifçe güldü.

 

“Vallahi doğru diyorsun Ayşe’m. Sen olmasan bu konak çoktan pavyona dönerdi. Allah seni başımdan eksik etmesin.”

 

Ayşe bu kez hafifçe gülümsedi ama hemen ardından ciddi bir ifadeyle:

 

“Eksiğim var mı ki başından? Zaten sayende eksilen hep ben oluyorum.”

 

Aziz Ağa içini çekti, sonra elini Ayşe’nin omzuna koydu. Bu sefer daha içten, daha yumuşak bir sesle:

 

“Vallahi o kahveyi bana değil, sana yapmam lazımdı. Gel içelim ikimiz birlikte... Yavrum, yorma kendini. Sen bana lazımsın. Kalbinle, inadınla, o çatık kaşlarınla bile.”

 

Ayşe başını eğdi. Gözlerinin buğusu, kalbinin öfkeyle karışık sevgisine tercüman olmuştu.

 

“İyi... ama bir daha bu konakta öyle sesler duyarsam, kahveyi senin b

aşına değil, cezveyle beraber o kadının kafasına boca ederim, bilesin.”

 

Aziz başını salladı, fincanını kaldırdı:

 

“Afiyet ola...”

 

Ayşe sırıttı, ama hâlâ burnundan soluyordu.

 

 

─────✧❅✦❅✧──────❅•

 

Akşam çökmüştü.

Ayşe mutfakta yemek yaparken dudak büküyor, tahta kaşığı patateslere düşman gibi batırıyordu.

 

Aziz, uzaktan izliyordu.

Korkmuyordu.

Sadece… hafif tırsıyordu.

 

Usulca içeri süzüldü. Elinde bir şey vardı.

Bir kutu.

 

Ayşe fark etti, ama çaktırmadı.

Göz ucuyla baktı.

“Kesin yine saçma bir şey deneyecek,” diye geçirdi içinden.

 

Aziz yavaşça kutuyu masaya bıraktı.

Açtı.

İçinden bir tepsi çıktı.

Üzerinde kocaman harflerle yazılıydı:

"YALVARMA MENÜSÜ"

 

Ayşe'nin kaşı kalktı.

“N

e bu yine Allah aşkına?”

Bölüm : 08.06.2025 23:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...