
Bir Ay Sonra...
Sabah, hava süt renginde bir hüzünle kaplıydı. Gökyüzü griye çalan bir suskunlukla örtülmüş, yeryüzü sanki içli bir şarkının nakaratında donmuştu. Ayşe, yatağından kalkarken karnında beliren ince sızıyı yok saydı. Alışkındı bu ağrılara... Her umudun ardından gelen hayal kırıklıklarına öyle alışmıştı ki, bedenin fısıldadığını değil, ruhun sustuğunu dinlemeyi öğrenmişti yıllar içinde.
Aziz, elini uzattığında Ayşe, dudaklarında ince bir tebessümle karşılık verdi. Gün, çocuk yurduna gitme günüydü. Her ay uğradıkları, birlikte defalarca hayal kurdukları, minik bedenlere sevgi taşır gibi umut taşıdıkları o yurt... Ayşe oraya sadece hediye değil, kalbinin eksik kalan parçasını götürüyordu.
Aziz'le el ele, yola koyulduklarında Ayşe'nin kalbinde adı konmamış bir burukluk vardı. Sanki içindeki en gizli bahar, yaprak dökümüne durmuştu. Ama yine de sustu. İçinden geçen fırtınaları kimseye sezdirmemeye yeminli gibiydi. Ne de olsa, evlatlarına gidiyordu. Belki doğurmak nasip olmamıştı ama Ayşe'ye göre evlat, sadece rahme düşen değildi.
Rahmine düşüp de büyüyememiş nice hayali vardı, adı bile konmadan yiten... Ama ne zaman bir çocuğun gözünde annesini arayan o boşluğu görse, kalbinde başka bir rahim açılıyordu.
Aziz ağa bir gözü yoldayken diğeri sevdiği kadındaydı çok durgun soluk duruyordu.
Elini kaldırıp sevdiği kadının yüzünü okşarken.
"İyimisin güzelim istersem bu güm gitmeyelim"
Ayşe olumsuz anlamda başını iki yana salladı.
"Olmaz söz verdik bu gün gidecektik"
Aziz, elini usulca Ayşe'nin saçlarına götürdü. Parmak uçları onun alnında gezindi bir süre. Sanki dokunuşuyla içindeki yorgunluğu silmek ister gibiydi. Ama Ayşe'nin teni, alışılmadık bir soğukluk taşıyordu. Bedeninden değil, yüreğinden üşüyordu kadın. Ve Aziz, bu soğukluğu tanıyordu. Ayşe her suskunlaştığında bir şey eksiliyordu hayattan.
"Sen böyle sessiz olunca," dedi Aziz, gözlerini yoldan ayırmadan ama sesiyle Ayşe'ye sarılarak, "...ben içimde bir yerin koptuğunu duyuyorum."
Ayşe, hafifçe başını onun omzuna yasladı. Elini onun avucuna sıkıca kenetledi. Cevap vermedi. Cümle kursa, içindeki çatlaklardan dökülecekti kelimeler. Bu yüzden sustu. Yutkundu. Gözlerini kapadı. Karnının sol alt köşesinde zonklayan sızıyı bastırmak için elini oraya götürmedi, sadece elbisesinin eteklerini avuçlayarak içine gömdü acıyı. Avuçlarında kumaş değil, kayıp bir duanın kırıkları vardı.
Aziz direksiyon başında, yavaş yavaş hız kesti.
"İstersen biraz duralım." dedi.
"Geç kalmayalım." dedi Ayşe kısık sesle. "Çocuklar bekliyordur."
Aziz durmadı. Ama aklı, artık sadece Ayşe'deydi.
Ayşe gözlerini camdan ayırmadan fısıldadı sonra:
"Biliyor musun... Ben bugün kendimi biraz daha eksik hissediyorum. Neden bilmiyorum ama... içimde bir şey eksiliyor gibi."
Aziz'in boğazı düğümlendi. Anlam veremediği bir korku kalbine çöreklenirken. "Ben varım." dedi hemen. "Ben hep tamamlayacağım seni, biliyorsun değil mi?"
Ayşe bu defa başını kaldırdı. Göz göze geldiler. Ayşe gülümsedi, ama gözleri ağlıyordu. Sessiz bir teşekkür gibi bakıyordu adama. Son bir güven, son bir sığınma bakışıydı bu. Başını tekrar onun boynuna yasladığında, Aziz direksiyonu daha sıkı tuttu. Kalbinin ritmi hızlandı.
Yurt binasına vardıklarında çocuklar onları sevinçle karşıladı. Her biri boylarına büyük gelen kucaklarını açmıştı. Ayşe yere eğildi, sarıldı, öptü...
Elindeki bez bebekleri dağıtırken gözlerinde incelikle sakladığı bir buğu vardı.
Karnındaki o tanıdık sızı, her adımda biraz daha kendini hatırlatıyordu.
Ama Ayşe sustu.
Çünkü bugün, kendi sancısını değil, çocukların sevincini büyütecekti.
Karnındaki tanıdık sızı, her adımda biraz daha derinleşiyor, sanki içten içe bir şeyleri kazıyordu.
Ama Ayşe sustu.
Çünkü bugün kendi sancısını değil, çocukların sevincini büyütecekti.
Karnında bir acı vardı, ama kalbinde bir söz: "Bugün değil..."
Aziz bir köşede, onu izliyordu.
Ayşe'nin gözlerindeki o tanıdık ışık, başka bir renge dönmüştü.
Tebessümü, bir dua gibi inceydi bu kez.
Sanki gülüşlerinin kıyısında sessiz bir veda saklıydı.
"Bir terslik var," diye geçirdi içinden Aziz.
Ama Ayşe, çocuklara sarıldıkça... o iç burukluğu bir süreliğine unutuluyordu.
Sonra bahçeye çıktılar.
Minik eller, Ayşe'nin eteklerine tutundu.
"Yağ satarım, bal satarım!" diye bağırıyordu çocuklar.
Ayşe gülümsedi, onların arasında papatya tarlasında savrulan bir rüzgâr gibiydi.
Neşesi taklit ediyordu ama kalbi gerçekti.
Ve o anda...
Bir sancı, ansızın.
Bir bıçak gibi...
Ayşe'nin içini ortadan yararcasına.
Öyle Nefesi kesildi. Gözleri büyüdü.
Eli refleksle karnına gitti ama dudaklarında hâlâ bir tebessüm vardı.
"Geçer," dedi içinden. "Bugün değil..."
Ama geçmedi.
Sancı, ikinci dalgada kalbini de yakaladı.
Ayşe kıpırtısızlaştı, olduğu yerde taşa döndü sanki.
Yüzünden rengi çekildi, ama hâlâ gülümsemeye çalışıyordu.
O sırada...
İçinden bir şey koptu.
Bir bıçak gibi keskin, bir yıldırım gibi hızlı bir sancı saplandı kasıklarına.
Bir an nefesi kesildi. Ayakları titredi istemsizce.
Ama belli etmemeye çalıştı.
Alışkındı... alışır gibi yaptığı acılara.
Çocukların ellerini bırakmadı.
Bir tur daha dönmeye çalıştı avlunun içinde.
Gülümsemeye, onların neşesine ortak olmaya...
Ama...
İkinci sancı, bir sır gibi içini oymaya başladı.
Bu kez daha derin, daha karanlık bir yerden.
Belini büktü. Dizleri sarsıldı.
Yine de gülümsedi. Dudaklarının kenarı titriyordu, ama yüzü hâlâ sevecendi.
Elbisesinin eteklerini avuçladı, bastırdı.
Kimse görmesin diye...
Kimse anlamasın diye...
Acıyı kumaşın altına saklamak ister gibi.
Ama...
Ama saklanmıyordu artık.
Beyaz elbisesinin altından, ince bir çizgi gibi süzülen kan yavaşça bacaklarına yayıldı.
Bir utanç gibi, bir sessizlik gibi...
Toprak, ilk önce utandı bu renkten.
Sanki tanımadığı bir yaraya şahit olmuş gibiydi.
O an, tam karşısında duran sekiz yaşlarında bir kız çocuğu gözleri kocaman açılmış halde Ayşe'ye baktı.
Avuçlarını ağzına götürdü. Gözleri, hayretle karışık bir korkuyla büyüdü.
"Abla... kan... elbisen..." dedi, incecik sesiyle.
Ses, avlunun orta yerine düştü.
Ayşe dondu.
Baktı...
Aşağı baktı...
Elbisesine, ayakkabısına, toprağa düşen o kana.
Sanki zaman durdu.
Sadece kalbi atıyordu hızlıca, kulaklarının içini döven o ritimle.
Ve Aziz...
Kalabalığın arasında duydu çocuğun sesini.
Başını bir anda çevirdi.
Gözleri Ayşe'yi buldu.
Ve o an kalbi yerinden söküldü sanki...
Sevdiği kadın, o bembeyaz elbisesiyle, ala bulanmıştı .
Gözlerinde bir feryat vardı;
Fersahlarca uzanan, görünmez ama yıkıcı bir fırtına gibi.
Aziz'in tüm evini, barkını, dünyasını yıkıyordu o gözler.
İçinde bir boşluk açıldı,
Çığ gibi büyüyen bir acı sardı dört bir yanını.
Bir an durdu...
Ve o an anladı:
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Dudaklarından sessiz bir fısıltı döküldü,
"Kırlangıç..."
Sessizlik içinde yankılanan o kelime, içindeki umutla acının kırılgan birleşimiydi.
Sessizlik içinde yankılanan o kelime, içindeki umutla acının kırılgan birleşimiydi.
Avluda çember olmuş çocukların kahkahaları dondu havada.
Minik eller, şaşkın gözlerle geri çekildi.
Ayşe, avlunun ortasında bir çiçek gibi boynunu büktü...
Ve birden... yıkıldı.
Koştu Aziz Ağa sevdiği her düştüğünde tutan adam bu sefer tutunmayacağını biliyordu.
Bir yürek, bir kadına nasıl koşarsa öyle...
Bir can, diğerine nasıl yetişmek isterse öyle...
Ve o an...
Azîz, ilk kez ömrü boyunca adımlarının yetişmeyeceğini anladı.
"AYŞE!"
Sesinde bir ömür vardı.
Bir gençlik, bir ilk bakış, bir nikâh gecesi, bir Ramazan sabrı...
Hepsi o haykırışta yankılandı.
Ama Ayşe kıpırdamadı.
Azîz diz çöktü yanında.
Ellerini Ayşe'nin yüzüne götürdü.
Yanaklarına dokundu.
Saçlarını düzeltti.
Sanki birazdan gözlerini açacakmış gibi...
Sanki birazdan o gülüşüyle "ne oldu Azîz, niye ağlıyorsun" diyecekmiş gibi...
Ama Ayşe susuyordu.
İçinde kımıldayan tek şey, derin bir bilinçsizlikti artık.
Solgun teni, Azîz'in avuçlarında titriyordu.
"Gözlerime bak... Hadi kızım... Korkutma beni... Ben buradayım, senin Azîz'in burda... Bak, ne olur... Gözlerini kapama..."
Ama Ayşe, gökyüzüne çevrilmiş gözleriyle sessizliğe kilitlenmişti.
Ve Aziz...
Ellerini ne yapacağını bilemeden kucağına aldı karısını.
Bir çığlık atmak, bir feryat koparmak istese de sesi boğazına takıldı.
Kalbi göğsünde değil, Ayşe'nin karnında atıyor gibiydi.
Orada, yavaş yavaş yok olan bir şey vardı.
Sevdiği kadını kucaklayıp soğuk betondan kaldırırken aslında Ayşe'nin tenini soğukluğunun daha keskin olduğunu anlamıştı.
"Yardım edin!"
İlk kez bir ağa gibi değil, bir çocuk gibi bağırdı.
"Allah rızası için, birileri gelsin!"
Sesinde yılların yorgunluğu, çaresizliğin en karanlık tonuyla karıştı.
Ama kalabalık, taş kesilmişti.
Gözyaşı döken çocuklar, bir şey söyleyemeyen öğretmenler, gözleri dolmuş görevliler...
Kimse Aziz'in acısını taşıyamazdı.
"Dayan... ne olur..."
Ayşe'nin alnına dudaklarını bastırdı.
"Dayan... az kaldı... hastaneye götüreceğim seni, tamam mı? Sen iyileşeceksin... bak ben yanındayım..."
Ama içinden bir ses bağırıyordu:
"Geç kaldın..."
Azîz'in kucağında Ayşe'nin başı geriye düştü.
Göz kapakları ya
vaşça indi.
Ve Aziz, o an dizlerinin bağı çözüldü.
Yere kapaklandı.
Ayşe, bir çiçek gibi soldu ellerinin arasında.
Bir kadın gibi değil...
Bir bahar gibi...
Bir şiir gibi...
Bir dua gibi...
Ve Aziz, ilk kez...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 74k Okunma |
5.43k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |