
"Bir anne, içine çocuk girmeyen kundağı, kendi suskunluğuna kefen yaptı."
İYİ OKUMALAR
Koca bir hiçliğin içinde kaybolmuştu Ayşe.
Dünyanın gürültüsü, hayatın karmaşası içinde yitip gitmişti tüm sesler.
Ama içindeki sessizlik, soğuk bir kış sabahı gibi inatçıydı, kırılmazdı.
Ne bir bebek ağlaması bölmüştü gecesini, ne de bir masum gülüş süslemişti sabahlarını.
Kadınlığını rahminde, anneliğini gözyaşlarında boğmuştu.
Kırk kere dua etmişti, kırkı da susmuştu.
Konağın taş duvarları arasında, yıllar boyunca aynı sorularla yıkanmıştı:
"Ne zaman sevineceğiz bir torun haberiyle?"
"Doktora gittiniz mi?"
"Belki sorun sendedir?"
Her seferinde yutkunmuştu Ayşe.
Dilini yutmuş, gözlerini kaçırmış, içini oymuştu.
Yatağına uzanmış ellerini dizlerine sararken içinde ki boşluğu gizlemey çalışıyordu Ayşe.
Kapı, Xece Hanım'ın öfkeli adımlarıyla aralandı.
Ayşe, gözlerini kapatmış, ellerini dizlerine sıkıca sararken, içindeki boşluğu saklamaya çalışıyordu.
Ama Xece Hanım'ın varlığı, odayı daha da ağırlaştırdı. Hava sanki birden soğudu, duvarlar bile nefesini tuttu.
"Kadın olmayı beceremedin bari çocuk doğurmayı becerseydin!"
Sözler, bir tokat gibi çarptı Ayşe'nin yüzüne.
Gözlerini kırpmadan durdu Ayşe. O kelimelerin keskinliği, yüzüne değil yüreğine değmişti.
Sanki biri içinden rahmini söküp atmıştı da, şimdi o acının adını koyuyordu.
Ayşe, kulaklarını kapattı.
Avuçlarını başına bastırdı, sesi bastırmak istercesine...
Ama kelimeler çoktan yerini bulmuştu.
Sözler beyninde yankılanmaya devam etti.
Her biri daha önce duyduğu bir hakaretin yankısıydı. Hepsi tanıdıktı, ama bu kez daha can yakıcıydı.
Sessizliği, susturulmuş yılların birikimiydi belki de, ama bu kez dayanmak zordu.
Bu sessizlik artık bir zırh değil, bir prangaydı.
Sustuğu her kelime boğazında düğüm olmuştu. Bu kez o düğüm açılmak üzereydi.
Xece Hanım, kibirli bir şekilde devam etti sözlerine:
Kollarını göğsünde birleştirdi, başını hafif yana eğerek küçümseyici bir sesle sordu:
"Demek ki Rabbim seni anne olmaya layık görmedi de aldı onu senden."
Sözün ucundaki zehir, içini daha önce hiç delmediği kadar deldi.
Ayşe, gözlerini açmadı. Göz kapaklarının ardına sığınmak ister gibiydi, ama o sığınak da artık delik deşikti.
Göz kapaklarının ardında sakladığı yaşlar, artık orada da barınamıyordu. Sessizce yanağına süzüldü ilk damla.
O damla ne sadece bir bebeğin yokluğuydu, ne sadece bir annenin yası...
O damla, Ayşe'nin içinde susmuş yılların ilk kelimesiydi.
Bir yudumluk nefesi vardı boğazında. Onu da tuttu. Sustu.
Çünkü konuşursa, dağılırdı.
Çünkü sesini duyarsa, içindeki bütün acılar da birer birer dile gelirdi.
Ve Ayşe, henüz buna hazır değildi.
Ama sustukça kırıldı.
Sanki Xece Hanım'ın her sözü, birer taş gibi diziliyordu göğsüne.
"Ben... ben de istemez miydim?" demek geldi içinden.
Ama sesi yoktu.
Artık yoktu.
"Bak bana," dedi sonunda.
Sesi alayla sertleşmişti.
Her hece, içten içe paslı bir hançer gibi indi Ayşe'nin omzuna.
Ama Ayşe başını kaldırmadı.
Xece Hanım geri çekildi, gözlerini Ayşe'nin üzerine dikti.
Bir anlık sessizlik oldu. Ama o sessizlik, huzur değil, yargıydı.
"
Ayşe başını kaldırmadı.
Xece Hanım yanına yürüdü, dizlerinin dibine dikildi:
"Azîz gibi bir adama karılık ediyorsun ama boşsun, hem karnın boş, hem ruhun!"
Ayşe'nin yutkunduğu sesi duyuldu sadece.
Sonra, sessizce başını kaldırdı.
Gözleri doluydu ama ilk kez boş bakmıyordu.
"Aziz senden vazgeçemiyor ama senin biraz olsa gururun aşkına hürmetin varsa vazgeç "
Xece Hanım başını yana eğdi, dudakları bir alay kıvrımıyla gerildi.
Sesi düşüktü ama zehri daha yoğundu artık:
"Azîz senden vazgeçemiyor belki...
Ama senin biraz olsun gururun varsa, aşkına hürmetin kaldıysa... çek git bu evden.
Hiç olmazsa kendi yokluğunu bir hayra vesile et.
Belki Azîz yeniden baba olma ümidi taşır o zaman."
Ayşe'nin içinden bir şey koptu.
Bir cümle değil, bir ömürdü parçalanan.
Odanın duvarları üstüne devrildi sanki.
Ayşe'nin gözleri bir noktaya sabitlendi.
Boğazındaki yumruyu bu kez yutamadı.
Yutkunduğunda bile acı boğazına takıldı, sözcükler gibi...
Xece Hanım, sanki en zayıf damarını bulmuştu.
Ve hiç acımadan bastırıyordu.
Ne sesinde titreme vardı ne de gözlerinde bir merhamet kırıntısı.
Yılların kinini kurutmuş, şimdi onunla bir kadını tamamen susturuyordu.
"Bazen var olmak, etrafındakilerin tükenmesine sebep olur."
dedi, soğuk ve ölüm gibi bir fısıltıyla.
"Senin varlığın, Azîz'e mezar gibi.
Hiç olmazsa kendi ellerinle aç bir kapı.
Ömür boyu bir baba deyişe hasret bırakma Azîz'i.
Dipsiz kuyudan farkı yok aşkınızın...
Anla artık...
Seninle hiçbir zaman çocuğu olmayacak."
O an Ayşe'nin göz bebekleri küçüldü.
İçinde bir şey... yavaşça söndü.
Odadaki her şey silindi:
Xece'nin yüzü, perde, ışık, eşya, zaman...
Sadece o cümle kaldı:
"Hiç olmayacak."
Ne bir kadın sesi, ne bir dua...
Sadece o kelimeler yankılandı zihninde.
Ellerini dizlerine değil, kalbine sarıldı.
Sanki orayı tutmazsa paramparça olacaktı.
Yutkunamadı.
Ağlayamadı.
Gözleri doluydu ama yaş bile düşemedi.
Bir anlık boşluk...
Bir anlık düşüş...
Ve zihninde tek bir çare yankılandı:
Fütursuzca kullanılan sözler, Ayşe'yi idam sehpasına götürüyordu.
Sevdasına kalem kırdırıyordu Xece Hanım...
Ayşe, oturduğu sandığın işlemeli kapağını ağır ağır açtı.
İçinden hafif bir gül kokusu yayıldı; sandığın derinliklerinde yıllardır sakladığı, kendi elleriyle işlediği bebek kundağı duruyordu.
Nazikçe onu eline aldı, parmakları ince işlemelerin üzerinden usulca kaydı.
Her bir dikiş, içinde bir umut, bir düş, bir yaşanamamış hayat taşıyordu.
Ayşe'nin gözleri doldu; içinde kırık bir sessizlik büyüdü.
Kundağı sıkıca sararken dudaklarından fısıltı gibi bir söz döküldü:
"Senin için ördüm... Ama ben bu acıyı taşıyamıyorum artık."
Sandığın içinde, küçük kundağın yanına saklanmış bir umut ve bitmeyen yalnızlık vardı.
O an, zihninde karanlık bir boşluk büyüdü.
"Belki artık... her şey sona ermeli," dedi sessizce, içi parçalanarak.
Ayşe'nin titreyen elleri, bebek kundakının yumuşak dokusuna tutunuyordu.
Gözleri buğulanmış, kalbi paramparça olmuştu.
Her dikişte, yaşanmamış hayallerin acı yankısı vardı.
Dünyanın gürültüsü boğar gibi üzerindeydi;
yıkılmış umutlar, suskun çığlıklar iç içeydi.
Kaçmak istiyordu... ama o kaçışın sonu, uçurumun kenarıydı.
─────✧❅✦❅✧──────❅•
Ayşe, sandığın başından doğruldu;
adımları ağır, kararlı ve bir o kadar da yorgundu.
Pencereye yürüdü.
Yorgun gözleri gökyüzüne takıldı.
Son bir kez baktı...
içinde ne olduğunu kendi bile bilmediği bir vedayla.
Sessizce perdeyi çekti.
Odayı karanlık sardı ama içindeki fırtına dinmemişti.
Bir an durdu;
sanki nefesini tutarsa kalbinin acısı da duracaktı.
İşte tam o anda...
Ayşe'nin gözleri, masanın üzerindeki çerçeveye takıldı.
Fotoğrafta Azîz'in gözleri ona bakıyordu;
bir kadını severken utangaçlaşan bir adamın gözleri...
Ve Ayşe, o bakışları ezberindeydi.
Ama bu defa...
O gözlerde kendini görmek ağır geldi.
İzleniyormuş gibi hissetti.
Kendine bile söyleyemediği bir kararın,
Azîz tarafından seziliyor olmasından korktu belki de.
Yavaşça çerçeveye uzandı.
Parmakları kenarına dokunduğunda ürperdi.
Sonra, o bakışlardan kaçmak ister gibi
çerçeveyi çevirdi.
Yüzü masaya dönüktü artık.
Kimseden gizleyemediği kırgınlığını,
onun bakışlarından sakladı.
Ama çerçeve dönmüş olsa da...
Azîz'in bakışları hâlâ içinde bir yerlerdeydi.
Sessiz, sabırlı ve anlayışlı bir sızı gibi...
Ayşe başını eğdi.
Bir gölge gibi, odanın içine çöktü.
Ve karanlıkta yalnız kalmadı
yalnızlığıyla yüzleşti.
Ayşe, dizlerinin üstünde çökük, nefesi düzensiz ve öfkesi kontrolsüz bir ateş gibiydi.
İçinde biriken tüm kırgınlık, acı ve çaresizlikle, avuçlarını sıkıca kundağa bastırdı.
Parmakları, ince işlemelerin arasında gezdi; sonra hızlandı, sertleşti.
Dikiş dikiş sökmeye başladı.
Her bir iplik kopuşunda, yüreğinden kopan bir parça gibi kanadı elleri.
Kan kırmızı damlalar, beyaz kumaşın üzerine düştü.
Ama Ayşe umursamadı.
Öfke ve hüzünle karışan o kan, onun içinde biriken her sözü, her çığlığı anlatıyordu.
Kundak parça parça oldu.
İşlemeler yerle bir,
Ayşe'nin acısı ise artık kelimelerden daha gürültülüydü.
Ve o an...
Her sökülen iplik, ona biraz daha özgürlük, biraz daha nefes verdi.
Ama içindeki boşluk hâlâ oradaydı, derin, soğuk ve sessiz.
Ayşe, kanayan elleriyle parça parça ettiği kundağı yere bıraktı.
Gözleri dolu, nefesi kesik kesikti.
Bir an durdu, etrafına baktı; odanın sessizliği boğucuydu.
Yavaşça, tavanın eski kancasına yöneldi.
Titrek elleriyle, söküp attığı kundak parçalarını bir araya getirdi.
İpler birbirine dolandı, kanlı ve yıpranmış bir düğüm oluşturdu.
Kendini ağır ağır o düğüme bıraktı.
Dizlerinin üstünde, yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgide savruldu.
Ama tam o anda, içinden bir ses yükseldi;
"Korkma, bu dünya senden daha güçlü değil."
Ayşe gözlerini kapattı.
Bir damla yaş yanağından süzüldü.
Ve yavaşça...
Kendini o karanlık boşluktan çekip aldı.
─────✧❅✦❅✧──────❅•
Azîz Ağa, elinde küçük saksıyla ağır adımlarla çıktı yukarı.
Her basamak, içini yakan bir anıya bastı.
Saksıdaki zeytin fidesi sanki ellerinde değil de,
kırılmış kalbinde taşıyordu evladını.
"Getirdim," diyordu içinden.
"Adını koyamadık ama bir fidan bıraktım ardından...
Senin başucunda büyüsün diye getirdim onu.
Senin nefesinle, bakışınla yeşersin diye."
Kapının önüne geldiğinde,
içeri sızan sessizlik bıçak gibiydi.
Bir şeyler... eksikti.
Bir nefes, bir koku, bir varlık...
Kapıyı araladı.
Ve o an zaman kırıldı.
Ayşe...
Tavanla yer arasında asılıydı.
Boşluğun içinde,
çırpınmamış bile.
Ve boynunda evladına işlediği o kurdan.
Ayşe'nin elleriyle ördüğü,
göz nuruyla ilmek ilmek sardığı o beyaz kundak...
Artık bir urgan olmuştu.
Evladı için işlediği kurdan, urgan olmuştu.
O gece sabahlara kadar işlediği,
minicik eller geçireceğini hayal ettiği,
göğsünde tutup ninniler söylemeyi düşlediği kundak...
Şimdi boğazına sarılıydı.
Evladına değil,
kendine örmüştü artık.
Tabure devrilmişti.
Ayakları boşlukta asılıydı Ayşe'nin.
Kundakla.
Azîz'in boğazından öyle bir feryat koptu ki,
ne duvarlar taşıdı ne zaman...
"Ayşe!"
Saksı elinden düştü.
Toprak savruldu, fidan yere kapandı.
Ama Azîz, yıkılan umudu düşünmedi.
Ayşe'ye koştu.
Ayaklarından tuttu,
vücudunu yukarı itti.
Kundağı çözmeye çalıştı.
İlik ilik örülmüş, gözyaşıyla sertleşmiş ipliği sökmeye uğraştı.
"O kundağı ona değil... sana sarmıştık biz Ayşe...
Bunu yapmak için değil!
O bizim hasretimizdi, mezarımız değil!"
Ayşe'nin bedeni hâlâ sıcaktı.
Nefes...
Zayıf ama vardı.
Yetişmişti.
Azîz, soluğunun üstüne gözyaşıyla düştü.
Kucağında evladı değil,
karısı vardı şimdi.
Yaşıyordu.
Ama o kundak...
Yerdeydi artık.
Bir çocuk saramamıştı içine,
bir anne sarınıp ölmek istemişti sadece.
Ve Azîz,
bundan sonra her zeytin yaprağında,
o kundağın kıvrımını hatırlayacaktı.
......
Ayşe'den
Ellerinde titreyen bir son vardı.
İpliğin her lifinde; bir ninni, bir dua, bir çığlık gizliydi.
Ve Ayşe, bütün susuşlarını o kumaşa sarmıştı.
Evladına sarılamadığı kadar sarılmıştı şimdi kendine.
Kundağı iki yana açtı...
Yavaşça, usulca,
ölü bir su gibi boynuna sardı.
Gözlerim kararıyor...
Bedenim hafifliyor,
sanki toprağa değil, göğe çekiliyorum.
Ayaklarım yere veda etti.
Nefesim...
yok artık.
Boğazımdaki kumaş,
ilmek ilmek kapanıyor boğazıma.
Oysa ben bu kundağı,
minicik bir nefes sarsın diye işlemiştim...
Ama şimdi,
ellerim kanayarak söktüğüm o işlemeler,
birer birer iplik iplik çözülüyor avuçlarımda.
Evladım için dokuduğum o umut dolu kumaş,
bana yağlı, soğuk bir urgana dönüşüyor.
Kundak artık beni değil,
beni boğacak.
Kulaklarım uğulduyor.
Zaman bükülüyor,
hayat dışımda akıyor artık.
"Ben bittim," diyorum içimden.
"Benden bir anne çıkmadı.
Kadın olmak yetmedi.
Evlat sığmadı karnıma,
sevda sığmadı yüreğime..."
Ve tam o anda...
Ses geliyor.
"Ayşe!"
Duydum.
O sesi,
ömrümün başında duyduğum gibi,
göğsümün tam ortasında çınladı.
Azîz'in sesi.
Ve o an, boğazımdaki urgan sıkılırken,
bir kez daha yetişti bana...
Azîz, hayatın son nefesi gibi seslendi:
"Ayşe!"
Bir kez daha oldum nefes,
sanki yeniden doğdum,
o sesle soluklandım,
yaşamın kıyısından geri çekildim.
Kurtaran bir el gibi,
ayaklarımdan tutup beni toprağın soğukluğundan çekti.
Bir kez daha,
umut oldu,
sevgi oldu,
varlık oldu.
─────✧❅✦❅✧──────❅•
YAZARDAN
Azîz'in elleri, titreyerek Ayşe'nin ayaklarından tuttu,
soğuk ve çaresiz o anda,
yaşamla ölüm arasındaki ince çizgide.
Gözleri dolu doluydu, korku ve umutla karışık,
"Kal, lütfen kal," dedi, sesi kırılırken.
Ayşe'nin gözleri yavaşça açıldı,
karanlık perde aralanır gibi,
soluk bir ışık süzüldü içine.
Nefesi zor da olsa geri döndü yaşama,
o an odadaki sessizlik, umutla dolup taştı.
Kundak yere düştü, toprağa karışan umut gibi,
artık boynundaki urgan değil,
yeniden örülecek bir sevgi bağıydı.
Azîz, Ayşe'yi kollarında sıkıca tutuyordu.
Ellerinin arasındaki ten,
sanki hâlâ uçurumun kenarındaydı.
Ama hâlâ sıcaktı... hâlâ hayattı.
Ayşe, gözlerini araladı.
Boğazında hâlâ urganın izi,
sesinde hâlâ yaşamla ölümün kavgası vardı.
Ve o anda,
gözleri dolu dolu Azîz'e baktı,
kırık bir fısıltıyla sızladı dudaklarından:
"Bırak... yalvarırım bırak Azîz...
Belki ölünce evladıma kavuşurum...
Kokusunu çeker, bağrıma basarım..."
Azîz'in yüreğine saplandı o söz.
Sanki Ayşe'nin değil, toprağın altından gelen bir ses gibiydi.
Bir annenin, evladının kokusuna duyduğu sonsuz özlemiyle örülüydü...
Ama Azîz için o söz, bir yıkımın adımıydı.
Başını eğdi, Ayşe'nin dizlerine düştü sanki.
Nefesi kesik kesikti.
O an bir adam değil, yerle bir olmuş bir hayat konuşuyordu içinden:
"Gör artık kadın...
Benim de bağrım yanıyor!
Bile bile sustum,senin acını anlamaya çalışırken kendi içimde yandım.
Ama sen de gidersen...
Ben evsiz kalırım, sen benim özgürlüğüm ,
Korkusuzca demir attığım tek limansın."
Bir an sustu.
Nefesi kesilir gibi oldu.
Yutkundu, gözlerini yere dikti çünkü Ayşe'nin yüzüne bakacak kadar cesareti yoktu artık.
"Ben bu konağı dört duvar sanıyordum.
Oysa sen varsan yuva,
sen yoksan mezar oluyormuş."
Gözlerinden yaş süzüldü.
Ama o yaşta ne sadece acı vardı,
ne de sadece sevda...
İç içe geçmiş pişmanlık, korku, yakarış...
"Seninle birlikte ben de gömülürüm Ayşe...
Üstüne toprağı atan ben olamam.
Ben...
Üstüne toprağın kendisi olurum."
Ayşe gözlerini kaçırdı.
Azîz'in dizlerinin üzerine çöktüğü o hâl...
Gözyaşı döktüğü o kelimeler...
Bir zamanlar beklediği adam buydu belki.
Ama artık o duayı edecek hâli bile kalmamıştı.
Boğazındaki düğüm bir çözülüp bir sıkıştı.
Ve sesi geldi,
kırık bir yerden...
hayatla bağı kesilmiş bir noktadan:
"Benim artık...
kaburgalarım arasında duran şu kalp,
atmaya üşeniyor Azîz.
Can dediğin şey kalmadı içimde.
Gölge gibiyim.
Yaşıyormuşum gibi yapan bir sessizlik oldum ben."
Sustu.
Azîz'in gözlerine baktı sonra.
Ama bu bir sığınma değildi.
Bu, boğulmadan önce son kez gökyüzüne bakmak gibiydi.
"Bir evladın sesine uyanmadan geçen günlerde,
kadın kalmak mümkün mü Azîz?
İçimde bir ölü taşıyorum ben.
Ve senin sözlerin...
mezar taşına çarpan rüzgâr gibi sadece..."
Bir damla yaş süzüldü yanağından.
Ama o yaş, artık bir kurtuluş değildi.
Sadece hayatta kalmanın ne kadar ağır olduğunu anlatan bir izdi.
Ayşe'nin sesi kırılmadı,
ama kelimeler yıkıcıydı:
"Olmayacaksın, benle baba olmayacaksın.
Sen vazgeçemiyorsun, lakin ben yüreğimden vazgeçiyorum."
Azîz'in kalbi, bu sözlerde paramparça oldu.
Bir an öylece donup kaldı,
dudakları aralandı ama hiçbir şey söyleyemedi.
" Uçurumdayım Aziz artık en dibe batmak için can çekişiyor ruhum kaldıramıyorum ben yapamıyorum"
Azîz'in öfkesi duvarlarda yankılanırken, bir anda dönüp karşısındaki aynaya yürüdü.
Sırtını kırık camlara sertçe dayadı.
Cam parçaları acımasızca tenine battı,
kan ince ince süzülürken, Azîz acıyı umursamıyordu bile.
Çünkü yüreğinin derinlerindeki sızı, bedenindeki acıyı çoktan bastırmıştı.
Gözleri kapalı, dişlerini sıkarak tekrar mırıldandı:
"Neden lan, ilk benden bu kadar kolay vazgeçmek?"
O sözler odayı sarstı; içinde biriken tüm acı, öfke ve hayal kırıklığı patladı. Elleri titreyerek duvara vurdu, kalbindeki boşluğu odaya haykırdı.
Sonra, tüm gücünü kaybetmiş gibi yavaşça duvarın dibine çöktü.
Sırtı soğuk duvara dayandı, dizleri göğsüne çekildi.
Kanayan elleri, titreyen nefesi,
yüreğinde taşıdığı ağırlığın altında eziliyordu.
Gözlerinden sessizce yaşlar süzüldü;
ama bu kez gözyaşları değil,
bitmişliğin, tükenmişliğin sessiz çaresizliğiydi.
O anda Azîz için dünya durmuştu.
Kırılan sadece aynalar değil,
kendisi, umutları, sevdiği her şey parçalanıyordu.
Ve hiçbir kelime çıkmadı dudaklarından;
sadece o soğuk duvara yaslanmış,
bitkin ve çaresiz, kaybolmuş bir adam kaldı orada.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 74k Okunma |
5.43k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |