53. Bölüm

35. Bölüm(19 Ağustos)

Avin Mirza
avinmirza12

Sosyal medya;

Instagram: avin.elif

2. Hesabım: penumbra36

 

Tıktok: avinmirza12

 

 

⁠✿⁠♡KEYİFLİ OKUMALAR⁠✿⁠♡

 

 

 

Gece çoktan çökmüştü. Mahallenin dar sokaklarını sadece arada bir havlayan köpeklerin yankısı dolduruyordu. Evlerin pencerelerinden sızan loş ışıklar, sessizliğin ortasında titrek birer fener gibi yanıyor, insanlar ise çoktan uykunun koynuna karışmıştı. Yıldızlar gökyüzünde ürkek birer ışık hüzmesi gibi parlıyor, hafif esen rüzgârla birlikte ağaç yaprakları çıtırtılar çıkarıyordu.

 

Aziz yatağında bir sağa bir sola dönüyordu. Yorganın ağırlığı altında daralıyordu sanki. Gözleri tavana kilitlenmiş, nefesi sık sık hızlanıyor, göğsünün içinde büyüyen huzursuzluk kabardıkça kabarıyordu. İçini kemiren şey basit bir yazıydı aslında ama Aziz için bir hançer gibi olmuştu. O yazı, gözünün önünden bir türlü gitmiyordu:

 

“Ali Ayşe’yi seviyor.”

 

Dişlerini sıkıp gıcırdattı, çenesindeki kaslar titredi. İçinden geçirdiği sözler dudaklarından fısıltıyla döküldü:

“Ali’yi bulup duvara gömmesini bilirim de… isim var, kendisi ortada yok!”

 

Gözünün önüne hayali bir sahne geldi: Ali diye biri çıkmış, koca duvarın önünde diz çökmüş. Aziz elinde bir kireç kovasıyla üzerine abanıyor. Mahalleli toplanmış, alkışlarla tempo tutuyor, çocuklar bağırıyor, sloganlar atıyor:

“Aziz! Aziz! Aziz!”

 

Kendi hayaline bile öfkeyle homurdandı, kafasını iki yana salladı. Yatakta daha fazla duramadı, bir hışımla fırladı:

“Yok! Madem Ali yok ortada, bari adını gömeyim ben!”

 

Avlunun bir köşesinde eskiden kalma paslı bir kova dolusu kireç ve yanına yaslanmış eski bir fırça buldu. Karanlığın içinde epey uğraştı, bir sopaya bez sardı, eline aldı. Gözleri hırsla parlıyordu. Dudaklarının arasından hırıltılı bir ses çıktı:

“Ali’ymiş… sikerim ben o Ali’nin belasını! Bir bulayım da görsün gününü.”

 

Duvarın önüne geldiğinde kısa bir an durdu. Başını sağa sola çevirdi, sokakları dinledi. Kimsecikler yoktu. Ortalıkta sadece rüzgârın uğultusu vardı. Ardından hızla işe koyuldu. “Ali”nin üzerine fırçayı bastı öyle bir karaladı ki yazı tanınmaz hâle geldi. Harfler yamulup karışık gölgelere dönüştü. Sonra derin bir nefes aldı ve iri harflerle, sanki kalbine kazır gibi yeni yazıyı bastı:

 

“Aziz Ayşe’yi Seviyor”

 

Bir adım geriye çekildi. Başını yana eğdi, gözlerini kısıp eseri inceledi. Dudaklarının kenarına bir gülümseme yayıldı.

“Vay be… Resmen sanat eseri gibi oldu. Michelangelo mezarında ters döner vallahi!”

 

O anda fırçadan kireç şıp diye alnına damladı. Aziz gözlerini kırpıştırıp eliyle alnını sildi ama beyaz iz yüzüne yayıldı. Aynada görse kendi hâline kahkaha atardı. Mahalleye bakıp kısık sesle mırıldandı:

“Ne yapalım, aşkın yüzü de ak olurmuş.”

 

Fırçayı kovaya bıraktı, ellerini silkeledi. Geniş bir gülümseme dudaklarını kapladı. İçinden gururla geçirdi:

“Tamamdır… Şimdi mahalle düşünsün bakalım, Ayşe kiminmiş.”

 

Ve hiçbir şey olmamış gibi, gece yarısında sokağın ortasında ıslık çalarak eve doğru yürüdü. Ne saklandı, ne telaş yaptı. Sanki aşk ilanını değil de bakkaldan ekmek alıp dönüyormuş gibiydi.

 

Evin kapısını açtı, hâlâ kendi uydurduğu besteyle ıslık çalıyordu. İçeri süzülürken mırıldandı:

“Yarabbi… İnşallah Ayşe uyanmamıştır. Yoksa ben Ali’yi mefta edeyim derken, kendi cenaze namazımı bile kılmak nasip olmaz bana!”

 

Yatağa yanaştığında karısının hâlâ uyuduğunu görünce derin bir nefes aldı. Sessizce örtüyü kaldırıp altına girdi. Fakat Ayşe, yanında hissedilen hareketlilikle yatağın içinde dönüp kocasına sarıldı. Uykulu bir sesle mırıldandı:

“Aziz… Ne kokuyorsun yaa?”

 

Aziz yutkundu, gözlerini devirdi.

“Dışarıdan geliyor güzelim. Dur ben hemen şu pencereyi kapatayım, sen uyu.”

 

 

---

 

Sabah olduğunda güneş yeni doğuyordu. Sokaklar hareketlenmişti. Kimi çöp atıyor, kimi ekmek almak için bakkala gidiyordu. Ama herkesin gözü aynı noktaya kaydı: O meşhur duvar.

 

Artık orada kocaman harflerle yazıyordu:

“AZİZ AYŞE’Yİ SEVİYOR”

Yanında da devasa bir kalp.

 

Çocuklar yazının önünde toplanmış, birbirlerini dürterek kahkahalarla okuyor, bazıları da kalbin içine tebeşirle kendi isimlerini yazmaya çalışıyordu.

“Ben de yazıcam! Ben deee!”

 

Mahalle kahvesinden çıkan ihtiyar Hüsnü, gözlüğünü düzeltti.

“Ula dün Ali yazıyordu, bugün Aziz! Bu Ayşe var ya… Mahallenin yarısını kafeslemiş galiba.”

 

Yanındaki Nuri kahvesini yudumladı, kafa salladı.

“Bence yarın da Veli çıkar. Bekle gör.”

 

Aziz pencerenin ardından bu sözleri duydu. Yüzü kıpkırmızı kesildi, yumruklarını sıktı. Tam öfkeyle çıkacakken, yanına gelen Ayşe duvara bakıp dudak kenarında alaycı bir gülümseme belirdi.

 

“Azîz Ağa…” dedi tatlı ama iğneleyici bir sesle,

“Sen var ya, duvarla kavga eden ilk koca olarak tarihe geçtin.”

 

Aziz tam bir şey diyecekken, sokaktan bir çocuğun bağırtısı geldi:

“Amcaaa! Senin yazın çok güzel olmuş ama kalp yamuk olmuş biraz!”

 

Bütün mahalle kahkahaya boğuldu. Aziz’in alnındaki damar şişti, ama içinde gizli gizli gururlanıyordu. Dudaklarının arasından homurdandı:

“Siz bana o Ali’yi bulun, ben istediğinizi yaparım aslanım!”

 

O sırada en önde duran ufaklık kahkahalar arasında karnını tutarak seslendi:

“Abi öyle bir Ali yok ki… O sadece şarkı sözü!”

 

Aziz’in yüzü kıpkırmızı kesildi. Donup kaldı, sonra yumruğunu havaya kaldırdı:

“Şarkı mı?! Benim karımın adını şarkıya karıştıran kim ulan?!”

 

 

---

 

Ayşe, elinde çamaşır sepetiyle evin balkonuna çıktığında, komşuların kızlarının gözlerinin bahçeye dikildiğini fark etti. Dudaklarından salyalar akıtır gibi kıkırdaşıyorlardı.

 

Bakışlarını takip eden Ayşe, kızların gözlerinin takıldığı yerde kocasını gördü: Aziz Ağa, üstünde yalnızca vücuduna yapışan atleti ve altında kont pantolonu ile kırık masayı tamir etmekle meşguldü. Geniş omuzları, çalışırken gerilen kolları kızların gözlerini ayırmasına izin vermiyordu.

 

Ayşe’nin sinirleri gerildi. Elindeki çamaşır leğenini öfkeyle yere bıraktı, çıkan tok sesle kızlar irkilip ona döndüler. Ayşe gözlerini kısıp bakışlarını sertleştirdi.

“Sizin işiniz gücünüz yok mu? Ahlakınız yok onu anladık, bari milletin kocasına salyalarınızı akıtarak bakmasaydınız!”

 

Yan komşunun kızı burnunu kıvırıp dudak büktü.

“Ne diyorsun be sen? Ne bakması?”

 

Ayşe ellerini beline koydu.

“Haklısın, bakmadınız. Resmen gözlerinizle adamı soydunuz!”

 

Kız gözlerini devirip alaycı bir edayla ağzını yamulttu.

“Bana bak kızım, yolarım seni!”

 

Ayşe balkonun demirlerine eğildi, üstüne atlayacak gibi öne sarktı.

“Asıl sen bana bak, yamuk anten! Gelip yolmak nasıl olurmuş gösteririm sana!”

 

Kızın annesi içeriden çıkıp laf attı.

“Aaa ne bu? Sen ilk günden unutmuyormusun ayol?”

 

Ayşe, kadına dik dik baktı.

“Bana bak hanım, bana laf atacağına, git de az kızına ar, edep, ahlak öğret!”

 

Kadın da ellerini beline koyup meydan okudu.

“Aaa ben edebi senden mi öğreneceğim ayol? Hiç güleceğim yoktu!”

 

Ayşe yüzünü buruşturdu, sesi iğne gibi keskinleşti.

“Öyle olsa elalemin kocasına bakmazdınız hanımım!”

 

Kadın sinirden morardı.

“Bana bakkk!” diye bağırdı, üstüne atılacak gibiydi.

 

Ama kızı, rezilliğin daha da büyümesini istemedi, annesini kolundan tutup zor bela içeri sürükledi.

 

Ayşe gözlerini bu sefer diğer komşulara dikti. Merakla izleyenler birer birer gözlerini kaçırdı.

“Hayrola? Film mi dönüyor burada ha?”

 

Komşular korkuyla içeri kaçışırken Ayşe fark etmedi bile kocasının yukarı çıkıp yanına geldiğini. Birden kendini Aziz’in kollarında buldu.

 

“Güzelim, vallahi benim suçum yok,” dedi Aziz telaşla.

 

Ayşe, kocasının açıklamasına izin vermedi. Dudaklarını büzüp kısa bir cevap verdi:

“Aziz Ağa, yastık ve yorganın yerini biliyorsun.”

 

Yine ona çekyat gözükmüştü.

 

 

❅────✧❅✦❅✧──────❅

 

 

Elif & Kerim

 

Elif, odanın loş köşesinde dizlerini karnına çekmiş, ince parmaklarını göğsüne bastırarak nefesini düzene sokmaya çalışıyordu. Ciğerleri daralıyordu bu kez, yüreği değil… Ama yüzüne öyle ince işlenmiş bir gülümseme kondurmuştu ki, kapıdan giren kocası onun sadece “yorgun” olduğunu sandı.

 

Oysa Elif, günbegün eriyordu. Ölüyordu… Uğruna dostuna silah çektiği, canından vazgeçtiği, gözünden sakındığı karısı, her geçen gün daha da soluyordu. Kerim her defasında bir şeylerin ters gittiğini sezse de Elif, türlü bahanelerle onu avutuyor, gerçekleri gizliyordu.

 

Kerim, evin kapısından her adım attığında, kalbinde bir coşku ile başını göğe kaldırıp Rabbine şükrediyordu. Çünkü sevdiği kadının yanına dönmüştü. Ona kavuşmak, nefes almakla eş değerdi onun için.

 

Ama işinden dolayı sık sık şehir dışına gitmek zorunda kalıyordu. Bu boşluklarda Elif, gizlice tedavisini sürdürüyordu. Her seferinde kocasını habersiz bırakıyor, tek başına ağır yükler taşıyordu.

 

Kerim, son zamanlarda Elif’in yüzündeki solgunluğu, gözlerinin altındaki yorgun halkaları fark etmişti. Defalarca doktora götürmeyi teklif etti. Fakat Elif, her defasında “iyiyim” diyerek onu ikna etmeye çalıştı.

 

Elif, başörtüsünün ucunu parmaklarıyla çekiştirip bakışlarını Kerim’den kaçırdı. Dudaklarının kenarına hafif, sahte bir tebessüm kondurdu.

“Boşuna telaşlanma,” dedi usulca. Sesi yorgundu ama ısrarcıydı. “Mevsim dönüyor ya… ondan böyle.”

 

Kerim’in kaşları çatıldı. Gözlerinde bir gölge belirdi. Onu inanmamıştı ama üstelemedi. Yüreğinin içinde bir şüphe vardı, boğazına oturan kocaman bir taş gibi ağırdı. Yanına oturdu, onun ellerini kendi avuçlarının arasına aldı. Parmakları sıcak, elleri titrek…

 

“Ben bilirim senin sesindeki kırığı,” dedi alçak ama derinden gelen bir sesle. “Bir şey saklıyorsun benden.”

 

Elif başını kaldırdı, gözleri bir anlığına Kerim’in gözleriyle buluştu. İçinde öyle büyük bir sevgi, öyle güçlü bir bağlılık vardı ki, Elif’in kalbine hançer gibi saplandı. O an konuşacaktı, dudakları kıpırdadı, ama kelimeler boğazında düğümlendi.

 

Çünkü biliyordu: Gerçeği söylediği an, Kerim’in kalbi paramparça olacaktı. O yüzden yıllardır taktığı maskeyi yine taktı. Sanki hiç acı çekmiyormuş gibi, sanki içinde fırtınalar kopmuyormuş gibi mutlu görünmeye çalıştı.

 

“Senin kollarına ihtiyacım var,” dedi yavaşça. “Çok yoruldum…”

 

Kerim, dudaklarının kenarına kederli bir tebessüm koydu. Dizlerinin üzerine çöktü, sevdiği kadının yanağını usulca okşadı. Onun gözlerindeki o saklı acıyı görüyordu. Kalbinde hissediyordu. Ama saygıyla sustu.

 

“Seni gördüğüm her an içim huzur buluyor,” dedi fısıltıyla. “Ne olursa olsun, yanındayım.”

 

Elif, bu sözlerin gölgesinde bir anlık sığınak buldu. Ama içindeki fırtına daha da kabardı. Suskunluk büyüdü, saklı acı daha da ağırlaştı. Onları ayıran, belki de en büyük yük oldu bu sessizlik.

 

Kerim, Elif’in içine kapanışını görüyordu. Her bakışında biraz daha uzaklaşıyor gibiydi. Ama yine de dimdik durmaya çalıştı. Onu odasına götürmek istedi.

“Gel,” dedi nazikçe. “Seni odana götüreyim.”

 

Elif başını salladı, Kerim’in koluna girdi. Adımları ağırdı, ama Kerim’in varlığı ona güç veriyordu. Odanın kapısını açarken Kerim, dudaklarının kenarına sevgi dolu bir tebessüm yerleştirdi.

“Burada her şey daha kolay olacak.”

 

Elif, yatağa uzandı. Sevdiğinin kokusu, onun kalp atışlarının güveniyle birleşince, gözlerini yavaşça kapadı. Bitkin bedeni, sonunda uykunun koynuna bırakıldı. Huzurlu görünüyordu ama bu huzur Kerim için bir cehennemin kapısını aralıyordu.

 

Kerim üstünü değiştirmek için çekmeceyi açtı. Pijamaları ararken gözü, köşeye sıkıştırılmış iki kutu ilaca ilişti. Kutular yabancıydı. Daha önce evlerinde hiç görmemişti.

 

Kaşları çatıldı, kalbi hızla çarpmaya başladı. Kutuları eline aldı. Sessiz adımlarla banyoya geçti, kapıyı usulca kapadı.

 

İçinden çıkan kâğıdı titreyen parmaklarla açtı. Kağıdın kenarları sararmış, belli ki uzun süredir oradaydı. İlk satırları okuduğu an dizlerinin bağı çözüldü:

 

“Kanser tedavisinde kullanılan ağrı kesiciler ve kemoterapi destek ilaçları…”

 

Kerim’in zihni buz kesti. Sanki dünya bir anda sessizliğe gömüldü. Her şey bulanıklaştı. Gözleri satırlara kilitlendi ama kelimeler anlamını yitirmişti.

 

“Kanser… Kemoterapi…”

 

Bu kelimeler, kalbine ağır taşlar gibi indi. Elindeki kâğıt yere düştü. Dizlerinin üzerine çöktü. Başını ellerinin arasına aldı.

 

“Allah’ım… ben nasıl anlamadım? Ben nasıl fark etmedim?” diye fısıldadı, gözlerinden yaşlar süzülürken.

 

O an Elif’in bütün tebessümleri, “iyiyim” sözleri birer maske gibi gözlerinin önünde parçalandı. Yüreği delik deşik oldu. Ama içinde bir karar belirdi: Elif’i tek başına bırakmayacaktı.

 

Titreyen adımlarla banyodan çıktı, sessizce çekmeceyi kapadı. Yanına oturdu, saçlarını okşadı. İçinden fısıldadı:

“Ben buradayım Elif… ve seni asla bırakmayacağım.”

 

O an, Kerim’in dudakları Elif’in şah damarına dokunmuş gibiydi. Sevgi, acı ve umut, incecik bir çizgide dans ediyordu.

 

 

---

 

Ayşe & Aziz

 

Ayşe, rüyasında kendini konağın avlusunda buldu. Güneş kavuruyor, hava bir fırın gibi sıcaktı. Aziz Ağa kapının önünde duruyordu, ama yalnız değildi. Yanında saçları sırma gibi parlayan, süslü püslü bir kadın vardı. Kadın Aziz’in koluna öyle sokulmuştu ki, Ayşe’nin gözleri karardı. Aziz gülerek kadının kulağına bir şeyler fısıldıyor, kahkahalar atıyordu.

 

Ayşe rüyasında çığlık attı:

“Senin ciğerini sökerim, Aziz!”

 

Adımlarını hızlandırıp kadına doğru yürüdü. Tam onun saçını yolacağı sırada… Bir anda uyandı.

 

Yüreği hâlâ deli gibi çarpıyordu. Gözleri öfkeyle alev alev yanıyordu. Yanında mışıl mışıl uyuyan kocasına baktı. Dişlerini sıktı.

“Pişkin herif… Rüyada bile fırsatını bulmuş!”

 

Hiç düşünmeden elini kaldırıp şappp! diye tokadı indirdi.

 

Aziz fırladı. Saçları darmadağın, gözleri şaşkın.

“Ne yaptım ben! Vallah mahsumum! Aziz Gül’ün suçu bu, Kur’an’ıma!”

 

Ayşe kollarını göğsünde kavuşturdu, gözlerini kısarak baktı.

“Rüyamda gördüm seni! Elin kadınıyla kıkır kıkır gülüşüyordun!”

 

Aziz şaşkınlıkla yutkundu.

“Rüyanda mı? Eee Ayşe, insanın hayaline ceza verilir mi?”

 

Ayşe kaşlarını kaldırdı.

“Ben sana güvenmem. İlerde yaparsın diye şimdiden fişini çekiyorum.”

 

Aziz, yanağını ovuşturarak yatağa dönmeye çalıştı.

“Yahu ben uykuda bile savunma yaptım. Daha ne istiyorsun?”

 

Ama Ayşe’nin gözleri yastığa kaydı. Hiç düşünmeden kaptığı gibi füüüşt! diye Aziz’in kafasına yapıştırdı.

 

Aziz dengesini kaybedip yere yuvarlandı.

“Bismillahirrahmanirrahim! Kadın sen beni öldürecek misin sabah sabah?!”

 

Ayşe yorganı da üzerine fırlattı.

“Yataktan kalk! Benim evimde rüya yoluyla gönül eğlendiremezsin Aziz Ağa!”

 

Aziz yerde, darmadağın hâlde, hâlâ kendini savunuyordu:

“Bak, vallahi diyorum, Aziz Gül’ün suçu! Onun yüzünden görüyorsun bu rüyaları! O aklına geliyor, beni de rüyana monte ediyorsun!”

 

Ayşe elini beline koydu, sertçe baktı.

“Sen şimdi kalk, mutfağa git. Kahvaltıyı sen hazırlayacaksın. Ben seni görünce hâlâ kan beynime sıçrıyor.”

 

Aziz usulca ayağa kalktı, saçlarını düzelterek söylenmeye başladı:

“Uykuda bile savunma yapan adama böyle muamele edilir mi? Vallah yazık günah…”

Bölüm : 19.08.2025 22:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...