54. Bölüm

36.bölüm (18 Eylül)

Avin Mirza
avinmirza12

 

Not: bebeklerim. Sahnenin sonu yetişkin içerikli kavuştur diyenler buyursun ateşli bir kavuşma ama o kadar zorlandım inanın ki birde kaç kişiye attım Bir bilseniz size en güzelini suncam diye kaç gözden geçiyor.birde elektrik sorunu var ya offf

 

Sosyal medya;

Instagram: avin.elif

2. Hesabım: penumbra36

 

Tıktok: avinmirza12

 

Şarkı :Sokağın tavanları/yak

 

✧❅ İYİ OKUMALAR❅

 

Mezopotamya’nın taş sokaklarında Kerim ağır adımlarla ilerliyordu. Ayazın keskin nefesi yüzüne çarpıyor, kalbindeki hüzün ve öfke her adımda büyüyordu. Taşlar ve duvarlar geçmişin izlerini fısıldıyor, unutmak istediği hatıralar zihninde zincirleniyordu. Durup bir duvarın soğuk taşına yaslandı; göğsündeki sıkışmış cümleleri oraya bırakmak ister gibi derin bir nefes aldı. İçinden kopan sözler dudaklarından döküldü:

 

"Allah'ım neyin sınavı bu, nasıl dayanır insan... Ben ne körmüşüm... Her bakışında sakladığı acıyı, yüzündeki solgunluğu, sesindeki kırgınlığı nasıl fark etmedim? Yanındayken bile gözünden süzülen o sessiz çığlığı göremedim. Onun yükünü hafifleteceğime, sırtındaki yükün daha da ağırlaşmasına göz yumdum."

 

Karısının soluk yüzü, ansızın banyoya kaçışları, yastığa düşen saç tutamları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçti. Yumruğunu taş zemine vurdu, gözlerinden süzülen yaşlarla kendi kendine haykırıyordu:

 

"Ben onun yaralarını saracağımı sanarken, yaralarının üstünü örten perdesi olmuşum. O bana canını emanet etti, ben ise gözlerimi kapattım. Allah'ım, ben bu vebali nasıl taşıyacağım?"

 

Sokakların sessizliği, Kerim'in içindeki çığlığı büyüttü. Mezopotamya'nın dar taş yolları, onun feryadını içine çekiyor, gökyüzüne taşıyordu sanki. Dizlerinin üzerine çöktü. Gözlerinden süzülen yaşlar taş zemine düşerken, dudaklarından boğuk bir inilti çıktı.

 

Adımları onu bilinmez sokaklara sürükledi. Her köşede karısının yüzüyle göz göze geliyor, her gölgede onun solgun siluetini görüyordu. Bir çeşmenin başında durdu, avuçlarına su alıp yüzüne çarptı. Ne serinlik ferahlatıyordu, ne de kanayan ellerini yıkamak acısını hafifletiyordu. Başını göğe kaldırdı, dudakları titreyerek mırıldandı:

 

"Ben nasıl dayanacağım buna? Göz göre göre sevdiğim erirken... ben ne yapacağım? Keşke yükünü bana verseydi... keşke benim ömrümden alsaydı da bana söylemeseydi. Ben onun acısını taşımak için yıllarımı verdim, ama o beni korumak için sessiz kaldı. Beni korudu da kendini kim koruyacak? Allah'ım... ben onsuz nasıl nefes alırım?"

 

Gecenin ayazında sabaha kadar yürüdü Kerim. Adımlarını sokak taşları değil, yüreğindeki yemin taşıyordu. Güneşin ilk ışıkları ufku aydınlatırken evinin kapısında durdu. Derin bir nefes aldı; gözlerindeki yaşları silerken, karısının yanında ağlamayacağına karar verdi. Ona bakıp sadece gülümseyecek, acısını kendi içinde saklayacaktı.

 

Elif, odasında dizlerinin üzerine kapanmış, sessizliğe gömülmüştü. İçindeki korku, boğazına düğümlenmişti. “Kerim...” diye fısıldadı, sesi odanın karanlığına karıştı. Adımlarını sessizce odadan salona, avluya sürükledi; her yerde onu aradı ama hiçbir yerde yoktu. Sonunda banyoya yöneldi; kapıyı araladığında boğazına koca bir düğüm oturdu. Taş zeminde saçılmış ilaç kutuları, kırılmış bir ayna parçası... Dizlerinin bağı çözüldü, elleri kutulara uzandı.

 

O an, arkasından bir gölge düştü: Kerim, kapının eşiğinde duruyordu. Yüzünde öfke yoktu, ama kırgınlıkla karışık derin bir acı vardı. Gözleri, içindeki bütün karanlığa bakıyordu.

 

"Bunu... bana neden söylemedin?" dedi kısık bir sesle.

 

Elif yutkundu, nefesi düzensizdi. Dudakları titredi, ama cevap veremedi.

 

Kerim bir adım attı, dizlerinin üstüne çöktü, bir ilaç kapsülünü avuçladı:

 

"Sen bana güvenmedin... Beni, hayatının en ağır yükünden mahrum bıraktın."

 

Elif ellerini uzattı, havaya doğru.

 

"Özür dilerim, Kerim..." dedi titreyerek. "Yemin ederim... seni incitmek istemedim. Bunu senden sakladım çünkü... sana yük olmaktan korktum. Hep güçlü gördün beni, hep ayakta... ama içimdeki fırtınaları, çaresizliğimi nasıl anlatacağımı bilemedim."

 

Kerim başını iki yana salladı:

 

"Yük mü? Elif... ben senin kocanım. Seninle her şeyi paylaşmaya söz verdim. Acını bile. Ama sen bana hiç şans vermedin. Ben sana yetemedim belki de..."

 

Elif ellerini Kerim’in ellerine kapattı, gözyaşlarını avuçlarına bıraktı.

 

"Hayır! Sen bana hep yettin... Hep! Ben sana güvenemedim, hata ettim. Ama bil ki sevgim, sana olan sevgim bu sırların, bu ilaçların, bu korkuların çok ötesinde... Sadece..."

 

"...Sadece öleceğimi bilmeden son günlerimizi mutlu yaşayalım istedim..."

 

Kerim, iki eliyle Elif’in yüzünü kavradı, gözyaşlarını dudaklarına mühürledi:

 

"Sus... bir daha sakın böyle konuşma. Beni sana kavuşturan Rabbim, seni benden koparmaz kadın!"

 

Yanağındaki yaşlarını öperken devam etti:

 

"Ben sensiz bir hayatı kabullenmem. Ölüm bile gelse, biz birbirimize yazıldık. Anladın mı? Sen ve ben... son nefesime kadar."

 

──✧❅✦❅✧──────❅•

 

Aziz Ağa, sevdiği kadının kaderini ilmek ilmek işlemişti. Onu yarı yolda bırakmamış, özgürlüğü için direnmişti.

 

Bir aydır gece demeden, gündüz demeden çalışıyordu... Ne sırtındaki ağrı, ne avuçlarını parçalayan nasır, onu yolundan çeviremedi.

 

Her darbe, her yük, Ayşe’nin hayaline biraz daha yaklaştırıyordu onu.

Bu para, yalnızca bir harç değildi Aziz için. Bu, karısının özgürlüğü, kendi ömründen koparıp verdiği en değerli parçaydı.

 

“Aziz, gel biraz dinlen.” dedi yanında çalışan arkadaşı.

 

Aziz başını iki yana salladı. Terini silmeye bile uğraşmadı, küreğe biraz daha sıkı tutundu. İçinde bir ses yankılandı:

 

“Benim kanadım kırılsın… Yeter ki gökyüzü ona kucak açsın. Ben toprağa düşsem de olur, yeter ki Ayşe uçsun.”

 

O an gözleri doldu ama yere eğildiği için kimse fark etmedi. Sırtındaki yük ağırdı, ama yüreğinde taşıdığı daha da ağırdı. Yine de küreği kaldırıp çalışmaya devam etti.

 

Geçmişinin yükü, sırtındaki taşlar kadar ağır değildi belki… Ama Aziz Ağa biliyordu; bir gün Ayşe, elinde diplomasıyla karşısına geçecek, gözleri parıldayarak “Artık özgürüm!” diye haykıracaktı.

 

İşte o zaman, Aziz’in yorgun elleriyle kurduğu hayal gerçeğe dönüşecekti. O an geldiğinde, kendi ömründen kopardığı her parça, her damla ter, hepsi değecekti.

 

Aziz, içinden derin bir sızıyla geçirdi:

“Benim ömrüm eksilsin varsın… Yeter ki onun ömrü çoğalsın.”

 

Tam o sırada ufak bir çocuk koşarak geldi, elinde bezle sarılı bir bohça vardı.

“Aziz abi,” dedi nefes nefese. “Bunu Ayşe abla yolladı sana.”

 

Aziz şaşkınlıkla bohçayı aldı. Küçücük bir bohçaydı ama Aziz’in yorgun kalbine koca bir bayram sevinci gibi düştü.

 

Parmakları bohçanın üzerinde titrerken dün geceyi hatırladı. Aç olduğu halde, sofrada önüne konan yemeğe bakıp “Tokum.” demişti.

 

Ayşe ise o an onun yüreğini görmüştü. Sevdiği adamı tanıyordu; açken bile kendinden önce onu düşüneceğini biliyordu. İşte bu yüzden, bohçanın içindekine kendi elini sürmemişti.

 

Aziz bohçayı açarken gözleri bulanıklaştı. Bu sadece bir yemek değildi; Ayşe’nin suskun sevgisi, yüreğinden koparıp gönderdiği bir parçaydı.

 

Küçük bohçanın içinden ekmeğin arasına sıkıştırılmış bir kâğıt düştü. Aziz terli elleriyle titreyerek açtı kâğıdı. Ayşe’nin zarif, ama belli ki aceleyle yazdığı satırlar karşısına çıktı:

 

“Senle yiyeceğim kuru lokma,

sensiz yiyeceğim tüm yemeklere bedel.

Yüreğim de, suyum da, nefesim de sensin.”

 

Aziz’in boğazı düğümlendi. Harflerin arasında Ayşe’nin yüreği çarpıyordu adeta. Bir an küreği bırakıp bohçayı göğsüne bastırdı. Gözlerinden süzülen yaş, toprağa değil, ekmeğin üzerine düştü.

Bu küçük bohça, iki yorgun kalbin arasında gidip gelen sessiz bir mektuptu aslında. Ayşe’nin sevgisi, ekmeğin arasına sıkışmış bir kâğıtta; Aziz’in sevgisi, avuçlarını parçalayan nasırlarda saklıydı. Onların aşkı büyük sözlerle değil, aç karınlarla, alın teriyle ve yüreğe gizlenen satırlarla örülüyordu.

 

❅✦❅✧──────❅•

 

Aziz Ağa, sabahın ilk ışıklarıyla yola düşmüştü. Günlerce taşıdığı yükün karşılığı avuçlarındaki nasırların bedeliydi artık. Kayıt günü geldiğinde, parasını sıkıca kavrayıp üniversiteye doğru yürüdü. Masanın üzerine koyduğu an içinden sessiz bir dua yükseldi:

 

"Rabbim, onun yolunu açık et... bir gün gelecek tüm çocukların feryadı olacak; Aziz’in karısı değil, sadece Ayşe diye anılacak."

 

Yolda küçük bir kız çocuğu geçti; elinde kırmızı elbiseli bir bebek vardı. Aziz’in adımları yavaşladı, kalbi sıkıştı. İki örgüsüyle, yamalı bebeğiyle, küçük yaşta gelin olmuştu Ayşe. Aziz, o günkü nikâh anını hatırladı; masumiyeti gözlerinde parlıyordu.

 

Ayşe bahçede masayı hazırlarken, bir anda beline sarılan sıcak bir dokunuşla irkildi. Aziz arkasından eğilmiş, nefesini boynuna bırakmıştı. O an Ayşe’nin kalbine ince bir ürperti yayıldı; şaşkınlığı ve utancı karıştı.

 

Aziz, dudaklarını Ayşe’nin boynuna bırakırken fısıldadı:

 

"Sen benim hem canımsın… hem de kaderimin en büyük sınavı."

 

Ayşe’nin dizleri titredi, elinden tuttuğu bardak neredeyse düşüyordu. Aziz elini onun ellerine kapattı:

 

"Korkma… senin kırdığın hiçbir şeyi toplamak bana zor gelmez. Yeter ki kalbini kırma, Ayşe."

 

Ayşe gözyaşlarının arasından tebessüm ederken, Aziz elinde paketi uzattı:

 

"Alda, aç bakalım hatun."

 

Ayşe utangaç bir tebessümle parmaklarını iplere dolaştırdı. Kağıt hışırdayarak açıldıkça kalbi de aynı ritimde atıyordu. Parmaklarıyla bebeği gördüğünde gözleri bir anlığına dondu. Çocukluğuna, yamalı saç örgülerine ve çerme başında sessizce ağladığı günlere döndü.

 

Aziz, avuçlarını Ayşe’nin titreyen ellerinin üzerine kapattı, gözlerindeki yaşları dudaklarıyla silerken fısıldadı:

 

"Mehirin değil miydi bu? Senin çocukluğunun hakkıydı… Bugün, senin içindeki o çocuğu bana güldürmek istedim, Ayşe."

 

Ayşe, gözyaşlarının arasından tebessüm ederken bebeği kucağına bastırdı:

 

“Rabbim… beni sana getiren Rabbim… seni benden ayırmasın, Aziz.”

 

Ayşe’nin dudaklarından dökülen dua, Aziz’in kalbine işledikçe içinde tarifsiz bir kıvılcım doğuyordu. Kadının gözlerinde aynı anda hem masumiyet hem de gizlenmiş bir çağrı vardı.

 

Aziz, parmak uçlarını Ayşe’nin yanaklarından süzdü, ıslak izleri silerken elini ensesine kaydırdı. O dokunuşla Ayşe’nin dudaklarından derin bir nefes kaçtı.

 

Aralarındaki sessizlik artık dua sessizliği değil, başka bir şeydi. Nefeslerin ağırlaştığı, bakışların daha fazla dayanamayıp birbirine kilitlendiği, içlerindeki sabrın ince ince çatladığı bir sessizlik…

 

Aziz, kadının beline sarıldı ve onu göğsüne bastırdı. Ayşe, kalbinin delicesine çarptığını saklayamadı. Dudaklarını aralayıp gözlerini kapadığında, Aziz’in nefesi yüzüne vurdu.

 

Önce yanağına, sonra dudaklarının kenarına kondurduğu öpücükler giderek daha derinleşti. Dudaklarının arasından firar eden dili, Ayşe’nin dilini yakaladı; ikisinin de nefesi karışırken, dilleri sabırsızca birbirine dolandı.

 

Ayşe’nin elleri, sanki iradesinden bağımsızmış gibi, Aziz’in gömleğine uzandı. İncecik parmaklarıyla kumaşa asılırken, Aziz onu belinden daha sıkı kavradı; bedenleri birbirine yaslanmış, artık sadece nefeslerinin sıcağı konuşuyordu.

 

Adımları farkında olmadan onları evin içine sürüklemişti. Her adımda öpüşmeleri daha ateşli, nefesleri daha hızlıydı. Kapının eşiğinden içeri girdiklerinde, loş ışık ikisinin gölgelerini duvara vuruyordu; dışarıdaki dünya kapanmış, içeride yalnızca arzuya esir iki beden kalmıştı.

 

Şehvet kana karışmış salonun odanın duvarlarına iniltiler fısıldıyordu.

 

Adamın elleri arsızca kadının vücudunda gezinirken kadın her dokunuşta mest oluyordu; göğüs kafesi ürkek bir kuş gibi inip kalkıyordu.

 

Aziz Ağa, sevdiği kadını kucaklayıp yanına çekti. Bacaklarının arasında kendine yer edindi; göz göze geldiklerinde, aralarındaki tutku odayı dolduruyordu. Kadının elleri onun sırtına dolanıyor nefesleri birbirine karışıyordu.

 

Her dokunuş, her hafif hareket, bedenlerini daha da yakınlaştırıyor, şehvetli bir ritimle kalpleri birbirine çarpıyordu. Oda, sadece onların varlığıyla nefes alıyor, duvarlar adeta fısıldayan tanıklar gibi sessiz kalıyordu.

 

Ayşe, titreyen elleriyle Aziz Ağa’nın gömleğini açmaya çalışıyordu, ama düğmeler bir türlü yerinden çıkmıyordu. Aziz, onun ellerine kendi ellerini dolayarak yardım etti; her temas, ikisini de delicesine kışkırtıyordu.

 

Göz göze geldiklerinde, aralarındaki gerilim dayanılmaz bir hâle gelmişti. Nefesleri birbirine karışıyor, kalpleri şehvetle çarpıyordu. Ayşe’nin elleri, artık sadece düğmeleri açmakla yetinmiyor, Aziz’in omuzlarına, göğsüne kayıyor; Aziz’in parmakları ise Ayşe’nin belinde, sırtında geziniyordu.

 

Her dokunuş, her titreme, ikisini de kavuşmaya bir adım daha yaklaştırıyordu. Oda, sadece onların nefesi ve fısıltılarıyla dolmuş, zaman neredeyse durmuş gibiydi. Tutkularını kontrol edemeyen ikili, kendilerini birbirlerine bırakmak için delicesine yanıyor, artık kavuşmak için sabırsızlanıyordu.

 

Ayşe, Aziz’in gömleğini bir çırpıda tuttu ve yere fırlattı. Gözleri alev alev parlıyordu; delicesine arzuluyordu. Elleri, Aziz’in kemerinden sıkıca tuttu ve kendine doğru çekti.

 

Hiç beklemeden dudaklarını onun dudaklarına kapadı; öpüşleri, odadaki şehveti daha da yükseltiyordu. Aziz, Ayşe’nin bu ani tutkusuna karşı koyamadı; elleri onun bedeninde geziniyor, nefesleri birbirine karışıyordu.

 

Her dokunuşları, her titreyen hareketleri, ikisini de delirtiyordu. Oda, sadece onların nefesi, fısıltısı ve aralarındaki yanıcı tutkuyla dolmuştu; zaman ve dünya, bu an için durmuş gibiydi.

 

Ayşe geriye doğru yaslandı, bedeni arzuyla geriliyordu. Aziz’in dudakları boynunda, gerdanında dolaşıyor, her öpücükte onu daha da delirtiyordu.

 

Parmakları, cesurca Ayşe’nin bacak arasına sızıyor, her dokunuşta ikisini de kavuşmaya bir adım daha yaklaştırıyordu.

 

Aziz ağanın dudakları kadının tenine mühürlerini bırakırken dudaklarıyla tenini okuşuyor öpüyordu gerdanından kasıklarına yol alırken bir ressamın pontresine son dokunuşlarını yaparmışcasına yavaş ve ustalıklaydı.

 

Adamın dudaklarını kadınlığında hissedince Ayşe’nin bedeni bir titreme dalgasıyla sarsıldı. Elleri kendiliğinden Aziz’in saçlarına daldı, onu sıkıca tutup kadınlığına bastırdı. Nefesi kesiliyor, her dokunuşta arzusu daha da kabarıyordu.

 

Aziz, Ayşe’nin bu cesur ve tutkuyla dolu hareketine karşılık veriyor, dudaklarını bırakmadan, parmaklarını cesurca bacak arasına kaydırıyordu. Ayşe, titreyen bedeniyle onu kendine daha da yakın çekiyor, her inleyişiyle ikisini de delirtiyordu:

“Ah… Aziz…”

 

Adamın dudakları kadınlığını talan ederken Ayşe’nin bedeni bir titreme dalgasıyla sarsıldı.

 

Dudaklarının yerini erkekliği alırken, Aziz Ağa sevdiği kadının ellerini başının üstünde birleşmiş ti. Ayşe, titreyen bedeniyle ona tamamen teslim olmuş, her nefes alış verişi ve inleyişiyle arzuyu daha da körüklüyordu.

 

Kadının masanın üstünde dağılan saçları, şehvetle kavrulan bakışlarıyla birleşiyordu. Her saç teli, her titreyen bakışı, Aziz Ağa’nın içindeki arzu ateşini daha da körüklüyordu. Ayşe, elleri başının üzerinde birleşmiş, bedeniyle ona tamamen teslim olmuştu.

 

Aziz, yavaş yavaş kadının içine kayarken, Ayşe bir bacağını beline doladı ve onu kendine daha da yakın çekti.

Bir elini Ayşe’nin boynuna getirip baş parmağıyla öpüşmekten kızarmış dudaklarını usulca okşadı. Diğer eli göğsüne kayarak onu hafifçe kavradı.

 

Aziz, kadının içinde tamamen yerini alırken, Ayşe bir bacağını beline dolayarak onu kendine daha da yakın çekti. Her nefes alışları ve titreyen bedenleri, aralarındaki yakınlığı daha da yoğunlaştırıyordu.

 

Aziz’in elleri Ayşe’nin belinde sıkıca kavranmış, dudakları boynundan göğsüne kayarken parmakları kadının tepkilerini izliyor, onu tamamen sarıyordu. Ayşe, nefeslerini tutamıyor, ellerini başının üzerinde birleştirerek bedeniyle ona teslim oluyordu.

 

Oda, sadece onların nefesi, fısıltıları ve birbirine karışan tutkularıyla doluydu; zaman adeta durmuş, dünya sadece bu an için var olmuş gibiydi.

 

Aziz, ritmini ve derinliğini artırırken, Ayşe’nin inleyişleri ve titreyen bedeni arasında kendini kaybetti. Her hareket, her dokunuş, ikisini de doruğa biraz daha yaklaştırıyor, bedenlerini ve ruhlarını tamamen birbirine bağlıyordu.

 

Sona ulaştıklarında Ayşe’nin bedeni titreyerek gevşedi, nefesleri hâlâ düzensizdi. Aziz, sevdiği kadının üzerine ağırlığını bırakmadan yığıldı; göğsü onun göğsüne yaslandı, kalp atışları birbirine karıştı.

 

Ayşe kollarını yavaşça Aziz’in sırtına dolarken, Aziz dudaklarını kadının kulağına yaklaştırıp kısık bir sesle fısıldadı:

“Teninde kaybolmayı seviyorum…”

 

Ayşe, yorgun ama huzurlu bir tebessümle gözlerini kapattı. O an artık hiçbir sözün önemi yoktu; yalnızca kollarına sığındığı adamın varlığı ve kalbinin ritmi vardı.

 

 

Bölüm : 18.09.2025 23:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...