49. Bölüm

Part 3

Avin Mirza
avinmirza12

Avlunun taşları kadar soğuktu şimdi yüreği.

Ne ağlayabildi...

ne konuşabildi...

Sadece baktı.

 

İçinde ne kaldıysa o bakışta aktı

ihanet, suskunluk, sevda ve...

bir kadının yerle bir oluşu.

 

❅──────✧❅✦❅✧──────❅•

 

..

 

Aziz Ağa'nın adımları, odasına doğru ağır ağır sürüklendi.

Omuzları hâlâ düşüktü...

Yüzü yoktu sevdiğine bakmaya.

 

Evladını da, karısını da...

Kendi kanından koruyamamış bir adamın

gözle görünmeyen ama iliklerine işleyen aczi vardı üzerinde.

 

Hüküm verilmişti, evet.

Ama ona kim hüküm verecekti?

Ailesini koruyamamış bir adamın mahkemesi hangi vicdanda kurulacaktı?

 

Ayşe'yi gördüğünde boynu daha bir büküldü.

Sevdiği kadın karşısındaydı...

Ama gözlerinin içine bakmaya mecali yoktu.

 

Ayşe, adamının bu hâlini görünce

birdenbire titredi gözleri.

Sanki o titremede bir ömrün suskunluğu vardı.

 

Kapının eşiğinde durmuştu...

Ama adım atmaya ne cesareti vardı,

ne de içini kavuran suçluluğu susturacak bir kelimesi.

 

Birden gözlerinin önünde karısının sağa düşmüş, soğuk ayakları belirdi...

Ama bu kez ölüm gibi bir sessizlikle...

 

Zihni, onu affetmeyen bir hatıraya sürüklendi:

Ayşe'nin kendini asmaya kalktığı o geceye.

 

İpi tutan elleri titriyordu kadının...

Yorgun ama kararlıydı gözleri.

Ve o, yalnızca bakmıştı

geç kalmış bir adamın çaresizliğiyle.

 

Duvarlar daralmış, zaman donmuştu.

Ayşe'nin bedeni havada değil, Aziz'in vicdanında asılı kalmıştı.

O günden beri...

Hiçbir bakışa tam çıkamamıştı gözleri.

 

Ve şimdi...

Kapının eşiğinde, o an bir kez daha çökmüştü dizlerine.

 

Ayşe durmadı, koştu sevdiği adamın yanına.

Kollarını açtı, yükünü biraz olsun hafifletmek ister gibi, sımsıkı sardı Aziz Ağa'yı.

 

Aziz, başını Ayşe'nin göğsüne yasladı.

Elleri titriyordu.

"Özür dilerim... özür dilerim..."

dedi, sesi çatallı, nefesi parçalıydı.

Sadece kelimeler değil,

Yıllardır içini kemiren o suskunluk,

Vicdanının yankısı da döküldü ağzından.

 

Sonra...

Bir şey çözüldü içinde.

Sanki ilmek ilmek düğümlenmiş kalbinin ortasında

kapalı bir kapı aralandı.

Baktı kadının gözlerine...

Ve o an öyle bir şey söyledi ki,

sadece bir adam değil, bir ömür karar vermişti:

 

"Gidelim kırlangıç...

Her şeyi ardımızda bırakıp gidelim."

 

Ayşe'nin gözleri doldu.

Ama bu kez acıdan değil...

Bir ihtimalin kıyısında durmaktan,

Yıllardır taşıdığı yorgunluğun artık sırtından indiğini hissetmekten.

 

El ele tutuştular.

Ayşe'nin başı dikti, Aziz'in eli sarsılmazdı.

Basılan her adımda, bir anı geride kalıyordu artık.

 

Yıldırım Konağı'nın taş basamaklarından aşağı inerken,

sessizlik etraflarını örttü.

Ne içeriden bir ses yükseldi,

ne avluda bir gölge kımıldadı.

 

Ama terasa geldiklerinde...

Bir gölge duruyordu tam karşılarında.

 

Ali Ağa.

 

Kolları arkasında bağlıydı.

Dik duruyordu ama yüzündeki çizgiler bir gecede on yıl yaşlanmış gibiydi.

Gölgesi uzun, bakışı soğuk ama yorgundu.

Aziz durdu.

Ayşe'nin adımı da onunla birlikte kesildi.

 

Bir anlık sessizlik oldu.

Sadece kuşların sesi ve uzaktan gelen rüzgârın yapraklara değdiği o çıtırtı duyuluyordu.

 

İki baba...

Biri evladını toprağa gömmüş,

Biri evladının kalbini kendi elleriyle kırmıştı.

 

Ali Ağa gözlerini kısarak konuştu:

 

"Hayırdır, Aziz Ağa?"

 

Aziz'in gözleri, Ali Ağa'nın sert ve yorulmuş yüzüne takıldı.

Yılların, acıların, susturulmuş sözlerin yükü vardı o bakışta.

Derin bir nefes çekti, sesini kırarak, ama keskin ve soğuk:

 

"Vazgeçtim, Aziz...

Ağalıkta sizin olsun, törelerde sizin...

Ama benim ruhum bu toprakların köklerine zincirlenmedi artık.

Beni bağlayan zincir, sevdiğim kadının elleri."

 

Ali Ağa'nın ayaklarının altındaki taşlar bile çatlayacak gibiydi.

Öfkesini artık taşıyamıyor, sesi duvarlara değil, Aziz'in kaderine çarpıyordu:

 

"Bu eşikten çıktığın an, soydan da çıkmış sayarım seni, Aziz Ağa!

Bu topraklar sana da haram!

Barındırmam seni buralarda!

Güneşi gösteririm ama bir yudum suya muhtaç ederim seni!

Ekmeğini kuruturum, gölgeni silerim!"

 

Aziz, başını eğmedi.

Bir ömürlük suskunluğun içinden yürüyordu şimdi.

Ama artık susmuyordu.

Elini, sevdiği kadının eline sımsıkı kenetledi.

Gözlerinde hem mezar toprağı vardı, hem de yanmış bir beşik kokusu.

 

Ali Ağa, kaşlarını daha da çatarak, sertçe sordu:

 

"Bir kadın uğruna...

Ailenden mi vazgeçeceksin, Aziz Ağa?"

 

Aziz'in gözleri alev aldı, kalbindeki ateşi saklayamadı:

 

"Ben bu kadın için ölürüm, Ali Ağa.

Benim tek ailem, elini tuttuğum kadındır."

 

Sesi, titreyen bir yürekten değil;

küllerinden doğan bir adamdan çıktı:

 

"Ben buraya bir evlat gömdüm, Ali Ağa.

Ama siz bir mezara bile baba olamadınız!

Soydan sayılmadım ki soyundan çıkayım.

Bu konağın eşiğine yüz sürecek ne gururum kaldı,

ne de alacak bir duam."

 

Gözlerini konağın taşlarına, duvarlarına, geçmişine çevirdi.

Bir adım attı eşiğin dışına.

Sırtı dönüktü ama sesi hâlâ içeride yankılanıyordu:

 

"Ben Aziz Yıldırım.

Andım olsun ki bu konağa artık tabutum bile

gelmeyecek."

 

Ve yürüdü.

 

Arkasında kalan sadece bir soy değildi.

Bir toprak, bir kucak, bir geçmiş...

Ve asla alınmayacak bir helallikti.

 

❅──────✧❅✦❅✧──────❅•

 

Bölüm : 14.07.2025 12:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...