Bundan kaç asır önce bilmediğim bir zaman diliminde Adem yaratılmıştı. Meleklerin içinde, herkesten üstün bir insanken, tek bir baş kaldırma onu dünyaya göndermişti. Boyun eğmem demişti, şeytan. Kibir, öfke insanoğluyla birlikte yaratılmıştı. Bu gerçek göz ardı edilmiş ve iyi ve kötüyü oluşturacak tüm gerçekler Adem’in dünyaya adımını atması ile başlamıştı. Koca bir dünyada, hiçbir şey yokken tek kalmıştı. Yasaklı elmayı yemiş, iradenin insan için ne kadar zor olduğunu göstermişti.
Kibirlenecek kadar büyük, irademize sahip çıkamayacak kadar basittik oysa. Buna rağmen eşimiz yaratılmıştı ardından. Kendimize yetemeden, sahip çıkamadan bir başkasının kaburga kemiğinden yaratıldığımızı öğrenmiştik. Havva gelmişti dünyaya. Adem için. Havva, Adem’e gelmeyi tercih etmiş miydi? Bilinmezdi. Sadece ona gelmek zorundaydı. Bir zorakilik onu bir adama ait yapmıştı. Onların aitliği Habil’le, Kabil’in oluşmasına neden olmuş, kötünün habercisi olmuştu. Ne ben Havva’ydım ne o Adem. Ama biz birbirine mecburiyetle ait olacak Hazel ve Arhan’dık. İyi ve kötünün arasında sıkışmıştık. Ne iyinin habercisi ne kötünün habercisi olmak istiyorduk. Biz koca dünyada iki farklı insanın, istediği şekilde yaşayabileceğini bağırmak isterken varoluşumuza neden olan büyük bir gerçeği unutuyorduk. Bizi buna bırakan Şeytan’ı. Ailelerimizi belki de kaderimizi. |
Bunları da beğenebilirsiniz
|
0% |