Yeni Üyelik
5.
Bölüm
@aysenurkayabasi

Bir sürü ses çalınıyordu kulağıma. Genelde sessizliğe alışkındım, o sebeple gürültüye karşı hassastım. Gözlerim yavaş yavaş açılıp kendime geliyorken gördüğüm ilk şey karşımdaki koltukta gece oturduğu yerde duran Halil İbrahim’di. Gözünü kırpmadan bana bakıyordu. Sıçrayıp doğruldum hemen. Onların evinde mışıl mışıl uyumuş olmak, beni aşırı derecede rahatsız etmişti.

Kadınlar sofrayı kuruyorlardı. Erkeklerde yardım ediyordu. Birbirleriyle bir şeyler konuşuyorlardı ama algım anlayacak kadar açık değildi. Karman çorman olduğunu tahmin ettiğim koyu kahverengi dalgalı saçlarımı elimle düzeltmeye çalıştım ama işe yaramayacağına emindim.

“Günaydın,” dedi kadınlardan biri bana doğru. Cevap vermem gerektiğini düşünmediğim için yeniden Halil İbrahim’e döndüm.

“Ne kadar tutacaksın beni burada?”

Cihat masaya çatalları dizerken “Uyanır uyanmaz tatava yapmaya başlama,” diye söylendi bana. Ona korkutucu olduğunu düşündüğüm bir bakış attım ama görmedi bile.

Halil İbrahim’e döndüm yeniden. Sağ elimi havaya kaldırıp salladım hayırdır dercesine. Bakışlarını çekmeden derin bir nefes verdi. Avuç içlerini sertçe dizlerine çarptı, ayağa kalktı.

“Haydi kahvaltı edelim.”

“Bu ne rahatlık ya?” dedim gülerek. “Her gün bir yerlerden kardeşin mi çıkıyor senin?”

Sessizlik sardı salonu dünkü gibi. Halil İbrahim birkaç adım atmıştı, cümlem onu kötü bir yerden vurmuş olmalı ki donup kalmıştı. Bakışların odağı sadece bendim.

“Teşekkür yağdıracağına nankörlük ediyorsun,” dedi İpek nefretle. “O senin abin değil, bende ablan değilim. Biz senin gibi fesat kalpli değiliz. Abim dünyanın en iyi-“

Araya girmeseydim sonsuz bir abi övgüsü dinleyecektim, o yüzden elimi kaldırıp onu durdurdum.

“En çok senin abin, tamam mı? Buraya abini senden çalmaya gelmedim. Huzurunuzu bozmaya da gelmedim. Sinirlerim bozuk, benimle muhattap olma. Seni üzerim, İpek.”

Son kelimeme kadar sakince dinleyen herkes kızın adını bildiğimi öğrendiğinde şok oldular. Halil İbrahim dönüp üstüme yürümeye kalktığında Alparslan atılıp araya girdi. “Yapma,” dedi. “Duymadın mı? Sinirleri bozuk, ne dediğini bilmiyor.”

“Kardeşimin adını nereden biliyorsun?”

Hala üstüme gelmeye kararlıysa onun kurallarına göre oynardık.

“Çünkü benimde kardeşim.”

“Değilim,” diye haykırdı İpek ama Halil İbrahim ona dönmeden bana bakmaya devam etti. Sonra da bile bile o soruyu sordu.

“Bizim senden neden haberimiz yok o zaman?”

Başımı dimdik tuttum. Utanmamı bekliyorlarsa çok beklerlerdi. İpek’in annesine döndü bakışlarım.

“Ne diyecekti size çok sevgili babanız? Metresinden çocuğu olduğunu mu?”

Galiba sınırlarını fazla zorlamıştım. Çünkü o cümleden sonra kimse Halil İbrahim’i tutamadı. Erkekler aynı anda yüklendi ama o hepsini savuşturup benim kolumu yakaladı. Sürükleyerek döşekten kaldırdı. Merdivenleri tırmanırken düşme tehlikesi geçirmeme rağmen umursamadı, beni dünki odaya yatağın üzerine itip kapıyı üzerime kilitledi.

Koşup kapıya hızlı bir tekme geçirdim.

“Zorba, kabadayı, pabucumun aslanı, anca kadına yeter sizin gibilerin gücü! Allah’ın cezası! Nereden çıktın geldin karşıma? Nereden? Lanet gibi çöktünüz üstüme! Lanet!”

Yetmedi. Komodine koştum, kapaklarını açtım. Bir rafı cam kül tablası doluydu. Elime sığdırabildiğim kadarını aldım. Kapıya fırlatıp kırmaya başladım. Aynı zamanda sinir krizi geçirmeye.

“Keşke hiç karşılaşmasaydık! Aileymiş gördük ailenizi sizin! Allah’ın cezası! İt miyim ben tasma takıyorsun bana? Sen kimsin ya sen kimsin? Kabadayı! Kendini bilmez herif! Ne sanıyorsun kendini sen? Eşkıya!”

Kül tablaları bitince yatağa oturdum. Biraz stres atmak iyi gelmişti. Birkaç saniye sonra yetmediğine karar verdim. Ayağa kalkıp tüm gücümle iki ayağım üzerinde zıpladım.

“Beni buraya kilitleyip huzur içinde kahvaltı etmenize izin verir miyim sanıyorsunuz? Allah’ın cezaları!”

Kapı açıldığında hala zıplıyordum. Ki beni durduran bu oldu. Resmen zangır zangır titriyordum. Kapıdaydı. Yüz ifadesi dümdüzdü. Üstüne gitmek için birkaç adım attım. “Gelme,” diye bağırdı. “Cam kırığı her yer ayağını keseceksin.”

Ağzımı açtım ama söyleyecek bir şey bulamadım. Dumur olmuşluğumdan yararlanıp devam etti konuşmaya.

“Çocuk gibi geçirdiğin öfke patlaman geçtiyse aşağı gel, annemden özür dile, kahvaltı et.”

“Emrin olur paşam!” dedim alay ederek. “Ketçap mayonezde olsun mu?”

Gözlerini kapattı, elini göğsüne dayadı. Diğerini de kapının pervazına yasladı. “Bir, iki, üç…” diyerek sayı saymaya başlamıştı ki Alparslan omzunu tuttu desteklercesine. “Ben halledeyim abi.”

“Bence de yoksa elimde kalacak bu cadaloz.”

“Sen kimsin de…”

Gözüm öyle dönmüştü ki tekrar yürümeye kalktım. Cümlemi bitiremeden Alparslan elini kaldırıp durmamı işaret etti. “Cam kırığına basacaksın, dur bi!” Ardından merdivenlere doğru yürüdü. Halil İbrahim’de bana bakmadan onun peşinden sert adımlarla ahşap basamakları indi pat pat.

Yatağın ucuna oturdum tekrar. Çocukça olduğunu bende biliyordum. Yine de benim hepsini tanıyıp onların beni hiç bilmemesi gururumu düşündüğümden fazla kırıyordu. Gözümden tutamadığım bir yaş akarken birinin geldiğini duyunca elimin tersiyle sildim gözyaşımı.

Alparslan tuttuğu faraşla yerdeki kırıkları temizlerken arada sırada kaçamak bakışlar attı.

“Çık,” dedim işi bitince. “Çık, def ol, neye bakıyorsun?”

“Konuşalım mı biraz?” dedi başını eğip koluma uzanmaya çalışırken.

“Hayır.”

Onu omzundan itip kapıyı kapatmadan hemen önce dışarıdaki anahtarı aldım. İçeriden kilitledim.

“Siz beni kilitleyemezsiniz. Gerekirse ben kendimi kilitlerim.”

Bir dakika sonra basamakların gıcırtısını duyduğumda çıkan sesten gelenin Halil İbrahim olduğunu anlamak zor olmadı. Pek sessiz sayılmazdı. Kapıya şiddetle bir yumruk indi. Ardından bir tane daha. “Aç kapıyı,” diye seslendi. Vücudumu yatağa atıp gözlerimi kapadım. Görmezden gelinmek nasıl bir his iliklerine kadar hissedecekti o da.

Bir yumruk daha indi ahşap kapıya.

“Aç şu kapıyı yoksa…”

Tehdit edeceğini anladığım an fırladım yataktan. Koştum ve anahtarı çevirdim delikte. Kapıyı tüm gücümle çarparak açtım. İçeriye doğru açılıyordu o yüzden kendimi biraz geri çekmek zorunda kalmıştım.

“Ne yaparsın? Çenemi kapatmam için bir tokat mı atarsın? Bir yerlerimi mi kırarsın? Canımı mı yakarsın aslan yürekli Halil İbrahim?”

İkimizde burnumuzdan soluyorduk, ciddi manada. İki eliyle kapının pervazını tutuyordu. Koyu kahverengi gözleri öfkeden kızarmıştı, yüzü kıpkırmızıydı. Boynundaki damarlar belirginleşmişti. Sol kolunun altından geçip basamaklara attım kendimi. Ne olacağını umursamadan kapıya yürüdüm. Beni durdurmak yerine izlediklerine göre karışmamalarını söylemişti. Kapıdan çıkıp gitmeden önce vazgeçip geri döndüm. Salonun girişinde durdum, onların annelerine baktım.

“Özür dilerim ama söylediklerim için değil. Bu gerçek canını yaktığı için. Ki bu konuda benden daha fazla hiçbirinizin canı yanamaz, bunu da bilin. Benim soyadım Sipahioğlu bile değil. Babam yok yani. Umarım bu gerçeği aşabilirsiniz, ben yedi yaşında çocukken aştım. Yani sizin için zor olmaz diye düşünüyorum.”

Cümlem bitince hepsine sırayla baktım. Acıyan bakışları daha da rahatsız hissetmemi sağladı. Gözlerim Halil İbrahim’i buldu, merdivenlerde durup sinirden dolan gözlerini üzerime dikmişti. Ona karşılık verdim.

“Çocukça öfke krizi için de kusura bakma, babam öfke krizlerimde yanımda olacak kadar çok kalamadı benimle. Sizin yanınıza geldiğinden.”

Ayaklarımı vura vura kapıya yürüdüm. Kapıyı açıp dışarıya çıkmadan önce son kez dönüp baktım ona.

“Dediğin adam beni bulup bana bir şey yapmaya kalkarsa sakın kurtarmaya kalkma, ben kendi başımın çaresine bakabiliyorum. On yaşımdan beri hemde. Ayrıca sen buradaki herkesin bir şeyi olabilirsin. Abisi, oğlu, kurtarıcısı olabilirsin. Benim içinse sırf gerçeklerle başa çıkamadığı için beni odaya kilitleyen ve oradan oraya sürükleyen zavallının tekisin.”

Nefretimin tamamını kusunca kapıyı tüm gücümle çarpıp çıktım.

Loading...
0%