Yeni Üyelik
1.
Bölüm
@aysenurkayabasi

Issız sokakta yürürken yağmur çiselemeye başladığında kapüşonumu kapattım. Çalıştığım kafede akşam vardiyasına kalmaktan nefret ediyordum. Adımlarımı hızlandırırken kulaklığımın tekini çıkarmayı ihmal etmedim. Gerçi çalan şarkıyı beynim algılayacak durumda değildi, sadece alışkanlıktan kulaklık takıyordum.

Mahalle bakkalının önüne geldiğimde kapalı kepenklerini gördüm, böylelikle çikolata alma hayallerimde suya düştü. Adımlarımı ıslanmamak için hızlandırdım fakat yaşadığım sokağa girdiğim an istemsizce yavaşladım. Sokağa park etmiş siyah lüks araba bu mahalleye biraz fazlaydı. İçinde biri var mı yok mu bilemediğimde kendimi toparlayıp daha da hızlandım. Bej rengi bez çantamın içinden anahtarımı çıkarıp anahtarın ucunu işaret ile orta parmağım arasında çıkıntı oluşturacak şekilde konumlandırdım. Aklıma gelen tek şey buydu. Araba girişe düşündüğümden daha uzaktı, o yüzden derin bir nefes aldım. Bahçe kapısı zaten bozuktu, kilitlenmiyordu. Onu itip içeri girerken son kez arkama bakmayı ihmal etmedim. Binaya girebildiğimde bütün kaslarımın gevşediğini hissettim. Gerginliğim yok olmuştu.

Giriş kattaki evimize doğru yürümeye başladığımda adrenalin salgılamaya başladım. Çünkü ev arkadaşım ile yaşadığım evin kapısının önünde takım elbiseli iki adam vardı, çelik kapı aralıktı. Evden ses gelmiyordu.

Nabzım hızlanırken karar vermem gerektiğini fark ettim. Neslihan’ı kurtarmak istiyordum fakat hayatta kalma isteğim ağır bastı. O yüzden adamlardan biriyle bir saniyeliğine göz göze gelsem de adımlarımı merdivenlere çevirdim. Üst kata çıkmaya başladım. Üç basamak çıkmıştım ki binanın içinde adım sesleri yankılandı.

“Hanımefendi,” diyen sesi duyduğumda duraksadım. Büyük bir hata yaptığımı anlamıştım fakat iş işten geçmişti. Çoktan zamkla yapıştırılmış gibi kal gelmişti. “Hüma,” diye seslenen kişi Neslihan’dı. “O işte.”

Sağ tarafıma göz ucuyla dönüp baktım ve adrenalin salgıladım. Çıktığım üç basamağı insanüstü bir hızla inip bez çantamı adama savurdum. Saniyelik şaşkınlığından yararlanarak binanın kapısına koştum hatta açıp dışarı çıkabilmiştim bile. Tabii fazla uzun sürmedi. Bahçe kapısını açamadan kocaman bir el ağzıma kapandı. Çığlık attım mı yoksa sesim çıkmadı mı, bilmiyordum. Ne kadar çırpınırsam çırpınayım faydasızdı. Un çuvalı misali beni gördüğüm o lüks arabanın içine tıktılar. Ağlamaya başladığımı hıçkırık sesimle fark ettim.

“Ben senin yerinde olsam uslu dururdum.”

Adamlardan birinin sesini duyunca daha çok korktum.

“Ne istiyorsunuz benden?” diye sordum dehşet içinde. “Öğreneceksin,” dedi başkası. “Birazdan.”

Titremeye başladım, gözyaşlarım arttı. Ne yapacağımı bilmiyordum. İki yanımda da bir kişi oturuyordu, kaçmak için hiçbir şey düşünemiyordum.

“Ben bir şey yapmadım,” diye açıklama yapmaya başladım. “Yemin ederim ki hiçbir şey yapmadım ve hiçbir şey bilmiyorum. Beni bırakın gideyim.”

Şoförün yanındaki koltukta oturan adam yavaşça arkasına dönüp bana baktı.

“Neden kaçtın o zaman?”

Paniğimi bastırmaya çalışıyorken derin bir nefes aldım. Kekelememek için kendimi toparlamaya çalıştım. “Bir anda beni kovalamaya başladınız, korktum.”

“Kaçan kovalanır, bunu unutma.”

Adamın cümlesinden sonra herkes çok komikmiş gibi güldü. Nefeslerim gitgide sıklaşıyordu. Kapüşonlu hırkamı çekiştirirken “Camı açabilir misiniz?” diye seslendim. “Nefes alamıyorum.”

“Başka numara dene, camı açıp yardım istemeni mi sağlayayım?”

Ekim ayında, yağmurlu bir akşam olmasına rağmen terlemeye başlamıştım. Hava soğuktu ama benim vücut ısım fazla yüksekti.

“Lütfen camı açabilir misiniz?”

“Sus,” dedi adam cevap olarak. “Yolumuz uzun değil.”

Olduğum yere sinerken bakışlarımı kucağımda titreyen ellerime çevirdim. Beni başkasına götürüyor olma ihtimalleri daha yüksekti. Kimse beni arabaya tıkıştırmanın dışında bana dokunmuyordu.

Adamın dediği gibi oldu. Yolculuk beklediğimden kısa sürdü. Arabayı park ettiler, birisi tarafından sürüklenerek lüks görünen restorana sokuldum.

“Ne yapacaksınız bana?” diye sorduğumda aldığım cevap yine sessizlikti. Köşeyi dönmeden önce beni durdurup bekledi adam. Kolumu o kadar sert tutmuştu ki canım yanıyordu. Bakışlarım hızla etrafı tarıyordu fakat hiçbir şey göremiyordum. Korku beynimi felç etmişti. Birisi konuşuyordu. Sesini duyuyordum ama kelimeler beynimde anlamlarına kavuşmuyordu. Duyduğum şey uğultudan ibaretti. Ardından ses biraz yükseldi.

“Sana bir süprizim var.”

Kolumu tutan adam emir almış olmalı ki aniden beni peşinden sürüklemeye başladı. Direnmek istedim fakat yapamadım. Ayaklarım birbirine dolanırken bir anda kendimi uzun masanın karşısında buldum. Çokça takım elbiseli adam vardı. İki tanesi karşılıklı oturuyordu, diğerleri ayaktaydı. Herkesin bakışları benim üstümdeydi. Korkudan nefesimi tutmuş halde beklemekten başka hiçbir şey yapamıyordum.

“Başka anlatacak masal mı kalmadı Fırat?”

Konuşmaları anlayamıyordum.

“Sana yaranılmıyor. Kardeşini buldum, getirdim. Hala masal falan bir şeyler söylüyorsun.”

Kardeşin dediği anda anladım. Geçmişimin unutulmuş sayfaları açıldı. Çok eskiyi hatırladım. Tozlu bir kutuda yok olmaya mahkum edilmiş anılardan birisi geldi gözlerimin önüne.

Babamın kucağındayım, elinde bir fotoğraf tutuyor, aile fotoğrafı. Hiçbirini tanımıyorum. Babam, yanında bir kadın, kadının kucağında küçük kız, babamın yanında ayakta dikilen bir oğlan var. İşaret parmağı oğlanın üstüne gidiyor. Göğsü kabarıyor, dudaklarında nadir görünen bir gülümseme beliriyor. Onun kim olduğunu bilip bilmediğimi soruyor. Bilmediğimi söylüyorum. Başımı okşuyor, mutlu oluyorum. Abin diyor, bu oğlan senin abin. Sonra adını söylüyor.

“Halil İbrahim.”

Dudaklarımdan benden bağımsız hareket edip hatırladığım ismi söylediğinde ortam tamamen gerildi. Yanlış yaptığımı yine yaptıktan sonra fark etmiştim. “Halil İbrahim,” diyen adam ayaklanırken alkış tutmaya başladı. Yüzündeki kazanmış ifadeye bakarken korkunun yanında bir duygu hissettim, öfke. “Sen onu tanımıyorsun ama o seni tanıyor, Halil İbrahim.”

Konuşan kişi alkışı bitirip karşısındaki adama döndüğünde benimde bakışlarım onun bakışlarını takip etti. Abime baktım.

Şaşırmış görünüyordu. O fotoğrafta gördüğüm sıska oğlan değildi. Rahat bir tavırla sandalyesinde oturuyordu, yüz hatları daha sertti, sadece gözleri benziyordu babama. Saçları kısa tıraşlıydı.

Bakışları sertleştiğinde kaçmak için daha büyük bir istek duydum. Bir anlık cesaretle benim kolumu sıkan adamın bacağına tekmeyi geçirdim, eli boşa düşüp aşağı kaydığında arkamı dönüp birkaç adım atabildim. Karşımda bir adam vardı, alnıma dayanan silah ile donakaldım.

“Sakın hareket etme.”

Silahı tutan adamın uyarısı olmasa bile hareket edemezdim muhtemelen. “Şerefsiz,” diye bağırdı birisi ardımdan. “Kadına silah doğrultulur mu lan? Adamlığınız bu kadar mı sizin?”

“Beni buna mecbur bırakma, Halil İbrahim. Kardeşine bugün kavuşmuşken aile dramı izlemek istemeyiz. Şimdi anlaşmamıza gelelim. Otur, ayakta kalma.”

Herkes arkamda kaldığı için hiçbir şey göremiyordum. Silah hala alnımda dayalıydı. Sanki nasıl nefes alındığını unutmuştum. Seslice yutkundum, titremem şiddetlendi.

“Ben şerefsizlerle anlaşma yapmam.”

Böyle olacağını biliyordum. Gözlerim kapandı, o anı bekledim. Tuhaf bir şekilde ölümü hızlıca kabullendim. Çırpınmadım, kaçınmaya çalışmadım. Sadece bekledim.

Silah patladı.

Loading...
0%