Yeni Üyelik
4.
Bölüm

DÖRT

@aysenurkayabasi

Kadınlar odalarında mışıl mışıl uyumaya gitmiş, Alpaslan yarasının dikildiği koltukta üstüne battaniye almış, Cihat döşekte sırtını duvara yaslamış oturuyordu. Adını hala öğrenemediğim iki adam vardı. Halil İbrahim ise yemek masasında önündeki karnıyarığı didikliyordu. Karşımdaki duvara bakıyordum, o yan tarafımda kalıyordu.

“Aç olmadığına emin misin?”

Bağlı değildim ama ayağa kalkmaya çalıştığım anda herkes üstüme atlıyordu. O yüzden kendimi mapusta gibi hissediyordum. Boynuma görünmez bir tasma takmış gibilerdi. Özgür görünüyordum ki çok büyük bir yanılgıydı, resmen tutukluydum. Dimdik karşıya bakıyordum. Sağ bacağım istemsizce sallanıyordu.

“Aç olmadığına emin misin?”

Sürekli bu soruyu sorup durduğundan sabrım tükenmişti.

“Değilim. Zıkkımlan sen.”

Konuşurken ona baktığım için pişman olmuştum. Zıkkımlanmak kelimesini duyduğu an kaşları havalandı, dudakları gerildi. Hemen başımı karşıya çevirdim. Ona bakmıyorken daha cesurdum.

Adını bilmediğim bir adam ayağa kalkıp boş sandalyelerden birini aldı, önüme kadar sürükledi. Halil İbrahim’e benziyordu. Esmerdi, klasik sakal tıraşlı, ortalama bir tipti. Sandalyeyi ters çevirdi. İki bacağını genişçe açarak oturdu, kollarını sırt desteği yerine dayadı. Kalın kaşları çatıktı, yeni tıraş olduğu belliydi ve gömleğinin açık yakasından boynuna taktığı gümüş zinciri görebiliyordum. Sağ elindeki kısa tespihi sallamaya başladı.

“Adın ve soyadın?”

Cümlesini yarım bıraksa da soru sorduğu netti. Tatlı tatlı gülümsedim, sol elimi havaya kaldırıp dudaklarımı sır verircesine kapattım, öne eğildim. “Sana ne,” dedim ifademi hiç bozmadan. Gözlerini kapatıp sinirlerini bozmuşum gibi güldü. Bende onu öfkelendirmenin rahatlığıyla sırtımı sandalyeye yeniden yasladım.

“Bak,” dedi Cihat’ta ayaklanıp oturan adamın yanına dikilirken. “Seni üzmek ya da germek istemiyoruz. Bu gece bizim için çok önemliydi. Eğer Fırat tehditle falan seni tuttuysa ne bileyim parayla kandırdıysa bize söyleyebilirsin. Seni koruruz. Korkmana gerek yok.”

Tüm konuşması boyunca hafif hafif başımı sallayarak onu dinledim.

“Ne yapıyorsunuz şu an?” dedim tek kaşımı havaya kaldırarak. “İyi polis kötü polis oyunu mu bu? Tiyatro izliyor gibiyim. İyi oyunculuk.” Öfkeyle devam ettim. “Beni bu kadar çok korumak istiyorsan,” dedikten hemen sonra işaret parmağımla yemeğini boş boş çatallayan Halil İbrahim’i gösterdim. “Bu serseriden koru.”

Gözlerim Cihat’ta olduğundan masaya inen yumruk sesi yüzünden sıçradım.

“Şaka yapıyoruz gibi mi geliyor?” dedi ağır ağır ayağa kalkarken. Küçük adımlarla yanıma kadar geldi. “Sana serseriymiş gibi mi göründük?”

“Olur mu öyle şey?” dedim sahte bir hayretle. İki elimi açıp etrafta gezdirdim onları göstererek. “Beline silah takmış, mafyacılık oynayan birkaç adam gibi göründünüz.”

Herkes senkronize şekilde iç çekti, keyifle kollarımı göğsümde birleştirdim.

“DNA testine gerek olmadığını düşündüğümü söylemiş miydim?”

Alparslan’ın sesi ortamı bir nebze yumuşattı. Sandalyede oturan adam ve Cihat güldü bile. Bende Alparslan’a kaçamak bakış atıp tekrar bakışlarımı herkesten uzağa diktim. Halil İbrahim’in güçlü avucu sertçe masaya indi.

“Sen hala oyun sanıyorsun herhalde o çatışmayı,” dedi öfkeyle. “Geberip gidebilirdin orada. Şu adam üstüne atladı senin. O kurşun kalbine girebilirdi. Yine de seni korumak için hiç düşünmedi, biliyor musun? Serseriler böyle mi yapıyormuş?”

Suçluluk duygusu içimi sızlatırken tutunacak güçlü bir sebep aradım kendime. Buldum da.

“Zorla tutuyorsun beni burada,” diye yükseldim ona bakarken. Sesim düşündüğümden yüksek çıkmıştı.

“O da senin için! İkna mı oldun sanki? Sen Fırat’ı bilmiyorsun. Seni alıkoyar, işte o zaman gerçek manyağı, serseriyi ve mafyacılık oynayan biri nasıl oluyormuş görürsün.”

Huzursuzca kıpırdandım oturduğum yerde.

“Bize anlat,” dedi Alparslan yattığı koltukta doğrulurken. “Bize anlat ki sana yardımcı olabilelim. Sana zarar vermek istesek çoktan verirdik.”

Alayla güldüm. Elimi kalbime götürdüm, minnettar havası verdim duruşuma.

“Ay o kadar iyisiniz ki teşekkür ederim, beni buraya sürükleyip başıma dikilip zorla tuttuğunuz ve zarar vermediğiniz için.”

“Yok,” dedi odada volta atmaya başlayan Halil İbrahim. “Anlamıyor, asla laftan anlamıyor.”

“Benim tanıdığım birine benziyor,” diyen Alparslan sırıtıyordu. “Benim de,” dedi eğlenceye katılan Cihat. Diğerleri de aynı tepkiyi verip eğlendiler kendilerince. Kardeş olmamıza atıfta bulunuyorlardı.

“Zevzekliği kesin!”

Tek cümlesiyle herkes sus pus olunca göz devirdim.

“Patron sensin yani,” dedim onu daha fazla öfkelendirmek amacıyla. İki avucunu sertçe şakaklarına bastırdı. “Migrenim tuttu. Allah canımı almasın, migrenim tuttu.”

Onu umursamadan “Tuvalete gitmem lazım,” dedim. Bir anda hepsinin ilgi odağı oldum. Bunu hiç düşünmemiş gibilerdi. “Gitsene o zaman,” dedi Cihat. “Niye durum bildirimi yapıyorsun? Tövbe estağfurullah.”

“Ayağa kalktığım anda akbabalar gibi başıma üşüştüğünüz için! Ayrıca tuvalet nerede? Nasıl bilebilirim?”

“Şurada,” diye işaret parmağıyla salonun kapısından görünen beyaz kapıyı gösterdi Cihat. Hemen devam etti. “Bir saçmalık yapma, kaçmaya çalışma falan tarzında uyarılarda bulunmama gerek var mı?”

“Aklımda tutmaya çalışırım.”

Tuvalete gittiğimde gerçekten beni rahat bıraktılar. İşimi halledip aynanın karşısına geçtim. Yanağımdaki kanı görünce midem bulandı. Elimi yüzümü yıkarken etrafa bakındım ama kaçmama yarayacak hiçbir şey bulamadım. Sonra bakışlarım yeniden aynaya döndü. Kapıyı kilitlemiştim. Aklıma gelen seçenek çok mantıklı olmasa da denemekten zarar gelmezdi. Çelik sabunluk gözüme takıldığında sonucu düşünmeye odaklanmayı kestim. Plan insanı değil, faaliyet insanıydım. Sabunu lavabonun kenarına koyup elime aldığım sabunluğu tüm gücümle aynaya vurdum. Çıkan gürültüyle dışardan birilerinin hareketlendiğini duydum. Ayna parçalanınca elimi kesmemeye özen göstererek büyük bir parçayı aldım. Kapı yumruklanmaya başlamıştı bile. Cam parçasını boynuma dayayıp kapının kilidini açtım. Hepsi karşımda şok içinde bana bakarken gözümü karartmıştım.

“Geri çekilin.”

Hepsinin gözünün içine baktım sırayla, korkmadığımı göstermek için.

“Dayıoğlu bırak gitsin ya, bezdim ya!”

Sertçe yutkundum, bir adım attım ama geri çekilmediler. Halil İbrahim, omzumun üstünden tuvaletin içine baktı. Parçalanan aynayı görünce sabır çekti. Bir kadın sesi duydum. Ne olduğunu soruyordu. “Bir şey yok, yenge. Biz hallediyoruz,” dedi Cihat sadece.

“Geri çekilin!”

Hepsi kapının ağzında dizilmiş kıpırdamadan bana bakıyordu.

“Sadece bir şey merak ediyorum,” dedi Halil İbrahim. Başıyla ardımda kalan kırıkları ve yere düşen sabunluğu gösterdi. “Madem ölmek istiyorsun, neden sabunlukla kırdın aynayı? Yumruk atsana.”

Bakışlarım anlık olarak yere kaydı. Önüme döndüm hemen. “Çok acıtırdı,” dedim yüzümü buruşturarak. “Ayrıca ölmek falan istemiyorum. Buradan def olup gitmek istiyorum.”

Sağ elini avucunu açık şekilde uzattı bana doğru. “Bu sefer gitmene izin vereceğim, o cam keskin. Onu bana ver.” Gözlerimi kırpıştırdım boş boş. “Yemin et,” dedim saçma sapan bir fikirle. Cihat ve adını bilmediğim adam müdahale edecek oldu, sol elini havaya kaldırıp durdurdu onları.

“Yemin ediyorum bu seferliğine gitmene izin vereceğim.”

Birkaç saniye düşündüm.

“Herkes gitmeme izin verecek, o tutuyor seni ben değil gibi bir saçmalıkla beni alıkoymayacaksın.”

Kaşları çatıldı, galiba gerçekten böyle bir saçmalık yapmayı düşünmüştü. Derin bir nefes aldı, verdi, aldı, verdi. Gözlerimin içine baktı.

“Yemin ediyorum ki bu seferliğine herkes gitmene izin verecek.”

Cümlesini bitirdiği an kırık parçayı avucuna bıraktım. Kapıdan çıkıp yanına geldiğimde de gülümsedim. “Hah şöyle, ne demişler? İnsanlar konuşa konuşa. Lütfen azıcık dinleyin karşınızdaki insanı ya.”

Herkes ayrı yere bakıp muhtemelen benimle sınandıklarını düşündü. “Git,” dedi kapıyı gösterip. “Seni tutan yok artık.”

“Teşekkürler,” dedim kapıya yürürken. Sırtımı dikleştirdim. Büyük bir soğukkanlılıkla ayakkabılarımı giydim. Tam dışarı çıkıp kapıyı ardımdan kapatırken sesini duydum. “Nasılsa koşa koşa buraya döneceksin.”

Hemen kapıyı birazcık açtım. Başımı içeri uzattım.

“Hiç sanmıyorum, godfather.”

Arkamı dönüp bahçe kapısına yürürken kazanmış olmanın verdiği zaferin gururu vardı üzerimde. Sözünü tutacağını hiç düşünmemiştim ama yapmıştı bir şekilde. Tek sorun vardı. Yaşadığım semtten baya uzaktaydım, tek kuruşum da yoktu. Çünkü çantam yoktu. Tabana kuvvet yürüyecektim artık.

Bahçe kapısından çıktığım anda bir terslik olduğunu fark ettim. Çünkü park halinde duran aracın birisinin farları açıldı. Gözüme ışık vurduğu için içeride kimin olduğunu göremedim. Aracın kapısı açılınca Halil İbrahim’in söyledikleri geldi aklıma.

“Sen Fırat’ı bilmiyorsun. Seni alıkoyar, işte o zaman gerçek manyağı, serseriyi ve mafyacılık oynayan biri nasıl oluyormuş görürsün,” demişti. Onun adamlarından biri olması ihtimali ödümü öyle patlattı ki kendimi bahçe kapısından girip eve koşarken buldum.

Şu bir gerçekti ki o adamlar canımın yanmasını umursamamıştı, bu evde en azından fiziksel şiddet yoktu. Kapı kapalı değildi, ben açık bırakmıştım. O yüzden hiç düşünmeden içeri daldım. Kapıyı kapatıp sırtımı yasladım. Hala bıraktığım yerde dikiliyorlardı.

“Baskına gelmişler. Silahınızı alın. Çatışıyor musunuz ne yapıyorsunuz bilmem ben.”

Halil İbrahim tek elini cebine attı, sonra da kahkahayı patlattı.

Birisi konuştuğunda şaşkınlığımı atamamıştım hala.

“Biraz hızlı olmadı mı dayıoğlu? Hayatımda bu kadar çabuk tükürdüğünü yalayan görmedim ben.”

Güldü Cihat’ta. Adını bilmediğim adamın sırtına vurdu pat pat.

“Tüküremedi bile dayıoğlu. Tükürmeden yaladı. Havada geri yakaladı.”

Kaşlarım çatıldı.

“Adamlar geldi diyorum. Siz goygoy çeviriyorsunuz. Evi başınıza yıkarlarsa bende yaladığım tükürüğümle izlerim artık.”

“Ben bu tongaya düşmez, akıllı kız demiştim. Şaşırdım vallahi,” dedi şimdiye kadar hiç sesini duymadığım adam. O an aydınlanma yaşadım. Bakışlarımdan farkındalığımın arttığını anlayan Halil İbrahim üzerime yürüdü. Bu sefer uslu uslu bekledim çünkü dışarıdaki adam da onlardandı. Zaten kaçamayacaktım.

Kolumu tutup “Bu sefer demiştim. Şansını kaybettin, dümenci seni,” dedi. “Geleceğim,” dedim gözlerimi kısıp. Ardından uyuz edecek yavaşlıkla ayakkabılarımı çıkarmaya başladım. Hepsi sabırla beklerken durumu zorlaştırmaktan keyif aldığımı itiraf edebilirdim. Yine de hiç kimse tek kelime etmedi. Salona girdiğimizde döşeğe doğru yürüyüp beni oturttu.

“Bu gece uyu. Sorguya yarın devam ederiz.”

Üstüme bir battaniye getirdiğinde sinirle elinden aldım örtüyü. Üstümün tamamen kapandığına emin olunca onlara dönük şekilde yattım. Sol elimi yanağımın altına aldım. Tam karşımdaki koltuğa oturdu, tek bacağını diğerinin üstüne attı. Bakışlarını üzerime dikti. İnatla ona arkamı dönmedim. Göz kapaklarım ağırlaşmaya başladığında o hala beni izliyordu.

Babamın aslan oğlum diye sevdiği çocuğu…

Nefretimi omuzlarına yüklediğim Halil İbrahim…

Loading...
0%