Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@aysenurkayabasi

Ölüm…

Ölüm gerçekten her şeyi affettirebiliyordu insana. Yaşadıklarını, yaşamadıklarını ve bir daha hiç yaşayamayacaklarını. Yıllarca yalnızlığımın acısını bilemiştim onun karşısında haykırabilmek için. Baba kelimesini gömmüştüm toprağın altında, kimsenin kazmasına izin vermemiştim. Şimdi istese de gelip beni alamayacağını, benden vazgeçmek için güçlü bir sebebi olduğunu öğrenmiştim. Benim için burada kapanması gereken bir mevzuydu artık.

Yanağımdan akan gözyaşlarını durdurmak için kanlı olduğunu unuttuğum elimi kullandım. Derin bir nefes çektim ciğerlerime. Oldu bu sefer. Nefes alabildim. Yerden destek alarak doğruldum. Kimse yardım etmek için hamle yapmamıştı. Ayağa kalkacak gücü toplayabildiğimde kapıya doğru birkaç adım attım.

Bir saniye sonra Halil İbrahim önümde duruyordu.

“Çekil,” dedim titreyen sesimle. “Benim sizinle işim yok.”

Çekilmedi. Onun yanından geçecektim fakat kolumu tuttu, adamın morartacak kadar güçlü sıktığı yeri. İnleyip yüzümü buruşturmama engel olamadım. Anında gevşedi parmakları.

“Benim seninle işim var ama.”

Konuşmadan önce dudaklarımı yaladım, susuzluktan kanım çekilmişti. “Hele şöyle bir otur,” deyip vücudumu hiç ağırlığı yokmuşçasına köşede duran sandalyeye iteledi. Bacaklarım sızladığı için dediğini yaptım.

“Sen kimsin bakalım?”

Göz devirdim. Hala biraz dönüyordu oda. Nefeslerim fazla sesliydi.

“Hiç kimse. Artık gidebilir miyim?”

Sandalyeyle arasında fazla mesafe bulunmayan döşeğin kenarına oturdu. Biraz düşünceli gibiydi. Bakışları odayı dolandı sonra yeniden bana döndü.

“Gidemezsin. Sen kimsin ve beni nereden tanıyorsun?”

Öfkemi tutabilmek adına yumruklarımı sıktım. “Hiç kimseyim. Beni rahat bırak,” dedim anlaması için ağır tempoda konuşarak. Dişlerim kamaşıyordu, sıktım. “Şimdi, müsaadenizle.”

Ayağa kalktım ama cümlesiyle hareket edemedim.

“Bana bak, bücür. Fırat tuttu kolundan getirdi seni, attı önüme kardeşin diye. Dua et, kardeşim olma. Eğer öyleysen başın çok büyük dertte demektir.”

Kendimi tutamadım.

“Silahlar patlayınca fark ettim onu, ağır abiler.”

Göğsümde büyüyen öfke böyle dışarı yansımıştı.

“Seni kurtarırken böyle atarlı giderli değildin, silah çıkarıp kafana dayamadık diye mi dikleniyorsun böyle?” dedi Alparslan denen adam. Bakışlarımı ona çevirdim. Yarasını dikmişti bir kadın. Sarıyorlardı şu anda. “İstersen daya,” dedim nefretle. “Eline silah alan adam oluyor nasılsa.”

“Yavaş!” deyip doğrulmak için hamle yaptığında kolunu saran kadın tuttu onu. “Dikişi patlatacaksın gerizekalı, dur!”

“Yeter.”

Anneleriydi konuşan. Yüzündeki ifade belirsizdi ama kahverengi gözleri acıyormuş gibi bakıyordu bana. Oturduğu yerden kalkmaya yeltenmemişti bile.

“Bir açıklama borçlusun bize.”

Birkaç adım atıp salonun ortasına buldum yine kendimi. Babama haykıramadığım her şey birikti kursağımda. Madem bu yükü istiyorlardı, verecektim hepsini onlara da. Senelerce tek başına altında ezildiğim yeterdi.

“Ben mi borçluyum size? Asıl sizin borcunuz var bana. Siz bana bir hayat borçlusunuz, aile borçlusunuz, siz bana bir baba borçlusunuz! Evet, kocanın çocuğuyum ben. Oldu mu?”

Sesim her an yükseliyordu, annemin metres olduğu gerçeği sesli konuşunca çarpmıştı suratıma. Konuşmuştum ama haksızlığımın da farkındaydım. Onlar değildi bana borcu olan, babamdı. Ölü insanlardan da hesap sorulamazdı.

Sessizlik çöktü herkese. İğne atsan yankı yapardı odanın içinde. Annelerinin ifadesi hala değişmemişti. Tuhaf bakıyordu, üzgün gibi. Kendi için değil de benim için üzülüyor gibi.

“Abi?” dedi İpek denen kız şaşkınlıkla. “Yalan söylüyor değil mi?”

“Bilmiyorum, gülüm. Onu da öğreneceğiz.”

Arkamda kaldıkları için onlara döndüm.

“Hiçbir şey öğrenemezsiniz. Gidiyorum ben.”

Yürüdüm sert adımlarla, yeniden önümü kesti Halil İbrahim.

“Test yapacağız. DNA testi. Eğer kardeşimsen sana sahip çıkarım. Değilsen bir yoluna bakarız. Bugün buradan elini kolunu sallayarak çıkıp gidemezsin. Fırat seni bulur, alır. Burada değilsen güvende değilsin demektir.”

Güldüm.

“Dalga mı geçiyorsun benimle sen? Sahip mi çıkacaksın bana? Ben kaç yaşındayım, farkında mısın sen? Ben kendime sahip çıkarım. Sen hiç dert edinme. O adamı da tanımam, seni de. İstediğim yere giderim, istediğimi yaparım. Beni zorla mı tutacaksın?”

Derin bir nefes alıp verdi. Bana yaklaştı, başını eğdi. Dudaklarına ufak bir tebessüm yayıldı.

“Evet, gerekirse zorla tutarım. Hayatın tehlikede.”

“Zorba,” dedim hiç düşünmeden. İpek bana doğru hamle yapınca durdurdu onu beline sarılıp. Cihat denen adam kolumu tutup yavaşça yürümeye başladığında çekilmeye çalıştım. Hala gülüyordum. “Ne bu?” dedim sinirlerim harap olmuş halde. “Kamera şakası falan mı? Zorla tutamazsın beni burada.”

Halil İbrahim elini pantolonunun cebinden çıkarıp iki yana açtı ve omuz silkti.

“Bak bakalım nasıl tutuyorum, bücür.”

Cihat onun hareketine gülerken beni salondan çıkarıp merdivenlere doğru ilerletti. “Saçmalamayın, bırak beni. Kafayı mı yediniz siz? Polisi ararım, hepinizi süründürürüm hapislerde. Çıldırtmayın beni, alo!”

Basamakları çıkarken ayaklarım birbirine dolandı. Hiç umursamadı. Beni duymuyormuş gibi odanın içine iteledi. Kapıyı suratıma kapattı, anahtarı kilidi kapama sesi odaya doldu.

Gerçekten şok içindeydim.

Kapıyı yumruklamaya başlamadan bir saniyelik duraksama yaşadım.

“Yemin ediyorum hapislere düşüreceğim sizi. Beni burada zorla tutamazsın! Kime diyorum?”

Yumruklamayı kesip odaya döndüm hızlıca. Gözlerim her noktada gezindi. Kapıyı kırabileceğim bir şeyler aradım, bulamadım. Tek kişilik yatak, ahşap eski bir komodin dışında bomboştu oda. Pencereye koştum hemen. Kilitli değildi. Camı açtığımda çatıya çıktığını fark ettim. Dikkatlice adım atıp kiremite bastım. Adrenalinden titresem de sakin kalmaya çalıştım. Yavaşça sürünerek kenara geldim. İki avucumla kenarlara tutundum, düşündüğüm kadar yüksek değildi. Önce vücudumu sarkıttım. Tutunduğum demirin kenarı avuç içlerimi yaksa da vücudumu biraz da aşağı sallandırıp atlayacağım mesafeyi azalttım.

İki elimi aynı anda bırakıp ayaklarımın üstüne düştüm güm diye. Saat gece yarısını çoktan geçtiğinden ıssız yerde fazlaca yankılandı düşüşümün sesi. Evin içindeki hareketliliği fark edince cayır cayır yanan bacaklarıma rağmen ayağa fırlayıp bahçe kapısına koşmaya başladım. Bugün ölmezsem başka gün ölmezdim herhalde. Ben bahçeden çıktığımda evin kapısı çoktan açılmış peşime düşen ayak seslerini duymuştum. Boğazımı acıtacak kadar güçlü çığlık atıp koşmaya devam ettim ama yakalanmam uzun sürmedi. İki yüz metre bile koşamamıştım.

Ağzıma kapanan el, hem nefes almamı hem de çığlığımı engelledi. Beni debelenerek eve sürüklerken verebileceğim her türlü zararı vermeye çalıştım. Bir anda kendimi dakikalar önce ortasında dikildiğim salonda buldum.

Ekip aynıydı.

Beni yakalayıp getiren adam da Cihat’tı.

“Yanınıza kalmayacak bu yaptığınız, polise gideceğim. Hepiniz,” cümlemi kesip işaret parmağımla da restoranda silahına kuşanan herkesi sırayla gösterdim, Halil İbrahim dahil. “Adam kaçırmadan ve silah bulundurmadan yargılanacaksınız.”

Alpaslan denen adamdan çok güçlü bir kahkaha yükseldi.

“DNA testine gerek yok, net kardeşin bu manyak senin.”

“Sensin manyak. Sen, siz!”

Bağırmaya devam edecektim ama Halil İbrahim’i yüzünde hiç de masum olmayan bir gülüşle gördüğümde duraksadım. Elinde kalın bir urgan tutuyordu.

“Yok artık! Saçmalama.”

Üstüme yürüdüğünde odanın içinde kaçındım ondan.

“Adam kaçırmaktan yargılanacaksam tüm gerekliliklerini yerine getireyim diyorum, ne dersin? Ayrıca silahlarımız ruhsatlı.”

Sadece izliyorlardı. “Bir şey yapsanıza,” dedim deli dana misali odanın içinde dolanıp dururken. Durumdan zevk alırcasına ben sanki üç yaşında onunla kovalamaca oynuyormuşum gibi peşimden geldi. “Beni bağlamasına izin mi vereceksiniz?”

“Aslında,” dedi Cihat ama soluğu yetmedi. Ellerini beline dayayıp nefesini düzene sokmaya çalıştı. “Uslu uslu odada yatağında uyusaydın buna gerek kalmazdı.”

“Manyak mısınız siz?” dedim ama başka bir şey söylememe izin vermeden omuzlarımdan baskı yaparak beni az önceki sandalyeye oturttu. Urganı bacaklarıma geçirirken tekme atmaya kalktım, hiç zorlanmadan tuttu.

“Başında nöbet tutalım, Halil İbrahim.”

Urganı bağlamadan önce Alpaslan’dan bir fikir önerisi sunuldu. Beni duymayıp görmedikleri için çırpınmaktan vazgeçmiştim çoktan. Halil İbrahim kafasını kaldırıp bana baktı. Koştuğumdan hala hızlı hızlı inip kalkıyordu göğsüm. Önümde tek dizinin üstündeydi, bu açıdan beline sıkıştırdığı silahı görebiliyordum, dudaklarında hala eğlenen bir tebessüm vardı. Urganı üzerimden çekip alırken “Bu gece uzun olacak,” dedi. Ardından ayağa kalkıp üzerimde yükseldi. İki elini beline attı, ceketi geriye kaydı. Bakışlarını üstüme sabitledi, onun gözlerinin içine bakabileyim diye başımı arkaya attım.

“Sen böyle zebani gibi kafama dikilince korkarım mı sanıyorsun lavuk?”

Çenesini kaşıyıp güldü. Sağ elini belinden çekti, işaret parmağını bana salladı.

“Senin için çok ama çok uzun bir gece olacak.”

Haklıydı, bugün bitmek bilmiyordu. Lakin bilmediği bir şey daha vardı.

O bana bu geceyi zehir edecekse bende geri durmayacaktım.

Loading...
0%