Yeni Üyelik
36.
Bölüm

11. Bölüm - İlk Tanrılar

@aysenurtekkanat

Not! İlk tanrılar ve Apep hakkındaki kısım mitolojide yer almamaktadır. O kısmı kitabın gidişatı için ben uydurdum.

Keyifli okumalar dilerim. ❤️

~

Gerçeği söylemek her zaman zor olmuştur çünkü gerçek beraberinde devasa bir yük taşır. Ama bazen o yük, söylemekle hafifler çünkü dile gelir ve onu sırtlanmak için gönüllü olmak isteyenler çıkar.

Set yüzüme bakıyordu şaşkınlıkla. Onun pek çok halini görmüştüm; öfkesini, hissizliğini, mutluluğunu, hüznünü ama şaşkınlığını bu denli somut bir şekilde hiç görmemiştim. Bu yüzdendi ki biraz bekledim cümleme devam etmek için. Apep'in benimle iletişim kurduğunu duymak elbette onu afallatmıştı. Beklemiyordu. Açıkçası ben de beklemiyordum. Apep gibi bir varlığın benimle konuşması, beni yanında istemesi fikri çılgıncaydı ama olmuştu işte. Şu son iki haftada yaşadığım çılgınlığı yirmi dört yıllık ömrümde yaşamamıştım şüphesiz.

"Ne?" diye ilk tepkisini verdi Set.

"Duydun işte." dedim olay çok basitmişçesine. Aslında basitti, yalnızca anlamak ve sindirmek vakit alıyordu.

"Hüma, sen bunun ne anlama geldiğinin farkında mısın?"

Korku muydu o yüzündeki yoksa ben mi yanlış görüyordum?

Öylece yüzüne baktım. Ne anlama geldiğini biliyordum, Apep kendi ağzıyla söylemişti benden ne istediğini.

Yataktan kalktı. Odanın içinde bir sağa bir sola yürüdü ve bunu birkaç defa tekrarladı. Etekleri tutuştu denebilirdi şu an ama bu derece endişe etmesi normal miydi bilmiyordum. Set herkese meydan okuyan bir tanrıydı neticede ve bildiğim kadarıyla zaten Apep'le daha önce karşı karşıya gelmişti. Peki şimdi neden korkuyordu? Apep'in tarafına geçip ihanet edeceğimden mi?

Ellerini saçlarından geçirdi hırsla. Saçlarını kökünden koparmak istiyor gibi bir hali vardı. Sonra yanıma geldi ve yine dibime kadar girip oturdu. Ellerimi avuçlarının içine aldığında, çöl kumlarına ev sahipliği yapan gözleri benimkilere kenetlenmişti.

"Lütfen bana ona kanmadığını söyle." dedi yalvarırcasına. "Apep manipülasyon becerisi gelişmiş bir varlıktır ve seni vuracağı yeri iyi bilir. O bir yalancı Hüma, ona inanamazsın."

"Bana yalnızca gerçekleri söyledi." derken Apep'i savunduğuma inanamıyordum!

"En iyi yalancılar doğruları söyler. Önce seni doğrularla yanına çeker ve güvenini kazanır, sonra ise o doğrulara yalanları bulaştırır. Bir süre sonra hangisinin yalan olduğunu ayırt edemezsin çünkü onun gerçekliğine o kadar inanırsın ki sorgulamazsın. Apep böyle bir varlık. Doğrularla gözünü boyamak isteyecek ve sonra seni yalanlarına alet edecek."

Yutkundum. Set'in haklı olduğunu biliyordum içten içe ama onun yaptığı bu açıklamayı bir türlü kendime yapamamıştım. O bana doğruları söylerken yalnızca hissizlikten korkmuştum. Oysa korkacağım tek şey bu olmamalıydı. Apep başlı başına korkuydu.

"Senden ne istiyor?"

Bakışlarımı göğsünden çekip gözlerine çıkardım. Ellerimi tutan ellerini sıktım istemsizce. Korkuyordum ve aslında bir çeşit test olarak yaptığım bu itirafın bana bir müttefik kazandırdığını da yeni fark ediyordum.

"Beni." dedim yalnızca. Gözleri kısıldı ve kaşları çatıldı. Kumlar, az önce aşağıda olduğu gibi, hunharca savruldu. Kızmıştı. Peki kıskanmış mıydı?

"Sana ne vaat ediyor?"

"Dünyayı."

Sustu. Öfkesi bir çığ misali büyüdü ama bunu bana yansıtmadı. Onun yerine gözlerini kapattı ve birkaç derin nefes aldı.

"Duygularımı istiyor." dedim. Sakinleşme çabası bizi derin bir sessizliğe sürüklüyordu. Bu sessizlik giderek uzuyor ve bir türlü tükenmek bilmiyordu. "Beni hislerden arındırıp sadece ona itaat eden bir robota çevirmek istiyor. İnsanları yok etmek istiyor."

Kahinin yanındayken gördüğüm o görü geldi aklıma anında. Bir kadına attığım acımasız tekme karnıma bir yumruk yemişim gibi hissetmeme sebep oldu yeniden.

"Buna izin vermem!" dedi Set. Korkuyordu. O gerçekten korkuyordu. Oysa bu bana imkansızmış gibi gelirdi. Kum canavarlarından kaçmamız gerektiğinde bile korkmamıştı ya da Thoth'tan. Yalnızca kaşlarını çatmış ve hedefe odaklanmıştı. Oysa şimdi korkuyu görüyordum gözlerinde. Gecenin ayazında buz kesmişti gözlerindeki kumlar sanki.

"Korkuyorsun?" dedim sorarcasına. Bir şey demedi. Ne onayladı ne de reddetti ve bence bu bir çeşit kabullenişti.

"Onu daha önce yendin, değil mi?" diye sordum.

Başıyla onayladı beni ama bu, yüzündeki endişeyi gidermedi.

"Şimdi de yenemez misin?"

"Bilmiyorum. Normalde sana ulaşması imkansız. Seninle iletişime geçemez, konuşamaz ama oluyor ve bu bir şeylerin değiştiğini gösteriyor. Ra'nın söyledikleri de bunu destekliyor."

"Ne demek istiyorsun?"

Sorumu es geçip, "Apep hakkında ne biliyorsun?" diye sordu.

Biraz düşündüm. Tezim için yaptığım araştırmalarda daha çok tanrılara yönelik bilgiler edinmiştim. Apep her ne kadar esas düşman sayılsa da hakkında nispeten daha az bilgiye ulaşabilmiştim. Duat'ın kütüphanesindeyse yalnızca tanrıları araştırmış, Apep'i ise unutmuştum. Kısaca hakkında oldukça az şey biliyordum.

"Şeytani bir yılan olduğunu biliyorum. Tanrı seviyesinde bir iblis ama bana ulaştığında onu bir iblis ya da yılan olarak görmedim. İnsan gibiydi ya da tanrı."

"Beyaz saçlı ve mavi gözlü." dedi Set. Bu detayı bilmesi beni şaşırttı.

"Sen bunu nereden biliyorsun?"

"Apep bir zamanlar öyle görünürdü Hüma. Ra ve kardeşlerinin hüküm sürdüğü dönemdi. O dönemde yaşamadım ama aramızda hala o zamanlar hakkında bilgi sahibi olanlar var."

Söylediklerini duyduğumda dudaklarımdan, "Hathor." ismi çıktı. Aşk tanrıçası, Ra'dan sonra, en yaşlı tanrıydı. Onun hem kızı hem de bir zamanlar eşiydi. Tanrıların çarpık ilişkilerinin şüphesiz en kötü olanıydı. Gerçi aşk tanrıçasısının pek çok ilişkisi olduğundan emindim. Bazı mitlerde onun Ra'dan kaçıp dünyaya geldiği ve bir ineğin bedeninde saklandığı yazardı. Bundan dolayıydı ki Hathor çoğu yerde inek tanrıça olarak resmedilirdi, hatta boynuzlu bir kadın olarak çizildiği de olurdu.

"Doğru." dedi Set. "Hathor o dönemde yaşadı. İlk tanrılar dönemiydi ve dünya oldukça ilkeldi. İnsanların inançları bu kadar farklılaşmamıştı çünkü tanrılar aralarında yaşardı. Apep de o tanrılardan birisiydi. Ölüm yoktu, sefalet ve açlık vardı ama ölüm o dünyaya henüz uğramamıştı. Savaş da yoktu. Aslında o dönemde yalnızca temel ihtiyaçlar vardı ve insanlara bu yetiyordu. Apep'in ise görevi iblislere hükmetmekti. O dönemde iblisler insanların arasında yaşar, iblis krala, yani Apep'e biat ederlerdi."

"İnsanlar onlardan korkmuyor muydu?" diye sorarken istemsizce bir elimi çektim elinden. Sırtımdaki ize doğru hareketlenen elimi izleyen adamla göz göze geldiğimde elim omzumda durakladı. O, yaraları görmemişti ve hatta onlardan haberi bile yoktu. Bu yüzden buna anlam veremedi ama sanki hissetti.

"Sana zarar verdiler." dedi sadece. Bu bir soru değildi, tespitti. Benim sessizliğim ise bir kabullenişten ibaretti.

Elimi omzumdan indirdim. Öylece kucağıma bırakırken, "İnsanlar onlardan korkmuyorlar mıydı?" diye yineledim sorumu.

Set, konuyu kapatma isteğime karşı çıkmadı. Yalnızca usulca başını eğdi ve yeniden araladı dudaklarını.

"İblisler o zamanlar farklıydı. Tıpkı insanlar gibi bedenleri vardı ve henüz sürgün edilmemişlerdi. Yıllarca o şekilde yaşadılar. İnsanlar, tanrılar ve iblisler iç içe bir hayat sürdüler ama her şey aynı kalmadı. Apep doyumsuzdu. Yalnızca iblislerin değil, tüm dünyanın hükmünü istiyordu. Sonra büyük bir savaş çıktı. Pek çok tanrı o savaşta hiçliğe karıştı. Geriye kalanlar ise Apep'i öldüremedi çünkü, dediğim gibi, o dünyada ölüm yoktu, yalnızca bir hiçlik vardı. Hiçliğe giden geri dönemezdi. Bu yüzden tanrılar bir karara vardılar ve Apep'i bir yılanın bedenine hapsettiler. O yılanı ise uzay boşluğundaki bir zındana. Üç mühürle kapatıldı o zindan ve açılamayacağı söylendi. İblisler ise sürgün edildi. Zaman geçtikçe o savaşta gücünü harcayan tanrılar tükendi. Tıpkı şu an Ra'nın olduğu gibi onlar da enerjilerini harcıyorlardı. Ne kadar çok enerji harcarsan o kadar çabuk tükenirdin ve onların enerjisinin büyük çoğunluğu Apep'i hapsetmeye gitmişti. Hiçliğe sürüklendiler. Onlar gittikçe zindanın mührü zayıfladı ve sonra ilk mühür kırıldı. Apep, bir yılanın bedeninde dünyaya saldırdı. Öfkeli değildi, o öfkeli olamazdı çünkü onun hiçbir zaman duyguları olmamıştı ama doyumsuzdu. Her zaman daha fazlasını isterdi ve yine dünyayı istedi."

Nefeslenmek için durdu ya da tepkimi ölçmek için ama bu hikaye bana bir şok yaşatmadı. O kadar çok şey yaşamıştım ki şu son iki hafta da hiçbir şeye şaşıramıyordum artık. Dakikalar önce boğazıma dayanan bir kılıca bile tepkisiz kalmıştım.

"Devam et." dedim yalnızca.

"O zamanlar ben de Apep kadar doyumsuzdum." diyerek devam etti sözlerine. Bunu biliyordum. Aslında benim ölümümden sonra bile bir süre o doyumsuzluğu yaşadığının farkındaydım. Yine de sustum ve onu dinledim.

"Ra'nın, Apep'i geri püskürtmek için semaya yükseldiği zamanı çok iyi hatırlıyorum. Zaten aldatılmış bir adamdım ve o gün bir kenara da atılmıştım. Apep'le ilk karşılaşmam böyle oldu. Tıpkı sana yaptığı gibi doğruları söyledi bana da ve beni yanına çekti. Bir dönem onunla işbirliği bile yaptım ama sonra yalanlarından uyandım. O yüzden biliyorum seni nasıl kandırmak isteyeceğini ama hala anlamıyorum. Neden seni yanında istiyor? Senden ne gibi bir çıkar sağlayabilir ki?"

Güven zor kazanılırdı ama bazen bir kuşun kanat çırpması kadar hızla kaybedilirdi. Şimdi Set'e güvenip güvenmeyeceğimi test etme vaktiydi. Ona Apep'ten söz edişimin başlıca sebebi buydu. Bir başkasına konu hakkında bir şey söylemesinden ziyade, Apep'in istediğini isteyip istemeyeceği sorusu aklımı kurcalıyordu. Kendi söylemişti. O Apep kadar doyumsuzdu ve daha iki hafta öncesine kadar hükmetme arzusunu yüreğinde taşıyordu. Değişmiş miydi bu yoksa devam mı ediyordu? Set bu sınavdan geçebilir miydi?

"Ona dünyayı verebilirim. İnsanları ve tanrıları. İstediği şey yalnızca ben değilim, benim sağlayabileceklerim."

"Nasıl olacak bu?"

Omuz silktim. "Ben merhamet tanrıçasıyım. Eğer insanların yüreğinden merhameti çekersem büyük bir kaos yaşanır ve onlar birbirlerine kıyarlar. Bunu yaptıklarında sizin gücünüzün kaynağını da yok ederler ve insanlarla birlikte tanrılar da zayıf düşer. Apep'in ise önü açılır, bu kadar basit."

Basit ama bir o kadar da korkutucu.

"Sen bunu yapmazsın."

Bunu söylerken o kadar emindi ki bundan, beni tanıdığını bile söyleyebilirdim.

Hala elimi tutan elinin sıkılaştığını hissettim. Gözleri bir kez daha benimkilere kenetlendi. "Yapmazsın değil mi?" diye sordu.

"Bana yalnızca hüküm vaat etmiyor." dedim başımı iki yana sallarken. "Acılarımı yok etmeyi, asla acı çekmemeyi öneriyor."

Kabul edeyim bu oldukça cazip bir teklifti ve eğer bu denli yufka yürekli olmasam çoktan kabul etmiştim. Yerimde bir başkası olsaydı belki üzerine atlardı ama ben yapamazdım. Yine de bunu Set'e söylemedim. Bu onun sınavıydı çünkü ve eğer sınavı geçmek istiyorsa ona güvenmemi sağlamalıydı.

"İnsanı hayatta tutan nedir?" diye sordu bir anda.

Omuz silktim. Bilmediğimi gösterircesine dudaklarımı büzdüm.

"Hayalleridir."

"Nasıl yani?"

"Bir sonraki günü hayal edemeyen bir insan için o günü yaşamanın bir anlamı yoktur. Hayaller hayatta kalmamızı sağlayan şeylerdir. Her şeye sahip olan birisinin tek hayali yeniden hayal kurabilmektir. Sen bunu ister miydin?"

"Ne demek istediğini gerçekten anlamıyorum." dedim. Güzel konuşuyordu ama fazla felsefikti ve anlamak biraz zordu. Ya da ben şu aralar fazla bilgi yüklemesinden salaklaşmıştım.

Derin bir nefes aldı. Dudağını yalayıp, "Apep senden tüm hislerini almak istiyor." dedi. Resmen beni ikna etmeye çalışıyordu. "Hislerin yoksa arzuların da yoktur ve arzuların yoksa hayallerin de. Bu bir zincir ve her halka birbirine bağlanıyor. Eğer hislerini yitirirsen hayallerini de yitireceksin ve geriye hiçbir şey kalmayacak. Hiç hayal kuramayacaksın Hüma ve belki de o zaman tek istediğin hayal kurmak olacak. Bunu ister miydin?"

Dürüstçe yanıtladım sorusunu. "Hayır, istemezdim."

Sanki dibimde değilmiş gibi daha da yaklaştı bana. Ellerimi öyle sıkı kavramıştı ki sanki kaçıp gidecektim. Yüzlerimiz arasındaki mesafe oldukça azdı. Aslında bu sorun değildi çünkü daha önce defalarca kez o mesafe kapanmıştı ve ben bundan pek de şikayetçi değildim. Ah bir de onu affedebilseydim!

"Acılarını yok edemem belki ama sana hayaller vaat edebilirim."

"Ne teklif ediyorsun?"

Bu çok saçma bir soruydu ama öylece çıkmıştı ağzımdan ve Set bu soruyla birlikte kocaman gülümsemişti.

"Hani sana tanrıların evliliği insanlarınki gibi olmaz demiştim ya." dediğinde başımla onayladım onu. Kalbim gümbürdemeye başlamıştı. Sonunu tahmin edebiliyordum şimdi ve bu hem çok korkutucu hem de heyecan vericiydi. "Bir ilki gerçekleştirelim mi?"

"Ne ilki?" diye sorduğumda tek istediğim net bir şekilde benden istediğini öğrenmekti. Zaten tahmin ediyordum söyleyeceği şeyi ama yine de duymak istiyordum. Her kadın gibi, hissettiğimi duymak istiyordum. Bir kadına sevgiyi hissettirebilirdiniz mesela ve o bal gibi farkında olurdu ama ona bunu söylemeniz, hissettirmenizden daha çok mutlu olmasına yeterdi. Bu yüzdendi bazı kadınların seni seviyorum sözüne inanışı çünkü biz duyduğumuz şeyin gerçekliği konusunda kendimizi ikna etme kabiliyetine sahiptik.

"Evlenelim. Tıpkı insanlar gibi. Bir törenle."

Hayır dudaklarım, şimdi kıvrılamazsınız.

Dudaklarım beni dinlemedi. Öyle bir gülümseme isteği sardı ki içimi buna karşı koyamadım. Onu affetmemiştim ama seviyordum. Ona henüz tam olarak güvenmiyordum ama yanında olmak istiyordum. Az önce konuştuğumuz şeyler öyle geride kalmıştı ki sanki yarım saat kadar önce gitmek isteyen ben değilmişim gibi geliyordu. Sahi, ben en son gidiyordum değil mi?

"Gitmeliyim." dedim. Hızla ondan uzaklaşıp bu kez beni tutmasına engel oldum.

"Soruma cevap vermedin." derken ayaklandı.

Dudaklarımda muzip bir gülümseme yer bulurken, "Soru sormadın ki." diye yanıtladım onu. Sonra el salladım ve gözlerimi kapatıp o sokağı hayal ettim.

Çekildim, savruldum ve en nihayetinde buz gibi havada, ıslak zemine basarken buldum kendimi. Karanlık sokakta yalnızdım. Her yerde yine kartonlar vardı ama bu kez ne yorgundum ne de endişeli. Gidişimizin aksine yüzümde koca bir gülümseme vardı. Aptalcaydı ama mantıklı yanım hala ölmemişti. Zaten bu yüzden ona cevap vermemiş, oradan bir nevi kaçmıştım. Affetmemiştim ve güvenmiyordum. Bu iki duyguyu hissedene kadar ona evet deme gibi bir düşünce söz konusu dahi olamazdı çünkü bir ilişkide yalnızca sevmek yeterli gelmezdi. Belki af o kadar önemli değildi ama güven şarttı. Bu yüzdendi onu test etmem. Güvenebilmek istiyordum.

Ellerimi montumun ceplerine sokup geldiğim yolu geri yürüdüm. En nihayetinde caddeye vardığımda babamın arabasının yanında pek çok polis arabası olduğunu gördüm. Polisler her yerdeydiler ve bu kez üstlerinde üniformalarının yanında çelik yelekler de vardı.

Beni ilk fark eden babam oldu. Endişeli bakışları beni gördüğünde bir an rahatlar gibi oldu ama kaşları suratımdaki sırıtışla çatıldı.

"Hüma!" dedi annem beni gördüğünde. Koşarak yanıma gelip sımsıkı sarıldı bana. "Neredeydin? İyi misin? Seni çok aradık."

Yanaklarımda duran elleri ve söyledikleri bir an için vicdan azabı çekmeme sebep oldu. Onları üzüyordum. Onlardan gizlediklerim canlarını yakmaktan başka bir işe yaramıyordu.

"Onunla konuşmak istemiştim sadece."

"Sana zarar verdi mi?"

"Hayır, hayır vermedi. Zaten yakalayamadım da, kaçtı."

Annem bir kez daha sarıldı bana. Giderek daha iyi bir yalancı oluyordum ve bu beni korkutuyordu.

"Neden geri dönmedin o zaman?" diye soran kişi bu kez babamdı. Az önceki sırıtışımı görmüş ve bir şeylerden şüphelenmişti belli ki. Annem yalanıma inanabilirdi ama babam için aynısını söylemek pek mümkün değildi.

"Kayboldum." dedim Set'le olan konuşmamızı hatırlayarak. Yeniden sırıtmamak için kendimi zor tutuyordum.

Babam bana inanmadı ama irdelemedi de.

Polisler ifademi aldı ve biz eve döndük. Dönüş yolu fazla sessiz geçti, eve geldiğimizde de kimse konuşmadı. Babamın şüpheli bakışları üzerimden bir an olsun ayrılmadı. Bir şeyler sakladığımı anlamıştı ama ona gerçeği söyleyemezdim.

"Ben yatıyorum." dedi babam asabice. Nedeni elbette ki benim yalanlarımdı.

Annem, "Saat daha erken." derken duvardaki saate bakıyordu. Erkenden kastının gece yarısı olması komikti, benim bu kadar tuhaf olmam ise gayet normal. Bu ailede tuhaf olmamak anormaldi çünkü.

"Yorgunum. Yarın erken kalkacağız."

Babamın kısa açıklaması annemi ikna etmiş olsa gerek, "Peki." dedi yalnızca.

Biraz salonda oturduk birlikte ve sohbet ettik. Daha çok baba tarafı dedikodusu yaptık, ki anneyle yapılan baba tarafı dedikodusu gibisi yoktur. Çay demledik ve bir demlik çayı içtik. Saat ikiye gelirken annem odasına gitti ve ben de bulaşıkları makineye dizip kendi odama.

"Senin burada ne işin var?" diye sordum içeri girer girmez. Çöl tanrısı yine alanımı işgal ediyordu ve bu kez son derece rahat bir şekilde yatağıma uzanmıştı.

"Sorumun cevabını almaya geldim."

"Soru sormadın." dedim sarayda da söylediğim gibi. Buraya gelmesini beklemiyordum. Bu herifin derdi neydi böyle?

"Sorarım o zaman." derken yatağımdan kalktı. Bana doğru geldi. Sırtımı yasladığım kapı ile onun arasında kaldığım o kısacık zamanda yine kalbim depar atmaya başlamıştı. "İnsanlar evlenecekleri kişiye yüzük verirlermiş." dediğinde, "Hayır." diye itiraz ettim.

"Ama öyle duydum. Astarte söyledi."

"Ona hayır değil, o doğru."

"O zaman sorun ne?"

Derin bir nefes aldım. Yakınlığından dolayı bu epey zordu. Beni fazlasıyla etkiliyordu ve bunu bile bile yapıyordu.

"Sormanı istemiyorum."

"Neden?" diye sordu. Elindeki kutuyu o zaman fark ettim. Gerçekten bir yüzükle mi gelmişti? Çöl tanrısı beni şaşırtmaya devam ediyordu.

"Güvenmediğim birisine evet diyemem." dedim kalbini kıracağını bile bile. Dürüst olmak istiyordum. "Ve sevdiğim birisine de hayır diyemem. O yüzden sorma çünkü o soruya cevap veremem."

Bir adım geriye çekilirken kutuyu avucuna hapsetti. Tek kelime etmedi bu konu hakkında. Susması iyi miydi? Benden uzaklaşması peki?

"Bir şey sormak istiyorum." dedim konuyu değiştirmek adına.

Başıyla onayladı. "Sor."

Kapıdan ayrılıp çalışma masama geldim. Ne yaptığımı izlediğinin bilincinde olarak bir kağıt ve kalem aldım elime. Apep'in aynada bana gösterdiği o sembolü amatörce resmettim ve Set'e uzattım.

"Bu ne anlama geliyor?"

Aslında bir tahminim vardı ama emin olamıyordum. Hem emin olmak hem de bu evlilik muhabbetinin kapanması için sormuştum bunu aslında. Set'in testi geçip geçmediği belli değildi henüz çünkü.

"Mühür bu." dediğinde sorarcasına ona baktım. "İlk tanrıların Apep'i hapsederken koydukları mühürler. Üç taneydiler ve ilki, hiçliğe gidenlerle yok olmuştu. Geriye iki tane kaldı."

"Ne işe yarıyorlar peki? Yani onu hapsetmekten başka bir amaçları var mı?"

Başını salladı ve az önce rahatça uzandığı yatağıma oturdu. Yanına gidip gitmemekte tereddüt ettiğim o kısacık anın ardından gidip oturdum yanına.

Bana baktı.

Ona baktım.

Ardından ikimizin de bakışları kağıda döndü.

Set elimdeki kalemi, bana dokunmamaya özen göstererek aldığında istemsizce çatıldı kaşlarım.

Bu adam her fırsatta beni sıkıştırıp öpmüyor muydu?

Çizdiğim sembolün etrafına bir daire çizdi. Kağıdın altında bir destek olmadığından dolayı düzgün bir daire olmadı.

"Bu Apep'in zindanıydı. Oradan çıkamaz ve hiçbir şeye zarar veremezdi. Tanrılar gittiğinde zindan ortadan kalktı."

İçteki daireyi gösterdi. Bunun bir kısmı silinmişti. Daha doğrusu ben çizmemiştim, tıpkı semboldeki gibi.

"Bu Apep'i yılan vücuduna hapseden mühür. Tanrıların gidişiyle zayıfladı ama eski tanrılardan ikisi hala hayatta. Bu da mührün kırılmasını engelliyor ama eğer silinmeye başlamışsa birisi ölecek demektir bu."

Sormasına fırsat vermeden, "Ra." dedim. "Ölecek olan o, kendisi söyledi."

Şaşırmadı ama gözlerinden anlık bir hüzün geçti. Her şeye rağmen ona değer veriyordu.

"En içteki daire ne peki?" diye sordum işaret parmağımla kağıdı işaret ederek.

"O son mühür. Apep'in tam gücüne ulaşmasını engelliyor. Ra öldüğünde ikinci mühür kırılacaksa eğer, son mührün kırılması için tek gereken..."

Apep yalnızca beni istemiyordu yanında. Yanına giderken tanrıları da yok etmemi istiyordu çünkü içlerinden birisi, insanların sevgisinden güç alan aşk tanrıçasıydı ve onun yok oluşu, Apep'in tam gücüne erişmesi manasına geliyordu.

"... Hathor'un ölmesi." diye tamamladım Set'in cümlesini.

O an birbirimize bakakaldık. İşte bu gerçek bir şok etkisi yaratmıştı bizde.

***

Eyvahlar olsun. Ben bu işin sonunun buraya varacağını hiç düşünmemiştim. Ah Hathor, aşık kekim benim. Seviyorum seni ama Apep seni öldürmek istiyor. Ağlamak. 😢

Bölümü nasıl buldunuz?

İlk tanrılar ve Apep hikayesini beğendiniz mi?

Tekrardan belirteyim, bu hikaye mitolojide yok, ben uydurdum kitabın gidişatı için. Apep'i farklı işleyeceğimi söylemiştim size.

İlk tanrılardan geriye yalnızca Ra ve Hathor'un kalmasına ne diyorsunuz?

Set'in yine kafasına eseni yapması ve bizim kıza evlenelim demesi peki?

Hüma sizce Set'e söylediklerinde haklı mıydı?

Siz olsanız ne yapardınız?

Mühür konusunda ne düşünüyorsunuz?

Sizce Ra tahmini ne zaman ölür?

Sonraki bölümde neler olacak?

Karakterlere ne söylemek istersiniz? 👇

Hüma 👉

Set 👉

Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Loading...
0%