Yeni Üyelik
42.
Bölüm

17. Bölüm - Teklif

@aysenurtekkanat

"Ne demek evimde sevişiyordunuz?!" diye sorarken öyle bir bağırmıştı ki Set, kulaklarımı kapatma ihtiyacı hissetmiştim. Tam da tahmin ettiğim gibi küplere binmişti. Eh, haklıydı da. Şahsen ben bile kızmıştım bu olana. Bir başkasının mülkünde izinsiz bir şekilde bulunmayı geçtim, böylesi bir eylem son derece yanlıştı. Yetiştirilme tarzım göz önüne alındığında ayıplanacak bir şey bile sayılabilirdi.

"Sen burada mıydın ki evin olsun?"

Hapy'nin sorduğu soru ateşe körükle gitmeye eş değerdi. Babası kılıklı, doğru zamanda doğru lafı söylese şimdiye sıyırmıştı paçayı.

"Hapy!" diye tısladı Set. Yan profilden bile fark edilecek şiddette sıkıyordu dişlerini. Birazdan bütün dişleri avucuna dökülürse şaşırmayacaktım.

"Ne?! Yalan mı? Beş bin senedir ortalarda yoksun. Şimdi gelip bunca zaman sonra bir yerleri sahiplenmen kadar saçma bir şey olamaz. Hem, sen zaten burayı beş bin sene önce de istememiştin. Şimdi ne değişti?"

Ofladım. Saat ileriyordu ve güneş en tepeye yükselmişti. Dakikalardır bunların tartışmasını dinliyordum. Büyük salondaki kızıl renkli koltuklardan birine çökmüş, bacak bacak üstüne atmıştım. Sıkıntıdan patlamak üzereydim ve bu iki inatçı keçi bir türlü köprüyü aşamıyordu. İkisini de derede boğmak vardı ya neyse.

"Senin buraya gelmen bile yasak." dedi Hapy. "Heliopolis sana yasak Şeytan!"

Yapma çocuğum, deme öyle, öleceksin bak.

Set'in elleri iki yanda yumruk halini aldığında buraların karışacağından emin olmuştum. Ki öyle de oldu. Set, sağ yumruğunu hırsla geçirdi Hapy'nin suratına ama bu sıradan bir vuruştan daha fazlasıydı, kutsal bir dokunuştu adeta. Hapy hızla arkasındaki duvara uçtuğunda, Nepit korkuyla çığlık attı. Zavallı tahıl tanrıçası ellerini ağzına kapatmış, gözlerini kocaman açmıştı.

Ben o sırada ne mi yapıyordum? Hiç istifimi bozmadan koltukta oturmaya ve tırnaklarımı incelemeye devam ediyordum. Arada sıkıntılı oflamalarım bana eşlik etmiyor değildi.

"Benim evimde, bana hakaret etmeye nasıl cüret edersin?!" diye gürledi Set. Dışarıdan gelen seslere bakılırsa devasa bir kum fırtınasının başlaması muhtemeldi, hatta başlamış bile olabilirdi.

Hapy, düştüğü yerden zorlukla kalktı. Çarptığı duvarın boyası dökülmüş ve duvar hafifçe içe göçmüştü. Hapy'nin kaşı patlamıştı ve şakağına doğru akan kan ince bir yol çizmişti.

"Heliopolis senin değil! Sen buraya ait değilsin!"

"Gerizekalı." diye mırıldanmaktan alamadım kendimi. Resmen gel beni öldür diyordu adama.

Set bir kez daha Hapy'nin yanında aldı soluğu. Yakalarından tuttuğu gibi duvara çarptı bedenini. Hapy, ona karşılık verecek zaman bile bulamıyordu. Adeta bir bez bebek gibi oradan oraya savruluyordu.

"Biraz daha konuşmaya devam edersen dilini keseceğim Horus'un oğlu!" diye tısladı Set. Sesi ıslığı andırmıştı. Yılanlarla olan bağını gördükten sonra bu tarzda konuşmasına şaşırmıyordum. Sayesinde ben de pek bir haşır neşir olmuştum iğrenç sürüngenlerle.

Set, Hapy'i salonun girişine doğru fırlattı. Orada bulunan birkaç basamak ağır hasar alırken, yer döşemeleri sökülmüştü.

Nepit korkuyla yanıma çöktü. Kızın yeşil gözlerinden inci gibi yaşlar dökülüyordu. Korkuyla tutundu, koltuğun kopçağına yasladığım koluma.

"Lütfen bir şey yap. Durdur onu." dedi yalvarırcasına.

Kızı inceledim kısacık bir sürede. Set ve Hapy o sırada fazlasıyla meşguldü ve zaman hızla akıyordu. Nepit'in saçları buğday taneleri gibi sapsarıydı. Yuvarlak yüzü sevimli bir kız çocuğunu andırıyordu ve gözleri doğanın kucağından kopup gelmiş gibiydi. Ama o gözlerde şimdi korku vardı. Bu korku Set'e karşı değildi. Kesinlikle çöl tanrısından korkmuyordu. Onun korkusu Hapy'e zarar gelecek olmasındandı. Nepit, onu gerçekten seviyordu.

Bezgin bir nefes verdim. "Hak etti." dediğimde kızın gözlerinden birkaç damla daha yaş düştü yanaklarına. Tombul yanakları kızarmıştı.

"Lütfen. Sen merhamet tanrıçasısın."

Merhamet, yine kendini belli ediyordu. Benden çok şey bekliyorlardı. Herkese karşı bağışlayıcı olmamı, sevmemi ve korumamı ama bazen o merhameti göstermesi gereken kişi ben olmuyordum. Bu sefer de değildim. Bu benim meselem değildi ama göz ucuyla baktığım ikilinin durumu da pek iyi değildi. Set, Hapy'i resmen haşat etmişti.

"Bana borçlandın." dedim kıza vakur bir duruşla. Sonra yerimden kalktım. Ağır adımlarım salonun girişinde arbedeye giren ikiliye doğruydu. Açıkçası bu meseleye karışmayı hiç istemiyordum ama yakından bakınca Hapy'nin durumunun daha kötü olduğunu da seçebiliyordum. Bu yüzden boğazımı temizledim küçük bir öksürükle.

"Set." dedim net bir sesle. Her hangi bir itiraza mahal vermeyecek o ton hakimdi sesimde. Öyle ki bu ton çöl tanrısında bile işe yaramıştı.

Tek kelime etmedi Set ama Hapy'e vurmayı kesti. Başını hafif sağa çevirerek baktı bana.

"Dur artık."

Ve Set durdu. Yavaşça yerden kalktı, üzerini düzeltti ve yine yavaşça yanıma geldi. O sırada Nepit çoktan Hapy'nin yanına varmıştı bile.

"İyi misin?" diye sorarken sesi titriyordu kızın.

"Bana bir şey olmaz." dedi Hapy yayvan bir sesle. Yenilen pehlivandı kesinlikle o ya da kavga edip sen bir de karşı tarafı gör diyen güruhtandı. Böyle söyleyemiyor oluşunun tek sebebi hiç şüphesiz bu arbedenin gözümüzün önünde yaşanmış olmasıydı.

"Aptal." demekten alamadım kendimi. Öyleydi! Hem de çok aptaldı. Bile bile Set'in damarına basmış, onu kışkırtmıştı ve yediği dayağı da sonuna kadar hak etmişti.

"Bir daha buraya adım dahi atmayacaksınız." dedi Set uyarı dolu sesiyle.

Nepit başını hızla sallayıp onayladı onu ama Hapy hala aptaldı.

"Sen Heliopolis'e gelecek misin?"

"Senden izin alacak değilim Horus'un oğlu. Burası benim evim."

"Babam bundan hoşlanmayacak." diye geveledi ağzında Hapy. Anlaşılan o ki kafasına aldığı darbeler paslanmış çarkları çalıştırmaya yetmişti.

"Söyleme o zaman." diyen kişi bendim. Aslında Set'in bunu saklamak gibi bir gayesi olmadığının farkındaydım fakat tanrılar onun burada oluşunu yanlış yorumlayabilirdi. Bu yüzden şimdilik bilmeseler daha iyiydi.

"Neden yapayım bunu? Benim bundan ne çıkarım olacak?"

Birkaç adımda Hapy'nin yanına vardım. Onun hizasına gelmek için eğildiğimda sol bacağım açıkta kalmıştı.

"Baban buraya geldiğini biliyor mu?"

Cevap vermedi. Tek kelime dahi edemeyişi aslında sözsüz bir onaydı. Horus, nasıl ki Set'in burada oluşundan hoşlanmazdı, oğlunun Set'in evini işgal edişinden de bir o kadar nefret ederdi ve Hapy bunun gayet farkındaydı.

Yerden kalkarken, "Anlaştığımızı var sayıyorum." dedim. Yüzümdeki zafer tebessümünü gizleme gereği duymamıştım.

"Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş resmen." dedi Hapy bir hayret nidasıyla, bize bakarken.

"Sen bu sözü nereden biliyorsun?" diye sormaktan alamadım kendimi. Tanrılar pek bizim kültürümüze hakim değildiler, bunu defalarca kez test etmiştim ama Hapy bir Türk atasözünü bizim için söylüyordu.

Hapy, "Nepit söyledi." dediğinde tek kaşımı kaldırarak baktım tahıl tanrıçasına.

"Şey... Anadolu'ya sık sık giderim de. Orada beni Kibele olarak anıyorlar."

"Bildiğimiz Kibele mi? Hani şu bereket tanrıçası olan?" diye sordum teyit etmek istercesine. Nepit başını sallayarak beni onayladığında dudaklarıma bir gülümseme yayılıverdi. "Seninle bir yakınlaştık."

Artık dayanamıyor olacak ki, "Gidin artık." dedi huysuzca Set.

Hapy, Nepit'in yardımıyla yerden kalktı ve ikisi birden ortadan kayboldu. Nihayetinde Set ve ben yalnız kalabilmiştik.

"Yeğenimi çok hırpaladın. Bir de kovuyorsun." dedim küskünce. Palavra. Asla küsmemiştim hatta Hapy'nin hak ettiğini düşünüyordum.

"Hak etti." diye kestirip attı Set.

Cevap vermek için hazırlandığım sırada, yalnızca saniyeler içinde dudaklarımda hissettiğim o baskı dayanma sınırını aştığının göstergesiydi. Hoyratça öpüyordu beni. Öyle hızlı ve doyumsuzdu ki öpücükleri ona karşılık vermekte epey zorlanıyordum.

"Özledim ve dünkü teklifini de düşündüm." dedi nefeslenmek için benden ayrıldığı sırada. Cevap vermeme müsaade etmeden yeniden öptü beni. Elleri bacaklarımı bulduğunda kendimi duvarla onun arasında bulmam gecikmedi. Elbisemin yırtmacından dolayı açıkta kalan bacağımda dolanıyordu parmakları ve bu inanılmaz bir elektrik akımının bedenimde dolanmasına yetiyordu.

"Ne teklifi?" diye sordum dudaklarımı onunkilerden koparıp. Teklif neydi veya ne zaman etmiştim pek umurumda değildi. Bacaklarım beline dolanmış, bedenini kendime hapsetmiştim çoktan. Boğazım kurumuştu, nefeslerim düzensizdi ve kalbim inanılmaz bir hızla çarpıyordu. Bacaklarımın arasında kor alev yanıyordu adeta. Hissettiğim bu şey kelimelerle tarif edilemezdi.

Set burnunu boynuma gömdü. Derin soluklar aldı orada. Boynumu öptü usulca, sonra etimi dudaklarının arasına çekti. Dili tenimde dans ediyordu adeta ve dişleri çıldırtıcı bir vahşilikle etimi kemiriyordu.

Boğazımdan derin bir inilti kaçtı boynumu ısırdığında. Refleks olarak başımı geriye attığımda ona daha çok yer açmıştım. Sağ elim saçlarının arasındayken, sol elim ensesini kavramıştı. Var gücümle kendime çekiyordum onu.

"Sen bana ne yapıyorsun?" diye sormaktan alamadım kendimi. Sesim bir fısıltı gibiydi ama bütün bedenimi talan eden ateş onu da ele geçirmişti.

"Seviyorum." dedi kısaca Set. Bacağımda dolanan eli sıkılaştığında daha büyük bir inilti koptu boğazımdan. Sesim malikanenin duvarlarına çarpıyor ve yankılanıyordu. Burası neden bu kadar boştu? Biz dolduralım diye mi?

"Ne teklifi?" diye yineledim sorumu ama aslında cevabın çok da bir önemi yoktu. Şu an gözlerine baktığım bu adamla her şeyi yapabilirdim.

Set, bana cevap vermedi. Onun yerine yeniden kapandı dudaklarıma ve sırtımı duvardan ayırdı. Bacaklarımdan kalçalarıma tırmanan elleri bu işin gittikçe kontrolden çıktığına işaretti.

Durmalıydık, değil mi?

O zaman neden durmak gelmiyordu içimden?

Kucağında benimle merdivenleri çıkan bu adamın durmak gibi bir niyeti yoktu. Kısa aralıklarla dudaklarımı öpüyor, çıplak tenime temas eden sağ eli dokunduğu her yeri yakıyordu. Dahası bacaklarımın arasında hissettiğim sertlik bana hiç yardımcı olmuyordu.

"Ah!" nidası döküldü dudaklarımdan fütursuzca.

Merdivenler bittiğinde bir odaya girdik. Kapı açık kalırken üzerinde kızıl renkli çarşafların serili olduğu yatakla buluştu sırtım.

"Dün benden seni öpmemi istemiştin." dedi Set. Üzerime eğilmişti ama artık onunla temas etmiyordu bedenim. Bu mesafeyi bilerek bırakmıştı, bana şans tanıyordu. Şehvetin esiri olmadan, sağlıklı bir karar vermemi istiyordu. Pişman olacağım bir şey yapmamdan, hele ki onunla, ölesiye korkuyordu. O korkuyu gözlerinde görebiliyordum.

"Evet, istemiştim." dedim. Aslında lafın nereye varacağını çoktan anlamıştım. Arzular etkisini yitirmemişti belki henüz ama aklım yavaştan yerine geliyor gibiydi. Sanki sarhoş olmuştum öpücüğü, dokunuşuyla. Öyle bir sarhoşluktu ki bu ellerinin arasında kavrulmak istemiştim. Bana dokunsun, öpsün, bana hayatımda hiç tatmadığım o hazzı yaşatsın istemiştim. Bunu inkar edemezdim ama şimdi bunun benim yetiştirilme tarzıma ne kadar zıt olduğunu fark ediyordum. Yaşadığım hayat, kültür buna izin vermiyordu ve ben onun içinde büyümüş birisi olarak bunun devamının gelmemesi gerektiğini düşünüyordum. Yanlışmış gibi geliyordu. Bazı kalıplar kırılmazdı. Bazı sınırlar aşılmazdı. Bir tanrıça olmam bunu değiştirmezdi, bu şekilde büyümemiştim ve ilkler her zaman önemli olmuştu.

"Hala istiyor musun?" diye sordu Set. Gözlerindeki o devasa arzuyu görebiliyordum. Çöl kumları heyecan ve tutkuya yenilmişti. Öyle bir savruluyor, öyle bir ışıkta parlıyorlardı ki sanki Set'in gözleri alev alıyordu.

"Evlenmeden olmaz." deyiverdim hiç beklemediğim bir anda. Sanki az önce onu ihtirasla, ihtiyaçla öpen ben değilmişim gibi söylemiştim bu iki kelimeyi.

Şaşırdı. Bir an için öylece donup kaldı. Beklemiyordu. Açıkçası ben de beklemiyordum ama olan olmuştu ve ben şimdi tedirgince dişliyordum dudaklarımı.

"Evlenmeden olmaz mı?" derken anlamaya çalışırcasına bakıyordu bana.

"Hı hı."

"Ciddi misin?"

"Hı hı."

Ayağa kalktı. Bir adım geriye çekilip yatağın etrafından dolandı. Pencerenin önünde öylece durdu bir süre. Saçlarını karıştırırken kasılan sırt kasları seyirlik bir manzara sunuyordu bana. Normalde giydiği o pelerinli giysilerdendi aslında üzerinde olan ama Hapy ile olan o arbedede pelerin yırtılmıştı.

"Set?" dedim tereddütle. Yarı uzanır vaziyette olduğum pozisyonu bozup kalktım yataktan. Örtüler fazla dağılmamıştı ama ben kalktığımda az önce orada olduğumun işaretleri hızla silindi. Bundan hoşlanmadım. Heliopolis'in kendini yenileme özelliğini seviyordum ama az önce orada oluşum bir anıydı ve eğer Set durup sağlıklı karar vermeme izin vermemiş olsaydı daha fazlası da yaşanacaktı. Bu yüzden sevmemiştim izimin silinişini. Heliopolis her şeyi yeniliyordu, düzeltiyordu ama anıların kıymetini asla bilmiyordu.

"Biliyorum." dedim arkasında durduğumda. Sol kolumu kavradım. "Kızgınsın çünkü beklemiyordun. Aslında ben de beklemiyordum ama bu şekilde büyütüldüm ben. Cinselliği ayıplayan bir toplumdu yaşadığım ve tüm bunları öğrenmeden önce zina kavramına yer veren bir dine inanıyordum. Evet, her şeyi kabullendim ama bazı şeyleri hala aşamıyorum. Büyüdüğüm ortamdan tam olarak kopamıyorum ve sanki o kuralları çiğnersem kötü bir şey yapacakmışım gibi hissediyorum. Özür dilerim. Böyle olacağını düşünmemiştim."

Sustum. Daha ne diyebilirdim bilmiyordum. Zaten içimden gelen her şeyi söylemiştim ve şimdi yalnızca bekliyordum. Bir cevap vermesini, kızdıysa bağırmasını ama suskunluğu, bunu istemiyordum.

Ne garipti. Herkes merhamet tanrıçansından merhamet bekliyor, affetmesini istiyordu. Birilerine üzülmeli, yardım etmeli ve hep kendinden önce başkalarını düşünmeliydi o tanrıça herkesin gözünde ama onun da hisleri olduğu unutuluyordu. Bazen bencil olabileceği, merhametli olsa bile adalete inandığı göz ardı ediliyordu. Ve şimdi merhamet tanrıçası çöl tanrısından anlayış bekliyordu. Hayat ne garipti. İnsanı hiç beklemediği yerden vurmayı ne çok seviyordu.

Bakışlarım yere düştü bana cevap vermediğinde. Onun suskunluğu beni yaraladı. Gözlerim acıdı, burnum sızladı. Göz pınarlarıma dolan yaşlar, arasında sıkışıp kaldığım sıcak kollarla özgürlüğüne kavuştu.

"Kızmadım." dedi Set en nihayetinde. Sımsıkı sarmıştı bedenimi. Göz yaşlarımı görmemişti henüz.

"Kızmadın mı?" diye sordum çocukça bir merakla.

"Kızmadım. Sadece sakinleşmem gerekiyordu çünkü kararına saygı duyamamaktan korktum."

"Nasıl yani?" diye sorarken başımı kaldırıp yüzüne baktım ve Set o an gördü yaşlarımı. Bir elini kaldırıp usulca sildi yanaklarımı. Neyseki dahası gelmedi ve göz yaşlarım yalnızca akanlarla sınırlı kaldı.

"Sen bana öyle bakarken dayanamamaktan korktum. Her şeyi göz ardı edip seni yeniden öpmekten, istemediğin bir şeyi yapmaya zorlamaktan korktum. Bu yüzden sakinleşmem gerekiyordu işte. Ama ağlayacağını düşünmemiştim."

Demek istediğini anladığımda büyük bir nefes verdim. Rahatlamıştım ve ona hayran kalmıştım.

"Teşekkür ederim."

"Etme." derken başını iki yana salladı Set. "Sadece şunu bil, daha fazla senden nasıl uzak kalırım bilmiyorum. O yüzden bizim bir an önce evlenmemiz gerekiyor."

"Teklif etmedin ki." diyerek omuz silktim. Gözlerimdeki yaşların aksine dudaklarım mutlulukla kıvrılmıştı. İşte şimdi o teklifi etmesi için doğru zamandı.

Set, kollarını iyice sardı etrafıma. Sonra görüntü bulanıklaştı. Vakumlanıyormuşçasına bir his sarmaladı etrafımızı. Çekildim, savruldum ve ayaklarımın altındaki zeminin değişimiyle sarsıldım. Bunu daha önce yapmıştım ama hiç bu kadar sersemlememiştim. Sanırım buna hazır olmadığımdandı.

"Neden buraya geldik?" diye sorarken etrafıma bakıyordum. Koca bir hazinenin ortasında duruyorduk. Kapağı açık bir lahid sol tarafımdaydı ve içinde iki ceset vardı, biliyordum çünkü ölümlerine bizzat şahit olmuştum. Burası, Set'in binlerce yıl tutsak edildiği, uyutulduğu yerdi. Burası çocukça bir hırsla bulduğum tanrının mezarıydı.

Set bir adım geri çekildiğinde bakışlarım onu buldu. Bir dizinin üstüne çökerken yine aynı kadife kutu belirdi avucunda. İşte bu beklenmedikti.

"Burası her şeyi başlatan yerdi. İnatçı, laftan anlamayan ve sürekli, hiç durmadan konuşan o kızın hayatıma girdiği, beni hayata döndürdüğü o yerdi. Ve ben düşündüm ki böyle büyük bir anlamı olan bu yer, büyük bir anıya da ev sahipliği yapabilir."

Set, kutuyu açtı. Kızıl renkli kadife kutunun içindeki yüzük muazzamdı. İç içe geçmiş altı yapraklı iki çiçek şeklindeydi. İçteki çiçeğin taç yaprakları mavi ve turkuaz arasında gidip gelirken, dıştaki çiçeğin yaprakları renksizdi. Gümüş renkli halkası çiçekle bütünleşmiş, taç yapraklarına yayılan taşları sarıp sarmalamıştı. Aster çiçeğine benziyordu ama onun aksine tam on iki taç yaprağı vardı. Bu loş ışıkta bile parlayan yüzük mest olmam için yeterliydi.

"Sen tanrıça, beni hayata döndüren, bununla kalmayıp bana yaşamayı sevdiren güzel kadın, benimle evlenir misin?"

Kalbim şiddetle dövüyordu göğüs kafesimi. Birazdan derimi yırtıp avuçlarıma düşecekmiş gibi hissediyordum ve kelebek denilen ama aslında bir arı sürüsünden farkı olmayan o küçük yaratıklar, çoktan karnımı işgal etmiş, bütün organlarımı birbirine düğümlemişti. Nefes almayı bile unutmuştum sanki.

Kısaca başımı sallayıp, "Evet." dedim kısık sesle. Sesim nereye gitmişti? "Seninle evlenirim."

Set, ayağa kalkıp yüzüğü parmağıma geçirdi. Tenime değen soğuk demir bana hiç tatmadığım o güveni veriyordu.

Hiç vakit kaybetmeden boynuna sarıldım. Sanki tüm bunlar bir rüya çıkacakmış gibi sımsıkı sarıldım ona. Aynı şekilde karşılık aldım. Yetmedi, kendi etrafında defalarca çevirdi beni.

Ve burası, bu bilinmeyen, saklanan oda; önce bir tanrıya mezar olmuştu. Sonra ben geldim ve her şeyi değiştirdim. Şeytan denilen tanrıyı uyandırıp tanrıların dünyasını karıştırdım, yetmedi onlardan birisi oldum. Her şeyin başladığı yer ise tam da burasıydı. Set de öyle söylemişti ya zaten. Bizim miladımıza şahit olmuştu bu bilinmeyen oda, tanrının mezarı ve şimdi yepyeni bir milat açıyorduk kendimize. Yeni bir başlangıç yapıyorduk. Bu oda ise yeni başlangıcımıza yine, yeniden şahit oluyordu. Bu oda bizim miladımızdı ve muhtemelen bundan sonra da öyle olmaya devam edecekti.

***

Selam! Nabersiniz?

Kaos dolu bölümlere yaklaşırkene size musmutlu bir bölüm sonu vereyim dedim. Bazılarınız bundan hoşlanmayacak, biliyorum çünkü Set'i sevmeyenler ve affetmeyenler var. Hepiniz haklısınız ama şunu unutmayın, Hüma onu çok seviyor ve çoktan affetti. Bu yüzden artık ikisinin arasındaki şeyler çözülmeliydi.

Hapy'nin dayak ye- öhöm, Hapy ve Set kavgası hakkında ne düşünüyorsunuz? 😁

Hapy tam Horus'un oğlu değil mi?

Nepit için ne söylemek istersiniz peki?

Hüma'nın hiç istifini bozmadan Set'in işini bitirmesini beklemesine ne demeli?

Bizim esas çiftimizin yakınlaşma sahnesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hüma'nın evlenmeden olmaz demesini bekliyor muydunuz?

Beklediğimiz teklifi de aldığımıza göre sizce ne zaman evlenirler?

Tanrılar bu evliliğe nasıl tepki verecekler dersiniz?

Apep ne alemde peki?

Sonraki bölümde neler olacak?

Karakterlere ne söylemek istersiniz? 👇

Hüma 👉

Set 👉

Hapy 👉

Nepit 👉

Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Loading...
0%