Yeni Üyelik
43.
Bölüm

18. Bölüm - Horus'un Oğulları

@aysenurtekkanat

Mutluydum. Mutluluğun bu kadar zor ve zahmetli olduğunu hiçbir zaman anlayamamıştım. İki güldüğümde kendimi mutlu sanmıştım ama şimdi anlıyordum ki iyi ki demek için keşke demeye mecburduk. Keşke öyle olmasaydı, keşke şunu yapmasaydım, keşke onu söylemeseydim ve daha nice keşke... Ama şu bir gerçekti, tüm o keşkeler olmasaydı şimdi iyi ki diyor olamazdım.

Haftalar önce, o piramide girdiğimde hissettiğim heyecanı asla unutamam. O heyecanın peşine takılan keşfetme arzusu, başarma hırsı ve akabinde gelen keşkeyi de öyle. Keşke o kapıyı hiç açmasaydımla başladı bu hikaye. Ama eğer o gün keşke demek zorunda kalmasaydım, bugün iyi ki diyor olmazdım.

"Güneş batıyor." dedim mırıltıyı andıran sesimle. Dakikalardır burada uzanmış, düşüncelerimde kaybolmuştum. Parmağımdaki yüzüğe çarpan ışığın oluşturduğu gökkuşaklarını seyre dalmıştım. Set, tüm bu zaman boyunca hiçbir şey söylemedi bana. Varlığımla yetindi yalnızca. Ben göğsüne uzanmışken, o saçlarımı okşadı usulca.

"Batıyor, evet."

"Gitmem lazım. Geç kalmayacağımı söyledim."

Bundan memnun değildim. İsis'in sarayına dönmek istemiyordum çünkü orası bana burası gibi güzel şeyler hissettirmiyordu. Orada olan yaşanmışlıklar, anılar, buradaki boşluğun yerini tutmuyordu. Hoş, artık burası da tam olarak boş değildi ya...

"Benim de."

Bu cevabı beklemiyordum. "Sen nereye?" diye sorarken kaşlarım çatılmıştı. Göğsünden kalkıp yüzüne sorgulayan bakışlar atarken, onun gülüşüyle karşılaşmam daha çok çatmama sebep oldu kaşlarımı.

"Çöle döneceğim. Bütün gün buradaydım ve orayı boşladım. En son bıraktığımda Astarte cinnet geçirmek üzereydi. Muhtemelen ben gidince ağlayacak bırakmak istiyorum diye."

Bu söyledikleri benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Sözleriyle bildiklerim arasında koca boşluklar vardı ve ben onları dolduramıyordum.

"Neyi bırakacak? Neden cinnet geçirecek? Anlamıyorum." diye sordum. Belim ağrıdığı için oturur pozisyona geçtim.

Set omuz silkti. Yattığı yerden bunu yapması pek mümkün olmamıştı ama yüzündeki umursamaz ifade bunu çok açık ele veriyordu.

"Anat cezalı, o yüzden sarayda değil. Astarte ise her şeyi kontrol etmekle görevli. Başarabildiği söylenemez."

Burun kıvırdım. "Anat'a ceza değil ödül vermişsin gibi geldi bana. Tatil yapıyordur."

Başını olumsuzca iki yana sallarken güldü Set. Sonunda yattığı yerden kalktı ve sırtını yatak başlığına yaslayıp oturdu. Çöl tanrısı rahatına düşkündü.

"Güce tapan, tek arzusu güç olan birisi, gücü elinden alınarak cezalandırılır Hüma. Anat o kişi, güce tapan. Aklı başına gelecektir."

Pek ikna olmamıştım ama sorgulamadım, sonuçta onları en iyi tanıyan kişi Set'ti. Dudaklarımı büzüp yeniden pencereye baktığımda iç çektim.

"Gitmem gerekiyor."

Set usulca başını salladı. Ardından bana doğru eğilip iki eliyle kavradı belimi. Daha tepki veremeden bacaklarına otururken buldum kendimi.

"Biliyorum." dedi saçlarımın üzerinden öperek. Nefesi saç diplerimde geziniyordu. Kirpiklerim titredi ve gözlerimi bir battaniye gibi örttü. Onun dokunuşu neden bu kadar etkiliydi?

"Fırsatçısın tanrı bozuntusu."

Sesim fısıldar gibi çıkıyordu. Hiçbir fırsatı kaçırmadan sürekli beni kendine çekiyor, öpüyor, okşuyordu ve tüm bunlar beni mest etmeye yetiyordu. Ona asla karşı koyamıyordum.

"Gitmeni istemiyorum." dedi Set. Dudakları şimdi sol kaşımın üzerindeydi. Yavaşça aşağı, şakağıma indi. Sonra kulağıma doğru bir yol çizdi. "Benimle gel."

"Gelemem."

Kulağımın altına bıraktığı öpücük, ciğerlerimdeki tüm havayı solurcasına bırakmam için yeterliydi.

"Gel."

"Olmaz." dedim yine. Ses tonu, dokunuşu, öpüşü... Set her şeyiyle fazla ikna ediciydi ve ben ona kapılmamak için inanılmaz bir çaba sarf ediyordum. "Oyun bozan."

"Hiç öyle huylarım yoktur." dediğinde güldüğünü işittim. Sonra dudakları kulak mememi kavrayıp çekiştirdi.

"Var işte. Kuralları çiğniyorsun." diye itiraz ederken başımı geriye doğru yatırmam oldukça tezattı.

Bu kez boynumu öptü. Belimde usulca gezinen ellerinin istikameti sırtıma doğruydu. "Çiğnemiyorum."

"Çiğniyorsun." dedim yalnızca. Belim geriye doğru kavislenirken, yeniden belime inen elleri beni iyice kendisine çekiyordu. "Kendini kullanıyorsun, bu yasak."

Burnunu boğazıma sürttü. Güldüğünü anlamam için bunu görmeme veya sesini duymama gerek yoktu. Daha aşağı kaydı, gerdanıma birkaç öpücük bırakıp yeniden, "Gel." dedi. Ne yaptığının çok farkındaydı. İşin kötü yanı ben de farkındaydım ama ona karşı koymak, deveye hendek atlatmaktan daha zordu.

"Olmaz." dedim yeniden. Bakışlarım bir kez daha pencereyi buldu. Güneş neredeyse batmıştı. Odanın içi loş bir ışıkla doluydu ve birazdan o da gidecekti. Yerine bıraktığı karanlığı aydınlatmak için biz yanacaktık; ateş ve barut.

"Tamam." dedi bu kez itiraz etmeden. Alnını gerdanıma yaslayıp soluklandı. "Israr etmeyeceğim ama hemen yarın evlenmek istiyorum."

"Yok artık!" derken nihayetinde kendime gelebilmiştim. Biraz geri çekildim araya mesafe koyabilmek için ama belimdeki elleri buna pek müsaade etmedi. Aramızdaki mesafe hala çok azdı. "Yangından mal mı kaçırıyorsun?"

"Ne yangını?"

Sağ elimi hızla alnıma çarptım. "Bu bir deyim. Bir şey için acele ettiğinde söylenir ve sen çok acelecisin."

"Suç mu?"

"Değil ama bana bir söz verdin. Benim odamda evlilik konusunu ilk açtığın zaman. Hatırladın mı?"

Hatırlaması kısa sürdü ve kendi sözlerini dile getirirken memnuniyetsiz bir surat ifadesine büründü. "İnsanlar gibi törenle evlenecektik."

"Evet ve o törenlerin hazırlanması uzun sürüyor. Bekleyeceksin." dedim son kelimenin üstüne basa basa. "Kurtlarımı dökmeden evlenemem ben."

"Ne kurdu?"

İşte bu soru bende ipleri koparan nokta oldu. Koca bir kahkaha patlattım. Sesim boş duvarlara çarpıp yankılanırken, Set öylece bana bakıyordu. Gözlerindeki soru işaretlerini, çok güldüğüm için ağlama seviyesine gelmiş olmama rağmen seçebiliyordum.

"Bu da bir deyim." diye açıkladım gülüşlerimin arasından. "Eğlenmek anlamında."

Hala gülüyordum ve bu onun sinirini bozuyordu.

"Hüma." dedi uyarırcasına ama bu bende işe yaramazdı. Kendi demişti laftan anlamayan bir kız olduğumu.

"Ama komik."

"Bilmemem mi?"

Tam gülmem durmuşken yüzüne baktığımda yeni bir gülme krizine daha girmem gecikmedi. En olmayacak yerlerde attığım şu kahkahaları ne yapacaktık böyle?

"Nepit senin ülkende çok vakit geçiriyordu değil mi? Ondan öğrenirim."

Set'in sözünü bitirmesiyle ani bir ciddiyete büründüm. "Seni döverim."

"Kıskandın mı tanrıçam?" diye sordu bana doğru eğilip. Eğleniyordu.

"Yoo! Onu da nereden çıkardın?" dedim ama yüz ifadem tam tersini söylüyor olacak ki daha da üstüme geldi. Belim geriye doğru kavislenmişti ve kucağından düşmüştüm. Set ise yine fırsatları değerlendirme peşindeydi. Üzerime eğildikçe eğiliyor, bana kaçacak yer bırakmıyordu. Öyle ki dirseklerim yatağa gömülmüş, sırtım neredeyse çarşaflara değer olmuştu.

"Dilin başka yüzün başka şey söylüyor tanrıçam. Hangisine inanmalıyım?"

"Set!" dedim uyarırcasına ama bana mısın demedi. Üzerime daha çok geldi ve en nihayetinde beklenen oldu. Dudaklarımda hissettiğim baskıyla birlikte sırtım yatakla bütünleşmişti. Fırsatçıydı bu adam.

"Sen varken başkasından öğrenmeme gerek yok güzelim. Kıskanma o yüzden." dedi biraz uzaklaşıp. İçim gidiyordu beni yeniden öpsün diye ama öpmedi. Zaten güneş de o sırada battı ve oda karanlığa gömüldü.

"Artık gerçekten gitmem gerekiyor." dedim. Hiç itirazsız kalktı üstümden.

"Düğün?" dedi sorarcasına.

"Bir ay sonra."

"Çok fazla. İki gün."

"İki mi? Sen delirdin mi? Üç haftada anlaşalım." diyerek elimi uzattım.

Şöyle bir bakıp burun kıvırdı. "Üç gün."

"Ben hafta hafta iniyorum, sen gün gün. Olmaz ki böyle. İki haftada anlaşalım hadi."

"Dört gün."

"Sabır." diye mırıldandım. Dört günde ne halledilirdi ki? Millet gelinlik için bile üç ay uğraşıyordu.

"Beş gün. Daha fazlası olmaz."

Derin bir nefes alıp hala yanında duran elini tuttum. Çarşıda pazarlık yapan teyzeler gibi elini sıkarken, "Kurtarmaz, bir hafta." diyordum. Bu halimize daha sonra gülecektim.

"İki günün lafını mı yapıyorsun?"

"Sen bir günün yapınca bir şey olmuyor ama!"

"Altı gün. Altıncı gün evleniriz."

"Hayır bir hafta. Sekizinci gün evleneceğiz."

"Altı!"

"Sekiz!"

"Altı!"

"Sekiz!"

Seslerimiz gittikçe yükselirken, odada bize ait olmayan bir ses duyuldu. "Ortasını bulun. Yedi olsun."

Başlarımız otomatik olarak sesin geldiği yere döndüğünde hiç beklemediğim o yüzü gördüm.

Hathor, çekmeceli dolabın üzerinde oturmuş, bacak bacak üstüne atmış bizi izliyordu.

"Sen burada ne yapıyorsun?" diye sordu Set şaşkınca. Bugünün popüler sorusu buydu.

"Aşkınızı hissettim." dedi Hathor omuz silkip. "Hapi ve Nepit olduğunu düşündüm ve onları göndermek için geldim ama sizi buldum. Tatlı tatlı cilveleşiyordunuz, bölmeyeyim dedim."

Kıkırdayarak söylediği sözler tedirgince yerimde kıpırdanmama yetti. "Ne zamandır buradasın?"

"Bir süredir." derken sol elini yanağına yasladı. Yüzündeki gülümseme sinir bozucu değildi. Aşk tanrıçası mutluydu ve bu mutluluk sanırım bizden kaynaklanıyordu.

"Ne kadar bir süredir?"

Bir süre düşündü. Verdiği cevap yanaklarımın kırmızıya boyanmasına yetmişti. "Gitmen gerektiğini söylediğinden beri."

"Çüş! Bizi mi dikizledin?" diye sordum hayretle. Ama bu özel hayata saygısızlıktı. Hathor nasıl gülebiliyordu veya Set buna nasıl hiçbir şey demiyordu?

"Öyle de denebilir. Tatlıydınız."

Utandım. Öyle bir utandım ki bu karanlıkta bile yanaklarımın trafik lambası gibi parladığına yemin edebilirdim.

"Gidiyorum ben." dediğim anda kapıdan fırlamam bir oldu. Arkamdan Hathor'un kahkahaları yükseldi.

"Kaçamazsın Hüma! Akşama kocamı da alıp bu güzel haberi kutlamaya geliyorum!"

Yeniden güldü. Bu kadın bir iyiydi bir kötü.

Aklıma gelen detayla durup geri döndüm. Hathor'a hiç bakmadan doğruca Set'e diktim gözlerimi. Beklentiyle bakıyordu bana. Parmaklarımla önce kendi gözlerimi, sonra onu işaret edip, "Yedi gün." dedim ve gerisin geri çıktım odadan.

Hathor yeniden güldü. "Bay bay Set!" dediğini duydum hemen ardından. Umarım gitmişti.

Malikaneden çıkıp gecenin karanlığına teslim olan çöle doğru yürüdüm. Utançtan öyle bir yanıyordu ki yüzüm terlemeye başlamıştım. Kumların arasında yürümek git gide zorlaşırken yaşadığım aydınlanmayla kalakaldım olduğum yerde.

"Ben neden yürüyorum ya?"

*

"Olmaz! Asla olmaz! Kabul etmiyorum!"

Evet evet bu bağıran Horus'tan başkası değildi. İsis'in sarayına döndüğümde onu ve tabiri caizse otuz iki diş sırıtan Hathor'u burada bulmak elbette şaşırtıcı değildi. Kadın yememiş içmemiş haberi hemen uçurmuştu. Benim yengelerim neden bu kadar dedikoducuydu? Tanrıça olanın, insan olandan aşağı kalır yanı yoktu doğrusu.

"İzin vermiyorum! Evlenemezsin!"

Yaklaşık beş dakika önce kağıttan yaptığım külahı ortaya koymuş ve artık onun bağırışlarını ve itirazlarını dinlememe kararı almıştım. O zamandan beri sağa, sola, yukarı, aşağı, duvardaki tabloya, pencereden dışarı, yerdeki halıya, kahkahalar eşliğinde şampanya patlatıp kutlama yapan gelin ve kaynanaya derken zibilyonuncu kez incelemiştim her şeyi. Ama Horus bir türlü susmak bilmiyordu. Şimdi de yanıma gelmişti ve kulağımın dibinde bağırıyordu.

"Duyuyor musun beni?! Olmaz! Abin olarak buna izin vermiyorum!"

"Ben de, eğer varsa, sabır tanrısından sabır diliyorum. Yoksa da gidin çocuk yapın da olsun!" diye çıkışmaktan alamadım kendimi.

Taş olsa çatlardı be mübarek. Sus artık!

Beynim öyle bir çorba olmuştu ki sabır tanrısı varsa bile unutmuştum.

"Olmaz!" diye bağırdı bir kez daha. "Evlenemezsin!"

"Papağanlar senden ders almalı Horus. Saatlerdir aynı şeyleri tekrarlamaktan papağana döndün." dedim ama duyan kim?

"Siz de altı ve sekize takmıştınız Hüma. Ben olmasam yediyi hatırlamayacaktınız." diye lafa atladı Hathor. Elindeki kadehten büyük bir yudum aldı. Bir şişeyi bitirmişlerdi çoktan ve yeni bir şişe açmak onlar için zor olmadı. Nasılsa sarhoş olmuyorlardı.

"Olmaz!" dedi bir kez daha Horus. İşte buna Hathor bile gülmüştü.

"Ay sana ne be?!" diye patladım en nihayetinde. Bu, onu susturmaya yetti.

Çatık kaşlarla bana bakarken, "Bana mı ne? Ben senin abinim!" dedi üzerine basa basa Horus.

"Evet, biliyorum ama evlenecek olan da benim."

"Ben de onu diyorum ya işte." dediğinde bir an için ikna oldu sandım ama olmadı. "Evlenemezsin."

"Senin düşmanlığın seni ilgilendirir Horus. Evleneceğim kişiyi sevmek zorunda değilsin ama kararlarıma saygı duyacaksın."

"Düşmanlıkla bunun ne alakası var? Sen evlenemezsin diyorum."

İşte bu beni şaşırtmıştı. Tüm bu tepkiyi Set yüzünden veriyor sanıyordum ama hayır, değildi. Onun derdi benim evlenmemdi. Horus'un abilik damarları kabarmıştı anlaşılan, beni kıskanmasının başka açıklaması olamazdı.

"Sen beni mi kıskanıyorsun?" diye sorduğumda hiç itirazsız, "Evet." dedi. "Kardeşimi yeni buldum, öylece gitmesine izin mi vereyim?"

"Ama varlığımdan haberin bile yoktu ki."

"Ama şimdi var."

"Ne istiyorsun, salya sümük ağlayayım mı?" diye sorarken ciddiydim. Horus'tan böyle sözler duymak en beklenmedik olanlardı. Evime gelip beni tehdit edermiş gibi konuşmasından sonra bana bu kadar iyi davranacağını, kardeşi olarak kabul edeceğini hiç beklemezdim. Ama olmuştu işte. Horus beni kardeşi olarak görüyor ve bunu söylemekten çekinmiyordu.

"Gel buraya." diyerek kollarını iki yana açtı. Hiç beklemeden sımsıkı sarıldım ona. Başımı göğsüne gömdüğümde, nasıl ki İsis'e sarılırken annemmiş gibi hissediyorsam - öyle olması ayrı bir konu, Horus'a sarılırken de inanılmaz bir güven hissediyordum. Beni hep koruyacak o kişiymiş gibi geliyordu. Babama sarıldığımda da böyle hissederdim ve Osiris'in yanındayken de hissetmiştim ama bunu hiç yadırgamadım. Horus ise benim hiç sahip olmadığım kişiydi.

Her şeyim olmuştu benim bu hayatta, hiçbir zaman sevgi eksikliği hissetmemiştim ama hiç abim olmamıştı. Önce Anubis bu boşluğu doldurdu, şimdi de aynısını Horus yapıyor. İkisi birbirinden bambaşka kişiliklere sahip olsada aynı güveni ikisine de sarılırken duyuyorum.

"Yine de evlenemezsin." dedi başıma çenesini yasladığında.

Omuz silktim. "Sen öyle san."

"Sanmıyorum, olacak olan bu."

"Yoo, nikahımı da sen kıyacaksın."

"Ne?!" derken fırlatırcasına ayrıldı benden. Elleri omzularımda şokla bana bakıyordu. "Neden ben?"

"Tanrıların kralı değil misin? Yap bir krallık be kral."

Muzurca sırıtmam ve göz kırpmam üzerine Horus şok üstüne şok yaşadı. Eğer insan olsaydı kalpten gideceğini bile söyleyebilirdim ama elbette öyle bir şey olmayacaktı.

Hathor ve İsis yeniden gülmeye başlarken, kapıdan içeri birkaç kişi girdi. Bu kişilerden ilki Hapi'ydi. Yüzünde, bugünkü olayın ardından görmeyi beklemediğim bir sırıtış vardı. Hemen yanında yürüyen kişi de aynı şekilde gülüyordu. İkisi iyi anlaşıyor gibi görünüyorlardı. Hemen arkalarından gelen uzun boylu adam ise sarsılmaz bir imaj çiziyordu. Keza onunla birlikte yürüyen diğeri de aynı şekilde görünüyordu ama daha farklı bir şey de vardı. Çözemiyordum. En arkada kalan ise diğerlerine nazaran daha asık suratlı, somurtuk değil ama hüzünlü gibiydi. Nedenini merak ettim.

"Babamı kim bu hale getirdi?" diye soran kişi Hapi ile birlikte gelendi. Horus'un yanında durup ona doğru eğildi ve elini yüzünün önünde salladı. "Ohoo... Gitmiş bu."

Neşeli hali asla değişmedi. Horus'un yanağını öpmesi beni şaşırtırken, "Annem!" diyerek Hathor'a koşması neredeyse Horus gibi şok geçirmeme sebep olacaktı. Neredeyse...

"Hoş geldiniz." diye şakıdı Hathor. Koşarak ona doğru giden oğluna kocaman sarıldı. Hemen ardından adam İsis'e de aynı şekilde sarıldı.

"Ne hoş gelmesi anne? Ben hep buradaydım."

"Bilmez miyiz?" diye lafa atlarken buldum kendimi. "Her yerdesin."

Küskünce dudaklarını büzdü Hapi. "Ama sana bugün kırıldım halacığım. Neden beni savunmadın?"

"Savunulacak tarafın yoktu ki." dedim umursamazca. Yoktu ama!

"Hak ettiysem eyvallah." derken sağ elini kalbine yaslayıp hafifçe eğildi Hapi.

"Dikkat et. Nepit'le takıla takıla Türk olup çıkacaksın."

"Kötü bir şey değil neyseki. Seninle iyi anlaşırız. Çöl tanrısını delirtiriz."

Hapi'nin yalnızca maytap geçmek için kurduğu cümle Horus'u kendine getiren anahtar oldu.

"Olmaz!" diye fırladı yerinden.

"Yine başladık." diye mırıldandım ve derin bir iç çektim. Arkama yaslanıp sinir krizi geçirmesini yalnızca izledim. Eninde sonunda bitecekti, sonsuza kadar böyle devam edemezdi.

"Evlenemezsin!"

"Bir dakika bir dakika. Kim evleniyor?" diye araya giren kişi, aşırı neşeli olan kişiydi. Mitoloji bilgime dayanarak söylüyordum ki bu adam Ihy'den başkası olamazdı. Eğlenmeyi seven mutlu bir tanrıydı Ihy. Hathor ve Horus'un oğluydu ve daha çok annesine çekmişti, umarım. Bir tane babacı yeterdi.

İsis ve Hathor koro halinde, "Hüma!" derken, ben kendimi işaret ediyordum.

Hapi adeta uçarcasına yanıma gelip, "Çöl tanrısına postayı koydum, daha iyisini buldum de." dedi yalvarırcasına.

"Ne münasebet efendim? Kendinize gelin. Ben sadık bir sevgiliyim. Aşkımdan öyle kolay vazgeçeceğimi sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Zira biz çok mesut olacağız."

Yeşilçam'a bağlamam üzerine mavi ekran veren Hapi'nin kendini toparlaması uzun sürmedi.

"Eyvahlar olsun! Yetişin komşular! Halam elden gidiyor! Ey ahali! Kurtarın bizi bu illetten! Yok mudur bunun bir çaresi?"

"Aşkın çaresi mi olur efendi? Aşka düşen kurtulur mu sanırsın? Ancak ona boyun eğer, merhametine sığınırsın."

"Bilmez miyim hiç? Aşka çare varsa bile, vermez ki tanrıçası onu bize." derken annesine doğru baktı Hapi. Hathor'un keyfi gayet yerinde görünüyordu. Hatta elleriyle devam edin dercesine bir hareket bile yaptı. O sırada bizi garip bakışlarla izlemekte olan dik duruşlu adamlardan birisi, "Ne yapıyor bunlar böyle?" diye sordu.

"Bilmiyorum ama eğlenceli görünüyor. Ben de yapacağım." dedi neşeyle Ihy. Anında yanımıza gelip bize ayak uydurması gecikmedi. "Ah efendi, sevginin çaresi mi olur hiç? Çare olsaydı sevgi olur muydu? Sevgisiz dünyada tat olur muydu? Ne dersin sen? Kulağın işitir mi dediklerini?"

"Doğru dersin." diyerek Ihy'e katıldım. "Sevgisiz dünya, duygusuz dünya demektir elbet. Duygular olmadan yaşamak niye gerek?"

"Yıllardır bu ikisinin neden böyle olduğunu sorguluyorduk ya hani." dedi dik duruşlu adamlardan diğeri. İlki onu onayladığında sözlerine, "Artık sormaya gerek yok. Kime benzedikleri çıktı ortaya." diye devam etti. Peki bu söyledikleri benim ne kadar umurumdaydı?

"Hadi artık, kesin şamatayı da yemeğe geçelim. Daha Hüma'yla doğru düzgün tanışmadınız bile." diyerek son noktayı koydu İsis.

Hep birlikte masaya geçtik. Horus'un somurtuk yüzü ve arada bana bakıp kaşlarını kaldırıp indirmesi gülme isteği uyandırıyordu bende.

"Hüma'cığım, bu Imset." diyerek hüzünlü gözlerle bakan adamı gösterdi İsis. Tanıştırma işi ona kalmıştı çünkü Hathor, Horus'u alttan alttan ikna etmeye çalışırken, Hapi yemeklere gömülmüştü. Fazla iştahlıydı. Yarasın koçuma.

İsis'in adını söylemesiyle Imset'i hatırlamam uzun sürmedi. Heliopolis'e ilk geldiğimde görmüştüm onu. Unutmam benim hatamdı.

Imset, kardeşleri arasında en hüzünlü olanıydı çünkü kanopik kavanozlardan karaciğerle bağlantılı olandı. Karaciğer ise duygularla ilişkilendiriliyordu. Bu yüzden Imset tüm o hisleri taşımak ve bunları aşmak zorunda kalan tanrıydı benim gözümde. Sanırım gerçekten de öyleydi. Tıpkı Anubis gibi anlaşılmaya ve görülmeye ihtiyacı vardı bir yerde onun da.

Usulca başımı eğip selamladım onu, tıpkı onun yaptığı gibi.

İsis bu kez dik duruşlu olanlardan ilkini gösterdi eliyle. "Duamutef." Sonra diğerini, "Qebehsenuef." diye tanıttı. Sona kalan kişi de tahmin ettiğim gibi Ihy idi.

Duamutef, direkt olarak ölümle ilişkilendirilirdi. Adının anlamı; annesine bağlı kişi veya ana vatanına tapmak anlamına geliyordu. Gözlerinde bilgeliğin izleri vardı çünkü Yaratıcı Tanrıça Neith de midenin korunduğu kanopik kavanozu koruyordu. Duamutef'in amacı da o kavanozun, dolayısıyla yaşamın koruyuculuğunu yapmaktı.

Qebehsenuef, koruma tanrısıydı. Adının anlamı; kardeşlerini tazeleyen demekti. Bağırsağın bulunduğu kanopik kavanozu korumakla yükümlüydü ve bu aynı zamanda onu Akrep Tanrıçası Serket ile bağdaştırıyordu. Ölen kişi zehirlenmişse şayet, bağırsakta zehir bulunurmuş. Akrep ise zehirli bir varlıktı.

Yemek sonunda Horus'a sataşma ihtiyacı hissettim. İçimdeki yaramaz çocuğa dur diyemiyordum. Ona ayak uydurmak oldukça eğlenceliydi.

"Eee abiciğim... Kıyacak mısın nikahımı?"

Hapi yanı başımda, "Adam şimdi ebesinin nikahı diyecek." dedi gülerek. Bu beni de güldürdü.

"Evlenmesen olmaz mı?"

"Vermeyecek misin beni?"

Dudaklarımı büzerek sorduğum soruya cevap vermedi. Ne gibi bir saçmalık söyleyeceğimi düşünüyor gibiydi yüz ifadesi. Ihy ve Hapi ise kıkırdıyordu.

En nihayetinde Horus'un soruma cevap vermeyeceğini anladığımda, "Vermezsen kaçarım." diyerek dozu arttırdım. Yanımda oturan iki yeğenim bu söylediğime karınlarını tuta tuta gülerken, Horus başını diğer tarafa çevirmekle yetindi.

"Küstün mü?"

Omuz silkti.

"Ama abi!"

"Ne abisi? Sen vermişsin zaten kararını." diyerek trip attı Horus. Hala dönmemişti bana.

"Hapi ve Ihy için kime çektikleri belli oldu demiştin ya." diyerek Qebehsenuef'e doğru yaklaştığını gördüm Duamutef'in. "Bence bir daha düşün. Babamın da onlardan aşağı kalır yanı yok."

O ikisiyle uğraşmayı sonraya erteleyip Horus'a cevap verdim. "Kararıma saygı duyacak mısın?" Tek kelime etmedi. "Bu sessizliğini evet olarak kabul etmeli miyim?" Omuz silkti. "Ettim gitti! Nikah memuru da sensin."

Horus yeni bir şokla bana doğru döndüğünde bu kez masadaki herkes gülüyordu. Hatta gözlerine hüzün oturmuş Imset bile...

Bu masa tam bir aile sofrasına döndü bu vesileyle. Horus ise 'En Son Babalar Duyar'daki baba figürüydü hiç şüphesiz. Eh, beş tane çocuğu yaparken bana sormamıştı neticede, herkesten daha babaydı. Bana da babalık yapıversindi.

***

Selam! Nasılsınız bakalım?

Güzel bölümlerden birisiydi bu. Birkaç tanrıyı daha tanımamız ve birkaç olay daha yaşamamız gerekiyor. Sonrasında asıl olaylara geçeceğiz. 😈

Bölümü nasıl buldunuz?

Eğlendiniz mi?

Set'in fırsatçılıkta seviye atlamış olmasına ne diyorsunuz?

Hathor'un onları dikizlemesi peki?

Horus'un evlenemezsin diye tutturması?

Peki şu meşhur çocuklar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hathor ve İsis'in, Horus delirirken şampanya patlatıp kutlama yapması kaç puan? İşte benim kızlarım. 😏

Horus ve Hathor'un çocuklarından en çok hangisini sevdiniz?

Sonraki bölümde neler olacak dersiniz?

Karakterlere ne söylemek istersiniz? 👇

Hüma 👉

Set 👉

Horus 👉

Hathor 👉

İsis 👉

Hapi 👉

Ihy 👉

Imset 👉

Duamutef 👉

Qebehsenuef 👉

Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Loading...
0%