Yeni Üyelik
46.
Bölüm

21. Bölüm - Dejavu

@aysenurtekkanat

Anıların tekrara düşmesinin bir adı olması fikri ne garipti. Oysa ki bizler her şeyi deneyimlemek isterdik şu hayatta. Her çiçekten bal almak denebilirdi buna belki, hatta en doğru tabir bu olabilirdi ama evet farklı şeyler yaşamayı hepimiz isterdik. Fakat şu an içinde bulunduğum bu durum buna pek müsaade etmiyordu.

İnsanlar buna dejavu diyordu değil mi? Öyleyse hayatımın en büyük dejavusunu yaşıyordum.

Sert ve soğuk rüzgarın savurduğu kumlar, tenime bir kurşun gibi saplanıyordu. İnce sızılar bırakıyordu ardında. Acıtıyordu. Bana varlığıyla zarar veremeyen rüzgar, canımı yakmak için farklı yollar arıyordu.

Buraya ilk kez gelmiyordum. Varlığımla tehdit edildiğim o dönemde, hayat ve ölümden ziyade ölüm ve hiçlik arasındaki bir savaşın baş kahramanı olmuştum. İnsanların yüreğinde taht kuran o masal kahramanlarından birisi gibi başıma gelen zorluklarla mücadele etmiştim. Ama onların aksine beni lanetleyen bir cadı olmamıştı, bizzat beyaz atlı prensin kendisiydi. Belki de o prenseslerin hepsi bu yüzden yaşadıklarını kolayca atlatabilmişti. Bense bunu hala başaramamıştım. Af vardı ama unutmak... İşte o mümkün olmayan yegane şeydi.

"Burada ne yapıyoruz?" diye sordum kollarımı kendime sararken. Beni etkileyen şey soğuk ya da rüzgar değildi. Karanlık veya sessizlik de... Ruhumu daraltan, etrafa korku dolu gözlerle bakmama sebep olan şey anılardı. Devasa bir dejavuydu canımı yakan ve Apep, beni buraya getirirken, bunun olacağını elbette biliyordu. Bu yüzden geldiğimiz anda kolumu bırakmış, kendi içimde verdiğim mücadeleyi seyre dalmıştı.

Duygudan yoksundu o. Birine değer vermesi mümkün değildi. Onca zaman peşinden koştuğu, ikna etmeye çalıştığı kızı, beni, böylesi bir yıkıma alet etmesi de bu yüzdendi.

"Gel." dedi yalnızca. Tek kelimelik emrinin ardından yüzüme bile bakmadan yokuş aşağı yürüdü.

"Sen böyle söyledin ya, hemen gelirim zaten." diye mırıldandım kendi kendime. Gözlerimi kapatıp odaklandım. Aklımda, gözümün önünde Heliopolis vardı ve benim tek hedefim oraya varmaktı ancak işler planladığım gibi gitmedi. Bileklerime dolanan halatlar öne doğru yalpalamama sebep olurken, derimin üzerinde bir ateş yanıyormuş gibi hissettiriyordu.

"Öylece gitmene izin vereceğimi de nereden çıkardın?"

Bileklerimdeki halatı çekiştirdim ama bu canımın daha çok yanmasından başka bir işe yaramadı.

"Daha zeki olduğunu sanıyordum." diyerek halatı daha çok asıldı Apep ve bu dengemi hepten kaybetmeme yetti. Dizlerimin üzerine sertçe düşerken, acı dolu bir çığlık attım. Bileklerimdeki yakıcı his yüreğimin de zonklamasına yetiyordu.

"Bana bunu neden yapıyorsun?" dedim dişlerimi sıkarken. Bağırmamak, yalvarmamak için kendimi sıkıyordum çünkü bu iblisin karşısında daha fazla aciz duruma düşmek istemiyordum.

"İşime yarayacaksın." dedi Apep ve bir kez daha çekti halatı. Bu kez avuç içlerimin de yerle bağlantısı kesilmişti. Göğsümün üzerine düşmüştüm.

"Ya kalk ya da seni oraya sürükleyerek götüreyim. Seçim senin tanrıça?"

Başka bir şey düşünmeliydim. Ondan kurtulmanın mutlaka bir yolu olmalıydı. Belki, bir ihtimal Anubis'e ulaşabilirdim, sonuçta Duat onun bölgesiydi ve bana yardım etmesi mümkündü. Veya Osiris'e haber gönderebilirdim.

Kahretsin!

Tanrıların birbirlerine nasıl ulaştığını bilmiyordum ki ben.

Uysal bir şekilde yerden kalktım. Neyse ki bana bunun için zaman tanımıştı. Bileğimdeki halatı işaret ettim çoktan buğulanmış gözlerimle. Onun karşısında ağlamak istemiyordum ama yüreğime oturan bu acıya da katlanmakta zorlanıyordum.

"Çıkarır mısın?"

"Hayır." dedi keskin bir dille. Ardından yeniden yürümeye başladı. Yerlerde sürünmek ve onun karşısında daha fazla bu duruma düşmek istemediğimden dolayı peşinden gittim küçük adımlarla ama bileklerim hiç de iyi değildi. Her adımımda dizlerim titriyordu acıdan. Vücudumun bir bölgesindeki acının her yerimi bu şekilde etkilemesi çok saçmaydı ama olan şey tam olarak buydu.

Şansımı bir kez daha denemek istediğim için, uysal bir ses tonuyla, "Beni neden buraya getirdin?" diye sordum. Araf Ormanı'nın sınırlarına girmiştik çoktan. Sandığımın aksine iblisler çıldırmamış veya peşime düşmemişti ama bu, bunun olmayacağı manasına gelmiyordu. Yine beni avlayacaklardı, tıpkı rüyamdaki gibi. Hoş, o rüyada hepsi ölüyordu. Belki de onları öldüren Apep olacaktı.

"Korkuyor musun?"

"Evet." dedim hiç tereddütsüz. Bu ona zevk vermezdi çünkü bunu hissedebileceği bir varlığı yoktu. İnkar etmenin de bir anlamı yoktu.

"Korkma. Küçük bir işimiz var, sonra seni geri götüreceğim ve bir daha asla canın yanmayacak." diyerek yürümeye devam etti. Kadifemsi ses tonu içimde ona inanma isteği uyandırıyordu. Beni yine manüpüle etmeye çalıştığının gayet farkındaydım ama ses tonunun da ne kadar cezbedici olduğunu inkar edemezdim.

"Ne işi?" dediğim sırada, acıya dayanamayan bir damla yaş sol gözümden firar etti. Halatın çevresi kızarmıştı çoktan ve beyaz renkli, parlak halatın üzerinde kırmızı kan lekeleri yer bulmuştu kendine.

"İblislerimi buradan çıkaracağız."

"Onları ben hapsetmedim. Benim burada bir yetkim de yok zaten. Neden beni buraya getirdin?"

Sorumu yinelemem hoşuna gitmemişti. "Sen yapmadın ama baban yaptı." diye cevap verdi yine de. Ne dediğini tam olarak anlamamıştım ama bir şekilde işin ucu Osiris'e dokunuyordu. "Osiris, ilk tanrılar kadar aptal değildi." dedi Apep yürürken. Gözlerimden akan yaşlara rağmen sessizce yürümeye ve onu dinlemeye devam ettim. Tek kelime etmemeye yemin etmiş gibiydim. "Benim esaretimi sona erdiren ilk tanrıların kibriydi. Kendilerine o kadar güveniyorlardı ki kilidi yüreklerinde sakladılar ama Osiris bunu yapmadı. İblislerimi buraya kapatırken ve aciz bedenlere hapsederken, onların kilidini soyunda sakladı. Onun soyu, Duat'ın anahtarıydı ve o anahtar ölümle yaşamı birbirine karıştırıp, Duat'ı ve yaşayanların dünyasını yok oluşa sürükleyebilirdi." Başını çevirip bana baktı. Dudaklarında duygudan yoksun bir gülümseme vardı. Karanlıktı ve acıma duygusu kesinlikle yer edinmiyordu. "Sen o anahtarsın Hüma. Burada yetkin olmayabilir ama varlığı sana bağlı ve ben bu varlığı yok edeceğim. Sen ise bana o kilidi açacaksın."

"Yapmayacağım!" dedim anlık bir parlamayla. Acıdan dolayı dişlediğim dudaklarım parçalanmıştı. Avuç içlerimde tırnaklarımın açtığı yarım ay şeklinde yaralar mevcuttu ve bileklerimdeki kızarıklık artık kırmızıdan daha koyu bir renkti. Bacaklarım gittikçe daha çok titriyor, canım her geçen dakika daha çok acıyordu. Üstelik Apep'in amacı korkuyu iliklerime kadar hissetmeme yetiyordu.

"Senin yapmana gerek yok zaten. Yalnızca toprağa birkaç damla kanının damlamasına ihtiyacım var."

"Daha önce de kanadım burada. Belki de aradığın anahtar ben değilimdir."

Başını iki yana sallayarak reddetti. "Doğru, kanadın ama kilidi kıracak olan sözcükleri kimse söylemedi."

Buna karşılık olarak söyleyebileceğim tek bir kelime vardı ve ben onu söylemekten bir an olsun tereddüt etmedim. "Sıçtık."

"Ne?"

Omuz silktim. Anlamasını zaten beklemiyordum ama açıklamak da içimden gelmiyordu. Üstelik uzaktan duyulmaya başlayan iblis çığlıkları da tedirginliğimi arttırıyordu.

Kısa sayılabilecek bir zamanın ardından ormanın ortasında durduk. Burada her yer birbirine benziyordu ve benim net olarak yerini bildiğim tek şey şüphesiz teraziydi. Hakikat Dağı'nın yanıp sönen ışığı, ormanı bir an ışığa boğuyor ve hemen ardından yeniden karanlığa hapsediyordu. İçimdeki korku ise iliklerime kadar titrememe yetiyordu.

Bir iblis çığlığı yankılandı arafta. Bu çığlık, gözlerimin önüne, öldürdüğüm ve neredeyse beni öldürecek olan o iblisleri getirdi. Kısa süreliğine de olsa hatırladığım o anlar dizlerimin bağının çözülmesine yetti. Zaten bileklerimdeki halat neredeyse bütün enerjimi çekmişti ve ben, benden geriye bomboş bir kabuk kalmış gibi hissediyordum.

İblislerin çığlıkları arttı ve arafı inletti bir kez daha. Adım sesleri, dört nala koşan bir atınkine benziyordu. Sayıları kaçtı? Duat'ın diğer yerlerine de gidiyorlar mıydı? Varlığımı hissettikleri kesindi artık ama umarım başka kimseye zarar vermiyorlardı.

"Beni öldürecekler." diye fısıldadım uzun bir sessizliğin ardından umutsuzlukla. Umudun ışığı, pili bitmek üzereymiş gibi görünen Hakikat Dağı'nın ışığı gibiydi benim için. Apep başarılı olursa şayet, bu benzetme anlam kazanırdı.

Bulunduğumuz alana karınca sürüsü gibi hızla doluştu iblisler. Bakışları başta bendeydi ama sonra Apep'e döndüler. İkimize de saldıracaklarını düşündüğüm o kısacık sürenin ardından, beni şoke eden o hamleyi yaptılar. Bir dalga misali dizlerinin üzerine çöktü tüm iblisler. Elbette bu mantıklıydı fakat ben, onların itaatkar tarafını hiç görmemiştim, bu yüzden şaşırıyordum. Çünkü onların bana karşı ilk tercihi hep saldırmak olmuştu.

"Efendimiz." dedi içlerinden biri. Uzun zamandır su içmeyen bir adam gibiydi sesi. Hasta ve yorgundu ve ben bu ses tonunu yalnızca beş gece önce rüyamda duymuştum. Bu farkındalıkla titremem ve Apep'in bacaklarının arkasına saklanmaya çalışmam kaçınılmazdı. Rüyamda olmayan tek kişi Apep'ti ama tüm bu iblisler ve yaptıkları, işte hepsi buradaydı. Ve o an bir şeyin daha farkına vardım. Rüyamdaki o hissiz tavrım belki de bana ait değildi. Apep ile iç içe geçmişti benliğim ve o, bu kez bana bedenen görünmemiş, hisleri ve düşünceleriyle yoldaşlık etmişti. Belki de aslında en başından beri rüyamdaydı, yalnızca kendini göstermemişti.

"Kalkın." diye emretti Apep. Bana karşı kullandığı o kadifemsi ses tonundan emir duymak garip gelmişti ama unutmamalıydım ki o aslında bir liderdi.

İblisler birer birer ayağa kalktılar. Birkaçının gözü benim üzerimdeydi ama ilginç bir şekilde bu beni rahatsız etmedi. Çünkü bu kez Apep'in beni koruyacağından emindim. Eğer korumayacak olsaydı, arkasına saklanmama müsaade etmez, beni tuttuğu gibi önlerine atardı. Olabilecek en yanlış kişiye güveniyor olmam bir yana, bileklerime dolanan halata ise artık dayanamayacak raddeye gelmiştim.

"Çöz şunu." dedim inleyerek. Yanaklarım sırılsıklam olmuştu ağlamaktan ve sesim çatlıyordu. Gözlerim yanıyor, burnum akıyordu. Rezalet bir haldeydim. Bundan nefret ediyordum.

"Bizi kurtarmaya mı geldiniz?" diye sordu iblislerden biri.

"Ölüyoruz." dedi ardından bir diğeri. Bu kelime yeniden irkilmeme sebep olurken, daha büyük bir korkuya sebep olarak, "Kendimizi gizleyemiyoruz." dedi iblislerden başka biri. Sonrasında birkaç kafadan aynı ses yükseldi. Yardım et...

Apep, bir elini kaldırıp susmalarını sağlandığında, söylenenlerin ve yaşananların rüyamdakine bu kadar benzemesinin şokunu atlatmaya çalışmakla meşguldüm. Belki de tüm bunları bana gösteren kişi Apep değildi. Bir çeşit duru görüydü gördüklerim. Olabilir miydi?

"Sizi ben kurtaramam." dedi Apep. Sonra bakışları bana döndü. Mavi gözleriyle buluşan gözlerim daha çok acıdı çünkü gelecek olan şeyi biliyordum. Ben yapabilirdim ve Apep bunu dile getirmekten hiç çekinmedi.

"Ama tanrıça sizi kurtarabilir ve bunu yapacak."

İtiraz istemiyordu. Bana olan bakışları bunu bas bas bağırırken aksini düşünmem veya yapmam mümkün değildi. Öyle bir durumda bana yapacaklarını düşünemiyordum çünkü bunun bir sınırı olmayacaktı. Apep gibi bir varlığın, planını sabote edersem beni yaşatacağını düşünmek düpedüz salaklık olurdu.

Kolumdan tutup beni kaldırdı. Bileklerimdeki halatı çözüp bir kenara attığında, halatın parlak beyaz rengi söndü ve mat bir griye dönüştü. Öte yandan bileklerim feci haldeydi. Canım öylesine yanıyordu ki ellerimi hareket ettirmeye çalışmak işkenceden farksızdı.

Apep önce sol elimi tuttu. Avucumdaki kesik izine dokunduğunda ona engel bile olamadım.

"Tarih ve tekerrür." dedi kendi kendine. Sonra diğer elimi kavradı ve avucumu açmam için zorladı beni. Boşta olan elinin işaret parmağını avucuma uzattığında, parmağının kağıt gibi beyaz derisi yavaşça söndü. Çürürcesine bir buruşukluk ve siyahlığa bürünmesi kusma isteğimi uyandırıyordu. Üstelik yalnızca eli değil, bütün vücudu aynı durumdaydı. Bir an için karşımda duran yakışıklı, mavi gözlü adam, sonraki anda korkunç bir iblise dönüştü. Pençelerinin kavradığı elimi çekiştirmem, onu itmem hiçbir fayda sağlamadı. Çırpınışlarım canımın daha çok acımasından başka hiçbir şeye yaramazken, avucumun içinde ince, uzun bir kesik açıldı. Acı bir feryat koptu boğazımdan.

"Soyuma karışan anahtar teslim olsun."

İlk tanrıların dilinde söylenen tek bir cümleyle direncim kırıldı. Bedenim, koca bir lav çukuruna düşmüşçesine yanıyorken, boğazımdan kopan çığlıklar ormanda yankılanıyordu. Öyle bir acıydı ki bu, yok oluşun eşiğinde bile böylesiyle sınanmamıştım.

"Zindanıma hapsolan ruhlar bir bir çıksın."

Bu seferki cümlesi yalnızca bana değil, iblislere de acı çığlıklar attırdı.

Araf Ormanı usulca karanlığa gömüldü. Hakikat Dağı'nın ışığı bir daha yanmazken, kara bulutlar göğü çepeçevre sarmaladı. Gözlerim karardı ve bedenim iki büklüm yere yığıldı. Acım dinmedi ama bilincimle birlikte sesim de kısıldı.

"Kilit kırılsın! Ölümle yaşam karışsın! Duat'ın sonu yazılsın! Ve kıyamet kopsun!"

*

Set'in Ağzından...

Sarsıntıyı hissettiğimde Heliopolis'teydim. Hüma'nın nerede olduğu hala bir sırdı ve ben onu bulamadığım bu beş gün boyunca delirmiştim. Çekilmez, huysuz ve acımasız bir adama dönüşmem kaçınılmazken, tanrılar meclisinden de konu hakkında en ufak bir gelişme çıkmıyor oluşu tüm bunları perçinlemekten öteye gitmiyordu. Sözde dünyanın hakimiyeti bizdeydi ama bir kızı bile bulamayan bir avuç işe yaramazdan fazlası değildik.

"Duat'ta bir şeyler oluyor." dedi Anubis. Gözlerindeki endişeyi görmemek imkansızdı.

Bir sarsıntı daha geldi. Bu kez yeryüzünü de etkileyen bu sarsıntının kaynağı hiç şüphesiz Duat'tı.

"Apep mi saldırıyor?" diye sordu Nephthys. İlk akla gelen ve muhtemelen doğru olan bir çıkarımdı bu.

"Kontrol edeceğim." diyerek gitmeye hazırlanan Anubis'in kolunu tuttum hemen. Eğer Apep, Duat'taysa, Hüma'nın da orada olma ihtimali vardı ve ben bu ihtimali görmezden gelemezdim.

"Seninle geliyorum."

"Ben de öyle." diye öne çıktı Horus. Aramız iyi olmasa bile aynı amaç için savaşmak buzları bir nebze de olsa eritmişti.

"Hepimiz gitmeliyiz. Eğer gerçekten Apep'se kimse tek başına başarılı olamaz." dedi Hathor. İblislerin ona yaptıklarından sonra oraya geri dönmeye gönüllü olması takdire şayandı.

"İblisler seni rahat bırakmaz."

Horus'un uyarısı üzerine, "Eğer Apep oradaysa iblislerin Hathor'u umursayacağını pek sanmıyorum." diyerek lafa atladı İsis. "Aslında hiçbirimizi umursamazlar."

"Bu da ne demek?" diye sordum. Ancak aldığım tek yanıt, "Gitmeliyiz... Geç olmadan." oldu.

Böylelikle Duat'a ilk kez gelmiş oldum. Burası cehennem gibiydi. Her yer yanıyor, çığlıklar kulakları sağır edecek kadar yükseliyordu. Beyaz suretler ruhları birer birer emiyordu. Ölüler ve yaşayanları birbirinden ayıran perdede oluşan çeşitli yırtıklardan yaşayanların dünyası görünüyordu. Bazı insanlar dehşete düşmüş bir şekilde bu tarafa bakıyordu ve ruhlardan bazıları perdenin diğer tarafına geçmek için birbiriyle savaşıyordu. Tam bir kaos hakimdi burada.

Anubis dehşete kapılmış bir halde, "Evim..." derken, İsis, ancak bir annenin sahip olabileceği endişeyle, "Hüma." diye mırıldandı. Sonrasında onu tutmak pek de mümkün olmadı. Nerede olduğunu biliyormuşçasına ormana daldı İsis. Herkes farklı bir yere dağılıp bu kargaşaya son vermeye çalışıyordu. Pek başarılı oldukları söylenemezdi. Bense hayattaki en büyük bencilliği yaptım o an. Çevrede olup biten hiçbir şey gözüme gelmezken, İsis'in peşinden ormana girdim. Önüme çıkan iblisleri birer birer alt ettim. Üstüme bulaşan iblis kanı kıyafetlerimi siyaha boyuyordu ama ben bu duruma alışkındım. Defalarca kez savaşa girmiş, defalarca kez kanla yıkanmıştım. Bir iki damla kan beni yıldıramazdı.

İsis çığlık attığı sırada bir iblisin kafasını gövdesinden ayırıyordum. Elimdeki kılıcının kabzası kandan dolayı kayganlaşmıştı ama bu tutuşumu zayıflatmaya yetmedi. Önüme çıkan bir başka iblisi de ikiye böldüğümde onlarca ceset etrafa saçılmıştı çoktan.

İsis'in gittiği tarafa koştum hızla. Yalnızca birkaç metre sonra açık bir alanda durdum. Açıklığın tam ortasında beyaz saçları ve mavi gözleriyle genç bir adam dikiliyordu. Oldukça temizdi görüntüsü ve tek bir hasar dahi almamıştı. Ayaklarının dibinde cansızmış gibi yatan kızın sağ elinden akan kan, toprakta genişçe bir alana yayılmıştı. Saçları dağılmış, teni solmuştu. Nefes alışverişi oldukça düzensiz ve zayıftı. O kız Hüma'ydı ve hemen sol tarafta, bir ağacın dibinde duran, kızına ulaşmak için çırpınan kadın, beni gerçekten ona getirmişti.

"Onun için mi geldin?" diye sordu Apep gözleriyle Hüma'yı işaret edip. Yüzündeki alaycı gülümseme tamamıyla rakibini manüpüle etmek, zihinsel anlamda yerle bir etmek için vardı.

"Hayır." diye yalan söyledim. "Senin için geldim."

Hiç vakit kaybetmeden ona doğru hamle yaptım ancak Apep fiziksel kavgaya girmeye pek niyetli değildi. Büyüsü etrafımı sarıp beni de İsis gibi geriye savurduğunda bir ağacın gövdesine çarptım. Kuru ağaç parçalara ayrılırken, yerde yuvarlandım. Bu, beni pes ettiremezdi.

Yerden kalktım. Kılıcımı elime aldığımda artık insan formunda değildim. Tanrısal vücudum, insani bedenimi bir zırh gibi sarmalarken, etrafımı saran kızıl alevler tam olarak bir tanrı gibi görünmeme yetmişti. Sonrası zorlu bir mücadeleydi.

Apep'e ilk darbeyi indirdiğimde afallamasından faydalanıp onu Hüma'dan uzaklaştırdım. Bu vesileyle onun büyüsünden kurtulan İsis, kızına ulaşabildi.

"Onu götür!" diye seslendim Apep'in darbesi göğsüme çarpmadan önce. Neyse ki İsis lafımı ikiletmedi ve Apep ona engel olamadan Hüma'yla birlikte ortadan kayboldu.

"Bunun bedelini ödeyeceksin." diyerek üzerime yürüdü Apep. Bu hali beni güldürdü çünkü öfkeli gibi görünüyordu ama bu yalnızca bir maskeden ibaretti. O, öfkeyi hissedemezdi.

"Bunu ilk kez duymuyorum." dedim yerden kalkarken. "Bedel ödetmek isteyen çok oldu ama bak, hala buradayım."

Kollarımı iki yana açıp kendimi gösterdiğimde koca bir ışık demetini savurdu göğsüme. Kılıcımla ikiye böldüğüm ışık, iki yanımdan ormana yayıldı. Normal şartlarda aydınlık getirecek olan bu enerji, ormanın zeminini çorak bir toprağa dönüştürürken, ağaçları dümdüz etti.

"Seninle işim bittiğinde ölmüş olmayı dileyeceksin." diyerek yeni bir tehdit savurdu Apep. O sırada perdedeki yırtıkların kapanmaya başladığını fark ettim. Osiris kontrolü yeniden ele alıyordu ve bu, iblislerin eski hallerine dönmesi demek oluyordu.

"Buradan hangimizin sağ çıkacağını birlikte göreceğiz." dedim dikkatini perdeden çekmek için. Amacım Apep'i şimdi alt etmek değildi, zaten bunun için fazlasıyla hazırlıksızdım. Yapmak istediğim şey Osiris'e biraz zaman kazandırmak ve Apep'in vereceği zararı en aza indirmekti. Öyle de yaptım. Apep'le olan mücadelem, "Sen beni oyalıyorsun." diyerek her şeyi fark ettiği ana kadar sürdü. Bu süreçte aldığım yaralar beni bitap düşürmüştü ama sonuçtan memnundum. Apep, ışık demetlerinden birini daha savurdu bana doğru ve ben bir kez daha kılıcımla ortadan ikiye yardım büyüsünü. Arkamda bir pelerin misali savrulan küller, önümde bana doğru gelen yakıcı ışıklardan sonra, orada yalnızca ben kaldım. Apep, sırra kadem bastı ama Duat'ı yıkamadı.

***

Merhaba.

Bölümü nasıl buldunuz?

Apep'in Hüma'yı bu şekilde kullanacağı aklınıza gelmiş miydi?

İblislerin geri dönüşü sizce nelere sebep olacak?

Tanrıların hepsinin Duat'a gelmesine ne diyorsunuz?

Set ve Apep savaşı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Set'in, Osiris'e zaman kazandırmak istemesi peki?

Sizce bundan sonra neler olacak?

Karakterlere neler söylemek istersiniz? 👇

Hüma 👉

Set 👉

Apep 👉

Anubis 👉

İsis 👉

Horus 👉

Hathor 👉

Nephthys 👉

Ve aklınıza gelen diğer tanrılar 👉

Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Loading...
0%