Yeni Üyelik
47.
Bölüm

22. Bölüm - Kara Bulutlar

@aysenurtekkanat

Bazı günler güzel başlamaz. Güneş tüm ışığıyla parlamaz ve günün o ilk ışıkları bazen yüzümüzde gülümseye yol açmaz.

Gözlerimi açtığımda Heliopolis'te, İsis'in sarayındaki odamdaydım. Set yanıbaşımda oturuyordu. Ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum, Apep'le geçirdiğim beş günü düşündüğümde sorgulamak da istemiyordum açıkçası.

Saçlarımda dolanan parmaklar, normal şartlarda bana huzur verirdi. Güzel bir uyanış ve yepyeni bir gün vaat ederdi fakat bu kez tedirginlikten başka bir getirisi olmamıştı. Çünkü beş gün önce de aynen bu şekilde uyandırılmıştım. Neyse ki bu kez korktuğum gibi olmadı.

"Nihayet."

Set'ten duyduğum bu tek kelime ister istemez gülümsetti beni ama bu gülümseme geldiği gibi gitti. Yerimden hızla doğrulmam canımın yanmasına sebep oldu. Set, bir elini sırtıma koyarak destekledi beni ama yine de rahatlamadım.

"Apep? Herkes iyi mi? O ne yaptı? Ben... Ben böyle olsun istemedim. Beni zorladı ve..."

"Şişşşt..." diyerek beni yatıştırmaya çalışırken, işaret parmağını dudaklarıma bastırdı Set. Ardı ardına sıraladığım şeylerin beni ne kadar korkuttuğunun farkında olduğunu biliyordum, gözlerinden okunuyordu. "Sakinleş. Olan oldu ve bu senin suçun değil. Geri alamayız ama telafi edebiliriz. Edeceğiz de. Yalnızca vakti var."

"Ama Duat..." diye itiraz edecek oldum. Yine susturdu beni.

"Duat güvende. Osiris kontrolü sağladı ve iblislerin bir kısmını hapsetmeyi başardı. Şu an düşünmen gereken son şey Duat'ın akıbeti."

Sustum. Başımı omzuna yatırdığım sırada sağ avucumdaki kesiğe takılı kaldı bakışlarım. Acıyordu. Henüz iyileşmemiş, hatta kapkara bir iltihap sarmıştı çevresini. Sanki oradan ölüm akıyordu. İblislerin kara kanı, benimkini kirletmiş gibi hissettiriyordu.

"Neden iyileşmiyor?" diye sorarken sesim titredi. Gözlerim, yaşadıklarımın ağırlığı sebebiyle dolu dolu olurken, bedenim, güvende olma ihtiyacıyla Set'e yaklaştı. Buna gerçekten çok ihtiyacım vardı. Yaşadıklarımı artık kaldıramıyor, tüm enerjim çekilmiş gibi hissediyordum. Oysa ben yaşama sevinciyle dolup taşan bir insandım bir zamanlar. Her insan gibi daha fazlasını arzulardım belki ama arzularım gerçekleşmediğinde o kadar da üzülmezdim, çabalamaya devam ederdim. Şimdiyse istediğim her şeye sahip olabilirdim ancak mutluluk belki de bunda değildi. Belki de mutluluğu bu kadar değerli kılan, onun için verilen çabaydı. Belki bu yüzden belki de şu an içinde bulunduğum durum, ömrümde karşılaşmış olduğum tüm problemlerden daha büyük olduğundandı bu bitiklik. Evet, bitmiştim. Öyle bir tüketmişti ki bu mücadele beni, düştüğüm yerden kalkmak, yola devam etmek, yeniden mutlu olmak çok zor geliyordu. Sahi, yeniden mutlu olabilecek miydim? En son ne zaman çabalarım sonuç vermişti benim? Öyle uzak bir zaman dilimindeymiş gibi geliyordu ki mutluluk, olduğum yere çökmek ve her şeyin sona ermesini beklerken ağlamak istiyordum. Öyle güçlü bir istekti ki bu, gözümden akan bir damla yaş, koca bir yükü sırtlanıyordu.

"Geçecek." derken büyük eliyle yanağımı kavradı Set. Yanağıma düşen saçlarımı omzumdan arkaya itti. Baş parmağı usulca hareket etti tenimde. Dokunduğu yerlerde karınca sürüleri gezindi sanki.

"Neden iyileşmiyor?" diye yineledim sorumu. Elimi biraz hareket ettirdiğimde akan iltihap, zaten dolu olan gözlerimi daha da doldurdu. Birazdan salya sümük ağlamaya başlarsam bu kesinlikle sürpriz olmayacaktı.

"Apep'in dokunuşu yüzünden." diye cevapladı en nihayetinde. "Heliopolis tüm yaralarımızı sarar ama söz konusu iblisler olduğunda o bile bir yerden sonra etkisiz kalır. Zamanla kapanacak yara ama normal bir yara kadar hızlı olmayacak bu."

Başımı salladım usulca. Tenim sakallarına sürttündü. Biraz daha sokuldum ona ve Set buna itiraz etmedi. Sımsıkı sardı kollarını etrafıma. Az önce yattığım yatağa benimle birlikte uzanıp sıkıca sarıldı bana. Tutuşu sahiplenici, saçlarımda gezinen elleri rahatlatıcıydı. Kokusu mest ediyordu beni.

"Yarın." dedi bir süre sessiz kaldığımızda. Ne demek istediğini anlamadım.

"Ne yarın?"

"Sana verdiğim süre doluyor."

Beynimde çakan şimşekler gözlerimin kocaman açılmasına yetti. Bana verdiği süre... Düğünümüzü planlamam için verdiği süre...

Şok, heyecan ve biraz da korkuyla hızlandı kalbim. Yarın evleniyor muydum? O kadar çabuk mu?

*

O kadar çabukmuş. Her şeyin bu kadar hızlı hazırlanmasını kesinlikle beklememiştim. Olanların üzerinden henüz iki gün geçmişti ve ben bu iki günün birini tümüyle uyuyarak geçirmiştim. Aslında şu son bir haftada o kadar çok uyumuştum ki, uyanık kaldığım süreler, filmin en heyecanlı yerinde giren reklamları anımsatıyordu bana.

"Kıpırdama Hüma." diye uyardı beni Hathor. Bu çılgın kadın, sabahın köründe, ki henüz güneş bile doğmamıştı, odamı basmış ve beni uyandırmıştı. Onun kadar çılgın olan oğulları Hapi ve Ihy ise aynı saatlerde saraydan gitmişti. Muhtemelen Set'in başına çökmüş, onu delirtiyor olmalıydılar. Hapi'yi azıcık tanıyorsam bundan son derece memnundu, Ihy ise benim için hala bir sır gibiydi.

"Sıkıldım ama. Kaç saattir burada oturuyorum."

Aşk tanrıçası elindeki tarağı başıma geçirdiğinde acıyla inledim. "Rahat dur. Güzel olman gerekiyor, bugün senin günün."

"Ve tanrıların ilk düğünü." dedim göz devirerek başımı ovuştururken. Hemen ardından bir darbe daha yedim başıma. "Vurma artık! Salak olacağım."

"Ne alaka?" diye soran aşk tanrıçası anlamayan gözlerle bakıyordu bana.

"Beyin nöronlarım ölüyor başıma darbe alınca."

"Tanrıça olduğunu unutuyorsun Hüma'cığım. O yüzden rahat dur yoksa bu tarağı daha çok yiyeceksin kafana."

Yeniden göz devirdim ama bu kez sesimi çıkarmadım. Bu kadın benden bile çatlaktı, dediğini yapardı.

Öğlene doğru nihayet beni azad etti Hathor. Tüm bu işkencenin sonunda aynadaki kadının muhteşemliği karşısında dilimin tutulmasına elbette mani olamadım. Karşımda resmen bir prenses duruyordu, teknik olarak öyleydim de zaten ama ilk defa bunu bu kadar net bir şekilde görmüştüm.

"Nasıl?" diye sordu Hathor. Otuz iki diş gülümsüyordu resmen bana. Kendini ve yaptığı işi son derece önemsiyor ve bununla gurur duyuyordu. Kesinlikle rol model alınması gereken güçlü bir kadındı o.

"Çok güzel." derken büyülenmiş gibiydim. Kaldı ki kimin yanında aşk tanrıçası olsa büyülenirdi zaten ama bu büyü başkaydı.

Bir eliyle çenemi kavrayıp yanaklarımı sıkıştırdı. Hırpalaya hırpalaya sevenlerdendi sanırım ama bana bu yönünü ilk kez gösteriyordu.

"Sen çok güzelsin çünkü."

"Fazla mı mütevaziyiz?"

Bir an durdu. "Ay evet fazla oldu. Ben de çok yetenekliyim şimdi ama günün yıldızı sensin o yüzden biraz mütevazi olabilirim."

İşte buna kahkaha attım. Günler sonra ilk kez dolu dolu gülmüştüm ve bu oldukça iyi gelmişti.

"Hadi gel, gelinliğin giy." diyerek elimden tutup kaldırdı beni.

"Ama ben gelinlik seçmedim ki... Fırsatım olmadı."

Sesim kısıldı sona doğru. Gözlerime hücum eden yaşlar görüşümü bulanıklaştırdı. Apep yüzünden her şey yarım kalmıştı. Hathor'un, senin günün, dediği gün bile bana çok yabancıydı. Hiçbir şey yapmamış, hiçbir şeye karar verememiştim. Öyleyse nasıl benim günüm olacaktı?

Aşk tanrıçası ses tonumdan bir problem olduğunu anladı. Elimi çekiştirmeyi bırakıp tam önümde durdu. Omuzlarımı sımsıkı kavradı güven verircesine. Kirpiklerimin altından baktığım koyu kahverengi gözleri anlayışla bakıyordu bana.

"Biliyorum, her şey çok zor ve sen daha bu dünyaya tam olarak adapte olamadan fazlasıyla mücadele etmek zorunda kalıyorsun. Bunun için öfkelisin ve korkuyorsun ama çok da güçlüsün. Üstesinden gelebileceğine olan inancım sonsuz Hüma. Hem bugüne hiçbir şeyin gölge düşürmesine izin veremezsin." dedi ve kısa süreli sessizliğin ardından, "Huysuz kocamın bile." diye ekledi. İşte bu beni güldürmüştü. Horus barut fıçısı gibi geziyordu etrafta. Onun öfkesi beni öyle eğlendiriyordu ki nikah memurum olacağını yüzüne vurup çileden çıkartıyordum onu. Sonra da karşısına geçip kahkaha atıyordum. O kahkahaları atan tek kişi değildim elbette ama bu durumu asla kabullenemeyen de oydu.

"Huysuz kocan beni dağ başına kapatıp düğünden vazgeçirmeye çalışmadan önce gelinliğimi göster." dedim gülerek. Muhtemeldi. Horus bunu yapabilme potansiyeline sahipti.

"Gelinliğini annenle birlikte seçtik." dedi Hathor hiç beklemediğim bir anda. Giyinme odasına girmek üzereydik ve bu söylediği duraksamam için yeterliydi.

"İsis'le mi?"

Hathor gülümsedi. "O da vardı ama insan olan annenden söz ediyorum ben."

"Ne zaman? Nasıl? Ne ara?"

Şaşkınlığımı sorularımla dile getirirken, annemin tanrıçalarla oturup gelinlik seçmesi fikrini, o sahneyi, bir türlü gözümde canlandıramıyordum. Annem onların kim olduğunu biliyor muydu?

"Sen kaçırıldıktan bir gün sonra." dedi. Sırtıma koyduğu eliyle beni giyinme odasına ittiğinde konuşmaya devam ediyordu. "İsis pek iyi değildi ve senin dönmeyeceğine inandırmıştı kendini. Bu düşünce onu yıktı. Bir şekilde toparlanması, döneceğine inanması gerekiyordu. İnanmayacaksın ama Horus, onu annene götürmemi istedi. Senin düğünün için hep birlikte hazırlık yapmamızı, dönüşüne hazırlanmamızı söyledi. Bu, İsis'e, döneceğine dair bir umut verdi. O da bu umuda tutundu. İnsan olan annenle ikisi senin için çabaladılar. Senin çocukluk fotoğraflarına baktılar, biraz özeline girip günlüklerini bile okudular. Sonuçta o günden beri bütün düğün planını ikisi yaptı, biz sadece hazırlık aşamasında yer aldık ve alıyoruz."

Ağzım bir karış açık kalmıştı anlattıklarıyla. Annem ve İsis'i bir arada, benim düğünümü planlarken düşünemiyordum hala. Sanki Hathor beni kandırıyormuş gibi geliyordu ama eline ne geçecekti kandırdığında sorusu bunun gerçekliğini bir tokat gibi suratıma çarpıyordu.

Gözlerim yeniden doldu ama bu kez üzüntüden değil, duygusallıktandı bu doluluk. Benim için çabalayan iki kadın, iki anne, benim annelerimdi. Birisi varlığımı korumuş, diğeri beni doğurup büyütmüştü. Birinin diğerinden hiçbir farkı yoktu gözümde. İkisi de birbirine güvenmişti. Biri en derin arzusunu açmıştı diğerine ve diğeri ona en büyük arzusunu armağan etmişti. Her ikisinin de ortak noktası bendim hiç şüphesiz ve yokluğumda tutundukları dal da, tıpkı ben doğmadan önce olduğu gibi, birbirleriydi. Yıllar sonra yeniden birbirlerine güvenmişti bu iki kadın ve bu güven yine benim hayatıma dokunan sihirli değnekle sonuçlanmıştı.

"Teşekkür ederim." dedim sebepsizce. Aslında bu teşekkürü annelerime etmem gerekiyordu.

Hathor hiçbir şey söylemedi. Onun yerine omzumu sıvazlayıp giyinme odasının kapısını açtı ve beni hafifçe içeri itti. Tam karşımda duran muazzam gelinlik aklımı başımdan almaya yetmişti.

Kırık beyaz renkteki kumaşın üstüne tonlarca taş işlenmişti. Üç parça şeklinde ayrılan kumaşın önce omuz kısmı işlenmiş ve gerdanı kapatmıştı. Küçük bir pencereyle ikiye ayrılan kumaşın göğüs kısmı da aynı şekilde işlemelerle doluydu. Belinde ise bir pencere daha vardı. Birkaç sıra halinde yeniden taş işlemesi başlayan elbisenin etekleri saten kumaştandı. İşlemler bir yerden sonra kesiliyordu ve bu farklı bir hava katıyordu. Gelinliğin sol bacak kısmı boydan boya yırtmaçtı. Her adım atışımda açılacağından emin olduğum bu model, buraya geldiğimden beri giydiklerimden pek de farklı değildi ve gerçekten sevmiştim. Hem eski hem de yeni yaşantımın birleşiminden oluşan bu gelinlik, hayal edebileceğimden çok daha güzeldi.

"Beğendin mi?" diye sordu Hathor umutla bana bakarken. "Annenler anlattı ve ben yaptım. Umarım iyi bir iş çıkarmışızdır."

"Çok." dedim kelimeyi uzatarak. Daha fazla ne diyebileceğimi bilememiştim. Dilim lal olmuş, dut yemiş bülbülden farkım kalmamıştı.

"Hadi o zaman, giydirelim seni."

Hathor gelinliği giymeme yardım etti. Tek bir parça haline gelmesini sağlayan tek şey sırt kısmında bulunan uzun bir fermuardı ve ben bunu sevmiştim. Önden bakıldığında üç parça halinde görünen bu tasarım illüzyon gibiydi. Kıyafet üzerime tam oturmuştu. Aynadaki aksim dut yemiş bülbülün daha fazla dut yemesine neden oluyordu.

"Çok güzel oldun." diyerek günün ilk iltifatını etti Hathor. Gerçi sabahtan beri bunu söylüyordu ama ilk kez tamamlanmıştı her şey. Bu yüzden ilk olarak bunu kabul edecektim.

"Teşekkür ederim. Senin sayende." demekten alamadım kendimi. Bu elbisenin her bir santiminde onun emeği vardı neticede.

"Rica ederim."

Odanın kapısı tıklatıldığında giyinme odasından çıktı Hathor. Aynadaki kadından gözlerimi ayırmam biraz vakit aldı ama en nihayetinde bunu başardım. Yeniden oraya takılı kalmamak adına hızlıca çıktım dışarı.

"Baba." dedim kendimi tutamayarak. Osiris buradaydı. Yorgun olduğu her halinden belliydi ama yine de gelmişti. Gözlerinin altı çökmüş, teninin üzerine işlenmiş olan yeşil damarlar daha da belirginleşmişti. Duat'ı yeniden kontrol altına almak elbette kolay olmayacaktı ama onu bu kadar yıpratacağını da hiç düşünmemiştim.

Gülümseyerek kollarını iki yana açtığında bekletmeden sarıldım ona. Kollarının arasında küçücük kaldı bedenim. Hathor'un saatlerce uğraşarak yaptığı saçlarımın üstüne kokulu bir öpücük bıraktı. Onun kokusu da benim burnuma doluyordu.

"Seni yeni bulmuştum oysa ki..." dediğinde gözlerim yeniden doldu. Belki de düğün fikri o kadar da iyi bir fikir değildi. Düğünlerin bu kadar duygusal olabileceği kimin aklına gelirdi.

"Bir yere gitmiyorum ki. Yanında olduğunu düşünmem yeter yanına gelmek için. Hem, artık Duat benim için tehlike de arz etmiyor."

"Apep'in gelişinin tek iyi yanı bu sanırım." diye mırıldandı saçlarımın üstünden. Bir kez daha kokladı beni. Kollarını sıkılaştırdı sanki kaçacakmışım gibi.

"Seni özledim."

"Ben de."

"Bir daha bu kadar uzak kalmayalık tamam mı?"

"Tamam."

Ne kadar süre sarıldık bilmiyorum ama ayrıldığımızda Hathor burada değildi. Onun yerine İsis vardı ve gözleri dopdoluydu.

Düğün fikri gerçekten de o kadar iyi bir fikir değildi.

"Çok güzel olmuşsun." dedi çatlak çıkan sesiyle. Ağladı ağlayacak bir hali vardı. Uyandığımdan beri onu görmemiş olmamın sebebi neydi bilmiyordum ama uyanık kaldığım sürenin kısalığı, yanımda olmayışını sorgulatmamıştı bana.

"Teşekkür ederim." derken birkaç büyük adımda yanına vardım ve ona da sarıldım. Az kalmıştı benim de ağlamama.

"Set'e söyle ve malikaneye taşının. Daha yakın oluruz." dediğinde gülme isteğimi bastıramadım. Tek bir düşünceyle yan yana gelebilirdik ve o daha yakın olmaktan bahsediyordu. Bu komikti.

"Kabul edeceğini sanmıyorum." dedim gülerek. Gülüşümün aksine gözlerim dolu doluydu.

"Sen ettirirsin."

Yine güldüm. "Heliopolis'in büyüsünü sevmiyorum anne." dedim sanki sıradan bir konuşmaymış gibi ama gerilen kasları bunun ne kadar şoke edici olduğunu haykırır nitelikteydi. "Her şey fazla mükemmel. Gerçek şeyler bu kadar mükemmel olmaz."

"Anne mi dedin sen?"

"Hı hı."

Onayımla kollarını sıkılaştırdı. Hemen ardından etrafımıza bir çift kol daha dolandı. Tam bir sevgi yumağı olduğumuz sırada kapı hiç çalınmadan açıldı.

"Bensiz mi?" diye soran Horus beni güldürmüştü. Hiçbir alınganlık belirtisi göstermeden gelip o da sarıldı ve biz ilk kez bir aile olarak bir araya geldik. Hep eksikti bir parçamız. Uzun yıllar boyunca o parça bendim. Sonra Osiris'i geride bırakmak zorunda kalmıştık ama şimdi bir bütündük. Anne, baba ve iki çocuk...

"Taşınmayacak mısınız?" diye sordu İsis az önceki sorusuna hitaben.

Cıkladım. "Arada geliriz ama çölü tercih ederim. Üzgünüm."

"Üzülme. Her gün görüşeceğiz." dedi bu kez de.

Sonra sustuk. Tek kelime etmedik ve orada, o şekilde, kalabileceğimiz kadar uzun süre kaldık.

*

Kızıl saray hiç değişmemişti. Hala aynı ihtişamını koruyordu. Çöl sıcağında kavruluyor, ısınan taşlar bir kedi misali mayıştırıyordu insanı. Burada üşümek mümkün değildi zaten ama sıcağın bunaltıcı etkisine maruz kalmıyor olmak büyük şanstı.

"Nasıl hissediyorsun?" diye sordu Astarte.

"Heyecanlı."

Çok heyecanlıydım. Neticede ilk kez evleniyordum ve böylesi bir dünyaya bir nevi kabulümdü bu düğün. Öte yandan şu son olanlardan sonra heyecan gibi bir duyguyu hissedebiliyor olmak içimi bir nebze olsun rahatlatmıştı. Karamsarlığım, heyecanımın ışığına boğulmuştu. Böylece yakamı bırakabilmişti. Bu yüzdendi ki en ufak bir burukluk yoktu içimde.

"Ailem ne zaman gelecek?" diye sordum aynadaki aksimden gözümü ayırabildiğimde. Geldiğimden beri put gibi dikilmiş kendimi seyrediyordum. Karşımda gerçek bir tanrıça vardı ve bu tanrıçanın ben olduğum gerçeği gün gibi ortadaydı. Oysa bu yeteneklere ilk sahip olduğumda kendimi bir tanrıça olarak görmek garip geliyordu. Varlığımı kabul etmek ise omzularımdaki yüklerden birini kaldırıp atmıştı.

"Hathor onları getirecek, yanlarında olmalı."

Usulca başımı salladım. Yeniden aynaya döndüğümde odanın kapısı iki kere tıklatıldı. İyi insan lafının üzerine gelir sözünü kanıtlayacak şekilde ailem ve Hathor girdi içeri. Koşarak gidip annemle babama sarıldım. Laboratuvar'da olanlardan sonra onları uzun bir süre görmemiştim. Özlemiştim. Şu an burada olmaları, her şey normale dönmüş gibi hissetmeme yetmişti. İlaç gibi gelmişlerdi adeta.

"Çok güzel olmuşsun bebeğim." derken sesi titriyordu annemin. Gözleri dolu doluydu.

"Bir peri kızı gibi..." diyerek onu destekledi babam. Yüzündeki ifade bundan pek de memnun olmadığını haykırıyordu ama aksi bir şey demek yerine, o ifadeyi gizlemek için çabalıyordu.

Kırık bir sesle teşekkür ettim onlara. Sabahtan beri üzerimde olan o duygusallığı bir türlü atamıyordum. Evlenmek gerçekten bu kadar duygusalsa kesinlikle yanlış bir karar vermiştim.

"Beni ağlatacaksınız." dedim gülerek. Birkaç adım geri gidip uzaklaştım onlardan.

"Ağlamak yok. Mutlu olman gerekiyor, bugün senin günün."

Bu lafı öyle çok duymuştum ki...

Onlara özlemle baktığım sırada fark ettiğim küçük ama benim için anlamlı detaylar gözlerimin yeniden dolmasına yetti. Annem, geçen seneki doğum gününde ona hediye ettiğim küpeleri takıyordu ve babam, babalar gününde aldığım saati. Kombinlerine bilerek bu detayları ekledikleri çok belliydi.

Babam sahte bir öksürükle dikkatleri üzerine çekti. "Kızımla biraz yalnız kalabilir miyim?" diye sorduğunda, bu sorunun annemi de kapsadığını anlamıştım.

"Neden?" dedi annem huysuzca. Bu konuşmanın dışında kalmayı kesinlikle istemiyordu ama babam kararlı duruşundan taviz vermiyordu.

"Dilek... Lütfen..." diye rica etti. Annem saçını savurarak odadan çıktı. Sırf huysuz ve çekilmez bir kadın olmadığını ispatlamak için dışarı çıktığından emindim. Astarte ve Hathor da hiçbir şey demeden gittiğinde babamla baş başa kalmıştık.

"Benimle ne konuşacaksın?"

İki adımda yanıma kadar gelip bir kolunu omzuma sardı babam. Birlikte odanın küçük balkonuna yürüdük. Çöl ayaklarımızın altında tüm ihtişamıyla uzanırken, bahçedekilerin karınca misali, bugünü hazırlamak için çalıştıklarını görebiliyorduk. Hapi ve Ihy'nin direktifleri, uzaktan da olsa duyuluyordu. O ikisi bugün için çok çabalıyordu.

"Onun kim olduğunu biliyorum." dedi babam. Set'in adını anmakta tereddüt ediyor gibiydi, bu yüzden 'o' olarak hitap etmeyi tercih etmişti.

Sessizliğimi korudum. Tüm dikkatim babamdaydı.

"Sana ne yaptığını da biliyorum." dediğinde neden endişe ettiği ve neden bu konuşmayı yalnız yapmak istediği anlaşılmıştı. "Kararına saygı duyuyorum Hüma. Biliyorum ki doğru olduğuna inanmasan, onda gerçekten seni etkileyecek bir şey görmesen bu evliliği kabul etmezdin. Eğer yanlış olsaydı binlerce yıldır kanlı bıçaklı olduğu kişiler karşı çıkardı başta. O yüzden sessiz kalıyorum. Onaylıyor musun diye sorarsan, hayır, onaylamıyorum ama aksini de söyleyemem. Bu konuda tamamen nötrüm ve ben ona değil, sana güveniyorum. Sadece şunu bil, belki hiçbir anlamı yok, gücüm yetmez ama ne zaman başın sıkışsa, sıkılsan, bunalsan ya da sadece kaçmak istesen baban hep yanında olacak. Sadece sarılmak için gel. Ağlayacak omuz aradığında... Gülmeye ihtiyaç duyduğunda... Özlediğinde... İstediğin her an gel. Seni çok seviyorum ve sana çok güveniyorum. Ne olursa olsun, arkanda değil, yanındayım. Bunu sakın unutma."

Sımsıkı sarıldım ona. "Sarılmaya ihtiyacım var." dediğimde güldü ama beni geri çevirmedi. O benim babamdı. Her şeyi öğrenmiş olması, benim yüzümden başının belaya girmesi veya verdiğim kararlar bunu değiştiremezdi. Aydın Polat benim babamdı ve ben her zaman, binlerce yıl bile geçse, onun küçük kızı olarak kalmaya devam edecektim. Hüma Polat olmaktan hiç vazgeçmeyecektim.

Babamla olan konuşmamızın üzerinden çok geçmemişti ki oda yol geçen hanına döndü. Kimin gelip kimin gittiğini bile seçemedim. Tam bir kaos ortamıydı ve bu kaosun tam ortasında ben yer alıyordum. Bir yandan saçımı düzeltmeye çalışan Hathor, diğer taraftan elbisemi çekiştirip daha iyi durması için çalışan annelerim, tepemde dikilip bıdı bıdı konuşan Astarte ve daha nicesi... Resmen odayı işgal etmişler ve beni de esir almışlardı. Bu esareti bitiren kişi Set oldu. Diğerleri birer birer odadan çıkarken, kalbimin son hız atmasına sebep olan adam ağır adımlarla yanıma geliyordu. Bakışları baştan aşağı beni süzüyor, sonra tam tersi istikamette ilerliyordu. Bu döngü defalarca kez tekrarlandı, keza ben de ona aynı şekilde bakmaktan kendimi alamadım.

Tanrıların, o parlak ve şaşalı giysilerinden vardı yine üzerinde ama bu seferki daha farklıydı. Normalde giydiklerinin aksine açık bir renkti. Altın rengi işlemelerin olduğu kırık beyaz renkteki giysi, benimkiyle inanılmaz bir uyum içerisindeydi. Omuzlarına, altın rengi vatkalarla tutturulmuş olan kumaş yine altın rengiydi. O fazla yakışıklıydı ve benim dilim daha şimdiden tutulmuştu.

Yanıma vardığında, "Evlenmek için çok bile beklemişiz." dedi mırıldanır gibi. Bugün aldığım iltifatlar arasından şüphesiz en güzeliydi bu. Kalbimi tekletmiş, nefesimi kesmişti ve ben, yalnızca birkaç dakika sonra bu adamın karısı olacaktım.

"Vaktimiz olmadı ki." dedim ben de onun gibi mırıldanarak. Gören bizi kendi kendimize konuşuyoruz sanabilirdi ama biz, birbirimizi ürkütmekten korkar gibiydik aslında. Ya da anın büyüsü çoktan bizi etkisi altına almıştı.

"O zaman vaktimiz varken evlenelim, çünkü her an bir şey olabilirmiş gibi geliyor bana. Seni bir kez daha kaybedemem. Bir üçüncüsünün daha olmasına katlanamam." dedi. Sonraki sözleri kendineydi. "İlki benim aptallığım yüzündenken üstelik."

Dudaklarımın yukarı doğru kıvrılmasına engel olamadım.

"Katılıyorum."

"Hangisine?"

Muzır bir gülümsemeyle bakıyordum bu kez ona. "Her ikisine de." dediğimde, düşen suratı kahkaha attırdı bana. Ellerimle yanaklarını kavrayıp kendime çektim dayanamayıp ve öptüm onu. Benden böyle bir atak beklemediği için bir an duraksadı ama hemen ardından öpücüğüme tüm tutkusuyla karşılık verdi. Sırtım sertçe duvara çarptığında ikimiz de çoktan kendimizden geçmiş durumdaydık.

Set, dudaklarını benimkilerden çektiğinde memnuniyetsiz bir mırıltı çıktı ağzımdan.

"Geceyi bekle karıcığım." diyerek dalga geçti benimle. Sesi bile gülümsüyordu.

"Henüz karın değilim." diye itiraz ettim.

"Ha şimdi ha beş dakika sonra, ne fark eder? Günün sonunda olacak olan bu değil mi?"

İşte buna verecek bir cevabım yoktu. Günün sonunda onunla evlenmiş olacaktım.

"Gidelim mi?" diye sorduğunda başımı sallayarak onayladım onu. Birlikte odadan çıktık ve törenin yapılacağı ön bahçeye geldik.

Oldukça geniş olan avlunun her yeri, tropikal çiçeklerle süslenmişti. Palmiye ağaçlarının dallarına asılmış yüzlerce ışık, gecenin çökmesini bekleyen yıldızlar gibiydi. Hava karardığında hepsi yanacak ve burası tam bir şölen havasına bürünecekti. Tonlarca kumaş etrafı süslüyordu ışıkların yanı sıra. Öylesine doğaldı ki her şey, sanki sonradan türetilmiş o kumaşlar bile buranın bir parçası gibiydi. Hayal ettiğimden daha güzeldi. Hapi ve Ihy muazzam bir iş çıkarmıştı.

Set ile birlikte Horus'un durduğu kemere doğru ilerledik. Tüm tanrılar, askerler, tanıdığım ve tanımadığım herkes buradaydı. Benim için en özel olanı annem ve babamdı. Onlardan bile daha özel olanıysa, Anubis'in yanında duran ve bir duman gibi görünen dedemdi. Onun burada oluşu gözlerimin dolması için yeterliydi. Zaten sabahtan beri sürekli ıslaktı kirpiklerim ama dedemin varlığı hepsini sollamıştı.

Başımı çevirip yanımda yürüyen adama baktığımda gözleriyle onayladı beni. Dedemin gelmesini onun sağladığını bu vesileyle anlamış oldum. Lahidden ilk çıktığında ve benim ödümü patlattığında, saçma sapan sözcükler silsilesinin arasında, dedemden söz etmiştim ona. Unutmamıştı ve bana verebileceği belki de en güzel hediyeyi vermişti.

"Teşekkür ederim." dedim dudaklarımı kıpırdatarak. Hiçbir şey söylemedi ama yüzündeki ifade yaptığı şeyden duyduğu memnuniyeti dile getirir nitelikteydi.

Horus'un yanına vardık. Yüzündeki ifade orada olmaktan pek memnun olmadığını haykırıyordu ama yine de isteğimi yerine getirmişti. Nikah memuru olmayı kabul edeceğine hiç ihtimal vermemiştim şahsen. Bir yolunu bulur ve kaçar diyordum ama yapmadı. Onun yerine hazırlanıp buraya çıktı ve bana gülümsemeyi tercih etti. Set'e ise homurdanarak bakıyordu. Üstelik bu bakışlar kesinlikle karşılıksız değildi. İkisinin bu hali beni güldürürken, kalabalığın arasında seçtiğim Thoth daha çok gülme isteği uyandırdı içimde. Sanırım ne zaman aklıma gelse buna gülecektim. Şaka gibiydi ama yeğenim, aynı zamanda üvey oğlum oluyordu. Diğer aile ilişkilerine ise girmeyi hiç düşünmüyordum. İçinden çıkılmazdı.

"Çöl Tanrısı Set, Hüma'yı eşin olarak kabul ediyor musun?" diye sorarken, hayır demesini istermiş gibi bakıyordu Horus.

Bu kadar kıskanç olacağı kimin aklına gelirdi?

"Evet."

Horus homurdandı. Sonra bana dönüp aynı soruyu, aynı bakışlarla sordu.

"Merhamet Tanrıçası Hüma, Set'i eşin olarak kabul ediyor musun?"

Dudaklarımda, artık kontrolü bende olmayan bir gülümseme vardı. Mutluluk hormonu bedenimin her köşesine yayılmıştı. "Evet."

Horus bir kez daha homurdandı. "O zaman ben de kendi kendime verdiğim yetkiyle sizi karı koca ilan ediyorum."

Gelini öpebilirsin repliğini söylememekte ısrarcıydı ama bu Set'i durdurmadı. Kimseyi umursamadan, yarım kalmış o öpücüğümüzü, tüm tutkusuyla bahşetti bana. Yumuşacık dudakları benimkileri kavradığında çevredeki her şey silindi. Alkış tufanı eski bir anının silik görüntüsü gibi kaybolurken yalnızca o ve ben kaldık. Uzun uzun, doyasıya bir öpücüğün ardından usulca ayrıldık birbirimizden ve az önce silinen o gerçeklik, bir faciayla geri döndü bize.

Gökyüzünde kara bulutlar kümelenmişti ve katran karası yağmur bugünü, benim günümü, tümüyle mahvetti.

***

Kötü yazar kahkahası atayım mı? 😈

Nasılsınız bakalım?

Bölümü nasıl buldunuz?

Sonunda evlendiler, bu konuda ne hissediyorsunuz?

Set'in, Hüma'nın dedesini getirmesine ne diyorsunuz?

Sondaki yağmur peki?

Sonraki bölümde neler olacak dersiniz?

Karakterlere neler söylemek istersiniz? 👇

Hüma 👉

Set 👉

Hathor 👉

Horus 👉

Hapi 👉

Ihy 👉

İsis 👉

Osiris 👉

Dilek 👉

Aydın 👉

Astarte 👉

Bu kadardı. Aklınıza gelen başkaları varsa onlar için de yazabilirsiniz.

Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Loading...
0%