Yeni Üyelik
50.
Bölüm

25. Bölüm - Deği̇şmeyen Arzular (Fi̇nal)

@aysenurtekkanat

7 Yıl Sonra...

~

Merhaba.

Bu mektup eline ne zaman ulaşır bilmiyorum. Öncesinde yazdığımın bile ulaşıp ulaşmadığından emin değilim. Belki de sana kendim veririm, kim bilir...

Kör edici bir beyazlığın ortasındayım. Apep'in kalesi, bembeyaz taşlardan örülmüş bir hapishane gibi. Her şeyin bir düzeni ve kuralı var, aslında var oluşun temelinde de bir kural var ama burası boğucu. İster istemez yabancı gibi bakıyorum çevreme. Aslında böylesi daha bile iyi olabilir çünkü gideceğim yer bana hiç de tanıdık değil.

Şu an bu yazıları okuyorsan aklından geçen şey bellidir; öldüğüm ve sonsuza dek yaşayanların dünyasını terk ettiğim.

Üzülme olur mu? Çünkü bazı seçimler kötü gibi görünse de en iyisidir. Ben bu seçimi bile bile yaptım. Bile bile yürüdüm ölüme.

Apep seni aldığında ve Duat'ı karıştırdığında oraya ilk kez girmiştim. İblislerin kaçışıyla birlikte dengeler bozuldu ve Duat artık ulaşılmazlığını yitirdi. Oraya ikinci kez gittiğimde, kahinle konuşmaktı amacım çünkü bu işin nereye varacağını bilmemek beni korkutuyordu. Kimse bilmiyor kahine gittiğimi ve bana söylediklerini. Bundan kimseye söz etmedim. Kahinin söylediği her bir kelimeyi günler ve geceler boyu düşündüm. Aslında cevap çok açıktı; ölecektim. Ama çözülmesi gereken tek şey bu değildi. Ölümü kendim seçmeliydim. Birine, sana, yol göstermeli, Apep'i alt edecek silahı vermeliydim çünkü o silahı asla kullanamazdım. Apep'e o kadar yakın olmam hiçbir zaman mümkün olmayacaktı ve ne zaman ki onu mühürlemek için yaklaşacaktım, işte o zaman sonumu yazmış olacaktım. Bu benim seçimimdi ve ben seçimimi ölümden yana kullandım.

Bazen gerçek gözümüzün önünde durur ama onu göremeyiz. Hayatın karmaşasında dalından kopmuş bir yaprak gibi savrulur ve savruluruz. Ne bakmaya fırsatımız olur ne de görmek için isteğimiz. Çünkü hayat bizi yorar. Belki ben izlemeyi ve gerçekten görmeyi, gerçekleri görmek için seçmedim ama olanın bu olduğunu anladım. Ben gördüm merhamet tarnıçası. Seninle aramda olan bağı, o bağın nereye varacağını ve ne getireceğini gördüm. Seni, bir sonraki beni yetiştirirken gördüm. Ona iyi bak ve ona benim yaptığımı yapmamasını söyle çünkü bazen gerçekleri görmemek görmekten daha iyidir. Ben görmeyi seçtim ve çok acı çektim. O kimsenin acısını sırtlanmasın, o acıları iyileştirmeyi öğrensin. Bana kimse öğretmedi ama sen ona öğretebilirsin.

Kendine iyi bak merhametin tanrıçası. Merhametinden hiçbir şey kaybetme ve onu tüm dünyaya yay. Dünya bunu hak ediyor.

~İmset

Gözlerimi kırpıştırdığımda koca koca yaşlar damladı, çoktan yıpranmış olan kağıt parçasına. Kat yerleri neredeyse yırtılacak düzeydeydi çünkü bu mektubu defalarca kez okumuştum. Her seferinde yüreğime düşen koru ise hala atabilmiş değildim. İmset'in tüm bunları planlamış olmasına, aradan geçen yedi yıla rağmen inanamıyordum. Biri ölüme nasıl bu kadar kolay yürüyebilirdi? İmset yapmıştı. Bu cesurca seçimi bizim için yapmış ve tüm dünyayı aslında o kurtarmıştı. O, bu dünyanın sessiz kahramanıydı.

"Hüma!" diye seslenen kişi meslektaşım Leila'dı. Öğle saatlerinde Mısır inanılmaz bir güneşe maruz kalıyordu ve hava oldukça sıcaktı. Bundan dolayı mola vermiş ve dinlenmeye çekilmiştik. Kimi öğle yemeği yemeyi tercih etmişti ama ben, artık ezberlediğim bu mektubu bir kez daha okumaktan alamadım kendimi. Üzerindeki kan lekeleri İmset'e aitti.

"Geliyorum!" diye bağırdım. Ardından yerimden kalkıp kazı alanına doğru yürüdüm. Mısır gizemlerle dolu bir yerdi ve ben en sonunda bu gizemi çözmek için çalışabiliyordum.

Savaş biteli yedi yıl oluyordu. İnsanların zihinlerinde bu, Üçüncü Dünya Savaşı olarak kalmıştı. Yalnızca birkaç gün sürmüş olması bizim bakış açımızdandı ama onlara göre birkaç yıl savaşla geçmişti. Böylesi bir tahribatın ve kaybın günler içerisinde verilmesi ütopik olurdu ve insanlar bundan şüphe duyardı. Şimdiyse kimse şüphelenmiyor, bu ağır darbenin altından, hiçbir şeyi eşelemeden kurtulmayı seçiyorlardı. İmset'in mektupta yazdığı gibi, bazen gerçekleri bilmemek, bilmekten daha iyiydi.

Benim toparlanmam epey vakit aldı. Üstüne üstlük savaşın hemen ardından öğrendiğim hamilelik haberi beni daha da yıktı. Bilmiyordum. Eğer bilseydim daha mı farklı davranırdım onu da bilmiyordum ama bilmeyi isterdim. Çünkü bazen bilmek daha iyiydi.

Gerçek ne göreceli bir kavramdı. Ne zaman bilinmesi ne zaman bilinmemesi tartışması uzar giderdi.

Kazı alanının tozunu, toprağını soludum doyasıya. Yedi sene sonra nihayet hayallerimi gerçekleştiriyor olmak bana muazzam bir güç veriyordu. Hala bir umudun olduğunu ve o umudu taşımanın ne büyük bir nimet olduğunu öğreniyordu insan. Ben artık bir insan değildim belki ama eğer olsaydım da bugün, bu işi yapmaya devam ediyor olurdum. Tarih, üzerine binmiş tonlarca tozun ve toprağın kalkmasını, sırlarını açığa çıkarmayı bekliyor hiç şüphesiz. Bunu yapabilme, ona sırları ortaya dökebilme fırsatı verebilmek ise büyük ayrıcalık benim nezdimde.

Elimdeki malayı yanıma koyup, boynumdaki şalla boncuk boncuk birilen terimi sildim. Güneş batıya doğru aheste aheste ilerliyordu ve hava giderek soğuyordu. Gökyüzünün hafif kızılımsı tonu, bugünlük paydos vaktinin geldiğini gösteriyordu. Bunun göstergesi olan bir diğer ses ise, "Hüma! Biz geldik!" diye bağıran Re'den başkası değildi. Güneşin yeni tanrısı...

Ekipmanlarımı toplayıp kazı alanından çıktım. Bugünkü kazı son derece verimli geçmişti ve ben, insanların arasındayken insani yönlerimi gizlemediğim için, epey yorulmuştum. En azından dışarıdan bakan kişiler böyle görüyordu beni. Normal bir insana bakıyorlardı.

"Hoşgeldiniz." dedim. Re ve Kosey parlayan gözlerle bana bakarken gülümsememek elde değildi. Tıpkı İmset'in istediği gibi, oğluma başkalarının acılarını sırtlanmaktansa, o acıları iyileştirip mutluluk dağıtmayı öğretmiştim. Bu yüzden Kosey hiçbir zaman içine kapanmamış, İmset gibi mutsuzluğa mahkum olmamıştı.

"Güneşe gittik anne. Çok parlaktı." diyerek gününü anlatmaya başladı Kosey. Sağ eliyle ufukta batmakta olan güneşi işaret etti. "Kocaman bir tapınak varmış orada. Eskiden Ra orada yaşıyormuş, onun eşyalarını bile bulduk. Güneş kocamandı ve çok sıcaktı ama çok da güzeldi. Re, bana ondan bahsetti. Ra, çok güçlü bir tanrıymış ve hayatını dünyayı korumaya adamış."

Yeğenimi ve oğlumu iki yanıma alıp omuzlarına sardım kollarımı. Yapışık ikizler gibiydiler. Doğduklarından beri yedikleri içtikleri ayrı gitmemişti ve kuzenden çok kardeş gibi büyümüşlerdi. Bunda, doğumlarının arasında bir ay bile olmayışının etkisi büyüktü.

"Yani güzel bir gün geçirdiniz?" dedim sorarcasına.

"Çok." dedi abartılı bir şekilde Re. "Yarın da güneşin hiç olmadığı bir yere gitmeyi düşünüyoruz. Hatta belki Osiris'i ziyaret ederiz. Duat'ı özledim."

Değişen şeylerden biri de buydu işte. Duat artık eskisi gibi ulaşılmaz değildi. Ama tabi hala girmek için belli kriterlere sahip olmak gerekiyordu. Neyse ki biz, Osiris'in çocukları ve tabi torunları, bu kriterlere uymak zorunda değildik. Osiris sayesinde belli bir ayrıcalığımız vardı.

"Hatta belki kahine bile gideriz." dedi coşkuyla Kosey.

Omurgamdan aşağı buz gibi bir ürperti yayıldı. Kahin korkulu rüyam haline gelmişti savaştan sonra. Çünkü bir şeylerin farkına çok geç varmıştım. Onun yanına gittiğimde bana gösterdiği tüm o felaket senaryolarının gerçek olması beni epey korkutmuştu. Öte yandan İmset'in mektubunun da bunda etkisi büyüktü ve ben bir daha o adamı görmek istemiyordum.

"Aklınızdan bile geçirmeyin." dedim uyarı dolu sesimle.

Re ve Kosey birbirlerine bakıp gülüştüler. Bu tepkiyi ilk verişim değildi. Bu yüzden ne zaman Duat'a gitme planı yapsalar kahine gideceklerini söyleyip yüzüme bakarak gülerlerdi. Bir çeşit eğlenceydi onlara göre bu. Eğer yaşananları bilselerdi, en azından tüm çıplaklığıyla, işte o zaman değil bununla eğlenmek konusunu bile açmazlardı. Yine de bilmemeleri daha iyiydi.

"Söylemeyi unuttum." dedi Re, kolumun altından çıkıp önümüze geçerek. Geri geri yürüyordu. "İsis dedi ki, inadı bir kenara bırakıp Heliopolis'e gelmeliymişsin."

Buruk bir tebessüm oturdu yüzüme bu sözlerle. Kesin bir dille, "Hayır." dedim. "Heliopolis'e bir daha adım atmam."

Yedi yıldır o büyülü topraklara girmiyordum ve bunun değişeceğini de sanmıyordum. O savaşta milyonlarca insan ölmüştü. Yalnızca iki günde inşaa esilen güzel hayatlar, umutla kurulan hayaller yakılıp yıkılmıştı ve tanrılar buna sessiz kalmıştı. Bu kıyım karşısında bu denli umursamaz davranmaları ise affedilemezdi ve ben, merhamet tanrıçası dahi olsam, onları asla affetmeyecektim. Yine görüşür, konuşurdum ama onların büyüsüne de, kibir dolu hayatlarına da adım atmazdım. Benim yerim çöldü. Kızıl sarayın sıcak duvarları beni sarıp sarmalarken Heliopolis'in yapmacık halkıyla muhatap olmak istemiyordum.

Savaştan üç yıl kadar sonra yeniden inşa edilmişti kızıl saray. Eskisine benziyordu ama eskisi gibi tarih kokmuyordu. Yine de ev gibi hissettiriyordu. Heliopolis'e gitmemek için inat ettiğimden dolayı ve kızıl saray o dönemde yıkıldığı için Türkiye'de kalmayı tercih etmiştim. Doğumu bir insan hastanesinde yapmam ve bebeğimi Türk doktorlara emanet etmem benim seçimimdi. Bundan asla pişman olmadım. Şuan ne olduğumdan ziyade, köklerimin nereden geldiğini unutmadım. Belki İsis ve Osiris'e dayanıyordu varlığım ancak benim köklerim Anadolu topraklarına aitti. Ben burada büyümüştüm ve Nepit'in beğenmediği bu yere aşıktım. O aptal neye sırt çevirdiğini bilmiyordu.

İnsanların arasında yaşadığım zaman boyunca onların bir felakette nasıl birbirine tutunduğuna da bizzat şahit olmuştum. Tanrıların aksine felaket anlarında tek başlarına mücadele etmeyi ve kazanmayı hedeflemek yerine, birbirlerine tutunup yaralarını birbirleriyle sarıyor oluşları hayranlık vericiydi. İyi insanlar iyiki vardı. Umarım hep var olurlardı.

"Kraliçem."

Kızıl saraya geldiğimizde bizi ilk karşılayan Mry oldu. Savaştan sonra bana karşı olan tutumu, diğerlerinde olduğu gibi, epey değişmişti.

"Merhaba Mry."

"Hoşgeldiniz." dedi asker. Çocuklara gülümsemeyi de ihmal etmemişti.

"Herkes nerede? Neden bu kadar sessiz burası?" diye sordum merakla etrafa bakarken. Normal şartlarda pek çok kişi bulunurdu burada ve karınca misali çalışırlardı. Şimdiyse avlu bomboştu, gözcülük yapan birkaç askerin dışında tabi.

"Anat arka tarafta ordumuza yeni katılanları eğitiyor. Astarte ise burada değil."

Göz devirdim. "Klasik bir gün yani." demekten alamadım kendimi.

Astarte, savaştan sonra pek yerinde durmamıştı. Vaktinde mahrum kaldığı her şeyi yapmak için delicesine bir arzu duyuyordu. Bu yüzden genellikle vaktini Heliopolis'te geçiriyordu.

Anat ise Anat'tı işte. Savaş onun için bir yaşam stiliydi ve ne yazık ki bundan vazgeçecek gibi değildi. Sanki yarın kılıç kuşanacakmışız gibi disiplinliydi.

"Anat'a söyle çok yormasın onları. Diğer evrenlerdeki tanrılar çıldırıp bize saldırmadığı sürece güvendeyiz."

Mry gülümseyerek onayladı beni.

"Merhaba kraliçem." diyen kişi, hemen ardımızdan saraya giren Maahes'ti. "Küçük prensler..."

Re ve Kosey onun hitap şekline gülerken, bu hallerine gülümsemeden edemedim.

"Biz Küçük Prens değiliz." diye itiraz etti Kosey. "Onun gülü var."

"Evet. Bir de tilki..." dedi Re de. Birbirlerini her anlamda destekliyorlardı.

"Bu, küçük ve prens olduğunuz gerçeğini değiştirmez ama." deyip ikisinin de burnuna birer fiske vurdu Maahes. Çocuklarla iletişimi muhteşemdi ve bunu savaştan sonra fazlasıyla kullanmıştı.

"Yine Noel Baba'cılık oynamaktan mı geliyorsun Maahes?" diye sordum. Bu adamı seviyordum. Geçen yıllarda en yakın dostlarımdan biri olmuştu. Bana destek olmuş ve hatta benimle birlikte Türkiye'ye gelmişti.

"Yeni yıla aralıkta gireceğiz ama evet, öyle de denebilir." dedi. "Savaş bölgesine gittim. Oradaki çocuklarla ilgilendim."

Gülümsedim. "Sen iyi bir adamsın Maahes. Bu iyiliğini asla kaybetme olur mu?"

Gülümsedi. "Kaybetmem kraliçem." deyip çocuklara döndü tekrardan. "Anat'ı rahatsız edelim mi biraz? Çok rahat etti bugün sanki."

Çocukların hevesli çığlıklarına kahkaha attım. Anat ile uğraşmayı seviyorlardı ama daha çok sevdikleri şey onlara bir şey yapamayınca Maahes'e saran savaşçı tanrıçaydı. Tabi bu durum Maahes'in de hoşuna gidiyordu. İçten içe Anat'tan hoşlandığını biliyordum ama henüz bunu itiraf edememişti.

Onlar gidince Mry ile baş başa kaldık.

İç çekti. "Güzel bir ilişkileri var." derken gözlerinde özlem vardı.

"Öyle. Senin güzel bir ilişkin oldu mu peki?"

Bunu sesli söylediğinin farkına ancak varmış olan Mry afalladı. Bu beni güldürmüştü.

"Ben... Özür dilerim kraliçem. Sesli düşündüm."

Omzuna vurdum hafifçe. Gerçi sert vursam bile pek etkilemezdi çünkü Mry oldukça kaslı ve yapılı bir kadındı.

"Söyle hadi. Var mı?"

"Vardı." dedi. "Uzun zaman önceydi bu. Ailem ve kardeşlerimle çok güzel bir ilişkim vardı ama uzun sürmedi."

"Ne oldu?"

"İntikam uğruna öldürdüler hepsini. Ben saklanarak kurtulabildim ama kimseyi kurtaramadım. Sonra Set'i buldum. Aslında dua ettim, cevap vereceğini düşünmemiştim. Bana yeni bir amaç verdi, ona minnettarım."

Gülümsedim. Ailesi için üzülmüştüm ama onun için hala umudun olduğunun da bilincindeydim. Umut, her zaman, herkes için vardı.

"Belki senin yeniden bir ailen olur. Kardeş değil ama çocuk sahibi olursun. Kim bilir?"

Yalnızca bana baktı. Her hangi bir cevap vermesine de gerek yoktu zaten, bu onun kararı olmalıydı.

"Ben içeri gidiyorum. Çocuklar sorarsa söylersin."

"Peki kraliçem."

"İyi akşamlar Mry."

"İyi akşamlar."

Sarayın içi, dışarının aksine sıcacıktı. Güneş battığı için çöle dondurucu bir soğuk çökmüştü. Bu soğuk beni üşütmüyor dahi olsa sıcağı her zaman tercih ederdim.

Adımlarım koridorlarda yankılanırken, yanımdan geçen herkese gülümsüyordum. Aynı şekilde karşılık almak ve hatta bazıları tarafından abartılı saygı sözleri işitmek gururumu okşuyordu. Açıkçası burada böyle bir hayatım olabileceğini asla düşünmemiştim. Hatta askerlerin, bana olan nefretleri sönse bile, beni bu kadar sevecekleri aklımın ucundan dahi geçmezdi. Oysa olan şey buydu. Seviliyor ve saygı duyuluyordum.

"Nasılsın?" diye sordum taht odasına girdiğimde. Beni bekleyenin Hathor olması şaşırtıcı değildi. Tanrılar arasında en çok konuştuğum kişiydi o.

"İyiyim. Sen nasılsın? Kazı işleri nasıl gidiyor?" diye sorduğunda büyük, kızıl tahta oturuyordum.

"İyi gidiyor. Hayatımı düzene sokuyorum."

Hathor pencereye gidip kalçasını pervaza yaslarken kollarını kavuşturdu. "İsis ve Horus, Heliopolis'e dönmemenden hiç hoşnut değil."

Burun kıvırdım. "Evet biliyorum. Re'den haber göndermiş İsis. Heliopolis'e gitmemi istiyor."

"Klasik. Ama keşke oğlumu bu işe alet etmeseler." dedi. Bundan hiç hoşlanmıyordu. "Biliyorsun, çocuklar işin iç yüzünü bilmiyorlar ama Re sorguluyor. Hele ki İsis onu bir elçi olarak kullandığında bu sorgulama daha da artıyor. Oğlumun, babasını acımasız biri olarak tanımasını istemiyorum."

Anlayışla başımı salladım. Ben de istemezdim. Ancak Set'i tanımayanlar, savaştan sonra bile, onun hakkında kötü konuşmaktan geri durmuyordu ve bir şekilde bu Kosey'e ulaşıyordu. Bu da beni oldukça rahatsız ediyordu.

"Haklısın." dedim. "Horus bu konuda ne düşünüyor?"

Hathor hoş bir kahkaha attı. "Senin çok acımasız olduğunu." derken bundan son derece memnun görünüyordu. "Onu Heliopolis'e gitmemek için bu konuyla tehdit etmene çok kızıyor."

Omuz silktim. "Hak ediyor. Zamanında düşünecekti."

"Haklısın." dedi Hathor da aynı benim gibi. Biz, birbirimizi anlıyorduk.

Dışarıdan gelen gürültüyle birlikte birbirimize baktık. Ardından ikimiz de koca birer kahkaha attık.

"Anlaşılan Re'yi götürmemin vakti gelmiş." dedi gülerek. "Yoksa sarayı yıkacaklar."

"Ben de Kosey'i alayım Anat'ı daha fazla delirtmeden."

Birlikte çocukların yanına gittiğimizde her zamanki manzarayla karşılaştık. Burnundan soluyan bir Anat, ona meydan okuyan Maahes ve bu olanlar karşısında film izler gibi çekirdek çitleyen Re ve Kosey.

Bizi ilk fark eden Re oldu.

"Eyvah! Annem!" dediğinde elindeki çekirdek torbası yeri boylamıştı.

Hemen yanında duran Kosey'in de ondan bir farkı yoktu. "Benimki de gelmiş."

"Ben gidiyorum kuzen." dedi telaşla Re. "Annemin gazabından beni kurtaracak bir tanrı bulmam lazım. Babam bile kurtaramaz."

"Beni kim kurtaracak peki?" diye soran Kosey'i hiç umursamadan toz oldu Re. Onun ardından Hathor da gittiğinde oğlum ve iki yakın arkadaşımla yalnız kalmıştım.

"Biri bana burada neler olduğunu açıklayacak mı?" diye sordum ellerimi belimin iki yanına yaslayıp.

"Biz sadece eğleniyorduk." dedi Maahes savunmaya geçerek.

"Evet." dedi Kosey de. Tabi ki suç ortağını koruyacaktı.

"Eğlence anlayışınız beni delirtmek mi?!"

Anat'ın tüm sarayı sarsan sesi ikiliyi sıçrattı. O sırada ben gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Onun başına geleceklerden az çok haberdardım sonuçta. Belki ben de bir tık suç ortağı sayılırdım.

"Anat, bu ikisine istediğini yap. Etleri senin," Biraz düşündükten sonra, "Hatta kemikleri de senin." diyerek göz kırptığımda Kosey'in itiraz nidaları karşısında arkamı dönüp saraya yürüdüm. Maahes halinden gayet memnundu. Anat ile vakit geçirme fırsatını asla kaçırmıyordu, bu ceza olsa bile.

Arka avludan gelen itiraz seslerine, Anat'ın otoriter sesi karıştığında bu işi de çözdüğümden emindim. Savaşçı tanrıçanın çok abartacağını sanmıyordum çünkü her gün aynını yaşıyorduk ve artık o da alışmıştı öfkelenmeye. Belki bu hoşuna bile gidiyor olabilirdi.

Odama geldiğimde ilk yaptığım üzerimdekileri çıkarıp duşa girmek oldu. Güzelce temizlenip toz topraktan arındıktan sonra bir havlu sardım bedenime. Yeniden odaya dönüp, üzerimi giyinmeyi sonraya erteleyerek aynanın karşısına geçtim. Gümüş renkli, yakut işlemeleri olan tarağı alıp ıslak saçlarımı taramaya başladım. Birbirine girmiş saçlarım dakikalar içinde normal haline geldiğinde memnuniyet dolu bir gülümseme yayıldı dudaklarıma. Sonra sıcak ve büyük bir el çıplak omzuma dokundu. Gülümsemem iyice büyürken, elin sahibi kulağıma doğru eğildi.

"Seni özledim." dedi. Eli, omzumdan koluma kaydığı esnada, dudakları boynuma dokundu. Kokumu içine çekerek öptü orayı.

"Ben de seni özledim." dediğimde, hala tenimde olan dudaklarının kıvrıldığını hissettim.

"Arka avluda yine savaş mı çıktı?" diye sorarken eğleniyor gibi görünüyordu. Eh, eğlenceliydi de.

"Çıktı ama Anat'ın kontrolüne bıraktım her şeyi. Ona güveniyorum."

Güldü. Benden biraz uzaklaşıp kalkmam için alan tanıdı. Ayağa kalktığımda yeniden yaklaştı ve bu kez, havlunun üzerinden bile sıcaklığını hissedeceğim biçimde belime dolandı kolları. Çöl kumlarını taşıyan gözleri mutlu bakıyordu.

"Kontrol Anat'taysa isyan kolayca bastırılır. Biz de o sırada biraz eğleniriz belki."

Güldüm.

Gülüşümden öptü.

"Belki." dediğimde çok beklemeden dudaklarını benimkilere bastırdı.

Savaş meydanında, her şey bittiğinde ve ben İmset'in cesedinin başında ağlarken bir el dokunmuştu omzuma. Sıcak ve son derece tanıdıktı. Başımı kaldırıp baktığımda onu görmüştüm. Ölmemişti, yaşıyordu ve yanımdaydı. Göz yaşlarımı silmiş, ağlamaktan kızaran gözlerimi defalarca kez öpmüştü. İşte o an hatırlamıştım; bir tanrıyı ancak başka bir tanrı öldürebilirdi ama iblisler, çok güçlü varlıklar olsalar bile, tanrı değillerdi. Bu yüzden Set hayatta kalmış ve ilk fırsatta soluğu benim yanımda almıştı. Sonraki süreçte, sırf ben Türkiye'de kalmak istediğim için benimle gelmiş, ailemin yanında kalmayı kabul etmişti. O benim iyikimdi.

Dudaklarımızı ayırıp, "Neden geç kaldın?" diye sordum. Dünyada süregelen bir savaş vardı. İnsanlar yaralarını yeni yeni sarıyor olsalar da akıllanmıyorlardı. Savaşmaktan ne zaman vazgeçeceklerdi?

"Bir yere uğramam gerekti."

"Nereye?"

"Merak mı ettin tanrıçam?"

Hiç bozuntuya vermeden, "Evet." dedim. Meraklı bir kişiliğe sahip olmak benim suçum değildi neticede.

Güldü. "Babanın yanına gittim."

"Neden?"

Dudaklarıma sert bir öpücük bıraktı. "Üzerini giyinip gel, göreceksin."

Kaşlarımı çattım. Hiçbir şey anlamamıştım ama sorgulamadım da. Üzerime hızlıca bir şeyler geçirip saçlarımı iki yandan ördüm. Set'in peşinden odadan çıktım. Rahat bulduğumuz için normal bir salon olarak döşediğimiz odanın önüne geldiğimizde arkama geçti. "Ne yapıyorsun?" dememe kalmadan gözlerimi kapattı elleriyle. Kapının açılma sesini duydum ardından ve sonra ellerini gözlerimden çekti.

"Sürpriz!" nidaları yankılanan salonda annem ve babam vardı. Kosey hemen önlerinde duruyor, Maahes, Anat ve Astarte ise yanlarında bekliyordu. Ortadaki geniş sehpanın üzerinde kocaman, çikolatalı bir pasta vardı. Üzerine bir sürü mum dikilmiş, 'İyi ki doğdun.' yazılı parlak bir süs konulmuştu. Bugün doğum günüm olduğunu nasıl unutmuştum?

"Siz... Ben... Ne diyeceğimi bilemiyorum. Harikasınız."

Hepsine tek tek sarıldım. Doğum günü şarkısıyla birlikte mumları üfledim, elbette dilek dilemeyi de unutmamıştım. Sonra annem ve babamın hediyelerini açtım. Bir fotoğraf albümüydü bu ve birkaç sayfası doluydu. Benim çocukluğuma ve gençliğime ait fotoğrafların yanında, mezuniyetim ve düğünümün bile fotoğrafları vardı. Düğün fotoğrafını ne ara çekmişlerdi bilmiyorum ama bunca zaman onu benden saklamaları beni oldukça şaşırtmıştı. Bu Set'le benim ilk fotoğrafımızdı. İkincisi ise Kosey doğduğunda çekilmişti. Anıları saklamak bizim hiç aklımıza gelmemişti ama annem ve babam bunu düşünmüştü.

"Sürprizi beğendin mi?" diye sordu Set kulağıma eğilip. O sırada çikolatalı pastamı yemekle meşguldüm.

"Çok." dedim ağzımdakini yutmayı beklemeden. Dudaklarıma bulaşan çikolatayı umursamayıp yanağından öptüm onu. "Seni seviyorum."

Gülümsemesi büyüdü. Artık başkalarının yanında gülmekten çekinmiyordu çünkü bu odadaki herkesi o da ailesi olarak görüyordu.

"Ben de seni seviyorum." dedi fısıldar gibi. O sırada deklanşör sesi yankılandı odada. Annem üçüncü fotoğrafımızı da bu vesileyle çekmiş oldu.

"Bakmak istiyorum. Kesin çok kötü çıktım. Her yerim çikolata." diyerek mızmızlandım. Çocuğu olan evli bir kadın imajı çizmiyordum hiç ama zaten kimse de benden o şekilde davranmamı beklemiyordu.

Annemin çektiği fotoğraf, şaşırtıcı şekilde, kötü değildi. Yüzüm gözüm çikolata olmasına rağmen tatlı görünüyordum. Set'le birbirimize bakıyor ve gülümsüyorduk. Annem harika bir an yakalamıştı.

Gecenin kalanında onlarca fotoğraf çekildik. Kosey'in çikolata aşkı benimkiyle yarışır cinstendi ve onunla yanak yanağa çekildiğimiz fotoğraflarda, çikolata şelalesinde yıkanmış gibi göründüğümüz doğruydu.

Ailem yanımdaydı. Annem, babam, arkadaşlarım, kocam ve var olacağını asla tahmin etmediğim oğlum... Yaşanan her şeye rağmen mutlu olmayı başarmış olmak, bu aileye sahip olmak paha biçilmezdi. Eğer bana, tüm bunlar yaşanmadan önce bir dilek hakkı sunulsaydı bu anı dilerdim. Şimdiyse tek dileğim sahip olduklarımı kaybetmemek, sevdiklerimle birlikte, sonsuzluk olmasa bile, uzun yıllar geçirmekti.

Şüphesiz bu dünyada sahip olunabilecek en kıymetli hazine bu ve ben bu hazinenin kıymetini hep bileceğim.

***

Merhaba. Ne diyeceğimi bilemiyorum açıkçası. Uzun zamandır, birkaç aydır, Hüma ve Set ile beraberim. Onları çok benimsedim ve varlıklarına alıştım. Bu hikayenin her bir kelimesine kendimden bir parça bıraktım. Ben bu hikayeyi çok sevdim ama şimdi ayrılık vakti geldi.

Mısır mitolojisiyle ilgili bir kitap yazma fikri ilk aklıma geldiğinde nereden başlayacağımı bilmiyordum. Elimde ne Hüma vardı ne de bir kurgu. Hatta kitabın adı bile ortada yoktu. Aklımda olan tek sahne, mumya canlandığında şehadet getirip bayılan şapşal kızdı. Set'in varlığı ise çok sonra gelişti. Aslında her şey başladığında Set aslında Set değildi. Eski bir Mısır firavununun isyankar oğluydu. Bizim dünyamıza gelecek ve bu Mısır tanrılarını öfkelendirecekti. Hikaye bunun etrafında dönecekti ancak işler planlandığı gibi gitmedi. Hangi firavununun oğlunun bu kadar isyankar olacağı bir yana, o dönemde yapılan evlilikler sonucu Mısır prens ve prenseslerinin yakalandığı kalıtsal hastalıklar da aklımı kurcalıyordu. Benim mumyamın böyle bir hastalığı olmasını istemediğim için kurguyu biraz değiştirdim. Diğer bir değişim ise Hüma'da oldu. Bizim kızı bir insan olarak bırakmaya gönlüm razı gelmedi. Ayrıca tanrılar ve Set arasında bir köprüye de ihtiyacım vardı ve bu neden Hüma olmasın dedim. Bence iyi ki dedim. Merhamet tanrıçası olması ise sizin eserinizdi. Aslında aklımda ne olacağı konusunda en ufak bir fikir bile yoktu. Siz bana fikir sundunuz ve ben aralarından seçtim. Yorumlarınız benim için bu kadar önemli işte. 😅

Gel gelelim klasik isteğime. Bu kitap size ne hissettirdi? Okurken en çok neleri sevdiniz veya neleri sevmediniz? Sizin için ne anlam ifade ediyor? Bu sorularımı cevaplarsanız çok sevinirim.

Son kez, karakterlere ne söylemek istersiniz? 👇

Hüma 👉

Set 👉

Ve aklınıza gelen diğerleri. (Hepsini tek tek yazmaya üşendim. 😅)

Umarım bu kitabı sevmişsinizdir. Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Loading...
0%