Yeni Üyelik
31.
Bölüm

6. Bölüm - Tanrının İsteği

@aysenurtekkanat

Bazı sabahlar vardır, güne büyük bir nefretle başlarsın çünkü o an için uyku en büyük önceliğindir. Öyle tatlıdır ki yataktan çıkmak istemezsin ama kalkıp her gün karıştığın o koşuşturmacaya dahil olman gerekir. Bu yüzden o gün zehir olur çünkü o sabaha asla gözlerini açmak istememişsindir.

Bazı sabahlar ise tam tersidir. Uyandığın anda büyük bir heyecan hissedersin yüreğinde. Delicesine bir mutluluk kuş olup konar kalbine ve kalbin, kuşun pençelerine temas ettiği anda hızlanır. Mutluluk oradan yayılır bedenine ve ruhun capcanlı hisseder.

Ve bazıları, en nadir bulunanları safi huzur barındırır içinde. Hafifçe esen o ılık meltemin yüzünü yalaması, saçlarının arasında dolanması gibidir onlar. Öylesine tatlı, mayhoş bir havası vardır ki o sabahların, belki de uyandığın en güzel sabahtır o.

Saçlarımın arasında gezinen o narin parmaklar beni tam da böyle bir sabaha uyandırmıştı işte. Bir meltem gibi dolandı annemin parmakları saçlarımın arasında. Kokusu, pencereden gelen serin rüzgarla burnuma taşındı ve yüzümde ufacık bir gülümsemeye yol açtı.

"Günaydın bebeğim." derken sesi yumuşacıktı. Öyle şefkatliydi ki nazlanmadan edemedim. Kim derdi ki annesine kedi gibi mırıldanarak, "Günaydın." diyen bu kız bir tanrıçaydı? Bence kimse demezdi.

"Uyanacak mısın?"

Yine aynı şekilde mırıldandım. "İstemiyorum."

Annemin içimi ısıtan gülüşü bahar sabahlarını hatırlattı bana. Biz her yıl anneler gününde pikniğe giderdik. Mayısın ikinci pazarı bizim piknik günümüzdü ve bu artık bir gelenek olmuştu. O sabah babam ve ben erkenden uyanır, her şeyi hazırlar ve annemin yanına giderdik usulca. Onu öperek uyandırırdık ve annem o tatlı gülüşüyle şenlendirirdi bizi. Bizim küçük çekirdek ailemiz yalnızca üçümüzden oluşuyordu ve biz üçümüz her zaman birbirimize yetmiştik.

Alnıma dudaklarını bastırdı annem. Birkaç öpücük kondurdu ard arda ve yeniden okşadı saçlarımı. "Biz laboratuvara gidiyoruz. Evden çıkma ve kapıları sıkı sıkıya kilitle."

Yarı açık gözlerimle ona baktım kirpiklerimin altından. "Ben de gelmek istiyorum." dedim yerimden doğrulurken. Laboratuvar olayını tamamen unutmuştum.

Annem omuzlarımdan tutup geri yatırdı beni. "Bugün senin için izin dilekçesi yazacağız. Birkaç gün sonra ancak çıkar karar. O zamana kadar sabretmelisin. Seni öylece oraya götüremeyiz."

Kurallar bazen çok can sıkıcı olabiliyordu. Ama kurallar insanların hayatını düzene sokmak için varlardı. Annemi anlıyordum, o yüzden diretmedim ve usulca başımı sallayıp geri yerime yattım.

Bir kez daha öptü alnımdan. Hemen ardından babam geldi ve o da beni öpücüklere boğdu. Sonra pencereyi kapatıp gittiler ve beni bu koca evde yalnız bıraktılar.

Ben sevgi dolu bir ailede büyümüştüm. Asla sevgiden mahrum kalmamış, çevrem tarafından hep sevilmiştim. Başarılı bir öğrenci, iyi bir evlat, arkadaşlarımın ailelerinin gözünde saygılı bir arkadaş olmuştum hep. Beni sevmeyen tek kişiler ne yazık ki akrabalarımdı. Onlara göre kötü tohumdum ben. Kötü bir kadının kötü çocuğuydum. Bunun sebebinin amcam olması bir yana, daha yeni doğmuş bir bebekken ekilen o nefret tohumlarına hiçbir zaman anlam verememiştim. Kim küçücük bir bebekten nefret ederdi ki? Cevap benim akrabalarımdı. Dedemin ölümüyle birlikte bu nefret daha da büyümüştü çünkü o, beni tüm o nefrete karşı koruyan kişiydi. Amcamı defalarca kez susturduğuna şahit olmuştum bana kötü bir laf etmek istediğinde ama sonra o gitmişti ve babaannem anında oğlunun tarafına geçmişti. Birkaç kez büyü bile yapmıştı annemle babam ayrılsın diye ama hiçbiri tutmamış, aksine, hepsi bir şekilde geri tepip onun başına bela olmuştu. Bunun nasıl olduğunu başta anlamamıştım ama şimdi düşününce cadı tanrıça geliyordu aklıma; İsis. Babaannemin büyülerini engelleyen kişi oydu çünkü hiçbir büyücü, falcı ya da cadı onun üzerinde bir güce sahip olamazdı. İsis hepsinin var olma sebebiyken bu imkansızdı ve nasıl ki beni korumak için bu güzel aileye vermişse, onları da korumak için elinden geleni ardına koymamıştı.

Annem bu tarz olaylar ne zaman yaşansa, ki oldukça sık yaşanıyordu, koruyucu mesleğinin yine yanında olduğunu söylerdi. Yanıldığı şeyse koruyucu meleğe değil, tanrıçaya sahip olduğu gerçeğiydi.

Yaklaşık olarak bir saat kadar yatakta kaldım ve hayaller kurdum. Gidip göreceğim yerleri düşledim ve yapacağım keşifleri. Her biri öyle hoştu ki yataktan kalkasın gelmedi bir türlü. Sonra midem guruldamaya başladı ve vücudum artık kalkmam gerektiğinin sinyallerini ufaktan verdi. Bu çağrılara çok fazla kayıtsız kalmayıp üzerimdeki örtüyü attım. Ayaklarım zemine değdiğinde ürpertici ama aynı zamanda canlandırıcı o soğukla titredim. Bazen sırf bu duyguyu hissetmek için ayaklarımı soğuk suyla yıkardım ve bu inanılmaz iyi gelirdi. Yine aynı şeyi yaptım banyoya girdiğimde. Elimi yüzümü yıkadım, kuruladım ve karmakarışık olmuş saçlarımı taradım. Bir tokayla ev topuzu yaptım. Başımın üstünde adeta bir kuş yuvası olduğu gerçeği kıkırdamama neden olurken, evde olmanın rahatlığıyla omuz silktim. Odama dönüp üzerime kalın bir hırka giydim ve yün çoraplarımı da ayağıma geçirip ayıcıklı pijamamın paçalarını çorabın içine tıkıştırdım. Rezil ve oldukça paspal olan bu görüntünün rahatlığı beni her seferinde cezp ediyordu. Doğa üstü güçlerimin olması bazı şeyleri değiştirmemişti. Tanrıların, daha doğrusu İsis'in bana verdiği hiçbir giysi bu kıyafetlerin yerini tutamazdı. Pijama kesinlikle dünyanın en iyi kıyafetiydi. Hatta bir ara okula bile pijamayla gitmeye yeltenmiştim ama annem beni yakalamış, babamın kahkahaları arasında kulağımdan tutup odama geri götürmüştü. Canımı acıtmamıştı bu hareketi, o yüzden ben de gülmüştüm bu halimize.

Odamdan çıktığımda ilk işim mutfağa gitmek oldu. Ellerimi yıkayıp mutfak önlüğünü üzerime geçirdim hızlıca. Midemdeki guruldamalar artık guruldamanın ötesindeydi. Adeta bir aslan kükrüyordu midemde ve dokuz şiddetinde depremler oluyordu. Acilen bir şeyler yemezsem bu gurultu geçecek gibi değildi. Aslında bunun olması biraz saçmaydı. Neticede artık bir tanrıçaydım ve yemek yeme ihtiyacı hissetmemem gerekirdi fakat ben hissediyordum. Hala bir insan gibiydim. Yaralanabiliyor, acıkıyor ve uykum geliyordu. Bunun tuhaflığı ise kafamı karıştırıyordu.

Dolaptan aldığım kaseye bir yumurta kırdım. Üzerine biraz tuz atıp başka bir dolapta bulduğum yulaf paketine kocaman gülümseyerek baktım. Beş tatlı kaşığı kadar yulafı da kaseye ekledim ve üzerine de biraz kaşar peyniri koydum. Bu üçlüye bayılıyordum. Hepsini bir güzel karıştırıp biraz yağ döktüğüm tavaya boşalttım. İyice yayıp her iki tarafı da kızarıncaya kadar ocakta beklettim. Yulaflı, kaşarlı omlet en sevdiğimdi ve ben bu tarifi diyet yaptığım dönemde keşfetmiş olsamda sonrasında bu omletten vazgeçememiştim. Dolaptan çıkardığım kahvaltılıkları masaya dizip omletimi de bir tabağa koyduğumda kahvaltım hazırdı. Hemen oturup bir bardak meyve suyu eşliğinde yemeğe başladım. Ta ki kulağımın dibinde bir nefes hissedinceye kadar.

"Afiyet olsun tanrıçam."

Başımı şöyle bir çevirip bunu diyen kişiye baktım ve anında yerin dibine girmek istedim. Ağzımdan sarkan maydanoz sapı, ayıcıklı pijamalarım, kuş yuvasından hallice saçlarım ve dizime kadar çektiğim yün çoraplarımla tanrıçadan başka her şeye benziyordum ama Set bana 'tanrıçam' diye hitap ediyordu.

"Tanrıların göz problemi var sanırım." derken, dudaklarımın arasındaki maydanoz çöpü kucağıma düştü. İki katı rezillikti şu an yaşadığım, bunun başka bir açıklaması olamazdı.

Set güldü. Benden uzaklaşmasını ve küçümser bakışlarla beni süzmesini beklemiştim ama o yalnızca gülümsemiş, çaprazımda duran sandalyeye rahatça oturmuştu.

"Güzel mi?" diye işaret etti önümde duran omleti.

Bir ona bir de omlete baktım. Sudan çıkmış balık gibiydim şu an. Anlam veremiyordum. Sonra neden sorduğunu anladım ve anında kaşlarım çatıldı ama çok geç kalmıştım. "Hey!" diyerek itiraz etmeme kalmadan elimdeki çatalı kapıp omletten koca bir parça kopardı. Tek seferde ağzına attı omleti.

"Güzelmiş."

Üzerine söylediği söz kaşlarımı iyice çatmama sebep olmuştu ama Set gülüyordu.

"Omletimi yedin!" dedim sinirle. Burnumdan soluyordum. "Üstelik benim çatalımla!"

Set omuz silkti. "Belki de bu yüzden güzel gelmiştir."

Ağzım iki karış açık ona bakakaldım. Ne demek senin çatalın diye güzel gelmiştir tadı? Ne ima ediyor bu şimdi?

"Omletimden uzak dur." diye uyardım onu ama tabağı ondan uzaklaştıramadan koca bir parça daha koparmayı başardı. Adeta kahkaha atarak bakıyordu yüz ifademe. Hoş, güldüğü şey tipim de olabilirdi pek tabi.

"Çok tatlısın tanrıçam." dedi gülüşlerinin arasında Set. Kalbim tekledi. O ketum, vurdumduymaz adam neredeydi? Bu herifin ağzından laf almak için cımbız kullandığım zamanlar o kadar mı eskide kalmıştı?

"Sen bu değilsin." dedim suçlar gibi. "Rol yapmayı kes artık."

Bozuldu. Yüzündeki gülümseme silinirken, gözlerindeki kumlar hüzünlü bir melodi tutturmuştu şimdi.

"Sen de mi beni o adam olarak görüyorsun?"

Vicdan azabı... Şu an kalbimde yeşeren duygunun adı buydu işte.

Herkes Set'i bir canavar olarak görmeyi tercih ediyordu çünkü böylesi daha kolaydı. Yaptıkları iyi diyemezdim fakat sadece kötülük de etmemişti. Buna rağmen insanlar yalnızca kötülüğünü hatırlamıştı onun, şeytan demişlerdi ona ve şimdi ben de aynı şeyi yapıyordum. Onlardan ne farkım vardı?

"Özür dilerim." diye mırıldandım. Öyle söylemek istemediğimi söyleyemezdim çünkü bu doğru değildi. İstemiştim. Belki de bunun sebebi henüz onu affedememiş olmamdı. Ah! Kahretsin! Ben onu affedip affetmediğimi bile bilmiyordum ki? Öfkeli değildim, evet ama affetmek de henüz içimden gelmiyordu. Yine de onu kırmak, üzmek düşüncesi canımı acıtıyordu. Sırf bu yüzden yerimden kalktım ve az önceki adımları yeniden terarladım. Ne yaptığıma bakan adama kaçamak bakışlar atarken, bir başka tabak çıkardım dolaptan ve ona koyduğum omleti, bir bardak meyve suyuyla birlikte Set'in önüne koydum. Çatalım hala onda olduğu için çekmeceden başka bir çatal aldım kendime. Yerime oturduğumda, "Afiyet olsun." dedim kısaca.

Set tabağına hiç dokunmadı ve ben yemeğimi yerken öylece beni izledi. Bu rahatsız edici olabilirdi ama garip bir şekilde değildi. Onun karşısında hiçbir çekince hissetmiyordum, ondan utanmıyordum ve rahatça, sorgulayan bakışları altında bile, bir şeyler yiyebiliyordum.

"Neden yaptın bunu?" diye sordu en nihayetinde. Yüzümde cevapları bulamamıştı pek tabi.

O sırada dördüncü dilim ekmeğime tereyağı sürmekle meşguldüm. Bir türlü doymuyordum.

"Neyi?"

"Bunu." derken önündeki omleti işaret etti. Çoktan soğumuştu ve hiç dokunulmamıştı.

Omuz silktim. Ekmeğimden koca bir ısırık alıp bir yanağım sincap gibi şişken, "Beğendiğini söyledin." dedim cevap çok barizmiş gibi. Biraz peynir ve bir zeytin yedim. Salatalıklar çoktan tükenmişti ve ben hala doymamıştım.

Lanet olsun! Ben neden doymuyordum?

"Bu kadar mı?"

Omuz silktim bir kez daha. Ne duymak istiyordu ki?

"Evdeki her şeyi yiyecek misin?"

Sorduğu soru bu kez tepkimi çekti. "Sen benim lokmalarımı mı sayıyorsun?!"

Güldü. Tepkim bir yana, yanaklarım dolu doluydu ve sesim de boğuk çıkmıştı. Bazı harfler kelimelerin arasında kaybolmuştu.

"Hayır, ailenin cebini düşünüyorum."

Göz devirdim. "Doymuyorum ki." derken bir parça daha ısırdım ekmekten ve peynir ile taçlandırdım ağzımdaki lezzeti. Bakışlarım Set'in önündeki tabağa kaydı hemen ardından. "Yiyecek misin?"

Koca bir kahkaha attı çöl tanrısı.

"Yemeyeceğim." diyerek tabağı önüme koydu. Aç bir kurt gibi saldırdım omlete.

"Ben neden doymuyorum?"

"Çünkü engellemiyorsun kendini. Hala bir insan gibi hareket ediyorsun ve davranıyorsun. Bizler acıkmayız, acıkma dürtümüzü engelleriz ama sen bunu yapmıyorsun. Dürtülerinden arınmıyor, kimliğinle bütünleşmiyorsun. Sanırım İsis sana bunu açıklamayı unuttu."

Omletimi gömerken dinledim onu. Lokmamı yuttum ve midemden hala gurultu sesleri gelirken bir yudum su içtim.

"Nasıl yapacağımı bilmiyorum."

Set usulca başını salladı. Masaya şöyle bir göz gezdirip küçük bir el hareketiyle her şeyi yok etti. Tek bir ekmek kırıntısının kalmadığı masaya şok olmuş vaziyette bakakaldım.

"Umarım onları uzay boşluğuna gödermemişsindir." derken şüpheyle ona bakıyordum.

Gülümsedi ve, "Hepsi burada, yerlerinde." dedi. Sonra yerinden kalkıp beklemediğim bir şekilde masanın üzerinde duran elimi tuttu ve beni de kaldırdı. Elimi bırakmadan salona kadar götürdü beni ve büyük koltuğa oturttu.

"Evimi nereden biliyorsun?" diye sordum onun kendinden emin tavırları karşısında. Koridordayken bir an bile tereddüt etmemişti oturma odasına girerken.

"Gece geldim ama uyuyordun." diyerek oldukça normal bir ses tonuyla cevapladı sorumu. Resmen gecenin bir yarısı gelip evimde gezinmişti. Müze miydi benim evim?

"Uyurken beni de izlemişsindir sen." dedim sinirle karışık alayla fakat bu tavrım Set'e işlemedi. Onun yerine çöl tanrısı omuz silkti.

"İzledim. Güzel uyuyorsun." İşte bu cevabı kesinlikle beklemiyordum. Üzerine söylediği, "Çadırdayken de izlemiştim." sözleri daha da şaşırtmıştı beni. Bahsettiği çadır beni çöle kaçırdığında kaldığımız çadırdı.

"Sapık mısın sen?!" diye cırladım.

Set yine güldü. Bana doğru biraz yaklaştı. Nefesi usulca dudaklarıma temas ederken, "Hayır." dedi. "Aşığım."

Bu itiraf öyle beklenmedikti ki dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Kalbim tekledi ve bir kuş usulca kondu oraya. Kitaplarda kelebekler olarak bahsedilen ama bence kesinlikle filler olan o topluluk mideme üşüşürken, Set'in gülüşü zihnimi allak bullak etmeye yetti.

Biraz uzaklaşmak, nefes alacak ve kendime alan yaratmak istedim o an ama Set buna izin vermedi. Belimden kavrayıp kaçış çabalarıma kesin bir sınır çizerken iyice dibime girdi. Çöl kumlarını taşıyan gözlerinde, romantik bir müzik eşliğinde dans ediyordu kumlar adeta. Sıcak bir yaz gününün başlangıcı gibiydi gözleri şimdi ve bu beni mest ediyordu.

"Kaçma, ısırmam." derken eğlendiği o kadar belliydi ki...

Onu itmek istercesine göğsüne dayadığım ellerim yanıyordu adeta. İtemiyor, uzaklaşamıyordum. Onun yerine çoktan kendimi kollarına teslim etmiş, beyaz bayrağı çekmiştim. Kalbim bayram ederken beynim karalar bağlamıştı. Arka fonda çalan o müzik muhtemelen benim hayal ürünümdü ama midemden yükselen gurultu kesinlikle gerçekti.

"Önce şu aslanı susturalım." derken gülümsedi çöl tanrısı. Oysa ben alay etmesini, kahkaha atmasını beklemiştim. Bu tepkisi bana sürpriz olmuştu ama hoşuma gitmedi de diyemezdim.

Set benden uzaklaştığında, derin bir nefes aldım. Bu hem rahatlatıcı hem de hüzün vericiydi. Oysa ben dudaklarıma temas eden o tatlı esintinin yerini, yumuşak, dolgun dudaklar alsın istemiştim. Beynimin aksine kalbim buna çok hazırdı. Hatta kalbime konan o küçük kuş bir üzülmüştü bu duruma. Yine de şu dürtüleri engelleme olayını öğrenmem gerektiği gerçeğini göz ardı edemezdim.

"Nasıl yapacağım?" diye sordum tiz çıkan sesimle. Birkaç kez öksürüp geçirmeye çalıştım. Sebebi az önceki o yakınlaşma anıydı ve etkileri hala sürüyordu.

"Önce derin bir nefes al ve yemek yeme, uyuma gibi dürtülere, insani ihtiyaçlara odaklan."

Söylediğini yaptım. Aynı anda bir esneme döngüsüne tutuldum ve midemdeki gurultular arttı. Üstelik tuvalet ihtiyacı da hissediyordum artık. Aman ne güzel!

"Şimdi onları uzaklaştır zihninden. Artık onlara ihtiyacın olmadığına ikna et kendini."

Söylediğini yaptım. Bu aslında zihni kandırmaktı ki bazı psikolojik deneylerde bu tarz durumlar mevcuttu. Hatta bir arkadaşım bu tarz konulara ilgi duyduğu için babasının üzerinde deney yapmış, her şeyi unuttuğuna inandırmış babasını. Sonrasında gerçekten her şeyi unutmaya başlamış adam.

Set'in direktifleri işe yaradı. Önce esnemelerim kesildi, sonra midemdeki gurultular. Son olarak tuvalet ihtiyacı da geldiği gibi ortadan kayboldu. Yeniden gözlerimi açtığımda tam karşımda duran adama gülümserken buldum kendimi.

"Daha iyi misin?"

Başımı sallayıp, "Evet." dedim. "Bütün tanrılar bunu mu yapıyor?"

Set biraz düşündü. Geriye yaslanıp elini çenesine koyarken, "Hepsi değil." dedi. "Horus'un oğlu Hapi açlık dürtüsünü engellemiyor. Yemek yemeyi seviyormuş."

Güldüm. "Ona hak veriyorum." derken az önce neredeyse mutfaktaki her şeyi yediğim geldi aklıma. Hayatımda hiç bu kadar çok yemek yemek yememiştim ama itiraf edeyim şahane bir histi.

"Bana bir sözün vardı." diyerek konuyu değiştirdi Set. Oldukça alakasız ve kesinlikle anlam veremediğim bu cümle karşısında kirpiklerimi kırpıştırarak baktım ona.

"Ne sözü?" derken hatırlamaya çalışıyordum ama aklıma gelmiyordu bir türlü.

Set gülümsedi. Aslında bu gülümsemekten çok sırıtmaktı ama olsundu, her halükarda çok güzeldi. O tanrısal cazibe Set'i gözümde nirvanaya çıkartıyordu.

"Patlamış mısır."

"Sen hala orada mısın?" diye sordum şokla. Yahu ben onu iki hafta önce söylemiştim ve araya bir sürü şey girmişti, üstelik o zaman dalga geçiyordum. Nasıl oluyordu da hatırlayıp bana da hatırlatıyordu?

"Evet. Bir de şu bana benzeyen kadın var. Sahi, kim o?"

"Merve Aksak mı?"

Sadece omuz silkti ve iyice yayıldı geriye. Ayaklarını sehpaya uzatması üzerine bir tekme attım ayaklarına.

"Yapma şunu! Biz oraya ayak koymuyoruz."

Göz devirdi. "Tamam koymam." derken hiç de tamammış gibi görünmüyordu. Yine de eşelemedim ve yerimden kalkıp mutfağa gittim. Tatlı, tavuk sulu ve daha pek çok çeşitte yapılan patlamış mısırların aksine, klasik tuzlu mısırı tercih ederdim. Set de bana uymak zorundaydı.

Bir tencereye yağ, tuz ve patlaması beklenen mısırları attım. Biraz ısınıp pıt pıt sesler gelmeye başladığında tencerenin kapağını kapattım. Hepsi güzelce patlayana kadar tencereyi birkaç kez sarstım. Mısırlar patlayınca büyükçe bir leğene koydum onları.

Salona geri döndümde Set'i, ayaklarını sehpaya uzatmış vaziyette görmek sinirimi bozmuştu. Daha az önce uyarmıştım onu halbuki. Hızla yanına gidip bir tekme daha attım. Ayakları yere düştüğünde beyefendinin rahatı bozulmuştu pek tabi ama bana neydi. O da lafımı dinleseydi.

"Mısır'ın." diyerek leğeni kucağına tutuşturdum. Sonra elime televizyon kumandasını alıp, bir mısır parçasını eline almış inceleyen tanrı bozuntusunu görmezden gelmeye çalışarak, televizyonu açtım. Eski diziler kanallarda bulunamayacağından Youtube'a girip Adını Feriha Koydum dizisinin ilk bölümünü açtım. Sonrasında geriye yaslanıp artık mısırları incelemeyi bırakmış, iştahla yiyen tanrıya katıldım.

Şu anki halimiz oldukça garipti. Bir zamanların gündeme damgasını vuran Türk dram dizisi olan Adını Feriha Koydum'u, zamanında ortalığın anasını ağlatan bir tanrıyla, Çöl Tanrısı Set ile izliyordum. Üstelik annemin asla atmaya kıyamadığı altında çatlak olan kırmızı leğeninden mısır yiyordum. Manzarayı hayal edebiliyor musunuz? Şahsen ben yaşadığım halde hayal edemiyorum da.

"Salak bu kız ya." diye mırıldandım Feriha'nın zengin görünme çabalarına karşılık. Salaklığının vol bilmem kaçında iğrenç bir ayakkabıya uçuk bir rakam veriyordu. O ayakkabıyı üzerine para verseler ancak giyerdim ama parayı alınca ayakkabıyı çöpe atardım. Sonuçta para paraydı yani. İnsanların kirli oyunlarına alet olan kağıt parçası olsa da onsuz yaşanmıyordu.

"Bu da ayrı bir geri zekalı." dedim bu kez ekranda görünen Emir'e. Onu da hiç sevmezdim.

"Hepsinin zekasına hakaret ediyorsun ama yine de izliyorsun." diyerek tespitin dibini yaptı Set. "Hangisini seviyorsun?"

Omuz silktim. Kibarlık falan dinlemeyip bir avuç mısırı tıktım ağzıma. Bu tiple beni ciddiye alabilmesi bile mucize olan çöl tanrısının yanında bütün rezilliklerimi dökmeye yeminli gibiydim.

"Hiçbirini." dedim. "İkisini de sevmiyorum."

Biraz durdu ve sonra, "O zaman neden izliyorsun?" diye sordu.

Avucumdaki mısırları ağzıma götürmek üzereyken durdum. Biraz düşündüm ve ekrana baktım. Sonra kendi kendime ve tabi Set'in sorusuna istinaden, "Hakikaten ya, ben neden bu diziyi izliyorum?" diye sordum.

Bunun üzerine Set koca bir kahkaha attı. Haklıydı. Sevmediği karakterlerin oynadığı diziyi izleyen bir salak vardı yanında.

Omuz silkip elimdeki mısırları tıkıştırdım ağzıma. Ellerimi çırpıp, nasıl olsa Set küçücük bir el hareketiyle ortalığı temizleyebiliyordu, yanımdaki kumndayı aldım. Diziyi durdurup kapattım.

"Neden kapattın?"

"Boşver sen bu salakları. Ben sana daha güzelini açacağım." diyerek Ufak Tefek Cinayetler'i arattım. Hemen ilk bölümü bulup açtım. Jenerik kısmı ilerlerken, Set başını iki yana sallamakla meşguldü. Sanırım o Feriha'yı sevmişti. Sevmesindi!

"Senden bir şey isteyebilir miyim?"

Sorusuyla birlikte ona döndüm. O sırada jenerik geçmiş ve dizi başlamıştı ama zibilyon kere izlediğim için çok da önemli değildi.

"Ne isteyeceksin?" diye sordum önce. Sonra kısaca düşündüm ve konuşmaya devam ettim. "Öyle uçuk kaçık şeyler isteyeceksen isteme. Bak zaten mısır istedin yaptım, hatta istemediğin halde sana omlet bile yaptım. Yok vazgeçtim isteme benden bir şey çünkü sen bir şey isteyince sonu hep bok yolu oluyor. En son benden ordunu canlandırmamı istediğinde ne olduğunu unutmadım. Bak bak, kollarım ne hale geldi. Yazık değil mi bana. İsteme sen çünkü yapmayacağım. Aslında git Feriha'dan iste sen, o yapar bak. Biraz mücevher ver ayağına bile kapanır sünepe. Ay mücevher dedim de aklıma geldi. Sen benim mezarımı ıvır zıvırla doldurmuşsun. Mezarda rahat bıraksaydın bari, hani yaşarken bırakmadın ya. Keşke dedem olsaydı burada var ya seni bastonuyla kovalardı. Canım dedem, çok özledim. Keşke Duat'tayken onu görmeye de gitseydim. Anubis götürürdü, aslında Osiris'le İsis'te götürürdü ama hiç aklıma gelmedi gitmek. Off bir daha da gidemem ki ona. Hep senin yüzünd-"

Lafımın kesilmesine sebep olan şey dudaklarımın üzerindeki baskıydı. Yumuşak, dolgun dudakların teması sözlerim gibi nefesimi de kesmişti. Dudaklarının usulca kıpırdanışıyla, benim istemsizce ona karşılık verişim gecikmedi. Mideme hücuma geçen filleri tutacak hiçbir güç yoktu. Beynim baygınlık geçirmiş, akciğerlerim nefes alışverişini kesip beynimi ayıltmaya gitmişken, kalbim göğüs kafesimde horon tepiyordu. Dudaklarım yanıyor, bu tatlı yangın geçmek yerine büyüyordu. Hatta Set benden uzaklaştığında bile sönmemişti o yangın.

"Sadece," dedi çöl tanrısı gözlerimin içine bakarken. Ellerimiz ne zaman kenetlendi bilmiyorum ama sımsıkı tutuyordu ellerimi. "Küçük bir öpücük isteyecektim ama sen susmayınca kendim almak zorunda kaldım."

Midem kasıldı ve filler bir kez daha tepindi. Bir süre öylece bakakaldım yüzüne. Tam cevap vereceğim sırada duyduğum kilit sesiyse büyüyü bozan şey oldu ve Set sanki hiç orada olmamış gibi ortadan kayboldu.

***

Heyooo! Siz de horon tepiyor musunuz? 😂

Bölümü yazarken bayağı tereddütteydim aslında. Başta böyle bir son planlamamıştım ama karakterlerim yine yaptılar yapacaklarını. Özellikle Set bu bölümde bayağı aktifti.

Sevdiniz mi?

Hüma'nın aile ilişkileri nasıldı?

Set'in gelişi ve bizim kızın ona omlet yapışı?

Birlikte dizi izlemeleri?

Peki sondaki öpücük için ne diyeceksiniz?

Set'in isteği çok tatlı değil miydi?

Hüma'nın Set'i kıskandığını fark edenler kimler peki? Hem de Feriha'dan sjsjsjsk.

Sonraki bölümde neler olacak?

Karakterlere ne söylemek istersiniz? 👇

Hüma 👉

Set 👉

Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Loading...
0%