Yeni Üyelik
33.
Bölüm

8. Bölüm - Güven

@aysenurtekkanat

"Merhaba tanrıça, beni özledin mi?"

Yeniden kulağıma ulaşan o boğuk ama son derece büyüleyici sesle irkildim. Nerede olduğum belliydi ve kiminle olduğum da ama tüm bunların nedeni kesinlikle bilinmezlikti.

"Ne istiyorsun Apep?" diye sorarken sesimin titrememiş olması büyük şanstı. Gerçi korkuya dair en ufak bir belirti yoktu içimde, sesimin titremesi garip olurdu. Öte yandan içten içe biliyordum ki Apep gerçek dünyada karşıma çıksaydı eğer ayakta bile duramazdım. Bedenimi artçı depremlerin elinden kurtaramaz ve tutmayan dizlerim yüzünden yere serilirdim.

"Seni."

Oldukça net olan cevabı bende en ufak bir etki yaratmazken, içimdeki hislerin gittikçe zayıfladığı gerçeği bir tokat gibi çarptı suratıma ama bu bile bir etki yaratmadı bende.

Bedenim kapkara boşlukta süzülüyordu. Tam karşımda iki devasa mavi göz vardı. Onlar dışında bu boşluk zifiri bir karanlıktan ibaretti fakat biliyordum ki bu karanlık yalnızca bir yanılsamaydı çünkü Apep esasında beyazdı. Beyazı karanlığa bulayan şeytani bir yaratıktı o.

"Bazen istediğimiz şeyleri elde edemeyiz." diyerek ona meydan okudum. İçimdeki öfke öyle silikleşmişti ki kaşlarımı bile çatmamıştım.

Apep'in kahkahası zifiri boşlukta yankılandı. Duygusuz ve buz gibi bir gülüştü bu. Yalnızca gülmek için gülmüştü ama tenime binlerce buz parçası çarpmıştı bu gülüşüyle. Zifiri karanlıkta nasıl gördüğümü bilmediğim tenim, ince bir buz tabakasıyla kaplanmıştı. Ve garip bir şekilde yine hissizdim. Oysa zangır zangır titremem, bir ateşe, sıcaklığa ihtiyaç duymam gerekiyordu ama yoktu. Sanki soğuk şefkatli bir ana kucağıydı.

"Ah, tanrıça!" derken sesi yükseldi. "Zekisin ama aynı zamanda da koca bir aptalsın. Söylesene, öldüğünde ve yok oluştan kurtulmak istediğinde yanında kim vardı?"

"Sen mi?" diye sordum alaycı bir tutumla. Nitekim alay etme dürtüm hiçliğe karışmış gibiydi. Eğlendiğim söylenemezdi.

"Hayır. Hiç kimse yoktu. Sen o ormanda, iblislerin arasında yapayalnızdın. Tek başına yaşam mücadelesi veriyordun ve hiçbir tanrı kendi rahatından ödün verip de seni kurtarmaya gelmedi."

"Osiris geldi." diyerek savunmaya geçtim ama Apep son derece hazır cevaptı.

"Osiris mi?" derken yeniden gülmüş, bir soğuk dalgası daha bedenime çarpmıştı. "Bencilin teki o. Seni kurtarmanın karşılığında bin yıllarca süren düşmanlığını bitirdi. Bir dost kazandı ve bir insanın peşine düştü. Sanıyor musun ki o dost onun ayağına gitmeseydi Osiris imdadına koşardı? Koşacak olsaydı bunu en başta, sen daha o ormana adım attığın anda yapardı."

Kaşlarım çatılırken, duygularım arasında şüphesiz en somut olan merak gün yüzüne çıktı. "Ne dostu?"

"Set. Çöl tanrısının yakarışı onu sana getirdi tanrıça."

Kaşlarım yeniden çatıldı. Bu cevabı beklemiyordum. Apep'in beni yanına çekmek istediğini biliyordum ama bunu, bana gerçeği söyleyerek yapması çok tuhaftı. Gerçeği söylemesi demek beni Set'e yaklaştırmaz mıydı? Apep ne planlıyordu?

"Söyle bana tanrıça, kim seni hayatta tuttu?"

"İsis tabiki." derken yine kendimden emindim ama Apep bir kez daha benimle aynı fikirde olmadı.

"Onun tek yaptığı seni insan bedenine hapsedip dünyaya postalamaktı. Oysa sen ölürken, sana yaşam veren bendim."

"Sen ne saçmalıyorsun?"

Anlattıkları iyiden iyiye kafamı karıştırıyordu. Her şeyin çok berrak olduğunu sanıyordum, tanrıların bana her şeyi anlattığından çok emindim ama Apep yepyeni soru işaretleriyle süslüyordu zihnimi. Sanki o soruları sormam ona haz veriyordu.

"İsis, Duat'ın karanlığında gücünü yitiriyordu Hüma." dedi. Bana ilk kez ismimle hitap etmişti. "Seni hayata döndürecek gücü yoktu. Eğer ben olmasaydım değil hayata dönmek, teraziye ulaştığın halde cennetine bile kavuşamazdın. Seni asıl hayata döndüren benim ve bu aramızda görünmez bir bağın oluşması için yeterli. Hissediyor musun soğuğu? Ondan hoşlanıyor musun? İşte bunun sebebi bizim bağımız Hüma. Duygularının nasıl yok olduğunun farkında mısın? O duygular olmadan nasıl bağımsız olacağının, dünyanın nasıl ayaklarının altına serileceğinin, bir daha asla acı çekmek zorunda kalmayacağının farkında mısın tanrıça? Acılarına veda etmek istemez misin? Benim ol ve ben de acılarını dindireyim."

"Asla!" diye haykrırken bedenimi kucaklayan buz tabakası cam gibi parçalara ayrıldı. Apep'in mavi gözlerine doğru hücuma geçen parçalar, görünmez bir duvara çarparak daha küçük parçalara ayrıldı. Artık o mavi gözlerle aramda buzdan bir duvar vardı.

"Fikrini değiştireceksin Hüma." dedi Apep. Kendinden çok emindi. "Ve ben bu oluncaya kadar tekrar tekrar tekrar ve tekrar sana gelmeye devam edeceğim. Eninde sonunda o acılardan bıkacak ve pes edeceksin. İşte o gün geldiğinde ben orada olacağım ve sen de benim kollarımda."

Bir kez daha bağırdım, "Asla!" diye. "Böyle bir şey olmayacak! Senin olmayacağım!"

*

Gözlerimi yeniden açtığımda odamdaydım. Nefes nefese kalmıştım ve saçlarım terden alnıma yapışmıştı. Adeta bir kabustu yaşadığım ama aslında bir bakıma gerçek olduğunu biliyordum ve bu korkmam için yeterliydi. Orada nasıl korkmadığım bir yana, şu an odamda bulunan kişinin varlığı beni daha çok korkutmaya yetmişti. Refleks olarak derin bir nefesi içime çekip bağırmaya hazırlandım ancak bunu başaramadım. Ağzıma kapanan bir el sesimin çıkmasını engellerken, belime dolanan diğer el hareketlerimi kısıtlamıştı. Çırpınışlarımın bir faydası yoktu.

"Şişşşt..." diyerek kulağıma eğildi. Sıcak nefesi yanağımı okşarken, dudakları usulca kulağıma temas ediyordu. "Sakin ol."

Ben bu sesi tanıyordum.

Çırpınışlarım fısıltısıyla birlikte kesildi ve eli dudaklarımın üzerinden çekildi. Buna nazaran diğer eli hala belimdeydi ve dudakları hala kulağıma değiyordu.

"Sen burada ne yapıyorsun?" diye sorduğumda hala derin nefesler almakla meşguldüm. Fena halde korkmuştum.

"Seni izliyorum."

Dudakları kulağıma sürtündü bir kez daha ve nefesi tenime yayıldı. Sıcaktı ama sıcak olmaktan daha fazlasıydı bu. Yakıyordu. Tenime değen alevler içimde bir şeyleri harekete geçiriyor, nefeslerim yavaşlamak yerine daha daha hızlanıyordu.

"Beni mi izliyorsun?" diye sordum. Bu inanılmaz geliyordu, oysa daha saatler önce evimde dolaştığını itiraf etmişti çöl tanrısı. Şu an buna şaşırmam kadar saçma bir şey olamazdı.

"Çok mu şaşırdın tanrıçam?" dediğinde sesinde alaycı bir ton vardı. Eğleniyordu.

Dudakları hareketlendi yeniden. Bu kez konuşmak için değildi bu. Kulağım boyunca ilerleyip boynuma indi. Titrek bir nefes eşliğinde başımı diğer tarafa eğdiğimde gülümsediğini hissettim.

Ben ne yapıyordum böyle?

Yaptığım bu harekete anlam veremezken küçük bir öpücük boynumda yer buldu kendine. Hemen ardından dudakları çeneme ve oradan da yanağıma kaydı. Bu kez nispeten daha büyüktü öpücüğü. Yanağıma gömülmüş olan dudakları üst üste birkaç öpücük kondurdu bulundukları yere. Sonra dudakları yeniden ayrıldı oldukları yerden. Usulca dudaklarıma ulaştılar. Başım ona doğru döndüğünde adeta hipnotize olmuş gibi hissediyordum kendimi. Set öyle bir büyülemişti ki beni ona karşılık vermemem mümkün değildi. Az önce sesimi kesen eli bu kez beni sarmıştı.

"Lavanta gibi kokuyorsun."

Mırıltısının hemen ardından dudaklarımdan öptü. Uzun değildi, anlıktı ama öyle etkiliydi ki titrek bir nefes alırken buldum kendimi.

"Yumuşatıcı kokusu o."

Verdiğim cevabın garipliği bir yana az önce yaşadığım şey aklımdan tamamen çıkmış gibiydi. Set, Apep'in beyaz karanlığını zihnimden silmişti sanki.

Güldüğünü işittim. "Onun ne olduğunu bilmiyorum." derkenki ses tonu artık fısıltı değildi. Çok kısıktı yine ama bu kez sesini daha rahat ayırt edebilmiştim.

"Çamaşır yıkamak için kullanılıyor."

Sohbetimizin garipliği bir tek benim mi dikkatimi çekmişti?

"Sen çamaşır mı yıkıyorsun?"

Şaşkınlıkla sorduğu soruya karşılık güldüm. Hatta öyle bir güldüm ki yeniden dudaklarıma kapanan dudaklar olmasaydı muhtemelen sesimle ailem uyanırdı.

"Teknik olarak makine yıkıyor." dedim dudaklarım serbest kaldığında.

"Beş bin yıl geriden gelmek sinir bozucu."

"Sana öğretirim." dedim istemsizce. Artık ben de fısıldamıyordum ama sesim de çok yüksek değildi. Yüz yüze olduğumuz için ve aramızda neredeyse hiç mesafe olmadığı için nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Zaman zaman dudaklarım da onunkilere çarpıyor, konuşmak bu mesafeden hem çok zor hem de oldukça sarsıcı hale geliyordu. "İstersen yani." Eli yanağıma ulaştı, baş parmağı tenimi usulca okşuyordu artık. "İster misin?"

"İsterim." dedi Set. Mutlu olmuştum. Bu kadar küçük bir şeyden mutlu olmak mantıklı mıydı? Açıkçası pek de mantıklı olduğunu sanmıyordum.

"Daha iyi misin?" diye sordu. Bu kez eli saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırmakla meşguldü. Alnımdan akan ter damlasını baş parmağıyla yakaladı Set.

"Ne?"

"Kabus görmedin mi?"

O an Apep'in soğukluğu sardı bedenimi. İrkildim. Kollarımı kendime sararken usulca geriye çekildim. Set bu halime anlam veremezken, ben dişlerimi çoktan dudaklarıma geçirmiştim.

Geriye çekilmemden memnun kalmayan çöl tanrısı bana yaklaştı yeniden. Yeniden yanağımı buldu eli ve dudağımı dişlerimin işkencesinden kurtardı baş parmağı. "Isırma."

"Sana güvenebilir miyim?"

Bu soruyu beklemiyordum. Ona bir kez güvenmiştim ve sonra kendimi Duat'ın ölüm kokan topraklarında bulmuştum. Peki güvenimi bu denli sarsan tanrıya bir kez daha güvenebilir miydim?

"Her zaman." dedi ama sonra yüzündeki kendinden emin ifade bozguna uğradı. Ona en son bu tarz bir soru sorduğumda olanları hatırlamıştı şüphesiz. "Bu kez güvenini boşa çıkarmayacağım. Söz veriyorum."

Aramızda devasa bir duvar vardı bizim. Üzerine koca bir tabela asılmıştı. Güvensizlik duvarıydı o. Set'in elinde bir balyoz vardı, benim elimdeyse bir torba çimento. O duvarı bir taraftan yıkıyor, en azından bunun için çabalıyordu ama ben diğer taraftan duvara yama yapıyordum. Öyle bir problemdi ki bu, bir türlü aşamıyorduk bunu. En azından ben bunu yapamıyordum. Beni öpmesine, sevmesine izin veriyor ama vakti geldiğinde ona bir türlü güvenemiyordum. O tabelayı duvara asan bendim, o duvarı örense Set'ti. Biz bir şekilde onu inşaa etmiştik ve şimdi ne yaparsak yapalım o duvar yerle bir olmuyordu. Ona güvenemiyordum, güvenemezdim. O iblislerle yüz yüze gelmişken, kollarıma, bacaklarıma, aslında bedenimin büyük çoğunluğuna yok oluşun izleri ilmek ilmek işlenmişken ve tüm bunların sebebi şu an gözlerimin içine umutla bakan Set'ken ona güvenmem mümkün değildi.

Sırtım sızlıyordu. İblisin pençeleri yeniden etime yapışmış gibiydi. Gözlerimin önünde annemin sureti belirdi ve o yüz silindi. Yerine korkunç bir canavar geldi. Birer boşluktan ibaret olan gözleri gözlerime kenetlendi ve pençeleri biraz daha derine gömüldü. Koca ağzı yeniden benimkine kapandı ve sanki yeniden emdi ruhumu. Öyle korkutucu, öyle dehşet vericiydi ki bu, gözlerime hücum eden yaşlar çok geçmeden yanaklarıma süzüldü. Kollarım daha çok sarıldı bedenime ve ben daha çok gömüldüm arkamda duran yatak başlığına.

"Güvenemem."

Fısıltıdan hallice olan sesim şaşırtıcı bir şekilde ona ulaştı ve çöl tanrısının gözlerindeki umut parçalara ayrıldı. Her bir parça dağıldı gözlerinden, bazıları kalbime saplanırken, bazıları Set'in göğsünü yarıp geçti.

"Özür dilerim."

"Dileme. Senin hatan değil."

Tereddütle bana doğru yaklaştı. Onu engellemedim, kaçmaya çalışmadım. Etrafıma sarılan kollarının beni ısıtmasına izin verdim. Güvenemediğim o adamın kollarında ağladım.

"Seni çok üzdüm değil mi?"

İtiraz etmedim ama onaylamadım da. Her ne olursa olsun üzülsün istemedim ama sessizlik bazen en büyük cevap olabiliyordu ve Set cevabı çoktan almıştı.

"Üzdüm. Çok üzdüm." dedi. Acı çekiyor gibiydi ses tonu. "Ne düşünüyordum bilmiyorum. Tek hedefim vardı, tek amacım. İntikam almak istiyordum sadece ama o bile anlamını yitirdi tanrıçam. Nasıl oldu bilmiyorum. Ne zaman oldu? Onu da bilmiyorum. Yalnızca oldu ve sen kısacık zamanda kalbimde bir taht kurdun kendine. Fark edemedim yüreğime yerleştiğini, gözüm kör olmuştu sanki. İntikam hırsı öyle bir sardı ki benliğimi, kalbimin sesini susturdu. Savaş naraları kulaklarımı sağır etti. Hırslarım gözümü boyadı. Kör, sağır oldum sana, kalbimin taş duvarlarını aştığını bilemedim. İçeri nasıl girdin tanrıçam? O kalp bir daha atmaz derken nasıl canlandırdın bu ruhsuz adamı?"

Sustum sadece. Göz yaşlarım sessizce akarken ben susmakla yetindim. Bu kadar sevdiğini bilmiyordum. Yalnızca yine hırsıdır demiştim, inanmamıştım ama şimdi bu sözleri, hisleri öyle bir işlemişti ki yüreğime, anlamıştım. Çöl tanrısı sahiden seviyordu beni. Öpüşleri gerçekti, sevişleri, bakışları. Her şeyi gerçekti ama aklımı yine bir soru kurcalıyordu.

"Nephthys ne olacak?"

Kasıldı. Etrafıma dolanan kollarının kasılışı beni ona hapsetti ama bu esaretten şikayetçi değildim. Sıcaklığı bana iyi geliyordu. Apep'in buzlarına karşılık, Set'in yakıcı çöl kumları vardı. Çöllerde dolaşmayı yeğlerdim, hele ki yanımda bu adam varken başka bir seçenek söz konusu dahi olamazdı.

"Nephthys ile aramda olan her şeyin bittiğini söylemiştim daha önce." dediğinde bu kez sesi sertti. Az önceki o aşık adamın sesinden bu kez nefret akıyordu. Eh, haklıydı. Nephthys'le tanıştığım o kısacık zamanda ne kadar şirret bir kadın olduğunu da çözmüştüm. Hiçbir kabahatim yokken bana nefret dolu yeşil gözleriyle bakması zaten aramızda dostane bir ilişki olamayacağının ispatı gibiydi.

"Evet ama hala evlisiniz."

İşte bu canımı acıttı. Kollarında soluklandığım bu adam, başka bir kadınla evliydi. Kalbime bir ok saplandı sanki. Canım öyle bir acıdı ki kurumaya yüz tutmuş yanaklarım yeni göz yaşlarıyla ıslandı.

Set kollarımdan tutup kendinden uzaklaştırdı beni. Bu kez iki eliyle kavradı yanaklarımı ve yaşlarımı usulca sildi. "Ağlama." deyişiyle dudaklarım büzüldü. Set bir öpücük kondurdu dudaklarıma. Tuzlu göz yaşlarım onun dudaklarını da ıslattı. Bir kez daha öptü beni, sonra bir kez daha. Yaşlarım dininceye kadar sabırla sildi onları ve küçük, tatlı buseler bıraktı dudaklarıma. Defalarca kez öptü beni, defalarca kez karıştım ona. Nefesi nefesim oldu, acım acısı oldu ama o güven, o kahrolası güven bir türlü o duvarı yıkmadı. Duvar sapasağlam yerinde kaldı. Set yine yıkmaya çabaladı, ben yine dizdim tuğlaları.

"Tanrıların evliliği, insanlarınki gibi değildir." dedi. Artık ağlamıyordum ama o yine de yanaklarımdan çekmemişti ellerini. "Bizler yalnızca eşleştik, var olduğumuz dönemde pek bir seçeneğimiz olduğu söylenemez. Bu eşleşmeyi sağlayan Ra'ydı ve bize yalnızca evlisiniz dedi. Tören, kural yok bizim evliliğimizde, öylece biter ya da öylece var olur. Nephthys'le olan şey binlerce yıl önce, daha Anubis doğmamışken bitti Hüma. Evli değiliz."

"Gerçekten mi?"

Ağlamaklı çıkan sesime karşılık Set gülümsedi.

"Gerçekten. Güven bana."

Bu kez güvendim ona ve o duvar ilk kez çatırdadı. Duvarda küçük bir oyuk açılırken, elimdeki çimento torbası yerle buluştu. O ufacık deliğin ardından görünen bir çift göz çöl kumlarıyla dalgalandı. Bu benim, ilk güvenişimdi ona ve umarım son olmazdı.

"Sana inanıyorum."

Mırıltımın hemen ardından alnıma bastırdı dudaklarını. Elleri hala yanaklarımdayken, yaptığı bu hareket içimi titretmeye yetti. Bu huzurdu. Bu sevgiydi. Bu gerçekten de aşktı. Ama hepsinden de öte bu güvenimin sembolüydü. Set, güvenimi bu kez kazanmıştı ve inanıyordum ki bu kez kaybetmemek için çabalayacaktı.

***

Heyooo! Nabersiniz?

Bölümü nasıl buldunuz?

Apep ile olan konuşmamıza ne diyorsunuz?

Sizce ne planlıyor?

Set'in bizim kızcağızımızı izlemesi kaç puan? 😁

Hüma'nın güvensizliğine ne diyorsunuz?

Set daha çok çabalayacak diyenleri göreyim. 💛

Sizce Hüma tahmini ne zaman Apep'ten söz eder?

Peki sonraki bölümde neler olacak?

Karakterlere ne söylemek istersiniz? 👇

Hüma 👉

Set 👉

Apep 👉

Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Loading...
0%