Yeni Üyelik
34.
Bölüm

9. Bölüm - Aile Sırrı

@aysenurtekkanat

"Gitmek istemiyorum." diye mızmızlandım. Bir insana zorla bir şeyler yaptırmak, hele ki o insan sizseniz, son derece sinir bozucu oluyordu.

"Ben de hoşlanmıyorum bundan ama yine de gideceğiz Hüma. İtiraz yok."

Annemin kesin sözleri karşısında koltukta iyice aşağı kaydım. Yeniden mızmızlanırken, okula gitmemek için çırpınan o çocuktan farkım yoktu. Üzerimde pijamalarım vardı ve ayağımda ise anneannemin örmüş olduğu patikler. Saçım yine kuş yuvası gibiydi ve gözlerimin altı çok uyumaktan şişmişti.

Dün gece sabaha kadar yanımda kalmıştı Set. Ona inanmıştım ve az da olsa güvenmiştim fakat hala affedememiştim. Ne zaman göz göze gelsek bana zarar vermeyeceğini söylediği o an geliyordu aklıma ama veriyordu işte. Sol avucumdaki iz affetmemin önüne geçiyordu. Ne zaman aynaya baksam ve boynumdaki damarları görsem kırılıyordum. Buna rağmen ne zaman yanıma gelse, beni ne zaman öpse kendimi kaybediyordum. Bu oldukça sinir bozucuydu. Henüz nedenini bilmiyordum ve öğrenmek için de çabalamamıştım ama şu da bir gerçekti ki dün geceki konuşmamızdan sonra öpücüklerinden hiçbirisi vicdan azabı çektirmemişti bana. Bunun için ona minnettardım.

Öte yandan ona Apep'i anlatmamıştım. Ona bu konuda güvenmemem kırılmasına sebep olmuştu fakat Set bunu çoktan hak etmişti. Bundan dolayı sesini çıkarmamış ve sessiz bir kabullenişle kollarını etrafıma sarmıştı. Ona, "Seni affetmedim." dediğimdeyse yine sessizce kabullenmişti bunu. Uykuyla uyanıklık arasında kaldığım o kısacık zamanda, "Biliyorum." mırıltısını işitmiştim. Hayal miydi bilmiyorum ama onu affetmediğim gerçeğinin canını yaktığını çok iyi biliyorum.

Uyandığımda saat neredeyse akşama geliyordu. Öğleden sonra üçe kadar uyumuştum ve yaklaşık iki saat sonra da ailem eve gelmişti. İşte o vakitten beridir beni o saçma sapan aile yemeğine götürmek için çabalıyorlardı.

"Hüma, lütfen." dedi babam. Bu onun için önemliydi. Aslında normalde ne annemi ne de beni bu tarz aile yemeklerine götürmek için çabalamazdı fakat bu yemeğin bir özelliği vardı. Bu yemek bizzat benim için tertip ediliyordu. Amcamın eşi, Gülay Yenge fazlasıyla meraklı bir kadındı. Bu kez merakını cezp eden şey bendim. Benim çölde neler yaşadığımı bilmek isteyen toksik bir kadındı ne yazık ki ve emindim ki sorduğu sorular suçlamaya yönelik olacaktı.

"Ama baba..." diye itiraz edecek oldum fakat babam, "Yeter Hüma!" diyerek sözümü kesti. Oturduğu koltuktan kalkıp yanıma geldi.

Annem, "Mutfakta olacağım." dedi. Salondan çıkışının sebebi yalnız konuşmamızı sağlamaktı. Böylece babam beni ikna edecekti, bunu biliyordu. Çünkü ben babasına aşık bir kızdım ve babama olan aşkım onu reddetmemin önüne geçiyordu.

Babam kuş yuvasından hallice olan topuzumdan fırlamış olan bir saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı.

"Biliyorum, onlardan hoşlanmıyorsun."

"Onlar da benden hoşlanmıyor." diyerek lafa atladım. Babamın uyarı dolu bakışlarına karşılık geriye yaslanırken, ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırmıştım. Kirpiklerimin altından ona bakıyordum ama bu pek bir işe yaramıyordu.

"Bak, arada çok büyük uçurumlar var, bunun farkındayım ve seni asla o uçurumdan atmak istemiyorum ama bu yemek senin için veriliyor. Senin kurtuluşunun şerefine."

"Aslına sadece meraklarından..." derken kirpiklerimi kırpıştırdım. Babamın kıvrılmak üzere hareketlenen dudaklarına karşılık sevimlice gülümsedim ben de.

"Evet, meraklarından." dedi babam. Beni onaylamıştı, genelde onaylardı zaten. "Neyse! Aslında söylemek istediğim şey, yaşadıklarından sonra gerçek dünyaya karışmandı. Bir şeyler oldu ve hissetmemen gereken şeyler hissediyorsun ama bunu atlatabilirsin, her daim arkadandayım. Yine de biraz bu muhabbetlerden uzaklaşıp en azından eski atışmalarla kendine gelebilirsin diye düşünüyorum. Sana konu hakkında bir şey derlerse onları sustururum, söz veriyorum. Onun dışında ne söylersen söyle, hakaret olmadığı müddetçe, sesimi çıkarmayacağım."

"Söz mü?"

"Söz."

Babamın verdiği söz bir nebze olsun içimi rahalatırken kendimi arabanın arka koltuğunda bulmam gecikmedi. Her an vazgeçebilme ihtimalime karşılık anında hazırlanmış ve yola koyulmuştuk.

Amcamın evi şehrin nispeten daha lüks bir semtinde kalıyordu. Nasıl bir hırstı bu bilmiyorum ama babamın anlattığına göre üniversiteden sonra epey çalışmış ve ailedeki en zengin kişi olmayı başarmıştı. Bundan dolayıydı ki önünde durduğumuz bina bas bas bağırıyordu bu zenginliği.

Amcamın evi iki katlı, bahçeli bir yapıydı. Bahçesi devasa denemezdi fakat büyüktü ve bu sokaktaki pek çok bina gibi ışık saçıyordu.

Arabadan inip iki tarafı da ışıklandırılmış taş yoldan binaya doğru yürüdüm. Şimdiden gerilmiştim ve kapıya yaklaştıkça içerden gelen kahkaha sesleri işitiliyordu. Sahte olduğu söylenemezdi ama bu kahkahaların bulunduğu ortamda genellikle ben bulunmazdım.

"Babaanne ya!" diye bağıran kişi kuzenim Seçil'di. Kendisiyle asla anlaşamazdık. O siyahsa, ben beyazdım, o geceyse ben gündüzdüm. Birbirimize o kadar zıttık ki onun sevdiği bir şeyden ben tiksinirdim. Tıpkı birazdan dahil olacağım ortamı onun sevişi ve benim nefret edişim gibi.

Babam kapıyı çaldı. Benim gibi gergin olan annem tam arkamda duruyordu. Ellerini montunun cebine sokmuş, dudağını dişlemekle meşguldü. Normal şartlarda bu eve gelmeyi bırakın, önünden bile geçmezdi çünkü o bu ailedeki nefret edilen kişiydi.

Kapıyı yengem açtı. Neredeyse dirseğine kadar gelen altın bileziklerini şıngırdatarak, "Vah yavrum! Bahtsız yavrum benim." dedi. Kolları etrafıma dolandığında neye uğradığımı şaşırmıştım. Ellerim aramızda sıkışmış, şaşkın bakışlarım ise babamla buluşmuştu. O sırada Gülay Yenge konuşmaya devam ediyordu. Benimse aklımda tek bir soru vardı; bu kadın beni bu kadar mı seviyordu?

"Kadersiz yavrum benim. Neler geldi başına? Demek ki uğursuzluğun buraya özel değilmiş, orada da bulmuş seni. Annenin uğursuzluğu sana bulaşmış kadersiz çocuğum benim."

Adeta ağıt yakarak söylediği sözler üzerine göz devirdim. Beni sevmediğini bir kez daha anlarken, bu sevgi gösterisinin içine sıkıştırdığı uğursuz sıfatı nasıl bir ortama düştüğümü bir kez daha anlamama yetti. Bu insanlar beni asla sevmeyecek ve başıma gelen her bir olayın müsebbibi olarak yine beni göreceklerdi. Uğursuz kisfesi altına sıkıştırdıkları suçlamaların ucuysa bir şekilde anneme dokunacaktı.

"Boğuyorsun beni Gülay Yenge." derken onu ittim. Kaba davranışım karşısında burun kıvırmasının ardından yeniden şıngırdattı bileziklerini. Bu hareketiyse aklıma tek bir cümle getirdi; eşeğe altın semer de vursan eşek yine eşektir. Görgüsüz de her halükarda görgüsüzdür. Ya da sonradan görme, artık her neyse.

"Aman sen de." dedi kenara çekilirken. "Huysuz şey. Biraz benim prensesimden feyz al."

Göz devirdim. Babama yandan bir bakış attığımda omu silkti. Bu gece karışacağı tek şeyin Mısır'da olanlar hakkında sorulan sorular olduğunu daha evden çıkmadan söylemişken, şimdi tek kelime etmemesi hakkıydı.

"Bir kraliçe olarak bu dediğini kınıyorum." diyerek burnumu kaldırdım. Tamam, kraliçe değildim ama tanrıçaydım. Kraliçeden daha üst bie rütbe olduğu konusunda ise çok eminim.

"Sen mi kraliçe olacaksın?"

Küçümseyerek söylediği şey karşısında yeniden göz devirdim.

"Haklısın, kraliçe değilim." dedim kabullenişle. Yengemin yüzünde oluşan gülümseme suratını dağıtma isteği uyandırıyordu bende ama kendimi tuttum. Bunun yerine, "Ben tanrıçayım." dedim. İşte bu gerçekti ve bunu kendimden öyle emin söylemiştim ki yengemin kısa bir an afallamasına yetti.

"Kız, sen dinden imandan mı çıktın?! Allah ıslah etsin."

Hayret edercesine söylediği sözler üzerine yeniden göz devirdim.

O sırada babam, olaya müdahale etmesi gerektiğinin farkına varmış olsa gerek, "Bizi kapıda bekletmek için mi çağırdın Gülay?" diye sordu tersçe.

"Ay olur mu öyle şey Aydın Abi. Geçin tabi, buyrun. Lafa daldık, kapıda kaldınız."

Yengemin kenara çekilmesinin üzerine hemen içeri girdim. Esasında ayaklarım geri geri gidiyordu ama maalesef ki ben çoktan içerdeydim. Ayakkabılarımı çıkarmış, dolaba koymuştum. İçerinin sıcaklığı davetkar bir şekilde vücuduma sirayet ettiği sırada montumu çıkarmakla meşguldüm. Mısır'ın sıcağından sonra Türkiye'nin soğuğu tuhaf hissettirmişti. Öte yandan üşümeyeceğim gerçeği de aklımın bir köşesindeydi. Tıpkı açlığı ve diğer insani ihtiyaçları maskeleyebildiğim gibi üşüme hissini de yok sayabilirdim.

Salona girdiğimde bütün gözlerin üzerime çevrilmesi gecikmedi. Az önce atılan o şen kahkahalar kesilmiş, nefretin gizlendiği delici bakışlar gözlerimle kesişmişti.

"Hoşgeldin oğlum." dedi babaannem beni ve annemi yok sayarak.

Buna da göz devirdim. Bu akşamı gözlerim yerinden çıkmadan atlatabilirsem iyiydi.

"Hoşbulduk anne." diyerek bizim adımıza da konuşan babama memnuniyetsiz gözlerle baktı babaannem. Bir insan neden öz torunundan nefret ederdi ki? Annemi sevmeme nedenini bir nebze olsun anlayabilirdim çünkü gelinini sevmeyen kaynanalar revaçtaydı. Ama sorun şuydu ki eğer annemle olan problem oğlunu paylaşamama muhabbeti olsaydı aynı şeyi Gülay Yenge'ye de yapıyor olması gerekirdi fakat yapmıyordu. Hatta kendi kızından ayırmıyordu onu.

"Sofraya geçsek olur mu? Ben çok acıktım da." diyen kişi Seçil'den başkası değildi. Kumral saçlarını örmüş, üzerine pembe bir kazak giymişti. Masmavi gözleri ben buradayım diye bağırıyordu adeta ve kabul edeyim çok güzel bir kızdı. Tam bir prenses olduğu gerçeğini asla reddedemezdim çünkü Seçil masallarda anlatılan o prenseslere ciddi anlamda çok benziyordu. El bebek gül bebek büyütülmesi de o prenseslerden birisi olması için yeterliydi.

"Enişten gelecek Seçil, onu bekleyelim." dedi Aygül Hala'm. Beni sevmeyen bir diğer aile verdiydi kendisi. Esmer, uzun siyah saçlı çok güzel bir kadındı. Kabul edeyim, ailedeki herkes mankenlere taş çıkartacak kadar güzeldi. Hatta babaannem bile yaşına rağmen güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemişti.

Bekleme süresince gergin bir ortamda bulunmuştuk. Diken üstünde oturmak bu olsa gerekti.

"Ee Hüma, anlatmayacak mısın?" diye sordu Seçil. Çok meraklıydı annesi gibi.

"Neyi?"

Salağa yatmak hiçbir işe yaramazdı, farkındayım çünkü sormaya devam edecek ve cevap alıncaya kadar da susmayacaktı. Keza diğerlerinin de ondan bir farkı yoktu.

"Neyi olacak canım? Mısır'da olanları tabi. Nasıl oldu da ortalığı bu kadar karıştıtabildin merak ediyorum doğrusu."

"Annesine çekmiş." diye söylendi babaannem. Kısık sesle söylemiş olsa da salonda büyüyen sessizlik bunun duyulması için yeterliydi.

Tam yanımda oturan annemin bariz bir şekilde gerildiğini fark ettim. Dizleri titriyor, elleri bir açılıp bir kapanıyordu. Terlediğini görmemek için kör olmak lazımdı. Yine de ağzını açıp tek kelime etmiyordu annem. Bu saygıdan mıydı? Sanmıyorum çünkü saygıyı hak eden insanlar değillerdi bu ortamda bulunanlar. Korkudan desek, annem genel olarak cesur bir kadındı ve kimseye pabuç bırakmazdı fakat ne zaman bu ortama girsek sessizleşir, kendi kabuğuna çekilirdi. Bu hali beni epey meraklandırırdı. Ne zaman sorsam itinayla susturulur, konunun üzeri kapatılırdı.

"Hüma, çatlatmasana insanı." diye çıkıştı Seçil.

İsmi Melahat olmalıymış bana kalırsa, ona daha çok uyarmış.

"Ne biliyorsan o." diyerek kestirip attım. Eniştemin bir an önce gelmesini istiyordum. Bu aileye damat olacak kadar bahtsız olan o adam, bu ailede beni seven sayılı kişilerdendi. Aslında dedemden sonra iyi anlaşabildiğim tek kişiydi şu ortamda ve gelirse beni kurtarma olasılığı da yüksekti.

"Huysuzsun Hüma. Anlamıyorum, nasıl oldu da o adam bu huysuzluğuna katlandı? Ben olsam katlanmaz, direkt boğazlardım."

Seçil'in sözleri titrememe sebep oldu. Bahsettiği şey benim canımdı ve bunu öyle rahat söylüyordu ki, o gün beni kaçıran o adamın beni öldürdüğünü hatırlatıyordu bana. Öyle duygusuz laflar sarf ediyordu ki başımdan aşağı buz gibi sular dökülüyordu. Gözlerim doluyor, ellerim titriyordu. Avucumdaki kesik sızlarken, yerimden kalktım.

"Lavaboya gideceğim." dedim kimseye bakmadan. Koşarak salondan çıktığım sırada babaannemin, "Saygısız." dediğini işitmiştim. Hemen ardından babamın sesini duydum ama kelimelerini ayırt edemedim.

Banyoya girince direkt kapıyı kapattım. İki kere kilitleyip sırtımı kapıya yasladım. Aynı anda gözümden düşen birkaç damla yaşın tenimi nasıl kavurduğunu hissedebiliyordum. Ateş gibiydiler. Her bir damla sanki kalbime düşüyor, düştüğü yeri yakıyordu. Avucumdaki kesik sızlıyor, iblislerin uğursuz suratları gözümün önüne geliyordu. Sevdiğim, tanıdığım kişilerin suretlerinin ardına gizlenmiştiler. O küçük çocuk, Anubis ve en sonunda da annemin bedeni dikilmişti karşıma. Güçsüz müydüm ya da direncim mi kırılmıştı bilmiyorum ama ona o kadar çok inanmak istemiştim ki sarılıvermiştim. Ölüme sarılmak, kendini ölümün kollarına bırakmak bu olsa gerekti. Hoş, daha önce de kendimi ölümün kollarına bırakmamış mıydım? Set de öldürmüştü beni.

Seçil'in, "Ben olsam katlanmaz, direkt boğazlardım." sözleri zihnimde yankılanırken, bacaklarım beni taşımaz oldu. Haklıydı. Katlanılmaz biriydim ve Set de katlanmamıştı.

"Gerçekler canını mı acıtıyor tanrıça?" diye soran kişi Apep'ten başkası değildi. Kapalı gözlerim ona alan tanımıştı. En zayıf olduğum anları kolluyor ve ben ne zaman ağlasam, kendimi kaybetsem beni buluyordu. Sırtımı kapıya yaslamış, benden nefret eden insanlardan uzaklaşmak için bu kapıyı kendime siper ettiğim bu an, şüphesiz en doğru olan andı.

"Rahat bırak beni." diye mırıldandım. Artık uyumam ya da bayılmam gerekmiyordu bana ulaşması için. Zaman daralıyordu ve Apep güçleniyordu.

"Acını dindirebilirim tanrıça. Sana acı çektireni dünya üzerinden silebilirim."

"İstemiyorum." dedim ağlamaklı bir sesle. Gözlerimden birkaç damla daha yaş düştü. İçerden gelen seslerin yüksekliği artarken Apep yine zihnime fısıldadı.

"Ne yapman gerektiğini biliyorsun tanrıça. Gerçeklerden kaçamazsın ve gerçekler her daim sana acı verirler. Bana gel, benim ol ve acına son vereyim. Yapman gereken tek şey beni kabullenmek."

Gitti mi?

Bilmiyorum.

Yalnızca sesi kesildi ve bir daha konuşmadı.

O sırada kapının ardından ayak sesleri geldi. İki kez tıklatıldı kapı.

"Hüma, iyi misin?"

Bu kişi eniştemdi. İçerden gelen bağırışmaların aksine, onun sesi gayet sakindi.

Bir psikologtu Harun Enişte. İnsanlara karşı yaklaşımı genellikle empati olurdu ve bu bana karşı sevecen davranmasına yetiyordu. Sanırım bu yüzden ne anneme ne de bana karşı nefret beslemişti. Yalnızca empati yapmış ve bizi anlamıştı. Nefret edilmek nasıldı bilemezdi belki ama en azından çabalıyordu, diğerlerinin aksine.

"İyiyim." dedim başımı geriye atarken. Gözlerim hala kapalıydı. Kapalı göz kapaklarımın ardından süzülen yaşlar yanaklarımı ıslatmaya devam ediyordu. Burnum akıyordu ve sesim bok gibiydi.

Kapının ardından bir sürtünme sesi geldi. Hemen ardından tok ama kısık bir ses daha...

"Ağlıyorsun." dedi eniştem. Sesi daha yakındı şimdi, muhtemelen benim gibi yere oturmuştu.

"Hı hı."

Garip bir mırıltıyla kabul ettim bu gerçeği. Zaten reddetmemin de bir manası yoktu.

"Ağla, rahatlarsın." dediğinde gülmekten alamadım kendimi. Gözlerimden akan yaşların aksine gülüşüm banyoda yankılandı.

"Senden daha yaratıcı bir teselli beklerdim." dedim gülerken.

"Teselliye ihtiyacın mı var ki?"

"Yok mu?"

Kısık çıkan sesimle sorduğum soru karşısında, "Yok." dedi eniştem. "Sadece biraz zamana ihtiyacın var. Zaman her şeyin ilacıdır. İlaç olmasa bile en azından alışırsın ve artık eskisi kadar acımaz canın."

"Birini nasıl affedersin?" diye sordum burnumu çekip. Olduğum yerden uzanıp tuvalet kağıdından bir parça kopardım. Burnumu silerken, "Affedilmesi zor bir şey yapan birisini." diye açıkladım. Aslında zordan ziyade imkansızdı ama bunu dile getirmek canımı daha çok acıtırdı.

"Anlamaya çalışırım." dedi eniştem. Omuz silktiğinden çok emindim.

"Sen herkesi anlamaya çalışıyorsun."

"Affedilmesi zor birisi bile sebeplere tutunur Hüma. Sebepleri ne kadar güçlüyse affedilmesi de o kadar güçtür. Yine de imkansız diye bir şey yoktur."

"Ya imkansızsa?" diye üsteledim.

"O zaman affa değer biri değildir. Ne affını ne de sevgini hak ediyordur ve eğer sevmiyorsan, değer vermiyorsan zaten affetmezsin Hüma."

Eniştemin açıklaması üzerine bir süre bir şey demedim. Set'i seviyordum, bu kabullendiğim bir gerçekti ama sevgi affı yanında getirmiyordu. Enişteme göreyse affetmek için önce sevmek, değer vermek gerekiyordu.

"Seviyorum." dedim mırıldar gibi. Duyduğundan çok emindim. "Ama affedemiyorum enişte. Bana yaptığını hazmedemiyorum, canım yanıyor."

"İstiyor musun peki?"

"Neyi?"

"Affetmeyi."

Biraz düşündüm. İstiyor muydum? Cevabı bilmiyordum. Sadece o yanımdayken diğer her şey önemini yitiriyor gibiydi. Yalnızca o vardı ve bana hissettirdikleri. Yanımdayken canım acımıyordu. Yanımdayken beni öldürdüğünü unutuyordum. Set yanımdayken yalnızca ona kapılıyordum. Bana yaklaşımı öyle farklıydı ki, ilk tanıştığım zamanki Set ile şu anki Set arasında dağlar kadar fark vardı.

"Bilmiyorum." dedim. "Yanımdayken sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyorum ama yokken hatırlıyorum."

Bir süre sessizlik oldu. Eniştem bile ne diyeceğini bilememişti ve bu son derece garipti. Onun ne diyeceğini bilemediği zamanlar genellikle nadir olanlardı. Hazır cevap bir adamdı.

"Sana ne yaptı, Hüma?"

"Beni öldürdü."

Cevabım doğruydu ama enişteme göre bu yalnızca mecazdı. Öyle ki, "O kadar mı kötü?" diye sorarken sesinde şaşkınlık veya hayret yoktu.

"Evet."

"Peki pişman mı?"

"Evet."

"O zaman ona inat yaşa. Yaşadığını öyle bir göster ki pişmanlığını görebil. Çünkü ancak pişmanlığını görürsen için soğur. Çünkü ancak için soğursa affedersin."

Göremeyeceğini bilmeme rağmen başımı salladım. Artık ağlamıyordum, yaşlarım kurumuştu. Yanaklarımda tuzlu göz yaşlarının izleri, dudaklarımda silik bir tebessüm vardı.

"Teşekkür ederim enişte."

Cevap vermesini beklemeden yerden kalktım. Lavabonun yanına gelip kendime baktım. Gözlerim ve burnum kızarmıştı. Dudaklarım şişmişti. Rezalet bir görüntüm vardı ama yüzümdeki o küçücük tebessüm bir şeylerin yoluna girdiğine işaretti. Belki henüz affedememiş, tam olarak güvenememiştim ama bunun yolunu bulmuştum. Çabalıyordum. Aslında bu çabamın sebebi dünya kaosa sürüklenmesin diyeydi ama yine de kimse çabalamıyorsun diyemezdi.

Elimi yüzümü yıkayıp kuruladım. Banyodan çıktığımda kapıda beni bekleyen kişi eniştemdi. Kollarını iki yana açtı ve ben beklemeden sarıldım ona.

"Daha iyi misin?"

Usulca başımı salladım. Sonra birlikte salona geri döndük ve yemek boyunca kimse bir daha Mısır'da olanların konusunu açmadı. Memnuniyetsiz ve nefret dolu bir yemeğin ardından kısa bir süre daha orada kaldık. Sonrasında babam eve dönmemiz gerektiğine dair bir şeyler söyledi. Açıkçası dinlememiştim çünkü kendimi yorgun hissediyordum ve tek derdim bir an önce eve gidip yatmaktı. Mümkünse öğlene kadar uyumak ve uzun bir süre de uyanmamak istiyordum. Belki yine gelecekti Set ama bu kez onu da görmek istemiyordum. Yalnızca yaşamak ve eniştemin dediği gibi pişmanlığını görmek istiyordum. Sadece bunun için biraz daha zamana ihtiyacım vardı. Zaman yaraları sarmayacaktı, yalnızca ben alışacaktım acıya ve sonra hissizleşecektim. O gün geldiğinde her şey daha güzel olacaktı. En azından böyle olmasını umuyordum.

Evden ayrıldık. Arabanın arka koltuğuna oturduğumda bariz bir rahatlama hissetmiştim. Keza annem de koca bir oh çekmişti arkasına yaslanırken.

Yola çıktığımızda, "Neden bizden nefret ediyorlar?" diye sordum. Bu soruyu daha önce defalarca kez sormuştum ama cevap alamamıştım.

"Sen iyi misin?" diye sorarak konuyu değiştirmeye çalıştı annem. Tedirgin olmuştu ve bu bariz bir şekilde belliydi. Az önceki rahatlaması çabucak geçmişti.

"İyiyim ama sorumu yanıtlarsan daha iyi olacağım. Neden bizden nefret ediyorlar?"

Yinelediğim sorum üzerine annem ve babamın bakışları birbiriyle kesişti. Kısacık sürdü ama bunu fark edecek kadar dikkatli bakıyordum onlara.

"Nefret falan etmiyorlar Hüma. Onu da nereden çıkardın?"

Göz devirdim. Ah! Bu gece gerçekten gözlerim çıkacaktı.

"Ediyorlar ve ikiniz de bunun farkındasınız. Bir nedeni var, bunu da biliyorum ama siz itinayla bana cevap vermekten kaçınıyorsunuz. Neden bizden nefret ediyorlar?"

Sustular. Bir kez daha sessizlikle cevapladılar sorumu.

"Bilmeye hakkım var!" diye çıkıştım. Haklıydım ve bu nefretin sebebini öğrenmek istiyordum artık. Eniştem affetmek için empati kur demişti. Belki bu nefreti de affetmek için empati kurabilirdim. Tek bilmem gereken şey nedenlerdi ve ben artık hayatımda sır olmasın istiyordum. Sonumu getiren sırlarken daha fazla sırla yaşamak istemiyordum çünkü eğer öğrenmezsem, günü geldiğinde, umarım gelmez, kimseye acımazdım. Beni yaralayanları yok ederdim. Apep'in acılarımı yok etmesini istersem şayet bir gün, sevmesem bile akrabalarım güvende olsunlar istiyordum. İşte bu yüzden bilmem gerekiyordu.

"Çünkü ben katilim." dedi annem.

Şok olmuştum ve ağzım bir karış açık kalakalmıştım. Katilim de ne demekti?

Babam, "Dilek!" diyerek uyarmaya çalıştı onu ama annem, "Daha ne kadar gizleyebiliriz ki Aydın? Öğrensin ve bitsin artık. Yoruldum." diyerek karşı çıktı ona.

"Anne sen ne demek istiyorsun?" diye sordum kendime gelebildiğimde. Hala şaşkındım ve bir anlam veremiyordum.

"Bunu evde konuşalım." dedi babam. Yine olayın üstünü kapatmaya çalışıyordu ama bu kez buna izin veremezdim. Eve gidene kadar beklersem eğer unutulacaktı ve geçiştirilecekti bu konuşulanlar ve ben yine cevapları alamayacaktım.

"Hayır! Şimdi konuşacağız."

Kesin bir dille söylediklerim üzerine annem, babamın vitesteki elini tuttu.

"Anlatacağım ve bitecek. Bilsin."

"Tamam ama kendine katil demekten vazgeç. Senin suçun değildi."

Aralarındaki diyalog öyle anlaşılmazdı ki...

"Sen doğmadan önce, biz babanla yeni tanıştığımız zaman Mısra adında bir arkadaşım vardı." diyerek lafa başladı annem. Bu kadar uzak bir geçmişe mi dayanıyordu yani bu nefret? "Mısra benim en yakın arkadaşımdı, aynı zamanda bizim bölümdendi. Babanla beni tanıştıran aslında oydu. Mısra ile Ayhan nişanlıydı o zamanlar ve biz, dördümüz çok iyi anlaşırdık. Aramızdan su sızmazdı. İnanmayacaksın ama babaannen bile beni severdi."

İşte bu gerçekten inanamayacağım bir şeydi.

"Amcanla Mısra evlendirler. Bizimkinden daha ani bir evlilikti onlarınki, yıldırım nikahı kıymışlardı, bir bebekleri olacaktı. Bir gün, biz yalnızken, rahatsızlandı Mısra."

Annemin sesi titriyordu ve ben bundan sonra ne geleceğini az çok tahmin ediyordum. Bu işin sonunda birileri ölecekti ve muhtemelen bu, bebek olacaktı, kuzenim.

"Ben onu hastaneye götürmek istedim. Ama hava yağmurluydu ve ben çok da iyi bir şoför sayılmazdım. O gün kaza yaptık, araba şarampole yuvarlandı. Mısra ve bebek o gün öldü. Amcan beni suçladı, sonra diğerleri de ve haklıydılar." dedi annem. Aslında lafı bitmemişti ama babam onun sözünü kesti.

"Değildiler, değiller. Böyle olacağını bilemezdin."

"Ama oldu ve bu benim suçum. Eğer birilerini arasaydım, ambulans çağırsaydım böyle olmazdı. Mısra ölmezdi."

Artık ağlıyordu annem. Kendini suçluyor, vicdan azabı çekiyordu. Babamsa onu bunun tam tersine inandırmaya çalışıyordu. Ne nafile bir çabaydı. Annem asla kendini suçlamaktan vazgeçmeyecekti çünkü o kaza olduğunda direksiyon başında olan oydu. Ölüm en beklenmedik anda, en beklenmeyene geliyordu. Gencecik bir kadın ve daha doğmamış bebeği öylece yitip gitmişti bu dünyadan. Geride koca bir nefret, vicdan azabı ve hasret bırakmışlardı. Amcam acı çekiyordu ve bu acıyı dindirmek için anneme saldırıyordu, bana saldırıyordu çünkü onun gözünde doğmamış bebeğini öldüren annemin bana sarılmaya hakkı yoktu. Amcam hala unutmamıştı Mısra'yı. Her ne kadar yengemle evli olsa da Mısra kalbindeki yerinden olmamıştı. Yanındakiyle yaşlanır kalbindekiyle ölürsün derlerdi ya, amcamın yaşadığı şey tam olarak buydu ve bunun acısını çıkardığı kişiler de annem ve bendik.

Düşüncelere daldığım sırada, "Aydın dikkat et!" diye bağırdığını duydum annemin. Hemen ardından acı bir fren sesi ve ani bir sarsıntı geldi. İki koltuğun arasına düştüğüm o kısacık zamanda hızlanan kalp atışlarım ölümün bir insan için ne denli beklenmedik olduğunu kanıtlar gibiydi. Ölmemiştim, zaten ölemezdim ama başkası da ölmemişti. Başımı kaldırdığımda ön camdan gördüğüm şey; Antik Mısır dönemine ait giysiler giymiş bir adamdan başkası değildi. Bu, hayata dönen askerlerden birisiydi.

***

Merhaba. Nasıl buldunuz?

Hüma'nın akrabaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Aile yemeği pek de beklenildiği gibi geçmedi, meraklı Melahat'ler bir türlü bırakmadı bizim kızın yakasını.

Enişte ile olan konuşmayı nasıl buldunuz?

Hüma'nın sürekli gerçeği söylemesi ama karşısındakinin bunu bilmediği için şaka yapıyor sanması? 😁

Aile sırrı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Karşımıza çıkan mumya ile ne yaşayacağız dersiniz?

Sonraki bölümde neler olacak?

Karakterlere ne söylemek istersiniz? 👇

Hüma 👉

Aydın 👉

Dilek 👉

Seçil 👉

Gülay Yenge 👉

Harun Enişte 👉

Aygül Hala 👉

Ayhan Amca 👉

Babaanne 👉

Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Loading...
0%