Yeni Üyelik
42.
Bölüm

11. Bölüm - Kaos

@aysenurtekkanat

Yazar Anlatımı...

"Kahire güne büyük bir şaşkınlıkla başladı. Sabahın erken saatlerinde piramitlere giden arkeologlar, insanların evlerinden çıkmamalarını tavsiye ettiler. Halk, nedeni açıklanmayan bu tavsiyeye uymamak için direndi fakat şehre adım atan kişiler ile bu direnişin saçmalığının farkına vardılar.

Şehirde mumyalar vardı! Yüzlerce mumya ellerinde tuttukları ilkel silahlarla bir yöne, çöle doğru yürüyordu. Polisin müdahalesi hiçbir işe yaramıyor, atılan hiçbir kurşun onları öldürmeye yetmiyordu. Onlar yaşıyor muydu yoksa ölü oldukları için mi ölmüyorlardı? Bu soruların cevabını vermek şuan için mümkün değil. Yetkililerin ise mesajı net.

Mumyalar canlandı! Evlerinizde kalın ve saklanın! Tehlikedeyiz!"

Haber spikerinin telaşlı sesi tüm ülkeye ve hatta dünyaya ulaşmıştı. Kahire'de yürüyen mumyalar insanları dehşete düşürüyor, korkuyla evlerine saklanmalarına sebep oluyordu. Keops'un kumla dolu odalarının sırrı buydu! O odalar mumyaların mezarlarıydı ve insanlar yıllardır o mezarların üzerinde yürüyordu.

Kahire'den yayılan bu haber, Mısır'ı olduğu gibi diğer ülkeleri de korkutmuştu. Mumyalar yalnızca Kahire'de görünüyor olsalar da dünyanın çeşitli bölgelerindeki insanlar kendilerini evlerine kapatmakta gecikmedi. Bunun bir zombi istilası olduğunu söyleyenler vardı. Onlara göre yalnızca Mısır'ın mumyaları değil, dünyadaki bütün ölüler hayata dönecekti. İnsanlar mezarlıklardan olabildiğince uzağa gitme derdindeydi. Tüm o zombi kıyameti temalı filmler bu teoriye inanmaları için yeterli olmuştu. Zamanında hasret gidermek için gittikleri mezarlıklar zombilerin yuvasıydı.

Dünyayı kasıp kavuran bu haber karşısında kimse sessiz kalamamıştı. Mısır ordusu polislere destek için gelmişti. Silahlarından fırlayan mermiler mumyalara çarpıyor, bedenlerini delip geçiyordu fakat aldıkları hiçbir darbe onlara zarar vermiyordu. Açılan yaralar olduğu gibi kapanıyordu lakin bu demek değildi ki hiç kimse zarar görmüyordu.

Set'in kuma gömülmüş tapınağında canlanan mumyalar dizlerinin üzerine çökmüşlerdi. Efendilerine boyun eğmiş, ona hizmet etmekten onur duyacaklarını bu hareketleriyle ispatlamışlardı.

Hüma, bu görüntü karşısında ne yapacağını bilemiyordu. Kanayan eli hala beton çanağın üzerinde duruyor, akan her damla kanla kızın canından can kopuyordu. Bedeni gittikçe direncini yitiriyordu. Bedeninde anlam veremediği darbeler hissediyordu. Göz yaşları ardı arkası kesilmeden akarken tek dayanağı Çöl Tanrısı Set'ti. Yanında durmasa ve onu tutmasa genç kız çoktan yere yığılmıştı. Nitekim bu çok uzun sürmeyecekti. Geçen her bir dakika kızın aleyhine işliyor, yaşam enerjisi giderek azalıyordu. Hayata dönen mumyalar kızın canını çalıyordu.

Gözleri usulca kaydı Hüma'nın. Bedeni kendini artık taşıyamadı ve çanağın üzerinde duran eli boşlukta sallanır vaziyete geldi. Genç kızın aldığı titrek nefes bilincini yitirmesinden hemen önceydi.

Tüm bunları engellemeye gelmiş, bunun için oldukça büyük bir çaba sarf etmiş olan ay tanrısı gördükleri karşısında kalakalmıştı. Mumyalar hayata dönmüş, Set'in kandırdığı küçük kızın enerjisi tükenmişti. Thoth'a göre Set bir yalancıydı ve Thoth yalandan nefret ederdi.

"Mutlu musun Set?" diye sordu nefretle. Adamın kollarında hareketsiz duran kıza acırcasına baktı. "Onu öldürdün!"

Çöl tanrısının basışları kucağında duran kıza kaydı. Karamel rengi saçları boşlukta savruluyor, damarlarında son kalan kan damla damla yere düşüyordu. Zayıf bedeni sonbaharda ağaçlardan düşen yapraklar kadar cansızdı. O ağaçlar bir gün yeniden yeşillenecekti fakat bu kız hayata dönmeyecekti. Set bunu biliyordu. En başından, onun tek damla kanıyla hayata döndüğü andan beri kızın öleceğini biliyordu çünkü onun yaşam enerjisi Set'i besliyordu. Ona ölmeyeceğini söylerken yalan söylemişti. Bundan zerre pişmanlık duymayacağından çok emindi lakin yalnızca dakikalar önce söylediği söz aklına geldiğinde yüreğinde ince bir sızı hissetti. Çöl tanrısı, insanların şeytan olarak nitelendirdiği, kötülüğüyle ünlü olan bu tanrı pişmandı.

"Sadece hak ettiğim yerdeyim." dedi Set ruhsuz bir ses tonuyla. Kızın cansız bedenini kucakladı. Arkasında duran taş bloğun üzerine bıraktı onu. Karamel rengi saçları bir an için parmaklarını okşadığında yine yandı canı.

"Peki ya o? O bunu hak ediyor muydu?" diye sordu. "Sana yapma dedim! Durdurmak için peşinden koştum!" derken öne doğru adımlamıştı Thoth. Hala dizleri üstünde duran mumyaların arasından geçip Set'in karşısına dikildi. Aralarında duran blok adeta bir sınır görevi görüyordu. "Astarte'yi oyununa alet ettin, kızı kandırdın ve onu öldürdün."

Thoth'un öfkeli çıkan sesine karşılık Set, "Benim için yabancı değil bu saydıkların." dedi sakince. Nitekim bu, ay tanrısını daha da kızdırdı. Bu adam nasıl oluyordu da insan hayatını böyle hiçe sayabiliyordu?

"Sözde tüm bunları insanlar için yapıyorsun ama bir insanı öylece harcayabiliyorsun. Hiç mi vicdanın yok senin? Oysa Anubis kalbini sökmemişti yerinden? Yoksa bin yıllardır yattığın o lahid kalbini taşlaştırdı mı? "

"Bitti mi?"

Set'in sorusu üzerine Thoth başını, onaylamazca, iki yana salladı. Bu tanrıya ne derse desin hiçbir anlam ifade etmeyeceğinin farkındaydı. Bir adım geriye gitti ve son kez Set'e baktı.

"Bunu yaptığın için pişman olacaksın." dedi ve ortadan kayboldu. İbis kuşları da onunla birlikte giderken koca salonda kalan tek kişiler Set ve onun yandaşlarıydı. Hüma ise artık yalnızca bir ölüydü.

Set, Thoth'un son söylediklerini umursamadı bile. Karamel rengi saçlarda gezdirdi parmak uçlarını usulca. Bu kıza zarar vermek hiçbir zaman umurunda olmamıştı fakat şimdi incitmek istemez gibi dokunuyordu saç tellerine. Buğday rengi teni solmuştu ve ölümün soğukluğu usulca üstünü örtmüştü. Yanağına dokunan parmağını ateşe değmiş gibi geri çekti çöl tanrısı. Sonra yeniden dokundu. Buz gibiydi ve ruhu artık gitmeye hazırdı.

"Anubis, ortaya çık." dedi kısık sesle. Sesi acı çeker gibiydi.

Uzun zaman boyunca yalnızdı, kimsesi yoktu ve kimse onu anladığını söylememişti. Set'in milatları bu kızla birlikte gelmişti. Uzun yıllar sonunda ebedi yalnızlığı son bulmuştu. Kendisini her fırsatta öfkelendiren ve yine her fırsatta şaşırtan bu kız bir anda her şeyi oluvermişti. Tek varlığıydı günlerdir, tek umuduydu ve ona ister istemez bağlanmıştı. Hikayesini dinlediğinde onu anlamış, ona destek olmuştu. Tek isteği vardı, o da hayatta kalmaktı ama çöl tanrısı ona bunu veremezdi. Onu hayatta tutmak demek kendini yeniden o lahde tıkmak demekti. Set bencildi. Herkes gibi bencildi o da ve herkes gibi önce kendini düşünmüştü. Bu yüzden tek varlığını, umudunu harcamakta tereddüt etmemişti. Kızın avucuna açtığı kesiğin onu öldüreceğini biliyordu, bu yolculuktan sağ çıkamayacağını biliyordu ama bundan vazgeçmemişti. Her fırsatta onu korumuştu. Başta kendisinden kaçmak isteyen kızı kendine alıştırmış ve hatta kendini sevdirmişti. Kızın hissettiklerinin farkındaydı. Baharatlı birayı içtiğinde yaptığı tüm o şeylerden içten içe zevk almıştı. Ona sarılması, gözlerinin en derinine bakması Set için büyük anlam ifade ediyordu. Onun gözleri herkese acımasız fırtınalar gösteriyordu fakat bu kıza bakarken tatlı meltemlerle dans ediyordu gözlerindeki kumlar. Set ne hissettiğini biliyordu ama bu his fedakarlık yapması için yeterli değildi. Bu aşk değildi, yalnızlığını alıp götüren garip bir histi.

Kızıl kahve dumanların arasından yükselen Anubis önce etrafına baktı. Mumyalar hala dizlerinin üzerindeydi ve etleri yeniden bedenlerini sarıyordu. Set bir bloğun yanında duruyordu ve onun üzerinde yatan kıza öylece bakıyordu. Anubis bu manzara karşısında ne diyeceğini bilemedi. Set'in bir insan için üzüleceğini düşünmemişti ama gördüğü şey tam olarak buydu. O resmen kadının ölü bedeninin yanında yas tutuyordu.

"Onu öldürdün." dedi Anubis. Buna şaşırmamıştı ama içten içe bu kızın Set'in kalbini yumuşatmasını dilemişti. Anlaşılan o ki çöl tanrısının kalbi asla yumuşayamazdı. Sevgi bile bunu sağlayamamışken, dünya üzerindeki hiçbir şey bu güce sahip değildi.

"Onu götür Anubis." diyerek başını çevirdi Set. Ölülerin koruyucu tanrısına baktı. Çakal başı bu bakışla yerinden kayboldu ve Anubis normal görünümüne büründü. Yüzünün sol tarafındaki ısırık izi Set'in dikkatini çeken ilk şey oldu. Bu izi biliyordu.

Anubis daha çocukken, Set onu bir ölüye götürmüştü. Ruhunu nasıl teslim alacağını, ona nasıl refakat edeceğini öğretmekti amacı fakat gittikleri yer bir taziye evi değildi. Issız bir araziydi burası ve ceset öylece çöl kumlarının üstünde yatıyordu. Set bunu planlamamıştı ama geldikleri yerdeki ölüyü de öylece geride bırakamazdı.

Cesedin etrafında çakallar vardı. Bu Set'in göz devirmesine yetmişti. Hesaplayamadığı şeyse Anubis'in cesedi korumak için öne atılması oldu. Çakallardan birisinin dişlerini onun sol yanağına geçirmesini beklemiyordu. Durdurmak için öne atıldığında artık bunun için çok geçti. Anubis'in yüzünde, tanrıların bile silemediği bir iz vardı artık. Yüzyıllar boyunca o izi taşımış, sembolik hayvanını da o günün anısına çakal seçmişti Anubis.

"Neden yapıyorsun bunu?" diye sordu Anubis. Birkaç adımda yanına vardı. Bir elinin kızın saçlarında durduğunu fark ettiğinde gülmeden edemedi. Bu ne yazık ki mutluluktan yoksun bir gülümsemeydi. "Pişmansın."

"İstediğimi alıyorum oğlum. Sana uyandığım gün söylediğim gibi, ölüyü al ve Duat'a dön. Babanın yükselişini izle."

Anubis onaylamazca iki yana salladı başını. "Onu hayata döndürmemi istemeyecek misin? Bunu yapabileceğimi biliyorsun."

Set derin bir nefes aldı. Kızın saçlarından elini çekti. Parmak uçlarında hissettiği boşluğa anlam veremedi fakat umursamadı da.

"O bir insan, bir gün ölecekti zaten. Bugün ya da yarın olmasının hiçbir önemi yok. Götür onu."

Ölülerin koruyucu tanrısı çakal maskesine büründü yeniden. Set'e bir şeyler anlatmak deveye hendek atlatmaya eş değerdi. Hatta deve hendekten atlardı ama Set anlamazdı. Anubis bu kabullenişle Hüma'nın yanına yürüdü. Kızın ruhani parmaklarını kavradı ve onu çekti. Anlık bir afallama yaşayan Hüma başta ne olduğunu anlayamadı. Kendi bedenini gördüğündeyse irkilerek geri çekildi. Kahverengi gözleri usulca bedeninden ayrıldı ve katiline yöneldi. Set'in çöl kumlarını andıran gözlerine baktı derin bir hayal kırıklığıyla. Karşısındaki tanrı bunu umursamadı, daha doğrusu umursamıyor gibi yaptı. Oysa kızın bakışları yüreğine çöreklenen pişmanlığı hatırlatmıştı ona.

"Bana yalan söyledin." diye mırıldandı Hüma. Sesi boğuk ve uzaktan geliyordu. Artık aynı boyutta değillerdi. Hüma enerji boyutuna geçmişti ve Set hala maddesel boyuttaydı.

"Beni kandırdın!" dedi suçlarcasına. Kini bir kalkan gibi çevresini sarmıştı. İntikam alma isteğiyle dolup taşıyordu lakin uzattığı eli adamın içinden bir sis gibi geçip gitti. Ona vurmak, bağırmak istiyordu fakat bu hiçbir işe yaramayacaktı. O ölmüştü ve genç kız artık bunun farkındaydı.

Anubis, Hüma'nın ruhunu aldı. İkisi kızıl kahve dumanlar içinde kaybolurken, Set günler sonra yine yalnızlığıyla baş başa kaldı.

*

Heliopolis'in kalbinde büyük bir korku hakimdi. İnsanların dünyası gibi burası da karışmıştı. Vakti zamanında Set'e karşı çıkan tanrılar kara kara ne yapacaklarını düşünüyorlardı. Ra'nın tapınağında ise büyük bir konsey toplanmıştı. Horus küplere binmişti, Nephytys öylece bir kenarda duruyordu ve Thoth son birkaç kelime daha söyleyip sessizliğe gömülmüştü.

"O kızın böyle bir gücü yok!" diye parladı Horus. Bulundukları büyük salonda volta atıyordu. Korkmuyordu, yalnızca öfkeliydi. Öfkesi bir kasırga gibi büyüyor ve serbest kalacağı anı bekliyordu.

"Varmış anlaşılan." dedi Serket. O akrep tanrıçaydı. Gücü ile tüm hastalıkları iyileştirebilir, kötü insanlara ölümü getirebilirdi.

"Olmamalıydı!"

Horus'un isyanıyla Heliopolis sarsıldı. Burada yaşayan tanrı soylular Set'in yapacaklarından zaten korkuyordu ve Horus'un bu öfkesi onları daha da korkutmaktan başka bir işe yaramıyordu.

"Ra nerede kaldı? Anubis nerede? Set ona zarar vermiş olamaz değil mi?" diye endişesini dile getirdi Nephytys. O her şeyden önce bir anneydi ve binlerce çocuğu dahi olsa her biri için ayrı ayrı endişelenmekten kendini alamazdı. Anubis onun ilk çocuğuydu. Set'i ilk aldatışından olmuştu ve Nephytys'i en çok korkutan da buydu. Set belki onu kendi çocuğu gibi benimsemişti ama bu fikrini değiştirmeyeceği manasına gelmiyordu.

Nephytys ve Set arasındaki ilişki çok uzun zaman önce bitmişti. Bunun sebebi Set'in ihanete uğradığını düşünmesiydi, ki Nephytys'in Horus'un tarafında yer alması bunun için yeterli bir gerekçeydi. İnsanlar arasında hala evli oldukları bilinsede aslında aralarında her hangi bir ilişki yoktu. Bu yüzden Nephytys'e göre Set'in öldürmek isteyeceği ilk kişilerden birisi kendisiydi.

Anubis kızıl kahve dumanların içinde yükseldiğinde Nephytys derin bir oh çekmişti. Oturduğu yerden kalkıp oğluna sarıldı. Tanrıçanın bu tavrını diğerleri anlayışla karşıladı.

"Anubis, orada neler oldu?" diye sordu Hathor. Uzun süredir sessizdi ve yalnızca düşünüyordu.

Anubis annesinden ayrılıp kendine ayrılan yere oturdu. Çakal başı yoktu. Siyah saçları, esmer teni ve birer boncuğu andıran siyah gözleriyle oldukça yakışıklıydı. Yüzünün sol tarafında olan yara izi bunu gölgeleyememişti.

"Set kızın yaşamasını istemedi." dedi. Anubis'in kafasını en çok karıştıran buydu.

"O zaman kalbi hala boş mu?" diye sordu Hathor. Bu onların avantajınaydı.

Set'i yakalamak hiçbir zaman kolay olmamıştı. Her seferinde kurtulmanın bir yolunu bulmuş, verdiği savaşlarda hep galip gelmişti. Onu hapsetme kararı aldıklarında kalbinin boşluğunu kullanmışlardı. Hathor onu büyülemiş ve hapsedilirken direnmemesini sağlamıştı. Bu yüzden Set'in ilk hedefi şüphesiz Hathor olacaktı. İlk seferinde Hathor'un, Set'e ulaşmasını sağlayan Horus olmuştu.

Anubis başını iki yana salladı. Ne gördüğünü biliyordu ve belki bu yeterli değildi ama Set'in kıza değer verdiği belliydi. Yalnızca bu değerin ne kadar büyük olduğunu kestiremiyordu. Neticede onu bilerek ve isteyerek öldürmüştü.

"Kıza değer veriyor. Bu yeterli mi kalbini doldurmak için bilmiyorum ama eğer denersen riske girersin."

"Anubis haklı." dedi Thoth başıyla onaylayarak. "Ona mutlu olup olmadığını sorduğumda cevap vermekten kaçtı. Oysa bizim bildiğimiz Set bu durumda kahkahalar atardı."

İşte bu doğruydu. Set zaferlerini kutlamaya bayılırdı ve bu da bir nevi zaferdi. Yalnızca bu zafer kutlamaya değmemişti çünkü Set yalnızlığını dolduran kişiyi kendi elleriyle öldürmüştü. Yandaşlarının canına karşılık Hüma'nınkini almıştı.

"Kızın kim olduğunu bulursak belki bunu nasıl çözeceğimizi de buluruz." diye bir fikir sundu Serket. Onun sözleriyle bütün gözler Anubis'i buldu. Ölülerle doğrudan iletişim kurabilen kişi oydu ve Hüma'nın yanında gidip bu işi çözebilirdi.

Anubis pes edercesine soludu. "Gidiyorum."

Ölülerin koruyucu tanrısı kızıl kahve dumanların arasında kaybolurken, tanrıların bütün umudu ona bağlanmıştı. Kızın kimliği bu karmaşayı çözecek yegane şeydi ve Anubis bunu öğrenecekti.

***

Selam! Bu yazar yaptı yine yapacağını. Açık konuşayım Hüma'yı öldürmeyi, daha kitabı yazmaya ilk başladığım zaman planlanmıştım ama bunu Set'in yapacağını inanın ben de düşünmemiştim.

Nasıl hissediyorsunuz?

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hüma'nın öleceği aklınıza gelmiş miydi?

Peki ya onu Set'in öldürmesi?

Anubis ve Thoth'un fark ettiği değer verme mevzusu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizce Set pişman olacak mı?

Tanrıların tahmini doğru mu? Hüma sıradan bir insan değil mi?

Ra nerelerde peki?

Sonraki bölümde ne olacak dersiniz?

Karakterlere ne söylemek istersiniz? (Set'e sövmek serbest ama size cevap verir mi bilemiyorum.) 👇

Hüma 👉

Set 👉

Anubis 👉

Thoth 👉

Horus 👉

Hathor 👉

Nephytys 👉

Serket 👉

Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Loading...
0%