Yeni Üyelik
46.
Bölüm

15. Bölüm - Hathor'un Büyüsü

@aysenurtekkanat

Set'in Ağzından...

Günahım çoktu. Eskiden olsa bunu reddeder ve tek doğrunun ben olduğumu söylerdim ama şimdi bunu diyemiyordum. Bir şeylerin farkına varmıştım, belki de büyümüştüm. İşin ilginç yanı da buydu ya zaten; bin yıllardır yaşayıp da kendi doğrularından sapmayan bu adam, küçük bir insan kız sayesinde büyümüştü. Bir şeylerin farkına varmamı sağlayan o güzel kahverengi gözlerin sonsuza dek kapandığını bilmek bana acıdan başka hiçbir şey getirmiyordu. Kabullenmiştim sonunda; Hüma'nın ölümü bana acı veriyordu. Bu vicdan azabı değildi, ondan daha kötüsüydü. Çok fazla can almıştım, tanrı veya insan benim için hiç fark etmemişti ve arkalarından hiç yas tutmamıştım ama bu kız bir şekilde kalbime yerleşmeyi başarmıştı. Şimdi ölümü bana acı veriyordu çünkü o ölümü ona getiren benim ellerimdi. Elimde tuttuğum o bıçak ve dudaklarımdan dökülen sözcüklerdi onu öldüren. Bedeni şimdi çürüyordu ve o bu dünyayı terk ediyordu. Bu durum beni kahrediyor, derin bir ızdırapa sürüklüyordu.

"Üzülüyor musun?"

İnce bir kadın sesi taht odasını doldurduğu sırada lahdin yanındaydım. Üzerine işlenmiş bir yakuta dokunuyordum. Ses yabancı değildi ama hiçbir zaman bana yakın da olmamıştı sahibi.

"Ne istiyorsun?" diye sordum arkamı dönmeden. Onun gözlerine bakmak istemiyordum çünkü eğer bunu yaparsam kendimi yeniden bir lahidde bulurdum. Bu kadının büyüsü yüzünden o mahzene kapatılmıştım. Yine aynı şeyin olmasına müsaade edemezdim.

"Sohbet etmeye geldim." dedi Hathor. Ayak sesleri bana doğru yaklaştı. Göz ucuyla ona baktığımda sağ bacağını tamamen açıkta bırakan altın işlemeli bir elbise giydiğini gördüm. Koyu kahverengi saçlarını toplamıştı ama bukleleri yine de omuzlarına dağılmıştı. Zarif adımlar atarak birkaç basamağı tırmandı ve benim bir gündür oturmaktan kaçındığım tahtıma kuruldu. O an inanılmaz bir öfke hissettim içimde. Bana cehennemi yaşatan bu tahtın bu kadına kucak açması fikri beni deli etti. Bir de aklıma lahidde yatan kız geldi. Tahtıma oturmak istemişti ama o bunu yapamadan ölmüştü. Onun isteği hiçliğe karışırken, bu kadının pervasızca bu isteğe saygısızlık etmesi öfkenin içimde bir volkan gibi kabarmasına sebep oldu.

Yerimden hareketlenip tahta yürüdüm. Hathor'un kolunu tutup hiç de nazik olmayan bir hareketle kaldırdım onu oradan. Basamaklardan aşağı doğru savruldu ince bedeni ama bu benim umurumda bile olmadı. Ona acımazdım. Horus'a bağlı olan kimseye acımaz, merhamet etmezdim.

"Ne istiyorsan uzatma da söyle. Seninle uğraşamam." dedim sert bir sesle. Onu burada istemiyordum.

Hathor önüne düşen saçını hışımla geri itti. Yere düşmekten kurtulmuştu ama ona bu şekilde davranmama kızdığından çok emindim. Buraya gelmeye cesaret edebilmiş olması beni şaşırtsa da öfkelenmesine şaşırmadım. Aşk tanrıçası güzel ve oldukça cazibeli olmasının yanında çokça da kibirliydi. Gerçi tüm tanrılar öyleydi ama Hathor bu tip davranışları hakaret olarak algılardı ve karşılığını da karşı konulmaz cazibesiyle verirdi.

Bana doğru bir adım attığında yapacağı şeyi çoktan anlamıştım. Çöl kumlarını birleştirip büyüledim ve elimde bir kılıç oluşmasını sağladım. Hathor'un bana doğru attığı birkaç adımı fark ettiğimde kılıcı onu uzaklaştırmak için kullanmak istedim lakin kahvenin en koyu tonundaki gözleri kehribar renginde parıldadığında bunun için geç kaldığımı anlamıştım.

"Sana emrediyorum." dedi Hathor. Sesi büyüleyiciydi. "Önümde diz çök."

Büyünün çevremi sarmaladığını fark ettim. Hızlı ve oldukça boğucuydu fakat bir şekilde bana ulaşamadı. Oysa ki önce çevremi sarmalamalı ve beni sadık bir köleye çevirmeliydi, bunu daha önce yaşamıştım ama hiçbir şey olmadı. Büyü bir toz bulutu gibi dağılırken kılıcımı kaldırıp kadının boğazına dayadım. Benden kaçmak için geriye doğru attığı adımları izledim ve o en nihayetinde duvara çarpıp durdu.

"Sen bana emir verebilecek konumda değilsin aşk tanrıçası. Gözlerini kırpıştırıp herkese her istediğini yaptırabileceğini düşünüyorsun ama bu numaralar bana sökmez." diyerek gözlerinin içine baktım. Meydan okuyan kahverengi gözlerine aynı bakışlarla karşılık verdim. Şaşkındım çünkü istediğini yapacağımı düşünmüştüm ama bunu ona belli edecek değildim. Bu yüzden, "Bu numaraları git Horus'un üstünde dene." diye eklemeyi ihmal etmedim. Nitekim ondan aldığım cevap kesinlikle beklediğim bir şey değildi. Boğazına kılıç dayanan hangi ruh hastası kahkaha atardı ki? Sanırım cevap tam karşımda duruyordu.

"Sen bir aptalsın." dedi Hathor gülüşlerinin arasında. Bu kaşlarımı çatmama ve kılıcı boğazına daha çok dayamama sebep oldu.

"Elimin altındasın tanrıça! Ölmek istemiyorsan kelimelerine dikkat et!" diye uyardım onu. Şu an çağırsam ordum anında burada biterdi. Bu kadın hangi cesaretle buraya kadar gelip bana kafa tutuyordu? Bana kafa tutmasına müsaade ettiğim tek bir kişi vardı ve o da artık yoktu.

Hathor'un şeytani denebilecek gülümsemesi yüzüne yayıldı. "Beni de mi öldürürsün?" diye sorarken bakışları arkamda duran lahde kaymıştı. Bu beni rahatsız ettiğinde kılıcı daha çok bastırdım boğazına. Derisinde açılan küçük yırtıktan ince bir kan sızdı önce ve ardından kadının iniltisini işittim.

"Ne istediğini söyle tanrıça yoksa bu ince boynu keserim ve o çok sevgili kocan ardından yas falan tutmaz. Yeni birisini bulur."

Sözlerim onu öfkelendirmişti. Hathor tam olarak aşk tanrıçasıydı. Aşkı için her şeyi yapan, aşk için yaşayan bir kadındı. Bu yüzden kocasını başkasıyla paylaşma ya da ondan sonra başkasıyla olması fikri onu çıldırtıyordu. Saplantılıydı. Onun zayıf noktası Horus'tu ve ben onu buradan vurmaktan çekinecek değildim.

"Sen gerçekten bir şeytansın." dedi tükürürcesine. Ne yaptığımın farkında olmasına rağmen tuzağıma düşmüştü.

"Öyle diyorlar."

Hathor derin bir nefes aldı. Ellerini göğsüme koyup beni itti. Bir adım geriye atıp kılıcı boğazından çektim bu hareketiyle, zaten onunla dip dibe durma fikri de bana hiç cazip gelmiyordu. Yine de itiraf etmem gereken bir şey vardı. Gençken ve henüz Nephytys ile her hangi bir ilişkim yokken ondan hoşlanmıştım, hatta onun kraliçem olmasını bile istemiştim ama sonra Nephytys girmişti hayatıma ve Hathor eski bir anıdan ibaret kalmıştı benim için. Şimdiyse ikisi de yoktu ve ben ikisinden de hoşlanmıyordum.

"Sence neden seni etkim altına alamadım?" diye sordu Hathor. Ses tonundaki eğlenen ton beni rahatsız etmesine rağmen tepki vermedim. Donuk ve duygusuz bakışlarımı üzerine dikip, "Çünkü güçlüyüm." dedim. Bu ancak kendimi kandırmaktı ama verebilecek başka yanıtım da yoktu.

Koca bir kahkaha attı tanrıça. Gülüşleri bir süre odada yankılandı. Hemen ardından, "Ben herkesi kontrol edebilirim Set." dedi sakince. Bu kez üzerime yürüyen oydu ve geriye kaçan da bendim. Neyseki bu kaçma kovalamaca yalnızca üç adımdan ibaret kaldı. "Kadın, erkek, çocuk, hayvan..." dedi ve kısa bir duraksamanın ardından, üzerine basa basa, "Tanrı..." dedi. "Ne olduğunun hiçbir önemi yok. Herkesi kontrol edebilirim, yeterki kalbi boş olsun."

Kaşlarımı çattım. İfadesiz duramayacak kadar şaşkın ve öfkeliydim. Neden öfkelendiğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu fakat Hathor'un söyledikleri canımı acıtıyordu. Üstelik o susmuyordu ve konuştukça kalbime bir bıçak saplanıyordu. Birisi o bıçağı tutuyor ve olduğu yerde çeviriyordu sanki. Öyle acıtıyordu ki bu, bundan nasıl kurtulacağımı bilmiyordum.

Hathor, "Senin kalbin dolu." dediğinde, kalbim kısa bir süreliğine atmayı kesti. Onunsa bakışları tam arkamda duran lahiddeydi. "Sen aşıksın."

"Olsaydım bunu bilirdim." dedim sert bir sesle. Bunu kabul etmek istemiyordum ama içten içe biliyordum doğruyu söylediğini. Aşk kavramını uzun zaman önce hayatımdan atmışken yeniden o duyguyu hissetmek, üstelik daha güçlü bir şekilde, beni korkutuyordu. Ben, çöl tanrısı, şeytan olarak anılan Set korkuyordum. Üstelik bu korku öyle fiziksel bir şeyden de değildi, eğer olsaydı o şeyi yok edip korkumdan kurtulabilirdim fakat benim korkum kendimdendi. Hissettiğim şeyden korkuyordum ben ve bu yüzden bunu inkar ediyordum. Nitekim Hathor bunun gayet farkındaydı. Öyle ki söylediği o kelimeler yetmezmiş gibi konuşmaya devam ediyordu.

"İnkar ediyorsun ama sen de biliyorsun doğru olduğunu. Bu inkarının hiçbir şey değiştirmeyeceğini biliyorsun ama bile bile inkar etmeye devam ediyorsun." dedi. Bakışları tam olarak benim gözlerimdeydi şimdi. Yüzündeki o alaycı gülümseme gitmiş, yerine öfkeli bir surat gelmişti. "Sen aşka saygısızlık ediyorsun!" diye bağırdı. "Bu hissi küçümsüyor, uğruna kitaplar yazılan, şarkılar bestelenen bu duyguyu yok sayıyorsun. İşte bunun için aptalsın Set. İnsanlar bu duyguyu yaşayabilmek için her şeylerini verebilecekken, sen elinin tersiyle itiyorsun."

"Kes sesini tanrıça!" diyerek üzerine yürüdüm fakat bu, az öncekinin aksine hiçbir işe yaramadı. Hathor tek bir adım dahi gerilemedi ve o meydan okuyan bakışları yüzümden bir an olsun çekilmedi.

"Beni de mi öldürürsün susmazsam?" diye sorduğunda yine bocaladım. Cümlenin devamı benim için daha korkunçtu. "Sevdiğin kadını öldürdüğün gibi beni de mi öldürürsün?"

"Kes sesini dedim sana!" diye kükredim. Kadının ince boynunu tek elimle kavrayıp sırtını sertçe duvara çarptım.

Hathor susmadı. Elleri bileğime dolanırken, "Sen bir aptalsın Set." dedi bir kez daha. O sırada taht odasının kapısı açıldı. İçeri giren kimdi bilmiyordum, zaten dönüp bakamayacak kadar öfkeliydim. Avucumda atan şah damarı patlatmak istercesine sıkıyordum boğazını. Bu boynu kırsam ne olurdu? Dünyadan bir tanrıça eksilirdi, ki zaten tanrıların yarısı ölmüşken bir tanesinin daha ölmesi çok sorun olmazdı.

"Neler oluyor? Onun burada ne işi var?" diye soran kişi Astarte'ydi. İçeri giren kişi oydu ama yalnız mıydı emin değildim.

Ona cevap vermedim. Zaten verecek ruh halinde de değildim.

"Onu öldürecek misiniz kralım?" diye sordu bu kez de Anat. O da buradaydı. Sorduğu bu soru Hathor'un sorduğu soruya o kadar benziyordu ki elimi ateşe değmişim gibi çektim onun boynundan. Derin nefesler eşliğinde iki büklüm oldu Hathor. Öfkeli bakışlarıyla bana bakmayı ihmal etmezken derin derin nefesler alıyordu. Anlaşılan boynunu fazla sıkmıştım.

"Ben aşk tanrıçasıyım." dedi ayağa kalkarken. Mağrur duruşunu takındı yine. Burnu havada, bakışları kibirliydi.

"Bunu zaten biliyoruz, hatırlatmana gerek yok." dedi Astarte. Hathor'dan hiç hoşlanmıyordu. Onu suçlayamazdım, ben de bu kadını hiç sevmiyordum çünkü.

"Hatırlatmak için söylemiyorum Astarte. Sözümü bitirmemi bekle." diyerek onu payladı Hathor. Sonra yeniden bana döndü ve bakışlarını bir an olsun kaçırmadan sözlerine devam etti. "Ben aşk tanrıçasıyım ve aşkı korumak benim görevim. Eğer aşıklar ayrı düşerse onlara yol gösterir, aşkları gerçekten güçlüyse bir araya gelmelerine yardım ederim." dedi. "Senin aşkın güçlü ve ben düşmanım olsan da aşkına saygı duyuyorum Set. Onu koruman için sana yol göstermeye geldim."

"Senin göstereceğin yola ihtiyacım yok Hathor. O zaten öldü." dedim. Kısa bir anlığına kesilen nefesimle farkına vardım kabullendiğimin. Ben aşık olduğum kadını öldürmüştüm.

"Evet, öldü." dedi Hathor. Sonunda kabullenmiş olmamdan dolayı oldukça memnundu. "Ama yok olmadı."

"Ne demek istiyorsun Hathor? Açık konuş." dedi Anat. Sert ve son derece ciddi olmasının yanı sıra mantıklıydı da. Ne sorması ve ne zaman sorması gerektiğini bilen, ayakları yere sağlam basan cinsten bir kişiydi. Bu yüzden orta yolu bulmaya çalışması şaşırtıcı değildi.

"Ruhu Duat'ta öyle değil mi?" diye sorduğunda başımla onayladım onu. Bu lafın sonunun nereye varacağını anlayamıyordum. "Peki ya ordunun ruhu nerede Set?"

"Yok." derken bakışlarım yere kaymış ve ben bir şeylerin farkına varmıştım. Ordumun ruhu yüz yıllar önce Duat'ta var olmuş ve teraziye varmıştı. Yalnızca ben geride kalmıştım çünkü bu benim cezamdı. Onlar ise cezalarını diğer dünyada çekmek üzere öldürülmüşlerdi.

"Ruhu olmayan bir beden hayatta kalamaz." dedi Hathor. Sesi uzaktan ve boğuk geliyordu. Kulaklarım uğulduyordu çünkü ben ne yaptığımı şimdi anlıyordum. Ben Hüma'yı yalnızca öldürmemiştim, onu korkunç bir sona mahkum etmiştim. Üstelik bu sonun geri dönüşü yoktu.

"Yani mumyaların hayata dönmesi demek, Hüma'nın yok olması mı demek oluyor?" diye soran Astarte en az benim kadar şaşkındı. Biz bunu hiç düşünmemiştik.

"Evet." dedi Hathor. "Teraziden geçmiş bir ruhu geri getirmek için kurban gerekir. Set, kızı kurban etti. Bu onun ölmesi değil, tam manasıyla yok olması anlamına geliyor. Kızın ruhu her geçen dakika parçalanıyor. Bunun için buraya geldim. Yardım etmeye çalışıyorum."

"Ne yapabiliriz?" diye sordu Astarte. "Onu nasıl kurtarabiliriz?"

Hathor'un sessizliği başımı kaldırıp ona bakmama sebep oldu.

"İki yol var. İlki kızın vaktinde teraziye ulaşması ama o kadar zamanı yok. İkincisi ise yeniden hayata dönmesi ama ikisi de mumyaların ölmesi anlamına geliyor." dedi Hathor, Astarte'ye cevaben. Sonra bana döndü ve tam gözlerimin içine bakarken söyledi cümlelerinin kalanını. "Kaybedeceksin Set. Onun yaşaması, varlığını sürdürmesi için kaybetmen gerekiyor. Buna gönüllü müsün?"

O an tek düşünebildiğim amacım ve aşkım arasında yapmam gereken seçimdi. Hangisi daha ağır basıyordu? İntikamım mıydı vazgeçilmez isteğim yoksa sevilmek miydi? O beni sevmişti değil mi? Eğer öyle olmasaydı Hathor burada olmazdı. Ben, yüz yıllar sonra beni gerçekten seven, dinleyen ve anlayan o kadını kendi ellerimde öldürmüştüm. Yaşadığım bu şey vicdan azabı falan değildi, artık biliyordum. Bunun sebebi aşktı ve ben aşk acısı çekiyordum. Yaptığımdan öyle pişmandım ki şu an verebileceğim tek bir cevap vardı. Kesindi ve geri dönüşü yoktu ama zaten geri dönüş yolu da aramıyordum, en azından kendim için. Ben, Hüma'yı yaşatmak istiyordum. Ben aşkımı seçiyordum.

"Gönüllüyüm."

***

Nasılsınız bakalım?

Bölüm nasıldı?

Set'in sonunda aklının başına gelmesine ne diyorsunuz?

Hathor'un ona yardım etmesi peki? En sevdiğim tanrıçayı harcamazdım vallahi. Güzel oldu bence böylesi.

Set sizce ne yapacak?

Sonraki bölümde neler olacak? Var mı teoriler?

Karakterlere ne söylemek istersiniz? 👇

Hüma 👉

Set 👉

Hathor 👉

Astarte 👉

Anat 👉

Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Loading...
0%