Yeni Üyelik
52.
Bölüm

21. Bölüm - Terazi

@aysenurtekkanat

Ben bu ormana savaşmak için girmiştim değil mi? Ruhumu kurtarmaktı amacım ve en kestirme yol burasıydı. Ne kadar süredir oradan oraya savrulmuş, teraziye ulaşmak için koşturup durmuştum acaba? Bir gün olmuş muydu? Ya da iki gün? Süre öyle belirsizdi ve ben öyle yorgundum ki her an yok olacakmışım gibi hissediyordum kendimi. Öyle ki bütün uzuvlarım yok olmuştu çoktan. Dudaklarıma yapışmış olan bu iblis bütün enerjimi emiyor, ruhumu sömürüyordu. Oysa talimatlar çok açıktı; hareket eden her şeyi öldür! Peki ben ne yapmıştım? Annem gibi görünen bir iblise kanmış, ona sarılma gafletine düşmüştüm. Sırtıma geçirdiği pençeleri kemiklerime kadar batmıştı. Pençelerin sivri uçlarını en derinlerimde hissediyordum. Ve kollarım öylece iki yanımda sallanıyordu. İçi boşaltılmış bir peluş oyuncak gibiydim ya da öylece bir kenara atılmış bir kukla. İblisin sırtıma sapladığı pençeleri olmasa yere yığılacağımdan çok emindim fakat bundan memnun olduğumu da söyleyemezdim.

Zar zor açık tuttuğum gözlerim en nihayetinde kapandı. Sesler birer uğultu halini alırken, bedenim boşluğa düşüverdi. İblisin ağzını veya sırtıma sapladığı pençelerini artık hissedemiyordum. Fakat artık boşluğu da hissedemiyordum. Ölmüş müydüm ya da yok mu olmuştum? Yok oluş bir boşluktan ibaret değil miydi? Hiçlik olduğuna o kadar emindim ki sırtımda hissettiğim sert zemine anlam veremiyordum.

Uzaktan, uğultuyu andıran bir ses duydum önce. Sonra o ses anlam kazandı. "Hüma!" dedi birisi. Yanaklarımda hissettiğim darbeler biraz olsun kendime gelmemi sağlamıştı. Nitekim hala gözlerimi açamıyordum ve o her kimse bana seslenmeye devam ediyordu. "Hüma! Hadi uyan çocuğum."

Yanaklarımda birkaç dokunuş daha hissettim. Hiçlik dolmaya, uzuvlarım kendilerini belli etmeye başladılar. Kollarımda hissettiğim o ıslaklık beni üşütmüştü. Bacaklarım yavaş yavaş uyuşukluğunu yitirdi ve ben ayak parmaklarımı hissettim. Bir inilti çıktı dudaklarımdan. Canım öyle çok yanıyordu ki o hiçliğe dönmeyi istemiştim bir an için ama sonra gözlerimi usulca araladım. Bir çift mavi göz girdi görüş açıma önce. Rahatlamış görünüyordu. Yeşil damarlar yüzünü çevrelemişti adamın ve sarı saçları, Araf Ormanı'nın bu karanlığında güneş gibi parlıyordu. O da bir iblis miydi?

"Sen?" dedim sorarcasına.

Adam gülümsedi. Bir elini başımın altından geçirdi ve beni biraz doğrulttu. Bu hareketiyle birlikte sırtımdaki yarıklar sancımıştı ve ben bir kez daha inledim acıyla. Sesim zar zor çıkıyordu ve ben, onun bunu duyduğundan şüpheliydim.

"Osiris adım, muhtemelen beni tanıyorsundur."

Belli belirsiz bir baş sallamayla onayladım onu. Gözlerim kayıyordu. Görüşüm arada netleşiyor, sonra yine bulanık bir hal alıyordu.

"Sen burada ne yapıyorsun?"

"Seni kurtarıyorum." dedi sanki çok barizmiş gibi. Beni sırtımdan destekledi biraz daha. Neredeyse oturur pozisyona gelmiştim şimdi ve bulanık görüşüm arasında belli belirsiz bir ceset seçebilmiştim.

"O..." dedim ama devamını getiremedim. Mideme kramp girmiş gibi hissediyordum. O bir iblisti. Az önce annemin kılığına giren, beni kandırıp ruhuma musallat olan o iblisti yerde yatan. "Annem gibi görünüyordu." derken buldum kendimi. Bir damla yaş gözümden yuvarlanıverdi ve görüşüm daha da bulanıklaştı.

"Hep öyle gelirler." dedi Osiris olduğunu söyleyen adam. Muhtemelen oydu zaten. Eğer olmasaydı beni kurtarmazdı ve yerde yatan iblisin başı boynunun üzerinde duruyor olurdu. Oysa boşluktan ibaret olan gözleri doğruca bana bakıyordu. Mide bulandırıcıydı. "İblisler sevdiklerimizin, değer verdiklerimizin kılığına girerler. Fiziksel olarak çok güçlü değillerdir ama zihinle öyle bir oynarlar ki onlardan daha tehlikelisini bulmak mümkün değildir. Apep bile onların yanında bir meleğe dönüşebilir."

Başımı dik tutmakta zorlanıyordum. Öyle ki onun omzuna yaslanmam uzun sürmedi. Sonra kollarındaki yeşil damarları fark ettim. Benimkilere benziyorlardı ama bendekiler simsiyahken onun kollarındakiler yeşildi. Üstelik kabarık değildi.

"Bunlar..." derken o damarlara dokunmaktan alamadım kendimi. Normal değildiler ve ben kendime daha çok geldikçe aynılarının yüzünde de olduğunu görebiliyordum.

Osiris derin bir nefes aldı. Kollarımdan tutup kalkmama yardım etti. Bedenimi sımsıkı kavradı, eğer yapmasaydı öylece yere yığılmam işten bile değildi. Anubis'in bana verdiği kılıç öylece yerde kalırken, adımlarımı Osiris'in adımlarına uydurmaya çalışıyordum.

"En başta Duat diye bir yer yoktu." dedi Osiris. "Ölenler öylece hiçliğe karışıp yok olurdu. Sonra ben öldüm ve boşlukta oradan oraya savruldum. İblislerin oyunlarına maruz kaldım ve bunu yaşadıkça daha çok parçalandım. Ra, benim öylece yok olmama razı olmadı. Ruhumu Duat adını verdiği bu yere gönderdi. Hem var hem de yoktu burası, kuralsızdı. İblislerin yuvasıydı esasında. Burada günler geçirdim. Her bir an daha çok kabardı damarlarım. Kan yoktu, kalp atmıyordu ama damarlarımda hala can vardı. Ruhum, canımın son parçasıydı ve ben onu korumak için savaşıyordum. İblislerle geçirdiğim süre öyle çoktu ve onların tuzağına öyle çok düştüm ki, onları tanıdım. Bütün oyunlarını, güçlerini, amaçlarını... Hepsini öğrendim. Sonra bu öğrendiklerimi onlara karşı kullandım. Duat'ı şekillendirdim burada kaldığım yedinci günün sonunda. Onu üç parçaya böldüm; cennet, cehennem ve araf. İblislerin nispeten daha laftan anlayanlarını cehenneme koydum. Kötücül ruhları cezalandırdılar. Cenneti kendime ayırdım çünkü iyi ruhlara yoldaşlık etmek istedim. Ve araf asla kontrol edilemeyecek olanlara kaldı. Ruhların Tin'den çıkıp teraziye gelinceye kadar güvende olması için belirlediğim güzergaha yedi kapı koydum. Her bir kapıda kişinin belli bir özelliği yargılandı ve en sonunda terazide kalbi tartıldı. Başta terazinin başında ben duruyordum ama sonra Anubis, Maat'ın tüyünü getirdi. Böylece terazinin bir kefesine Maat'ın tüyünü koyduk ve benim oradaki görevim bitti. İsis beni hayata döndürdüğünde buradan kopamadım. Ben kural koyucu tanrıydım ve yaşayanların dünyasının kurallarını da ben belirlemiştim ama burası daha başkaydı. Burayı daha çok benimsemiştim, bu yüzden yaşayanların dünyasına dönmedim. Cennetteki sarayımda yaşamaya devam ettim. Böylece dünya diğerlerine kaldı ve ben, ölümden dönmüş olmama rağmen burada yaşamaya devam ettim."

Osiris'in anlattıklarını can kulağıyla dinlemiştim. Hikayesi oldukça etkileyiciydi. Duat'ın nasıl şekillendiğini daha önce hiç düşünmemiştim ama şimdi nedenini öğrenmiştim. Burayı bu hale getiren, kurallarını koyan kişi Osiris'in ta kendisiydi. Ruhları kurtarmıştı bir nevi. Ölümün bir yok oluş olmasının önüne geçmişti.

"Bu damarlar ölümden döndüğün için mi böyle peki?" diye sordum. O sırada önümüzden bir gölge geçti. Bir iblisin gölgesiydi bu. Kısa bir an için durmuş, o bomboş gözlerini bize dikmişti. Kararsızlığını fark ettiğimde bunun sebebinin Osiris olduğunu anlamam uzun sürmedi.

"Hayır." dedi Osiris. "Senin gibi ben de yok oluşun eşiğine geldim kızım. Neredeyse ruhumu kaybediyordum. Yok olma noktasına gelen her ruh bunu yaşar. İçten içe parçalanır, bunun ilk belirtisi damarların şişmesidir. Sonra hissizlik gelir."

Önümüzde duran iblis garip bir tıslama sesi çıkardı. Sonra geldiği gibi hızla kayboldu ortadan.

"Ruhunun parçalandığına işarettir bu damarlar. Ne yazık ki ölümden dönsen bile bunun izlerini taşırsın." diyerek açıklamaya devam etti Osiris. İblis hiç gelmemiş gibi davranıyordu. Üstelik iblis başka birinin formuna da bürünmemişti.

"Yani bu izler hiç geçmeyecek mi?" diye sorarken kollarıma bakıyordum. İblisin gelişi ve gidişi umurumda bile değildi şuan için.

Osiris, "Burada aldığın her yara, yaşayanların dünyasındaki bedeninde bir iz olarak ortaya çıkar." dedi. Belime dolandığı kolunu iyice sıklaştırdı ve birbirine dolanan adımlarımdan dolayı düşmeme engel oldu. Başım omzundaydı ve biz ağaçların iyice seyrekleştiği bölgeye gelmiştik. Önümüzde dağlar vardı. İblisler dağların üzerinde siyah birer gölge misali bizi seyrediyordu.

"İblislerin açtıkları da mı?" diye sorarken sesim titremişti. Yeniden hayata döneceğime inanmıyordum ama bir ruh bile olsam bu izleri bedenimde taşımaya devam edecektim. Osiris bile bunlardan kurtulamamışken, benim kurtulmam imkansızdı.

"Üzgünüm." dedi yalnızca. Bu tam bir cevap değildi ama ne demek istediğini anlamıştım.

Ruhumun aldığı her yara bedenimde bir yansıma olarak varlığını sürdürecekti. Osiris'in yüzünde ve kollarında olan o yeşil damarlardan bende de olacaktı ve iblislerin pençeleriyle açtığı yaralar da birer iz olarak kalacaktı bedenimde.

İblisler tıslayarak öne doğru atıldı. Korkuyla Osiris'e sarılmaktan alamadım kendimi. Bana verdikleri hasar gözümde birer canavara çevirmişti onları. Kaldı ki Osiris bile canavar olduklarını söylemişti.

Osiris, antik dilde bir şeyler söylediğinde iblisler geriye doğru kaçıştılar. Yanımdaki adamın mavi gözleri parlamıştı fakat bu iyi anlamda değildi. Acı verici bir parıltıydı bu. İblislerin tıslamaları tehditvari tondan acılı bir hale büründü.

"Ne söyledin?" diye sordum kısık sesimle. Bacaklarımdaki his yine kaybolmaya başladığı sırada koluna tutundum yine.

Bu kez bana destek olmadı. Kollarından birini bacaklarımın altından geçirip kucağına aldı. Böylesi daha iyiydi çünkü artık yürüyecek takatim kalmamıştı.

"Acı çekmelerini." dedi yalnızca. Anlamayarak ona baktığımda sözlerine devam etti. "İblislerle epey vakit geçirdim ben Hüma. Onları tanıdım. Zayıflıklarını, güçlerini her şeylerini öğrendim. En başta sevdiklerimle vurmaya kalktılar beni de, hepsini öldürdüm. Sonra ben onları zayıf yerlerinden vurdum. Gözlerinde gittikçe daha zalim oldum."

İblisler için bile bir zalim vardı anlaşılan.

"Anubis, tanrıların bile buradan korktuklarını söylemişti." dedim hatırladığım detayla. Hathor'dan söz etmişti. Onun yasaklandığını ve bir daha Duat'a giremeyeceğini çünkü iblislerin onu avlamak istediğini söylemişti. Hathor'un bu olayından sonra tüm tanrılar Araf Ormanı'na korkuyla yaklaşmış ve buraya girmeye cesaret edememişti. Anubis'in anlattığı bu şeylere öyle zıttı ki Osiris, bu durum beni şaşırttı.

"Çünkü onları tanımıyorlar." dedi Osiris. İblislerin tıslamaları bir an için arttı ama tanrının gözlerindeki parlaklık da artınca anında kesildi sesleri.

"Yani tanrılar iblislerden ve iblisler de senden korkuyor, öyle mi?" diye sordum emin olmak için.

Osiris başıyla onayladı beni. "Evet." dedi. "Çünkü onların gözünde zalim bir tanrıyım."

Söyledikleri üzerine güçsüz bir kahkaha attım. "Bu bana birini hatırlattı." derken gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum.

Osiris de güldü. "Düşündüğün kadar kötü birisi değil. Buraya gelmem için benimle konuştu." dedi. Kimden söz ettiğimiz belliydi ama sanki bambaşka kişilerden söz ediyormuşuz gibi gelmişti.

"Set asla böyle bir şey yapmaz." derken bundan çok emindim. Göz kapaklarım daha fazla açık kalamadığında terazinin yanıp sönen ışığını seçebilmiştim. Gelmiş miydik?

"Başta ben de inanmadım kızım ama olan şey tam da bu. Hatta benden özür bile diledi."

"Aynı kişiden söz ettiğimize emin miyiz?" diye sordum. Hala inanamıyordum. Benim var olmam ordusunun yok olması anlamına geliyorken, beni kurtarmak için düşman olarak gördüğü kardeşini mi göndermişti yani? Hem de ondan özür dilemişti öyle mi?

"Garip geldiğini biliyorum Hüma ama bu doğru. Açık konuşayım, ben de beklemiyordum. Hatta beni çağırdığında başka bir amacı olduğunu bile düşündüm ama değilmiş. Aklı başına gelmiş kısaca."

Başımla onayladım onu. Bütün enerjim çekilmiş gibi hissediyordum ve artık kelimeleri bile zorlukla bir araya getiriyordum. Gözlerimi hafifçe aralayıp etrafa baktım. Devasa bir dağa tırmanıyorduk ama Osiris düz yolda yürüyormuş gibi rahattı. Terazinin ışığı bir kez daha yanıp söndü ve benim gözlerim yeniden kapandı.

"Seni seviyor." dedi Osiris. Gözlerimi bir kez daha aralayıp baktım ona. Ciddi miydi?

"Eğer sevseydi şu an burada olmazdım." dedim. Beni sevmiyordu, ben sadece tahtına çıkmak için kullandığı bir basamaktan ibarettim. Bunu bana en başta söylemişti ve ben onun oyununa gelecek kadar aptalca davranmıştım.

"Eğer sevmeseydi kızım, şu an ben burada olmazdım."

Sustum. Tanrıların aklından geçenlere akıl sır erdirmek mümkün değildi. Anlayamıyordum bazen onları ve şu an, o anlardan birisiydi.

Ellerim titremeye başladığı sırada Osiris'in gömleğine tutundum fakat tutuşum güçlü değildi. Sağ elim usulca kaydı ve boşluğa düşüverdi. Hissizlik bütün bedenime yayılıyordu ve bu kez kalıcı olduğu çok belliydi.

"Yetişemeyeceğim." dediğimde çoktan umudumu yitirmiştim.

Osiris'in adımlarını hızlandırdığını fark ettim. Sımsıkı tutuyordu beni. "Hala vaktin var." derken bundan çok emindi. Ses tonu itiraz kabul etmeyen cinstendi.

Başımı usulca iki yana salladım ama bu hareket öyle güçsüzdü ki fark edip etmediğini bilmiyordum.

"Dayanmalısın." dedi Osiris. "Orman geride kaldı çocuğum, sadece bir yokuş var önümüzde. Şimdi pes edemezsin."

"Orman..." dedim güçsüz bir ses tonuyla. "Ben oraya uyum sağlayamadım."

Fısıltıyı andıran sesime, ruhların mırıltıları karıştığında gözlerimi kısıkça araladım. Bir tepeyi çıkıyorduk şimdi. Ruhlar sıraya dizilmişti ve anlam veremeyen bakışları benim üzerimdeydi. Duat'ı yaratan, buranın kurallarını koyan tanrı, aciz bu ruhu taşıyordu.

Yeniden kapandı gözlerim. Bitiyordu, zamanım tükeniyordu. Öte yandan Osiris'in benim için ne kadar çabaladığı da bir gerçekti. Ruhların yanından koşarcasına geçiyordu. Eğer o olmasaydı buraya kadar bile gelemezdim ben.

"Sakın uyuma!" dedi sert sesiyle. "Oraya uyum sağlayamadın çünkü zalim değilsin. Kötü bir ruha bile merhamet edecek kadar iyi kalplisin."

"Aptalca." diye fısıldadım. Sesim çıkmıyordu artık, ölüyordum, diğer bir deyişle yok oluyordum.

"Değil." dedi Osiris. "Çoğu kişi merhamet etmeyi bilmez çocuğum. Merhamet zayıflık olarak algılanır ama öyle değildir. Merhamet var olan en güçlü erdemdir ama taşıyabileni öyle azdır ki, nadide bir çiçek gibidir. O çiçek senin kalbinde yeşerdiyse eğer onu tutup koparamazsın, bu yüzden sen aptal değilsin. İyi kalplisin Hüma. İyi yetiştirilmişsin."

"Annemi özledim." derken birkaç damla daha yaş aktı gözlerimden. Osiris'in sözleri çok uzakta kalmıştı benim için. Göz kapaklarımın ardından terazinin bir yanıp bir sönen ışığını seçebiliyordum. Ruhları kabul eden bekçilerin sesini, kötü ruhların çığlıklarını ve iyi ruhların kahkahalarını duyabiliyordum. Her şey buraya gelmek içindi ama ben artık ölüyordum.

Bedenim iyice gevşedi ve Osiris'in gömleğine zorlukla tutunan elim de kaydı. Saçlarım boşlukta sallanırken, Osiris'in, "Anubis!" diye seslendiğini duymuştum. "Ortaya çık!"

***

Ee nasılsınız bakalım?

Bölümü nasıl buldunuz?

Hüma'nın iblisten kurtulmasın mutlu oldunuz mu?

Osiris'in onun için sarf ettiği çabaya ne diyorsunuz?

Duat'ın var oluş hikayesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Teraziye ulaştılar, sizce buradan sonrası ne olacak?

Sizce Hüma bedenine dönebilecek mi?

Karakterlere ne söylemek istersiniz? 👇

Hüma 👉

Osiris 👉

Set 👉

Anubis 👉

Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Loading...
0%