Yeni Üyelik
53.
Bölüm

22. Bölüm - Bir Kadının Öfkesi

@aysenurtekkanat

Set'in Ağzından...

Gerçek her zaman fazla abartılmıştır. En azından ömrüm boyunca düşündüğüm şey bu oldu. Şimdiyse durum öyle bir değişti ki Osiris gözden kaybolurken, dikkatim doğruca Ra'ya çevrildi. Az önce olanlar hiç yaşanmamış gibi bileyliyordu kılıcını, başını bile kaldırmıyordu.

"Neden?" diye sorduğumda anlık bir duraksama yaşadı. Sonra yeniden kılıcına döndü. Apep'in sesi uzaklardan bir uğultu gibi duyulmaya başlamıştı ama hala vakit vardı.

"Ne neden?" dedi en nihayetinde Ra. Bu sorudan rahatsız olmuş gibi bir hali vardı. Elleri öyle hızlı hareket etmeye başlamıştı ki neredeyse biley taşını kıracaktı.

"Neden Osiris'ten yardım istememde ısrarcı oldun?"

Ra durdu. Biley taşı öylece yere düşerken kılıcını kucağına çekmişti. Düşünceliydi. Ak düşmüş sakalları kılıcının yüzeyinde aheste aheste dolaşıyordu.

"Barışmanız için." dedi sanki cevap çok barizmiş gibi ama içimden bir ses bununla sınırlı değil diye bas bas bağırıyordu.

Ben yalan söylerdim, hem de bunu çok iyi yapardım ve bu özelliğim yalan ve gerçeği bir kilometre öteden ayırt etmemi sağlamıştı. Tıpkı eski dönemde yaşayan Yalan gibiydim ben.

Yalan, kardeşi Gerçek'e iftira atmış, tanrıların onu cezalandırmasını sağlamıştı. Gerçek'in gözleri kör olmuştu ama sonra her şey ortaya çıkmıştı.*

Ben, kardeşimi bana ihanet etmekle suçlamış, onu öldürmüştüm ve şimdi her şey ortaya çıkmıştı.

Yalan ve Gerçek'in hikayesi bizimkine o kadar benziyordu ki... Belki Yalan yaptığından pişman olmamış ve akıllanmamıştı ama ben olmuştum. Bu yüzden artık Gerçek'in yolundan gidiyordum. Ve Ra yalan söylüyordu.

"Bu kadar basit olamaz Ra. Eğer niyetin bu olsaydı binlerce yıl önce yapardın bunu." dedim. İtiraz etmek için ağzını açtığında, "Sakın!" diyerek onu susturdum. "Sakın cezalı olduğumu söyleme. Benim cezam Osiris'in yeniden hayata dönmesinden çok sonra başladı."

Ra'nın dudakları düz bir çizgi halini aldı. Sonra, "Bence artık gitmelisin Set." dedi sert bir ses tonuyla. Oturduğu yerden kalktı. Altın işlemeli, beyaz giysisinin etekleri savrulurken basamakları tırmandı fakat bu tavrı bile bir şeyler gizlediğini belli ediyordu.

"Neyin peşindesin Ra?!" diye sordum bağırarak. Öfkelenmiştim ve o bunun farkındaydı.

Başını hafifçe geri çevirip bana baktı, sonra yeniden uzaklardan sesi suyulan Apep'e. Gelmesine hala vardı ve o da bunun farkındaydı. Oraya erken çıkmıştı. Bu yüzden yeniden bana dönerken tereddüt dahi etmedi.

"O çok sevdiğin insanın ataları güzel deyişler kullanırlar Set. Onlardan biri de, 'öküz altında buzağı arama'dır. Yapma, ben senin düşmanın değilim."

"Öyleyse neden Osiris'i bu işe karıştırdın? Hüma'yı bana vermeyeceğini düşünüyordun sen de. Bunu bile bile ondan yardım istememde ısrarcı oldun! Neden?!"

Ra öfkeli gözlerle baktı bana. Osiris öldüğünde bile bu şekilde bakmamıştı fakat şimdi kuyruğuna basılmış bir yılan gibi davranıyordu. Sorduğum soru kesinlikle normal değildi ve bu soru onu fazlasıyla rahatsız ediyordu.

"Git buradan!" dedi yüksek sesle. Sesi kulaklarımı acıtmıştı ve emindim ki Heliopolis'in her bir köşesinden duyulmuştu. Çok sevgili yeğenim Horus'un buraya damlaması uzun sürmezdi fakat ben de cevabımı almadan buradan gitmezdim.

"Neden kaybetmemi istedin?!" diye sordum açık ve net bir şekilde. Sesim yüksek olsa da bağırmamıştım. "Osiris onu bana vermezdi ama bir ruha sırt da çevirmezdi ve onu teraziye götürürdü. Hüma teraziye varırsa ordum giderdi. Hem onu hem de ordumu aynı anda yitirirdim ve sen bunun olmasını istedin. Neden?"

Ra, "Sana buradan gitmeni söyledim!" derken kılıcını bana savurdu. Güneşin gücünü taşıyan kılıçtan fırlayan ışınlar göğsüme çarptı. Birkaç metre geriye savruldu bedenim ve sertçe yere düştü. Göğsüm, güneş ışınlarıyla yandı. Yer yer soyulmuştu derim.

"Ne planlıyorsun bilmiyorum Ra ama bunu çözeceğim." derken zorlukla ayağa kalktım. Normal şartlarda çok kısa bir zamanda iyileşecek olan yaralarım, yaraları açan bizzat Ra olduğu için uzun bir süre geçmeyecekti.

Tanrıların kanat sesleri duyulmaya başladığı sırada, yanıklarla dolu olan göğsümü tuttum. Canım yanıyordu ve ben bunun için öfkelenemiyordum. Normal şartlarda intikam yeminleri etmem gerekirken, hak ettiğimi düşünecek duruma gelmiştim. Öte yandan buradan gitmezsem ordum bile beni kurtaramazdı.

Horus'un şahin başı göründü önce ve sonra tanrısal bedeni gemiyi sarsacak kadar güçlü bir şekilde indi güverteye. "Sen burada ne arıyorsun?!" diye sorarken burnundan soluyordu. Yaralı olmam umurunda bile değildi, hatta bundan zevk aldığı bile söylenebilirdi.

"Gerçeği." dedim kısaca.

Diğer tanrılar da geldiğinde gözlerim Hathor'u aradı, yoktu. Şu durumda onlarla aşık atmayacağımı bilsem bile, "Hathor nerede?" diye sormaktan alamadım kendimi. Dudaklarımda oluşan alaycı gülümseme Horus'u deli ediyordu.

"Seni-" diyerek üzerime yürüyecek oldu fakat Apep'in sesiyle olduğu yerde durmak zorunda kaldı. Bu benim için bir fırsattı çünkü hepsinin dikkati Apep'e çevrilmişti. Bu fırsatı değerlendirmem gerekiyordu ve ben fırsatları asla kaçırmazdım.

Tanrısal formuma bürünürken canım fena halde yandı ve boğazımdan garip bir inilti çıktı. Bu ses fark edilmem için yeterliydi ve ilk fark eden Horus oldu.

"Kaçamazsın Set!" diye bağırırken üzerime doğru atıldı. O sırada Apep iyice yaklaşmıştı ve Ra'nın müdahale etmesi gerekiyordu.

Ra, güneş ışığını üzerinde toplarken, Horus çoktan üzerime atlamıştı. Hızla geriye savurdu beni ve sırtım güvertenin kenarına çarptı. Boğazıma sardığı elleri hırsla sıkıyordu boğazımı ve üzerime uyguladığı güçle çatırdıyordu kemiklerim.

Güverte, Ra'nın Apep'e saldırmasıyla sarsıldı. Horus'un anlık denge kaybı onu üzerimden atmak için yeterliydi. Bu kez üstte olan bendim ve var gücümle itiyordum onu. Benim aksime sırtında olan kanatları itişimi güçleştiriyordu fakat güvertenin kenarına çarpmasına engel olamadı bu. Güverte bir kez daha sarılırken, bu kez avantajlı olan bendim. Horus'un başı dışarı doğru sarkmıştı ve güvertenin sarsılması diğerlerinin müdahale etmesine müsaade etmiyordu.

"Beni de mi öldüreceksin Sınırların Düşmanı?" diye sordu Horus tükürürcesine. Öyle bir nefret vardı ki gözlerinde anlık bir afallama yaşamama sebep oldu bu. Osiris'in olayından sonra bile böyle öfkelenmemişti Horus. Hatta eş firavunlar olduğumuzda şakalaştığımız vakitler bile olmuştu fakat zaman onun öfkesini dindirmek yerine körüklemişti.

"Kimseyi öldürmeye niyetim yok Horus! Buraya başka bir şey için geldim." dedim onun gibi hiddetle.

Gemi bir kez daha sarsıldı ve bu kez Horus ve ben geriye doğru savrulduk. Horus'un omuzlarıma geçirdiği elleri ondan kurtulmama engel olurken, ben de onun kanatlarına yapıştım. Bunun çok acı vereceğini biliyordum fakat yapmazsam eğer buradan kurtulamazdım. Bu yüzden kanatlarından birini tutup var gücümle asıldım. Kırılan kanadının sesi Horus'un çığlığına karışırken, daha çok çektim onu.

"Bunu yaparsan seni öldürürüm Set!" diye haykırdı Horus. Nasıl yaptı bilmiyorum fakat yüzümün sol tarafına okkalı bir yumruk yemekten kaçamadım. Bunun üzerine kanadına daha çok asıldım.

"Beni her halükarda öldürmek istiyorsun zaten." derken daha çok çektim onu ve kanadı gövdesinden ayrılan yeğenimin acı çığlığını işittim. O acıyla kıvranıyorken ve tanrılar bana ulaşamayacak kadar dengelerini yitirmişken ayağa kalktım. Zar zor kurduğum dengemle geminin kıyısına kadar gelebildim. Göğsümdeki acıyı görmezden gelmeye çalışarak güvertenin en kıyısından aşağı bıraktım kendimi. Apep'in uzaklaşan sesi ve Horus'un acıyla homurdanmaları geride kalırken, kızıl sarayın bahçesine inebilmiştim.

"Set!" diyen o ince sesi tanıyordum. Astarte'ydi ve son derece endişeliydi. Bu oldukça normaldi zira şu an yerde sırt üstü yatıyordum. Gözlerim, gökyüzündeki parlak güneşteyken, onun ışığıyla yandığım gerçeği histerik bir gülüş savurmama yetti. Bu canımı acıtmıştı.

"Tanrılar aşkına! Sana ne oldu böyle?" diye sorarken yanıma çöktü Asterte. İnce parmakları göğsümü paramparça eden yaraya dokunduğunda inledim ve bileğini yakaladım.

"Dokunma!" dedim dişlerimi sırkarken. Horus'la bu halde mücadele etmem bile mucizeydi. Canım fena halde yanıyor, göğsümde devasa bir alev varmış gibi hissediyordum.

"Nasıl oldu bu?" diye sordu Anat. Hemen yanımda ayakta duruyordu. Astarte'nin aksine daha sertti duruşu ve bu olaydan memnun olmadığı her halinden belliydi.

"Ra." dedim sadece. Zaten dahasını söylememe de gerek kalmadı.

Dirseklerimi zemine dayayıp doğrulmaya yeltendiğimde Astarte hemen bana destek oldu. Kalkmama da yardım etti. Bir kolunu belime dolayıp bana destek olduğunda, bu çabasına karşı koymadım. Ağırlığımı olabildiğince az ona yüklemeye çabaladım fakat doğru düzgün ayakta bile duramıyordum.

"Yaranı iyileştirecek bir şeyler hazırlarım hemen." dedi Astarte. Anat'ın sert adımları hemen arkamızdaydı.

"Keşke bu yarayı açacak duruma gelmeseydi."

Anat'ın sözleri hoşnutsuzdu. Yeri döven adımlarla bizi takip ediyordu fakat bundan kesinlikle memnun değildi. Kollarını kavuşturmuş, bir çocuk gibi burun kıvırdığından emindim.

"Ne bekliyordun Anat?!" diye çıkıştı Astarte. Hem beni taşıyor, hem de kardeşine laf yetiştiriyordu.

Astarte'yi her zaman bir kız kardeş olarak görmüştüm. Anat'ın aksine daha düşünceli, sıcakkanlıydı ve bu özelliklere sahip olan kişiler genelde benim karşımda olurdu. Astarte hep özel olmuştu benim için. İsis veya Nephthys gibi değildi. Onlar öz kardeşimdi fakat Astarte ikisinden de daha fazla kardeş olmuştu bana. Bu yüzden gözüm kapalı canımı emanet edeceğim yegane kişiydi o.

"Ne mi bekliyordum?!" diye bağırdı Anat. Burnundan soluyordu, çok öfkeliydi. Zaten Hathor'un anlattıklarından sonra bir garip davranmaya başlamıştı fakat bu garipliği görmezden gelmiştim. "Savaş bekliyordum! Horus'u alt edip Heliopolis'i ele geçirmeyi bekliyordum ama biz basit bir insan kızın peşinden gidiyoruz! Aptalca!"

"Kes sesini Anat!" diye bağıran bu kez bendim. Göğsümdeki yanık sancımıştı ama Hüma'ya hakaret etmesi bunu görmezden gelmem için yeterliydi.

Adımlarımı durdurup Anat'a döndüm. Hala Astarte'dan yardım alıyordum ayakta durmak için.

"Senin basit dediğin o kız benim aşkım. Ve sen onun hakkında konuşurken sözlerine dikkat edeceksin! Anlaşıldı mı?!"

Anat öfkeyle soludu ve sadece, "Anlaşıldı." dedi. Sonrasında arkasını dönüp gitti. Nereye gittiği umurumda bile değilken gücümün gittikçe tükendiğini hissediyordum.

"Astarte." dedim az öncekine göre bir fısıltıdan hallice olan sesimle. "Hemen odama gidelim. Daha fazla bu şekilde duramam."

Odama geldiğimizde yatağa uzanmama yardım etti Astarte. Hızlıca hazırladığı malzemeleri, ahşap bir kapta öğütmeye başladı. Kaptaki malzemelerin çamursu bir kıvama gelmesini izledim kısık gözlerle. Merhem hazır olduğunda onu yanıklara sürdü Astarte. Bunu yaparken tek kelime etmemişti. Yanıkları sararken de sustu ve bu suskunluk beni sinir etmeye başladı.

"Anat'a bağırdım diye mi kızdın?" diye sordum. Genellikle öfkeli ve duygusuz olurdum fakat Astarte'ya karşı hep sevecen tarafımı konuştururdum. Çünkü o Astarte'ydi, benim için bir kardeşten farkı yoktu.

Astarte dudaklarını yalarken sargı bezlerini ahşap kasenin yanına bıraktı. "Kızmadım, haklıydın." dedi ama bu cümlenin bir 'ama'sı vardı. "Ama Anat'ı da anlaman gerekiyor." diye devam etti sözlerine. "Biz Heliopolis'ten sürüldük ve insanların arasında sürgün hayatı yaşadık Set. Beklediğimiz şey tanrıların arasında, senin tebanın bir parçası olmaktı ama şimdi sanki bu davadan vazgeçmiş gibisin. Sanki bizi umursamıyor gibisin."

"Sizi tabiki umursuyorum." derken yerimde doğrulmaya çalıştım ama acıyan göğsüm buna müsaade etmedi ve ben boğazdan gelen bir iniltiyle geri yatmak zorunda kaldım.

Astarte yastığımı düzeltirken, "Seni suçlamıyorum." dedi. Konuşmak için ağzımı açtığımda buna müsaade etmedi. "Yorma kendini." dedi. "Sen iyileşmene bak, bunları sonra konuşuruz."

Fakat Astarte'nin dediği gibi olmadı hiçbir şey. Kapıyı bile çalmadan içeri dalan Hathor beklediğim bir şeydi. Pek sevgili kocasının yanında değildi bugün ve görüyordum ki saçları da darmadağındı. Oysa aşk tanrıçası hep mükemmel görünürdü.

"Sonra falan olmayacak." dedi içeri girer girmez. Nefes nefeseydi. Yüzünde kan lekeleri vardı ve bu kesinlikle onun kanıydı fakat yaraları çoktan kapanmıştı.

"Sana ne oldu böyle?" diye sorarken hayret ediyordu Astarte. Hathor'a yardım etmek için ayaklandığı sırada aşk tanrıçası bir elini kaldırarak yerinde kalmasını işaret etti ona. Yatağa doğru yaklaştı. Acıyan bakışları göğsümdeki sargılarda gezindi.

"Sonrası için vaktin yok Set." derken oldukça ciddi görünüyordu. "Ya şimdi savaşırsın ya da hiç savaşamazsın."

"Bu ne demek oluyor?" diye sordum. "Horus sana ne yaptı?"

Horus'un onu ihanetle suçlayacağını ve Hathor'un kaçmak zorunda kalacağını biliyordum fakat kan kesinlikle beklediğim bir şey değildi.

"Bana hain dedi! Ben de pencereleri kırıp kaçtım. Ama peşimi bırakmayacak. Sana geleceğimi biliyor çünkü tek başıma bu savaştan sağ çıkamam ve beni almak için çok fazla beklemeyecektir. Savaş kapıda Set ve bunun için çok vakit yok. Bir an önce hazırlanmalıyız."

"Hüma gelecek ama." dedi Astarte. "Ordu yok olacak."

"Öyleyse kız hayata dönmeden önce bu savaşı bitirmeliyiz çünkü bu son şansımız olabilir."

"Benim tarafımda mı savaşacaksın?" diye sordum Hathor'a. O savaşmazdı, sadece düşmanı etkileyip intihara sürüklerdi ama bu güç bile yeterliydi onu yanımda istemem için. "Bana ihanet etmeyeceğini nereden bileyim?" diye sorarken onun öfkesini sınıyordum.

"Hayır." dedi Hathor. "Senin tarafında değil, Horus'un karşısında savaşacağım."

Acı çekiyor olmama rağmen gülümsedim.

Bir kadının aşkı güçlüdür ve bir kadın aşk için her şeyi yapabilir ama bir kadının öfkesi o aşkı yerle bir eder. Horus bu öfkeyi karşısına alarak yapabileceği en büyük hatayı yapmıştı. Aşkına sahip olduğu kadının, öfkesini kazanmıştı. Ve şimdi o öfke benim tarafımdaydı.

***

Helloooo!

Bölümü nasıl buldunuz?

Sizce Set, Ra'dan şüphelenmekte haklı mıydı?

Haklı diyenler, Ra ne saklıyor dersiniz?

Horus ve Set çarpışmasını nasıl buldunuz?

Set'in, Horus'un kanadını koparması peki?

Anat'ın öfkesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hathor'un söylediklerine ne diyorsunuz peki?

Sizce savaş ne zaman?

Sonraki bölümde neler olacak?

Karakterlere ne söylemek istersiniz? 👇

Set 👉

Horus 👉

Astarte 👉

Hathor 👉

Anat 👉

Ra 👉

Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Set'in bahsettiği Gerçek ve Yalan'ın hikayesi aşağıda.

* GERÇEK VE YALAN ÖYKÜSÜ Mısır 19. Hanedan döneminden (MÖ 1315–1201) kalma kinayeli bir öykünün adıdır. Öykünün başlangıcında Yalan, ağabeyi Gerçek’i Tal dağının tüm bakırı ve Koptus ormanının tüm ağaçlarının kullanılmasıyla yapılan hançerini çaldığı iddiasıyla Heliopolis Dokuzlusuna şikâyet etmiştir.

Yalan’ın şikâyeti üzerine Dokuz Tanrı ceza olarak Gerçek’in gözlerini kör etmiş dahası kardeşinin kapıcılığını yapmakla görevlendirmişlerdir. Kardeşinin yeteneklerini kıskanan Yalan bir süre sonra iki hizmetkârına emir vererek Gerçek’i aslanlara yem olarak atmalarını buyurmuştur. Adamlardan canına kıymamalarını isteyen Gerçek ölümden kurtulmayı başararak kaçmayı başarmıştır. Zengin bir kadının hizmetkârları Gerçek’i bir çalılıkta uyurken bulmuş, kadın da yakışıklı genci kapıcı olarak hizmetine almakla kalmamış onunla bir geceliğine birlikte de olmuştur. Kadın bir süre sonra çok zeki olmasının yanı sıra sanat, edebiyat ve savaş konusunda yetenekli bir çocuk doğurmuştur. Bir süre sonra diğer çocukların “babası olmadığı” yönünde alaylarına maruz kalan çocuk annesine babasının kim olduğunu sorunca gerçeği öğrenmiştir. Çocuk, babasının kör kapıcı olduğunu öğrenince babasını eve almış, gözlerini kimin kör ettiğini öğrenince de bir intikam planı hazırlamıştır. Çocuk, Yalan’ın çobanlarına para vererek güzel bir öküze bakmalarını sağlamıştır. Bir süre sonra Yalan sürüsündeki öküzü görünce kestirip yemek istemişse de çobanların onun başka birisine ait olduğunu söylemişlerdir. Yalan’ın danayı yediği Gerçek’in oğluna ulaştığında çocuk, Nil yatağını doldurabilecek denli büyük olan öküzünün boynuzlarının Batı dağlarından Doğu dağlarına dek uzandığını dahası her gün 60 dana doğurduğunu bildirerek Dokuz Tanrı’dan adalet istemiştir. Tanrılar başlangıçta böyle bir öküzün varlığına inanmayınca çocuk dağların tüm bakır ve ormanların tüm ağaçlarından inşa edilmiş hançerin varlığının gerçekliğini sorgulamıştır. Babasının yaşadığını ve Yalan’ın iftirasını ortaya çıkaran Gerçek’in oğlu bu sefer Yalan’ın gözlerinin kör edilmesini ve babasının hizmetine kapıcı olarak verilmesini sağlamıştır.

Loading...
0%