Yeni Üyelik
54.
Bölüm

23. Bölüm - Dilek

@aysenurtekkanat

Uyarı❗: Bu bölüm geçmişte geçiyor fakat kitabın gidişatı için büyük önem arz ediyor. O yüzden okumadan geçmeyiniz.

~

Yirmi Beş Sene Önce...

Mısır/Kahire

Yazar Anlatımı...

Güneşin doğuşuyla gün başlamıştı. Gecenin o soğuk ayazı yavaş yavaş dağılırken, bir otel odasının penceresinden sokağı seyrediyordu genç kadın. Düşünceli ve son derece gergindi. Kollarını etrafına dolamış, oda soğuk olmamasına rağmen üşürcesine büzüşmüştü. Yalnızca bir ay önce hayatının aşkıyla evlenmişti Dilek. Aslında yaptığı şey pervasızcaydı çünkü Aydın'ı tanıyalı yalnızca iki ay oluyordu. Nitekim o, kazı alanında onunla karşılaştığında doğru kişi olduğunu anlamıştı işte ve iki aşık, bu aceleci aşklarını yine aceleyle bir araya getirmişti. Henüz mesleklerini yeni yeni icra etmeye başlamışlardı ve evlilik o ana kadar ikisinin de aklında yoktu fakat kader ağlarını çoktan örmüştü. Durum böyle olunca aileleri tarafından büyük bir tepki almaları da gecikmedi. Fakat Dilek'i sıkıntıya sokan, sabahın köründe uyanmasına sebep olan şey bu değildi.

Dilek hastaydı. Hayır, bu hayatını riske atan bir hastalık değildi fakat bu dünyada en çok istediği şeyin olmasını engelleyen bir hastalıktı. Rahmi, çocuk sahibi olmasına izin vermeyecek kadar zayıftı. Bir bebek orada tutunamaz, hayatta kalamazdı ve Dilek bu gerçeği kocasına söylemekten fazlasıyla korkuyordu çünkü Aydın bir çocuğa sahip olmayı delicesine arzuluyordu. Bunun bilincinde olan genç kadının uykuları her gece kabuslarla bölünüyor, içindeki o sıkıntı, yorgunluktan bayılacak duruma gelmediği sürece uyumasına izin vermiyordu. Bu da o gecelerden birisiydi ve Dilek yine bir pencerenin önünde dışarıyı seyrederken, az önce yanından kalktığı kocasının düzenli nefes alışverişlerini dinliyordu.

Derin bir iç çekerken siyah saçlarını geriye itti. Koyu kahverengi gözleri gökyüzündeki aya temas etti kısa bir süre için. Küçük, düzgün burnu kızarmıştı. Ağlamıştı genç kadın, zaten her seferinde ağlıyordu. Göz yaşları korkusunu dışa vurmak istercesine akıyordu yanaklarından. Ağladığında biraz olsun rahatlıyordu fakat bu her zaman yapabileceği bir şey değildi ne yazık ki. Çünkü Aydın erken uyumazdı. Hatta özellikle Dilek'i bekler, onu seyrederken uyumayı tercih ederdi. Nitekim buraya geldiklerinden beri bu rutini gerçekleştiremez olmuştu çünkü gün içinde epey yoruluyor, gece olunca da oldukça kısa bir sürede uykuya dalıyordu. Bu durum Dilek'in işine geliyordu, böylece rahat rahat ağlıyor, içini dökebiliyordu.

"Dilek?" dedi sorarcasına Aydın. Sesi uykulu olduğunu ele verir nitelikte boğuktu. Gözlerini bile zar zor açmıştı ve yanında göremediği eşiyle endişelenmişti.

"Buradayım, uyku tutmadı." diyerek kendini belli etti genç kadın. Kollarını çözüp yutkundu ve düşüncelerle kalktığı yatağa, yine aynı düşüncelerle geri döndü. Gözlerine hücum etmeye niyetlenen yaşlarını zorlukla tuttu ve henüz havanın tam olarak aydınlanmamasına güvenerek gülümsedi. Yatağın kendine ait olan kısmına geçip kocasının omzuna yasladı başını ve ona sımsıkı sarıldı. Gerginliği bütün bedeninin isyan edercesine sızlamasına sebep oluyordu fakat o, bunu belli etmemek için oldukça büyük bir çaba sarf ediyordu. Neyseki Aydın uykuluydu ve bunun farkına varamayacak kadar da uykucuydu.

Gün yavaş yavaş ağarırken, genç çift öylece uzandı. Dilek'in gözleri tavandaydı ve Aydın neredeyse yeniden uyumak üzereydi.

"Dilek." dedi boğuk çıkan sesiyle Aydın. "Sence kızımız mı olur oğlumuz mu?"

Bu soru Dilek için mahşer sorusundan halliceydi. Bedeni, gerilebilirmiş gibi, daha çok gerildi.

"Bilmem." diye mırıldandı belli belirsiz. Neyseki bu gerginliğini Aydın fark etmedi. Yeniden uykuya dalarken, "Umarım kız olur." diye mırıldanmıştı.

*

Günün ilerleyen saatlerince genç çift kazı alanına gitti. Uzun bir süre orada çalıştılar. Toprağın altına gizlenmiş olan tarihi, canla başla cebelleşerek gün yüzüne çıkardılar. İşleri zordu, bunu zaten biliyorlardı ve yine de bu işi seviyorlardı. Çöl sıcağı işlerini olduğundan daha zor bir hale getirirken derin bir nefes aldı Dilek. Matarasını açıp biraz su içti. Sonrasında işine devam etti.

Çalışmak, zihnini boşaltmasına yardım ediyordu ve belki de bu yüzden daha çok keyif aldı bu kez.

Paydos saati geldiğinde kazı çalışması durdu. Aydın ve Dilek, Kahire'nin kalabalık sokaklarında dolaştı. Birkaç tezgaha bakıp ailelerine küçük hediyeler aldılar. Dilek'in dikkatini bir tezgahta serhilenen küçük bir heykel çekti. Aslında etrafında parlak ve dikkat çekici onlarca eşya vardı fakat o küçük heykel onu en çok etkileyen şeydi. Altın değildi, bronz olmalıydı. Çevresindekilerin aksine oldukça küçük duruyordu, hatta yanındaki heykelin kanadının ardında kalmıştı ve fark etmesi epey güçtü. Nitekim o heykeli eline alırken garip bir şekilde içindeki huzursuzluk hissinin uçup gittiğini fark etti genç kadın. Sımsıkı tuttuğu o heykel kısacık bir an için inancını sarstı ve genç kadın, "Anne olmak istiyorum İsis." derken buldu kendini. Elindeki İsis heykeli kısa bir an için ısındı ve sonra büyü geldiği gibi yok oldu. Dilek neye uğradığını şaşırmıştı. Yanında duran kocası söylediği şeyi duymadığı gibi, elinde tuttuğu o heykeli de daha yeni fark etmişti. Az önce eşinin adeta transa girdiğinin farkında değildi çünkü o fark edemeden bu şey gelip gitmişti.

"Beğendiysen alalım." diyerek eşinin dikkatini çekti Aydın. Gülümseyerek ona bakıyordu.

Dilek, trans halinden çıktığında elindeki heykeli ateşe değmiş gibi bırakıverdi tezgaha. "Hayır, sevmedim." dedi kendinden beklemediği sert bir ses tonuyla.

"Peki." diye yanıtladı onu Aydın. "Otele dönelim ister misin?"

Dilek başını sallayarak, "Evet, dönelim." dedi. "Bugün çok yoruldum."

Genç çift sokağı dönünceye kadar Dilek başını çevirip çevirip heykele bakmaktan alamadı kendini. Nitekim onlar başka bir sokağa daldığında heykel de İsis'e geri dönmüştü.

O gece Dilek, eşine söyleyemediği gerçeğin, bir tanrıçanın büyüsüyle gerçekliğini yitireceğini bilmiyordu ve o gece rahmine düşecek olan o filizin İsis'in kudretinden doğacağını asla öğrenemeyecekti.

*

Altı Ay Sonra...

Mısır'dan dönmelerinin üzerinden iki ay geçmişken öğrenmişlerdi bir bebekleri olacağını. Bebek henüz dört aylıkken Dilek rahatsızlanmış ve hastaneye kaldırılmıştı. Doktorun o gün söyledikleri genç çifti korkutmuştu çünkü düşük riskinin oldukça fazla olduğunu söylüyordu doktor. Dilek, geçen bu dört ayda hamile kalamayacağını söyleme cesaretini göstermişti, bu yüzden bebeği öğrendikleri anda hem çok şaşkın hem de oldukça mutluydular. Fakat bu mutlulukları uzun sürmedi çünkü doktor, düşük riskinin dışında erken doğumun oldukça olası olduğunu da söylemişti. Nitekim tam da söylediği gibi oldu ve bebek henüz altı aylıkken doğmak zorunda kaldı. Şimdi, bir camın ardından seyrettikleri o küçük bebek hayata tutunmak için mücadele ediyordu. Ve ailesi, bir daha çocuk sahibi olamayacaklarının bilincinde, onun oradan sağ salim çıkmasını bekliyordu.

"Ölmez, değil mi?" diye sordu Dilek kırık çıkan sesiyle. Korkuyordu. Daha kucağına bile alamamıştı onu ve küçücük bedenini kabloların arasında görmek genç kadının yüreğini dağlıyordu.

"Ölmeyecek!" dedi son derece inançlı bir sesle Aydın. "O imkansızken doğdu Dilek, sence imkansızken de yaşamaz mı?" diye sordu. Karısının gözünden düşen o bir damla yaşı parmaklarıyla silerken sözlerine devam etti. "Bence yaşar. Benim kızım güçlüdür." dedi.

Genç kadın gülümsedi fakat bu tebessüm buruk bir gülüşten ibaretti. Daha birkaç saat önce doğmuş olan kızının omzularına yüklenen bu ağırlık mutlu olmasına engel oluyordu.

"Dayanacak." dedi inanmaya çalışarak. Onun doğacağına bile inanmamıştı oysaki ama şimdi ölmeyeceğine inanmak istiyordu. Kucağına alamamış, öpüp koklayamamıştı ama yüzünü görmek bile ona bağlanması için yeterliydi.

"Dayanacak." diyerek onu tasdikledi Aydın. "Savaşçıdır benim kızım, öyle kolay kolay pes etmez."

Uzun süre orada durup bebekleri için dua ettiler. Onu izlediler. Gözlerini bile doğru düzgün açamayan küçük kızın, henüz gelişimini bile tamamlayamadan doğması herkes için büyük bir hüzün sebebiydi.

Aydın, Dilek'in bu durumdan ne kadar etkilendiğinin farkındaydı, bu yüzden kafasını dağıtması gerektiğini düşünüyordu. "Sence ismi ne olsun?" diye sorarken tek amacı buydu.

Dilek yeniden gülümsemeye çalıştı. Buruk tebessümü, dolu gözlerine oldukça tezattı.

"Biz bunu hiç düşünmemiştik." dedi. Son iki aydır, hamile olduğunu öğrendiğinden beri, bebeği iyi olsun diye çabalamaktan fazlasını yapmamıştı. Bu yüzden bebeğine isim düşünmek aklının ucundan bile geçmemişti.

"Neyseki ben düşündüm." derken oldukça gururluydu genç adam. Bakışlarını çevirip camın ardında yaşam mücadelesi veren küçük kızına baktı. "Varlığı beni hep mutlu etti." dedi. "Her şeye rağmen mutluyum ben, o benim mutluluk sebebim oldu."

Dilek gülümseyerek ona bakıyordu ve Aydın bir an olsun bebeğinden çekmemişti gözlerini.

"İsmi mutluluk olsun. Hüma olsun." dedi Aydın. Ve Dilek, "Hüma." diyerek mırıldandı. Cama bir elini yaslayıp, "İyi ol kızım." dedi. "İyi ol Hüma'm."

***

Bölümün fazlasıyla kısa olduğunu biliyorum ama daha uzatamadım. Çünkü geçmişte yaşanan bu olay bir nevi kilit noktaydı ve daha fazla uzayamadı. Kısa bir andı çünkü.

Nasıl buldunuz?

Dilek ve Aydın hakkında ne düşünüyorsunuz?

Dilek'in, İsis'ten bir bebek istemesi peki?

Hüma'nın erken doğmuş olduğuna değinmiştim daha önce fakat neye göre erken olduğunu hiç söylememiştim. Bu yüzden bu hikaye gerekliydi çünkü Hüma, İsis sayesinde dünyaya geldi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Hüma'nın doğarken de, ölürken de savaşması hakkında ne söylemek istersiniz?

Karakterlere ne söylemek istersiniz? 👇

Dilek 👉

Aydın 👉

İsis 👉

Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Loading...
0%