Yeni Üyelik
58.
Bölüm

27. Bölüm - Kıskançlık

@aysenurtekkanat

Hayat sürprizlerle doluydu. Daha dün yok olmamak için çırpınıp neredeyse bir iblise yem oluyorken, şimdi İsis'in sarayında oturmuş dışarıyı seyrediyordum. Bana kalsa ilk işim eve gitmek ve anneme sarılıp ağlamak olurdu fakat elde ettiğim, daha doğrusu zaten bende olan ama uyuyan güçlerim yüzünden bu mümkün olmuyordu. Çünkü bu güçler, İsis'in tabiriyle, muazzamdı. Ra'dan beri böylesine yoğun bir enerji barındırmamış kimse benliğinde ve piyango da gelip bana vurmuştu işte.

Odanın penceresine tünemiş dışarıyı seyrediyorken, kendimde fark ettiğim o farklılık neredeyse elle tutulacak kadar somuttu. Bambaşka hissediyordum kendimi. Yenilenmiştim ama tam olarak kendim olamamıştım. Çünkü bedenim hala bir lahidde çürüyordu ve gidip onu almadığım sürece bu şekilde kalmaya devam edecektim. Bir enerjiden ibarettim sanki. Ete kemiğe bürünemiyor, bazen, çok fazla duygu yoğunluğu yaşadığımda, dumansı bir hale bürünüyordum. Dağılacak gibi hissediyordum kendimi ama molekülerim birer mıknatıs gibi birbirine çekiliyordu yeniden ve dağılmıyordum. Oldukça garip bir formdaydım. Buna alıştığım söylenemezdi.

Duat'ın cennet olarak adlandırılan bu kısmında bulutlar griydi. Belki ruhların cennetlerinde durum farklıydı fakat bulunduğum bu yer her an yağmur yağacakmış gibi kasvetliydi. Buna rağmen boğucu bir hava yoktu burada.

Bahçede dolaşan İsis'in, kırmızı güllerle ilgilendiğini gördüm pencereden. Osiris onun yanına gittiğinde konuşmaya başladılar. Seslerini duyamıyordum fakat bir tartışma içinde olduklarını söylemek çok da yanlış olmazdı. İçten içe ne konuştuklarını merak ediyordum ve bunu öğrenmek istiyordum.

Gözlerimi kapatıp hislerime yoğunlaştım. Okuduğum tüm o kitaplarda karakterler bu şekilde yapıyor, odaklanıp yeteneklerini çağırıyordu. Pek çoğu başta başarısız oluyordu ama en nihayetinde yapabiliyorlardı istediklerini. Belki ben de şu an yapamayacak ve hüsrana uğrayacaktım ama denemeliydim. Bu yüzden odaklandım. Dışarıdaki tüm seslere ve olaylara kapattım kendimi ve yalnızca gücüme odaklandım. Hani duygularım yoğunlaştığında neredeyse dumana dönüyordum ya, öyle olduğunu hayal ettim. Parmak uçlarım karıncalandı önce. Hava birden buz kesti ve garip bir rüzgar öylece savurdu beni. Soğuğu hissettim önce, sonra usulca gözlerimi açtım. Pencerenin dışında olduğumu görmek kısa süreliğine beni panikletirken, o kısacık zamanda konsantrasyonum dağıldı ve bedenim yeniden somutlaştı. İsis ve Osiris'in ne konuştuğunu duymak bir yana, kendimi metrelerce yüksekten düşerken buldum. Koca bir çığlık attım. Yaptığım bu aptallık için kendime altın bir madalya takmak istiyordum. Resmen kendimi aşağı atmıştım ve eğer Osiris kanatlarını açıp beni havada yakalamamış olsaydı, yere çakılmam kaçınılmazdı. Neyseki ayaklarım zemine değmiş ve ben gerçekten ucuz kurtulmuştum.

"Aklını mı kaçırdın sen? Ne yapıyorsun?" diye sorarken oldukça telaşlıydı İsis. Ellerini kollarıma koymuş, bedenimde gezinen gözleriyle hasar kontrolü yapıyordu.

Nefes nefese kalmıştım korkudan. Bakışlarım kısa bir an için düştüğüm pencereye kaydığında ne kadar yüksek olduğunu bir kez daha anlamış ve elimi kalbime koyup derin bir oh çekmiştim. Osiris olmasaydı bastığım bu çimenlere yapışacaktım ve muhtemelen birkaç kemik kırılmasıyla da kurtulamayacaktım.

"Ben..." dedim fakat devamını getiremedim. Ne diyecektim? Sizi dinlemek istedim, o yüzden düştüm mü?

"İyi misin?" diye sordu bu kez de Osiris. "Bir yerine bir şey oldu mu?"

Başımı iki yana salladım. "Hayır, bir şeyim yok. İyiyim."

"Ne yapmaya çalışıyordun Hüma? Ya sana bir şey olsaydı." derken epey endişeli görünüyordu İsis. Bir anne gibi davranıyordu ama ben hala onu annem olarak göremiyordum. Bunun sebebi hayatıma bunca yıl sonra girmiş olmasıydı belki. Belki de zaten bir annem olması ve onun mükemmel bir kadın olmasından kaynaklanıyordu.

"Ben güçlerimi test etmek istemiştim." diye geveledim ağzımda. O sırada içimden bir ses 'Yalan!' diye haykırıyordu. Doğrucu Davut olan Hüma'ydı bu. Pek yalan söyleyen birisi değildim, hatta neredeyse hiç söylemezdim. İçi dışı bir, açık bir kitap gibi tabirleri kullanılan o insandım ben ve yalana ihtiyaç duymazdım. Fakat bazı anlar, bunun gibileri, yalan söyleme ihtiyacı hissederdim ve o anlarda içimde bir ses vuku bulurdu. Bas bas bağırırdı yalan söylediğimi. Onu yalnızca ben duyardım ama beni öyle rahatsız ederdi ki ister istemez yüzüm buruşur, yalan söylediğim anında belli olurdu. Şimdi de aynısı olmuştu.

İsis, ellerini beline koyup sorgulayan bir ifade takındığında, "Tamam." diyerek kabullendim yalan söylediğimi. Doğrucu Davut olan Hüma'nın keyfine diyecek yokken, Osiris bıyık altından gülüyordu. Bu oldukça sinir bozucuydu.

"Öt bakalım." dedi İsis. Şaşkınlıkla kirpiklerimi kırpıştırdım. Bu kadından bu tarz bir cümle kesinlikle beklemiyordum.

"Şey... Sizin tartıştığınızı gördüm ve sebebini merak ettim." diyerek itiraf ettim. Bana kızacaklarını düşündüğüm için anında, "Siz neden tartışıyordunuz?" diye sorarak konuyu değiştirdim.

İsis ve Osiris gerildiler. Gözlerini kaçırıp kaçamak bakışlarla birbirlerine bakmaya başladıklarında, farkında olmadan doğru soruyu sorduğumu anlamış oldum.

Kısa süren sessizliğin ardından pes edercesine omzularını düşürdü İsis. Osiris hala gözlerini kaçırırken İsis, "Senin gidip gitmemeni tartışıyorduk." dedi.

Osiris'in bakışları anında İsis'i buldu. Bunu neden söylediğini sorgular gibiydi. İsis'se omuz silkmekle yetinmişti.

"Bu kararı verecek olan kişi benim ama." dedim. "Konu hakkında benimle konuşmanız daha doğru olmaz mıydı?"

Soruma karşılık ilk tepkiyi veren kişi Osiris oldu. "Gidecek misin?" diye sorarken, koskoca tanrı gitmişti de beş yaşında bir çocuk gelmişti sanki yerine. Mahzun bakışları benimkilere kenetlenmişti.

"Sonsuza kadar burada kalamam. Benim bir hayatım var."

"Biz o hayata dahil değiliz, değil mi?" diye soran bu kez İsis'ti. Suratındaki ifade aslında sorunun cevabını bildiğini işaret ediyordu. Beni yanlarında istiyorlardı. Horus'tan uzaktılar ve yirmi beş yıldır benden de uzaktılar. Yalnızca ikisi vardı ve İsis, her ne kadar dile getirmese de, bunun için Osiris'i suçluyordu. Eğer durum bu olmasaydı beni ondan saklayıp dünyaya göndermezdi. Osiris buraya çok bağlıydı ve İsis ise ona bağlıydı. Aralarındaki bu ilişki en çok İsis'e zarar veriyordu. Hani bir tarafın hep fedakarlık yaptığı ilişkiler olurdu ya, onlarınki bu tarzdaydı ve fedakar olan da İsis'ti.

Başta, Set ile olan konuşmamızda, İsis'i suçlamıştım. Her şeyin sorumlusu o gibi gelmişti ve ben onun kötü birisi olduğunu bile düşünmüştüm fakat şimdi baktığımda aslında sadece çocuğunu koruyan bir kadın görüyordum. Aşkı ve çocuğu için her şeyini verebilecek ve kötü damgası yemeyi dahi umursamayacak bir kadın vardı karşımda. İsis fedakardı ve sevdikleri için çok şey yapabilirdi. Bu onu kötü yapmazdı ama kusursuz bir iyiliği olduğu da söylenemezdi. İsis kusurluydu, sevdikleri söz konusu olduğunda içinden bir canavar bile çıkabilirdi.

"Bana öğretir misiniz?" diye sordum bir anda. Aslında en kısa zamanda buradan gitmek istiyordum ama gideceğim için o kadar üzülmüşlerdi ki dayanamamıştım. Belki bir süre daha burada kalırdım. Bedenimi almanın acelesi yoktu neticede, o hep orada duracaktı. İşin kötü yanıysa geride yalnızca kemiklerimin kalmış olmasıydı. Onu nasıl toparlayacaktık işte onu hiç bilmiyordum.

"Evet, tabi ki öğretiriz." dedi coşkuyla İsis. Bu bir süre daha burada kalacağım anlamına geliyordu ve İsis bunu biliyordu. Bu kadar heyecanlı olmasının sebebi buydu, erkenden gitmeyecektim ve onlarla biraz daha vakit geçirecektim. Sebep her ne olursa olsun o bundan mutlu olmuştu.

Fazla mı yufka yürekliydim? Herkese iyi davranmaya, herkesi mutlu etmeye çalışıyordum. Oysa herkesi memnun etmek mümkün değildi çünkü hepsinin isteği farklıydı. İsis ve Osiris burada kalmamı, ailem dönmemi istiyordu mesela. Oysa her iki taraf da bir şekilde ailemdi ve ben birini kabullenirken diğerini yok sayma eğilimindeydim. Acaba haksızlık mı yapıyorum, düşüncesi aklımı kurcalıyor, beni burada kalmak gibi fikirlere itiyordu. Kimseyi üzmek istemiyordum. Peki bu isteğim ya da istemediğim şey beni mutsuzluğa iter miydi? Çünkü bir gün buradan gidecektim ve o gün geldiğinde sırf bu kişiler üzülmesin diye kalmayı tercih eder miydim? Kendimden öyle şüphe duyuyordum ki bu tercihi yapabileceğimi bile düşünüyordum. Neyseki henüz böyle bir durum yoktu ortada ve şimdiki önceliğim ne kadar güçlü olduğunu bilmediğim yeteneklerimi keşfetmek olacaktı.

"Pekala, nasıl yapacağız?" diye sorarken ikisine de baktım.

İsis, kocaman gülümseyip, "Önce üzerindekilerden kurtulmalıyız." dedi.

Üstümde beyaz, şortlu bir pijama takımı vardı ve ayaklarım çıplaktı. Daha önce giydiğim mavi elbise rezalet durumdaydı. Üzerine bulaşmış olan iblis kanı, toz ve çamur kalıntılarının yanı sıra elbise neredeyse parçalanmıştı. Etekleri kendinden geçmiş kıvırcık marulu andırırken, sırt kısmında iki derin yırtık vardı. Sırtımdaki o yaralar ise henüz geçmiş sayılmazdı ve Osiris'in söylediğine göre de asla geçmeyecek, kendi bedenime döndüğümde bile birer yara izi olarak orada kalacaklardı. Ölümün izlerini, tıpkı Osiris gibi, ömrüm boyunca üzerimde taşıyacaktım ve ne zaman onlara baksam bana yapılanı hatırlayıp kinime kin katacaktım.

"Tamam." dedim. Kontrolü tamamen ona bırakmıştım.

İsis ile birlikte yeniden odama çıktık. Osiris, işleri olduğunu söyleyip gitmişti ve bu yüzden benimle ilgilenecek olan kişi İsis'ti. Kaçamak bakışlarım onun üzerindeyken, Osiris'in onu ihmal edişi konusunda söylediklerini de anlamaya başlamıştım.

Kural koyucu tanrı çok meşguldü. Duat'ın kurallarını koymak bir yana, onları idame ettirmek de zorundaydı ve bu yüzden genellikle burada olmuyordu. Bu süreçte İsis yalnız kalıyor, kendini ikinci plana atılmış gibi hissediyordu. Onu anlıyordum çünkü Osiris'in bana yaptığı şey de tam olarak buydu ve İsis'in beni korumaya çalıştığı şey de.

Odama geldiğimizde benim için bırakılan giysilerle büyük bir savaşa girmişti İsis. Arada söyleniyor, daha düzenli yerleştirmediklerine dair serzenişlerde bulunuyordu. Odanın ortasında bir kıyafet yığını vardı ve İsis o yığının tam ortasındaydı. Eline aldığı sarı elbiseyi incelerken, "Bu sana asla olmaz." diyerek elbiseyi bir köşeye fırlatmıştı. Sonra başka bir tanesini daha aldı ve aynı şekilde kenara attı. Giysileri askılarındayken incelemek daha kolaydı fakat İsis bunu yapmıyordu. Hani ergen kızlar olurdu ya filmlerde, bir yere gidecekleri zaman kıyafetleri odanın dört bir yanına saçarlardı, İsis onlar gibi davranıyordu ve bu durum ister istemez bana komik geliyordu.

"Bu hiç olmaz!" diye adeta haykırdı İsis. Sonra oldukça açık ve kan kırmızısı elbiseyi odanın penceresine doğru attı. Pencere kapalı olduğundan dolayı öylece yere düştü elbise fakat İsis'in söylenmeleri bitmemişti. "Hangi akılla koymuşlar bunu? Ne sandılar acaba? Benim kızım şehvet tanrıçası falan mı?"

Kaşlarımı hayretle yukarı kaldırırken, "Böyle bir şey mümkün mü?" diye sormadan edemedim.

İsis ilgisini kıyafet yığınından çekip bana bakarken, elindeki fosforlu yeşil elbiseyi diğerlerinin yanına fırlatmıştı. Bana doğru gelmek için attığı birkaç adımın sonucunda bir elbiseye takıldı. Neredeyse düşüyordu ama neyseki kendini toparladı ve kıyafet yığınına şöyle bir göz gezdirip turkuaz bir elbiseyi eline aldı.

"İşte bu." derken güzel bir elbise bulmanın haklı gururunu yaşıyordu. Sonra benim yanıma geldi. Elbiseyi elime tutuştururken, önceki soruma cevaben, "Mümkün." dedi. Yanıma oturduğunda konuşmaya devam ediyordu. "Nasıl ki aşkın tanrıçası varsa şehvetin de olması mümkün ama bence sen o değilsin."

"Neyim peki?" diye sordum. Elimdeki kumaşı istemsizce sıkmıştım.

"Bunu henüz bilmiyorum ama bugün öğrenmeyi umuyorum. Herkesin özel bir yanı vardır Hüma. Bu, tanrı da olsan insan da olsan fark etmez. Yalnızca henüz keşfetmemişsindir o özelliği ve keşfetmen gerekir. İşte onu bulduğunda gücünü de bulacaksın."

"Peki neden şehvetin tanrıçası olamam?" diye sordum bu kez de. Aslında istediğim bir şey değildi bu ama onun az önce verdiği tepki ister istemez bu soruyu sormaya itmişti beni.

"Olamazsın değil." derken doğru cümleleri kurmaya çalışıyor gibiydi. "Olabilirsin tabi ama umarım değilsindir. Öyle bir durumda Osiris'in çıldıracağından eminim."

İnanamayarak baktım ona. Bir tanrının kıskanç olması fikri bana oldukça uzak geliyordu çünkü mitolojide kıskançlık pek söz konusuymuş gibi görünmüyordu. Belki Yunan mitolojisinde Hera, kıskançlığıyla göze çarpıyordu ama onun dışında kıskançlığıyla bilinen pek bir tanrı yoktu.

"Osiris kıskanç mı yani?" diye sordum hayretle. Ağzım bir karış açık kalmıştı.

İsis güldü. "Kıskanç mı?" derken neredeyse kahkaha atacaktı. "Eğer düzenin ve kuralların tanrısı olmasaydı, kıskançlık tanrısı olacağından çok eminim. O derece kıskanç yani."

"Bana, Set'in beni sevdiğini söylerken hiç de kıskanmış gibi durmuyordu?" dedim sorarcasına fakat tam da o an hatırladım Osiris'in, çocuğu olduğumu yeni öğrendiğini. Nitekim İsis de bunu dile getirdi.

"Çünkü o zaman senin, kızı olduğunu bilmiyordu. Kıskanması için bir sebep yoktu." dedi ve aklına bir şey gelmiş gibi güldü. "Bahçede bu yüzden tartışıyorduk aslında. Osiris'e karşı cephe alma diye söylemek istemedim." dedi. "Seni, Set'e karşı doldurmak istiyor çünkü senin de onu sevmeni istemiyor."

"Yok artık!" derken bu kez gülen ben oldum. Hatta o kadar çok güldüm ki yatağa sırt üstü uzanıverdim. Elimdeki elbisenin kumaşı kırış kırış olmuştu ama bu pek de umurumda değildi.

"Var artık." dedi İsis yanıma yatarken. Benim kahkahalarımın aksine gülümseyerek bana bakıyordu. "Söz konusu Osiris olunca her şey mümkündür."

En nihayetinde kahkahamı durdurduğumda, "Ona, buna gerek olmadığını söyleyebilirsin." dedim. "Çünkü zaten Set'e çok sinirliyim ve onu sevmek gibi bir niyetim de yok. Daha çok, öldürmek istiyorum."

İsis'in tebessümü bir an olsun yüzünden silinmezken, "O kadar büyük konuşma derim." dedi. "Osiris boşuna kıskanmıyor seni Set'ten. Kahini buna dair işaretler görmüş."

"İşimiz falcılara kaldıysa biz ölmüşüz." diyerek dalga geçtim onunla fakat çoktan içime bir kurt düşmüştü. İsis'in bu kadar sakince bu durumu kabullenmesi bir yana, Osiris'in bu durumu bu denli ciddiye alması beni işkillendirmişti.

Benim bildiğim falcılar sallamasyon bilgilerle insanları kendilerine inandırmaya çalışırdı. Hatta tutturanların evrene çok büyük enerji gönderip, söylediklerinin gerçekleşmesini sağladığına inanırdım. Bundan dolayı fala inanma falsız da kalma mottosunu edinmiştim. Fakat şimdi tanrısal boyutta bir falcılıktan, kahinlikten söz ediliyordu. İster istemez olabilir mi, sorusu zihnimde dönüyordu ve bu soruyu sormaktan kendimi alamıyordum.

Başımı iki yana sallayarak düşüncelerimi savuşturdum.

Tanrı bozuntusuna aşık olmaktansa iblislerle yem olmayı tercih ederdim.

Hızla yerimden kalkıp elbiseyle birlikte banyoya koştum. Üzerimi giyinip dışarı çıktığımda odadaki dağınıklıktan eser kalmamıştı. İsis hala yatağın üzerinde oturuyordu. Eliyle yanına gitmemi işaret ettiğinde ona uydum. Yanına oturup bekledim. Saçlarımı geriye doğru toplayıp nazik hareketlerle örmeye başladığında mayışmıştım. Nereden bulduğunu bilmediğim tokayla topladı saçlarımı. Birkaç tutam firari saç gözümün önüne geldiğinde elimle ittim onları. Başımı çevirip İsis'e baktım ve, "Teşekkür ederim." dedim kısaca.

İsis gülümsedi. Yataktan kalkarken bana elini uzatmıştı. Elini tutup beni kaldırmasına izin verdim.

"Hazır mısın?" diye sordu.

Usulca başımı salladım. "Hazırım."

***

Selam!

Bölümü nasıl buldunuz?

Hüma'nın güçlerini öğrenmek istemesine ne diyorsunuz?

Sizce bizim kız ne tanrıçası olacak?

Osiris ve İsis'in tartışması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Osiris'in kıskançlığı?

İsis'in anneliği?

Hüma'nın büyük konuşmalarına ne diyorsunuz?

Sonraki bölümde neler olacak dersiniz?

Karakterlere ne söylemek istersiniz? 👇

Hüma 👉

İsis 👉

Osiris 👉

Set 👉

Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Loading...
0%