Yeni Üyelik
34.
Bölüm

3. Bölüm - Köle

@aysenurtekkanat

Bir film vardı; Mumya. Filmde arkeolog ve oldukça meraklı bir kadın yer alıyordu. Buldukları Ölüler Kitabı'nı okuyordu. Tam net değil sahneler ama o kitaptan okuduğu kısacık bir metin, yüzyıllardır uyuyan bir mumyayı uyandırıyordu. Lisedeyken izlemiştim bu filmi ve şuan kendimi o kadın gibi hissediyordum. Tek temennim bu mumyanın takıntılı bir psikopat olup beni eski sevgilisine benzetmemesiydi. Bu durumda ise denebilecek tek bir kelime vardı; siktir!

"Siktir!" diye bir nida duydum. Hala ağzımı ve kollarımı tuttukları için hiçbir şey yapamıyordum ve az önce zihnimden söylediğim küfrü, neredeyse bana tecavüz edecek olan heriften duymak yüzümü buruşturmama yetmişti.

Adamlar beni bırakıp odanın çıkışına doğru koştular. O sırada ben de ayağa fırlamıştım ama bir yere kaçabilecek gücü bulamıyordum kendimde. Bir lahdin içinde ayakta duran bir mumya vardı. Üstelik canlıydı! Bu beni dehşete düşürmüştü.

Bilmediğim bir dilde konuştu mumya. Muhtemelen antik mısır diliydi çünkü bu piramit pek de yeni sayılmazdı. Milattan önce iki bin beş yüzlü yıllarda yapılmıştı, ki bu mumyanın da buraya o dönem gömüldüğünden emindim.

Mumyanın sesini duyan yılanlar, çukurdan çıktı. Doğruca adamların üzerine doğru sürünüyorlardı. Tehditkar tıslamaları bedenimin kaskatı kesilmesine sebep olurken daha fazla tutamadım kendimi. Bedenim sağa doğru yalpaladı. "Eşhedü en la ilahe illallah..." derken artık daha fazla ayakta duramadım. Bedenim sertçe yere çarptı ve ben bilincimi yitirdim.

*

O kadar çok şey yaşamıştım ki şu güne gelene kadar hangi birini anlatmam gerektiğini bilmiyorum. Esasında anlatmaya kalksam bir roman olmayı bırak, romanlar serisi olurdu hayatım. En başında ailemin aşkları yer alıyor. Bir kazı alanında tanışmışlar ve evlenmişler fakat bu evlilik normal bir evlilikten farklıymış. Aileleri buna karşı çıkmış ve bir çok ailevi soruna sebep olmuş bu aşk. Sonrasında ben doğmuşum. Annemin sağlık sıkıntıları sebebiyle erken doğduğumda akrabalarımız, çok gerekliymiş gibi, işe burunlarını sokmuşlar. Annem ve babamı, evlilik dışı çocuk yapmakla suçlamışlar. Eh, bizimkiler de buna pabuç bırakmamışlar tabi. Uzun lafın kısası hayatımın karmakarışık olacağı daha ben doğmadan önce belliymiş ama itiraf edeyim, bir mumyayı canlandıracağımı söyleselerdi katıla katıla gülerdim.

Ayağımda hissettiğim dokunuş ile açtım gözlerimi. O dokunuştan kurtulmak için çırpındım. Bir tıslama sesi gizli odada yankılandığında ise donup kaldım. Az önce ittiğim o kaygan şeyin bir yılan olduğunu idrak etmem ve gözlerimi yılan çukuruna çevirmem arasında saniyeler vardı. Yılanlar birer birer çukurdan çıkıyor ve bize doğru ilerliyordu. Tıslamaları korkuyla bağırmama yetmişti.

Çocukken kazı alanlarına çok giderdim. Annem ve babam ile birlikte pek çok tarihi eserin çıkarılışına şahitlik ettim. Bu kimi zaman bir çömlek parçası oldu, kimi zamam eski bir para ama bir şeyler gördüm işte. Gördüğüm o şeyler temizlenirken, onları seyrettim büyülenmiş gibi. Arkeolog ablalarım ve abilerimden o eserlerin hikayelerini dinledim. Eserler müzeye götürülürken arkalarından el salladım. Eski birer dost gibiydiler benim için hepsi ve ben onlara veda ederken her seferinde buruk bir sevinç duyardım. Bilirdim ki o eserleri yalnızca ben değil, bir sürü çocuk görecekti fakat o çocukların bazılarının görmediği şeyler de görmüştüm. Yılanlarla ilk karşılaşmam değildi bu mesela. Yaz sıcağında yapılan kazılarda yılan sıkça görülürdü. Bir seferinde neredeyse beni ısırıyordu bir tanesi. Evet, yılanlarla ilk karşılaşmam değildi bu fakat onları ne zaman görsem tüylerim diken diken olurdu. Şimdi de farklı değildi.

Yılanlar kollarımın ve bacaklarımın üzerinden geçerken, bedenimi kasmış ve bu lanet yaratıkların gitmesini beklemiştim. Fakat onlar gitmemiş, aksine, çukurdan her seferinde daha fazlası çıkmıştı. Bazılarının boyu benden uzundu, bazıları ise kalın. Rengarenk olanlar da vardı, tek ve canlı renge sahip olanlar da. O an düşündüğüm tek şey dünyadaki tüm yılan çeşitlerini bir mağaraya nasıl sığdırdıklarıydı.

Yeniden duydum mumyanın sesini. Anlamadığım o dili konuştu bir kez daha. Onun sesiyle birlikte yılanların baskısı azaldı ve ben gerçek anlamda serbest kaldım. Sevinçle yerimden kalktım ama bir yanım hala bu mumyanın sevgilisine benzemiyor olmayı temenni ediyordu. Ya mumya tecavüze karşıydı ya da benden bir çıkarı vardı? Açıkçası aklıma başka bir ihtimal gelmiyordu.

Kapıya doğru gitmek istediğimde önümü yılanlar kesti. Mumyanın her dediğini yapıyorlardı. Bana saldıran üç adamı bir köşeye sıkıştırmışlar, sürekli onlara tıslıyorlardı. Bu durumda kaçabileceğime inanmak benim aptallığımdı. Onlara bu şekilde davranan, bana kim bilir neler yapardı? Sonuçta onu mezarında rahatsız eden asıl kişi bendim.

"Tanrım günahlarımı bağışla!" diye yalvardı en başta tekme attığım adam. İki elini birleştirmiş, başını yukarı kaldırmıştı. Önündeki yılanlara korkuyla bakıyordu. Diğerlerinin de ondan farkı yoktu.

"Tanrın seni bağışlayamaz insan."

Duyduğum alaycı ses o adamlardan gelmiyordu. Şaşkın yüzleri doğruca lahdin içindeki mumyadaydı. Korkuyla harmanlanmıştı şaşkınlıkları ve bedenleri tir tir titriyordu. Benim de onlardan bir farkım yoktu. Mumyanın İngilizce bilmesi beni şoke etmişti çünkü onun zamanında böyle bir dil henüz var olmamıştı.

"Ne? Nasıl? Ne?" diye bir kısır döngüye girmişti adam. Diğer ikisinden hala bir ses çıkmamıştı ama o muhtemelen baskı altında konuşanlardandı.

Mumyanın gülüşü odada yankılandı. Pek neşeli bir gülüş değildi bu. Kötücül bir kahkahaydı. Ses tonundaki karanlık beni ürkütmüştü. Benim de başıma ancak böyle boktan bir olay gelirdi zaten. Bula bula kötü bir mumya bulmuştum. Kesin beni öldürüp, organlarımı kendine takacaktı.

"Önümde eğilin!" diyerek onlara baktı mumya. Tam şu an hazır bakmıyorken kaçabilirim anıydı ama arkamdaki yılanlar buna pek müsaade edecek gibi durmuyordu. Adamlar ise çoktan dizlerinin üzerine çökmüşlerdi. Az önce tanrıya onu bağışlaması için yalvaran adam adeta secdeye yatmıştı.

"Lütfen efendim." dedi aynı adam. Birilerine yalvarmayı hobi mi edinmişti bilmiyorum ama tam olarak bunu yapıyordu. "Canımı bağışlayın. Bir daha asla sizi rahatsız etmem, mezarınıza girdiğim için özür dilerim. Ama yemin ederim ben açmadım mezarınızı, bu kız açtı. O yaptı!"

Hah! Topu bana at kurtar paçayı şerefsiz köpek. Hadi bana yapmaya çalıştığınız şeyi de söylesene. Gerçi söylese ne olacaktı ya neyse...

"Biz onu durdurmaya çalışıyorduk." diyerek arkadaşına arka çıktı diğeri.

"Yuh ebesinin gözü!" dedim. Yine Türkçe konuşmuştum. Sinirlendiğimde İngilizce kızamıyordum kimseye, ister istemez Türkçe konuşurken buluyordum kendimi. Adamın üstüne doğru yürürken, ki bulunduğumuz ortamda bir mumyanın olduğunu çoktan unutmuştum, hala Türkçe konuşmaya devam ediyordum. "Bana tecavüz edip öldürmek istediniz lan siz piçler!"

"Durdurmaya mı çalıştınız?" diye sordu mumya. Ben burada ne anlatıyorum o kimlere ne soruyor? Anlaşılan tecavüz karşıtı mumya değilmiş bu. Gerçi o dönemde kadına verilen değerin pek de yüksek olmadığından emindim. Hoş, şimdi bile ne kadar değerliyiz ki insanların gözünde, o zaman olalım.

Ellerimi hırsla saçlarımdan geçirdim. Burada ölüp gidecektim!

"Evet, öyle oldu." dedi konuşmadan duramayan. İçlerinden birisi hiç konuşmamıştı. Aslında buraya geldiklerinden beri tek kelime ettiğine şahit olmamıştım. Diğerlerini durdurmaya da çalışmamıştı gerçi, bu onu başlı başına bir suçlu yapıyordu gözümde.

Mumya antik dilde bir şeyler söyledi yine. Yılanlar daha çok tısladılar. Az önce konuşan ikilinin acı çığlığı odada yankılandığında gerçekten büyük bir şok geçiriyordum. Yılanlar onları sokmuştu!

"Beni özgürlüğümden alıkoyma cüretini gösterdiniz! Sizin cezanız ölüm!" diye bağırdı mumya. Lahidinden çıktı ve yere indi. Ayaklarının altındaki taş zemin bu hareketiyle sarsıldı sanki. Üzerine sarılı olan sargı bezlerini kopararak çıkardı. Çırılçıplak bedeni gözler önüne serildiğinde ellerimle gözlerimi kapatıverdim. Mümkünse beni böyle öldürsündü.

"Sen peki, sen de mi kızı durdurmaya çalıştın?" diye sordu mumya. Yılanlar tekrardan tısladılar. Geriye kalan adamın sesi en nihayetinde çıktı ve orada bariz bir korku saklıydı.

"Affedin efendim. Yemin ederim böyle olsun istemedim. Onlarla arkadaş bile değilim."

"O zaman neden yanlarındaydın?"

Mumyanın sesinde iç ürpertici bir tını vardı. Fazla sakindi. Hani fırtına öncesi sessizlik denirdi ya, öyleydi.

"Sadece..." dedi ve sustu. Suçluydu! Ya onlarla olduğunu kabul edip beni durdurmaya çalıştığını iddia edecekti, ki bu ölüm demekti, ya da bana tecavüz etmek istediğini söyleyecekti, ki bu da ölüm demekti çünkü ben, buradan kurtulursam şayet, o adamı sağ bırakmazdım. İki ucu boklu değnek dedikleri tam olarak buydu işte.

"Ben anlayacağımı anladım." dedi mumya. "İşte bu yüzden seni öldürmüyorum. Bana aitsin köle, ben senin efendinim!"

Af buyur! Efendi mi? Köle mi? Bu mumyanın beynini çıkarırken nasıl bir hata yapmışlardı acaba? Kölelik mi kalmıştı bu devirde canım?

"Teşekkür ederim efendim. Teşekkür ederim." dedi adam.

"Kes! Şunların giysilerini bana ver."

Bir sürü ses vardı. Yılanların tıslamaları odada hakimken ve arada ayaklarıma dolanırlarken yerimden kıpırdayamıyordum. Ellerim hala gözlerimdeydi ve deli gibi korkuyordum. Kalbim öyle bir hızla atıyordu ki bir kutu sakinleştirici alsam yine de normale dönemezmiş gibi geliyordu bana.

"Çok rahatsızlar." diye söylendiğini duydum mumyanın. Tabi Antik Mısır'da pantolon olmadığı için bu giysileri yadırgaması normaldi. Hoş, dört bin küsür sene boyunca da yalnızca birkaç parça kumaşa sarılmıştı ama neyse.

"Aç gözlerini köle!" dedi mumya. Emir vermeden duramıyor muydu bu? Acaba ölmeden önce kimdi de bu kadar çok emir kipi kullanıyordu?

Mumyanın sözlerini hiç üzerime alınmadım. Ben köle değildim ve bana bu şekilde muamele etmesine de izin vermezdim.

"Hey! Gözlerini aç." diye uyarıda bulundu köle olmayı kabul eden adam. Ne yani, bu mumya bana köle mi demişti?

"Benim nerem köleye benziyor be?" diye çirkefleştim. Ellerim yüzümden ayrıldı ve belime yerleşti. Kaşlar çatık, burun ise havada, mağrur bir duruşum vardı ama bu duruş çirkefliğimin altında uykuya yatmıştı.

"Sen, benim kölemsin." dedi üzerine basa basa. Attığı her adımda yılanlar kenara çekiliyordu. Ona saygı gösteriyorlardı ki bu beni oldukça ürkütüyordu. Yılanlardan oldum olası tiksinmiştim ve şimdi yılan dolu bir odadaydım.

Mumya sol elimi kavradı sıkıca. Tutuşu fazlasıyla sertti ve çekmek için gösterdiğim çaba hiçbir işe yaramıyordu. Üstelik bu lanet yere de kimse gelmiyordu. Bizi burada unutup otele dönmüş olamazlardı değil mi?

"Bu." derken az önce kestiğim parmağımı işaret ediyordu. Kanım çoktan kurumuş, yaram kabuk bağlamıştı. Mumyanın tutuşuyla kabuk yırtıldı ve ince bir kan sızdı yaradan. "Benim hizmetkarım olduğunun işareti."

"Bu aptallığımın işareti." diyerek meydan okudum ona. Yılanlara hükmeden mumyaya kafa tutuyordum!

"Sen benim kölemsin kadın! Ve bana Mısır'ı ele geçirmemde yardım edeceksin."

"Ha?" gibi saçma sapan bir tepki vermeyi elbette beklemiyordum. Yalnızca ağzımdan çıkmıştı ve çıktığı gibi de pişman olmuştum. Mumyanın kaşları çatıldı. Yakışıklı yüzü, ki bin yıllar sonra nasıl bu kadar iyi göründüğüne hayret ediyordum, öfkeyle kasılmıştı.

"Bu arada sen kimdin ya?" diye sordum. Ne vardı yani tarihe gömülüp de geri gelen adamın kim olduğunu bilmek istiyorsam? Sonuçta yazmam gereken bir tez vardı ve o, tam da bu adamın geldiği dönemi konu alacaktı.

"Ben Set." dedi güçlü bir ses tonuyla mumya. "Mısır'ın ebedi ve tek kralıyım!"

Durdum ve ona baktım. Set derken bildiğimiz Set'ten mi söz ediyordu anlamaya çalışıyordum, hani şu çöl tanrısı olan ve kardeşi Osiris'i öldüren. Mumyanın yüzünde tek bir ciddiyetsizlik izine rastlamadığımda, "He canım, ben de İngiltere Kraliçesi Elizabeth. Memnun oldum." diyerek sağ elimi ona uzatmıştım. Yine Türkçe konuşmuştum. Kendimi tutamıyordum. İngilizce biliyor olsada Türkçe bildiğinden şüpheliydim.

"Ne diyorsun sen be kadın?!" derken kolumu çekiştirdi mumya. "Öyle bir yer yok!"

Göz devirdim. Tamam, o zamanın inanışları şimdiki gibi değildi ama ben de bu devrin insanıydım.

"Mısır'ı istiyorum köle!" dedi mumya. Benim dilimi konuşmuştu!

Şokla ona bakarken yine ve yine dilimi tutamadım.

"Patlamış mısırı mı, haşlanmış mısırı mı? Ha bir de közde mısır seçeneğimiz var... Senin tercihin hangisi?"

Bana baktı. Gözlerindeki sorgulayan ifadeyi seçebiliyordum. Adeta, 'Ne diyor bu manyak?' diye soruyordu gözleri. Eh, haklıydı da. Benim gibi bir insanı köle köle diye yanında tutmaya çalışırsa böyle şok geçirirdi.

"Bu kadın deli mi?" diye sordu mumya. Sorunun muhatabı olan adam da şaşkındı. Elbette ne söylediğimi anlamamıştı ama mumyayı bile şoke eden kişi haliyle onu da şaşırtmıştı. Başlarına bela olurdum ben bunların, net.

"Bilmiyorum." dedi adam. "Tanımıyorum."

Mumya hala sol elimi tutuyordu. Tutuşu sıkıydı ve parmağımdaki kesik hala kanıyordu. Bu yüzden sağ elimin işaret parmağıyla mumyanın omzunu dürttüm. Yerimde bir başkası olsaydı muhtemelen kalp krizi geçirmişti. Normalde ben de geçirirdim, hatta az önce geçiriyordum ama şuan pek de korkmuş gibi hissetmiyordum kendimi. Mumya, Çöl Tanrısı Set olduğunu iddia eden mumya, bana pek de korkutucu gelmiyordu. Belki bunun sebebi üzerine giydiği giysilerdi belki de tipiyi. Evet, tipi. Adam gerçekten yakışıklıydı.

"Akıl hastanesinden kaçtım ben, yanında tutarsan seni de delirtirim. Sonuçta üzüm üzüme baka baka kararırmış." diyerek omuz silktim. Güzel dilimin güzel atasözleri Mısır'daki bir mumyaya karşı bile kullanılabiliyordu.

"Kes sesini! Sen benim hizmetkarımsın!" derken beni itti mumya. Sırtım lahde çarparken, tam yanımda duran çantalarımı fark ettim. Nitekim onları almak ve kaçmak için vaktim olmadı çünkü mumya dibime kadar girmişti. Bana doğru eğildi. Gözlerindeki o tehditvari ışık yavaş yavaş korkmaya başlamama yetti. Az önce bu herife kafa tutan ben şuan üç buçuk atıyordum.

"Ne yapıyorsun ya? Sanki kötülüğün için söyledim." diye geveledim ağzımda. Anında geri vites yapmıştım.

"Sen beni buradan çıkardın, Ra'nın kehanetini gerçekleştirdin ve şimdi bana hizmet etmek zorundasın. Eğer yapmazsan ölürsün köle. Beni anladın mı?"

Başımla onayladım onu. Yüz yılın keşfini yapacağım derken başıma yüz yılın belasını almıştım. İlk fırsatta bu şerefsiz mumyayı geldiği yere geri gönderecektim ama o zamana kadar bu muameleye katlanmak zorundaydım.

Mumya az önce yılanların ısırdığı adamlara doğru yürüdü. Hayatta kalan o tek kişiyi kenara itti. Ölülerin başlarında durdu. İkisinin de giysilerini almıştı. Birininkileri giymiş, diğerininkileri ise hayatta kalana vermişti. Ölüleri tutup lahde doğru ilerledi. İkisini birden taşıyacak kadar güçlü olması büyükçe yutkunmama yeterken, hızla oturduğum yerden kalkıp lahidden uzaklaştım. Mumya, ölüleri lahdin içine attı. Kapağını kapatmadı ama lahdin başından da ayrılmadı. Bir süre oraya baktı ve sonra konuştu.

"Anubis, Duat'ın Efendisi, ortaya çık!"

Anubis, Mısır mitolojisinde ölüm ve cenaze tanrısıydı. Osiris öldüğünde onu mumyaladığı için mumyalama tanrısı olarak da bilinirdi. Adalet Tanrıçası Maat'ın tüyü tartılıp, ruhun nereye gideceğine karar verilinceye kadar ruhlara eşlik ederdi. Onları korur ve ebedi yolculuklarında yanlarında olurdu. Bazı kaynaklar ölüleri hayata döndürebildiğini de söylerdi. Anubis aynı zamanda Set ve Nephthys'in oğluydu.

Yerden kızıl kahve dumanlar yükseldiğinde bir iki adım geri giderken bulmuştum kendimi. Çakal başlı tanrı oradan çıktığında ise mumyanın Set olabileceğine inanmaya başlamıştım.

"Henüz cezan bitmedi Set." dedi Anubis. Eğer bir film setinde falan değilsek ya da bir rüyada, Mısır tanrıları gerçekti! "Uykuna geri dön."

"Görevini yap Anubis ve ruhları buradan götür. Senin işin bu dünyada değil, yeraltında." dedi Mumya Set. Horus tarafından yenilgiye uğratılmıştı fakat mitlerde onun öldüğüne dair bir şey yazmıyordu. Bu da benim epey kafamı karıştırıyordu. İşin kötü yanı da şuydu, kötü bir tanrı olduğu söylenen bu adama kafa tutmuştum. Beni gözünü kırpmadan öldürürdü ki bunu yapacağından en ufak bir şüphem yoktu.

"Uykuna dön baba." dedi Anubis. Bu tanrıların aile yaşamları çok karışıktı gerçekten. İşte bu yüzden tezimi yazarken zorlanıyordum çünkü bir yerden tutunca arkasından başka bir şey geliyordu. Bir türlü bütüne erişemiyordum.

"Duat'a dön Anubis, senin yerin orası. Ben Mısır'ın kralı olmak için var oldum. Şimdi serbest kalmışken neden var oluş amacımı gerçekleştirmeyeyim?"

"Burası artık bizim krallığımız değil baba! İnsanların diyarı. Bizim hükmümüz yok!"

Anubis'in kafayı yiyecek gibi davranması bence gayet doğaldı. Karşımda böyle takıntılı bir psikopat olsaydı ben de saçımı başımı yolacak duruma gelirdim. Gerçi Anubis'in saçı yoktu, çakal kulakları vardı. Birazdan onları asılmaya başlarsa eğer şaşırmayacaktım.

"Benim her zaman hükmüm vardır oğlum. Ruhları al ve git. Babanın yükselişini izle."

***

Hellooo!

Nasıl buldunuz?

Hüma'nın nasıl bir çatlak olduğunu az çok anlamışsınızdır diye tahmin ediyorum. Sevdiniz mi?

Set'in köle takıntısı peki?

Anubis'in gelişine ne diyorsunuz? En sevdiğim ikinci Mısır tanrısıdır. İlki Hathor.

Sizce sonraki bölümde neler olacak?

Karakterlere ne söylemek isterdiniz? 👇

Hüma 👉

Set 👉

Üçlüden hayatta kalanı 👉

Anubis 👉

İlerde daha çok karakterimiz ve olayımız olacak. Şimdilik bu kadardı. Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Loading...
0%