Yeni Üyelik
36.
Bölüm

5. Bölüm - Kum Fırtınası

@aysenurtekkanat

Karnımda hafif bir sancı vardı ama bunu dert etmiyordum. Kollarım yorulmuş, bu yüzden kendimi salmıştım. Hala Set'in omzundaydım ve akşam güneşi sebebiyle de sırtım fazlasıyla yanmıştı. Sanki güneş ısıtmıyor, insanlara cehennemi tattırıyor gibiydi. Anubis'i bir kez daha görürsem ona bunu soracaktım, cehennemin nasıl bir yer olduğunu yani.

"Orada rahat mısın?" diye sordu Kevin. Set'in sesi yola çıktığımızdan beri çıkmıyordu.

"O kadar rahatım ki uyuyabilirim." dedim alayvari bir ses tonuyla. Yere inmek istemiyordum çünkü indiğim anda ayaklarım sıcak çöl kumuyla buluşacak ve fena halde yanacaktı. Odamdayken ayakkabı kullanmak gibi bir huyum yoktu. Carmen'i de bir şekilde ikna etmiş, tehdit de etmiş olabilirim, odada ayakkabısız dolaşmaya alıştırmıştım. Bir Türk olarak yaşadığım yere dışarının pisliğini getirmek gibi huylara sahip değildim. Bence bu en güzel geleneklerimizden birisiydi çünkü böylece hem temiz bir ortamda yaşıyor hem de pijamayla bile yere uzanabiliyorduk. Şahsen halının üstüne uzanıp tavanı izlemek gibi garip huylarım vardı. İşte bu sebeplerden ötürü odada ayakkabı giymiyordum ve haliyle de kaçırılacağımı akıl edememiştim. Sonuç olarak koskoca çölde ayakkabısız kalmıştım.

"O zaman in ve yürü. Boşuna yük oluyorsun."

Set'in sırtına ellerimi dayarken, Türkçe bir şekilde, "Af buyur!" diye cırladım ama elbette ki beni anlamadı. Fakat bu ses tonumdan rahatsız olup yüzünü buruşturmadığını göstermiyordu.

"Ne söylediğini anlamıyorum." dedi Kevin.

Parmaklarımı birleştirip elimi ileri doğru uzatarak, "Bak gerizekalı." dedim İngilizce bir şekilde. "Ben isteyerek gelmiyorum sizinle, siz beni kaçırdınız. O yüzden de yürümek zorunda falan değilim. İsterseniz beni burada bırakın gidin ama yine de sizinle gelmem. Anladın mı? Anlamadıysan bir daha anlatamam, hiç kusura bakma. Senin gibi bir şerefsiz için daha fazla yoramam ağzımı."

Sözlerim bittiğinde yeniden saldım kendimi aşağıya. Saçlarım, Set'in dizlerine uzanıyordu. Bu pozisyonda durmak pek rahat değildi ama ayaklarımın yanmasını istemediğim için yere falan da inmeyecektim. Öte yandan bu pozisyonun iyi bir tarafı vardı. İçimdeki sapığı gün yüzüne çıkartan bir manzaraya sahiptim. Evet, ciddi ciddi Set'in poposunu dikizliyordum.

"Burada duruyoruz." dedi Set, küçük bir vahaya geldiğimizde. Ne ara buraya kadar gelmiştik anlayamadım. Güneşin son kızıllığı ufuktaydı hala ama çok kısa bir süre sonra yok olacağı kesindi. Hava hafiften soğumaya yüz tutmuştu. Az önce soğuktan şikayet eden ben, şimdi üşümeyi dert ediyordum.

Set beni yere indirdi. Bir an da dünyam tersine döndüğü için başım dönmüştü. Dengemi kuramadığım için sıcak kumların üzerine otururken buldum kendimi. Bacaklarıma ve ayaklarıma temas eden kumlar fazla sıcaktı. Refleksle yerden kalktım. Nedenini, nasılını bile düşünme fırsatım olmadı çünkü reflekslerim beni, sıcak kumlardan uzak tutan kişinin kollarına atıvermişti. Set'in boynunda asılı haldeydim şimdi. Neden her şeyin sonu bu adamla bitiyordu?

"Ne yapıyorsun?" diye soran adam en nihayetinde bana hitap edebilmişti.

"Ne mi yapıyorum? Yandım ve sıcaktan kaçıyorum tabi ki. Sayende bir ayakkabım bile yok."

Ağlarcasına söylediğim sözler umurunda bile olmadı. Bir elini belime sararken öylece baktı bana.

"Çadırı kurmamızı ister misiniz efendim?" diye sordu Kevin. Umarım bizden kastı ben ve o değildir çünkü öyle bir durumda onu boğazlamaktan asla kaçınmam.

"Kur." diye emir verdi Set.

"Hadi bana yardım et." diyen Kevin'a, "Seni boğazlarım çocuk!" diyerek karşılık verdim. Elimde kalacaktı bu, başka bir ihtimal yoktu.

"Sen kuracaksın." diyen Set'in benim tarafımda olacağı kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Daha bugün bana köle diyordu bu adam, ne değişmişti birkaç saatte?

Sürmeli gözleri bana döndü hemen ardından. Hala boynunda asılı olmam ve büyük elinin belimi kavraması dışında bir problem yoktu. Aslında bunu da dert etmezdim, eğer bu adam kötü bir tanrı olmasaydı.

Gözlerindeki kumlar evine hasret kalmış ve nihayetinde kavuşmuş olmanın sevincini yaşıyordu sanki. Adeta dans ediyorlar, gözlerinde esen rüzgarlarla oradan oraya savruluyorlardı. Bu adamın gözleri neden bu kadar güzeldi? Bunun sebebi bir tanrı oluşu muydu?

"Sen bu tip işlerle harcanamazsın." derken boşta duran elinin tersiyle yanağıma dokundu. Bu kadar naif, sakin bir dokunuş beklemiyordum ama hani derlerdi ya, ipek gibiydi teması. Tenime değmekle değmemek arasında kalmış gibiydi.

"Sen beni tahtıma götüreceksin." dedi. Bu kez parmakları saçlarımda dolandı. Usulca okşadı. Sıcak nefesi tenimi yalayıp geçerken iç çekmemek için kendimi zor tuttum.

"O vakte kadar tek bir saç teline bile zarar gelmemeli."

Bu kez iç çekişime mani olamadım. Titrek bir nefesi zorlukla ciğerlerime yolladım. Ne oluyordu bana? Ondan etkileniyor muydum? Olmamalıydı, bu adam kötülüğün vücut bulmuş haliyken ona kapılamazdım. Eğer öyle olursa bu işin sonunda kaybeden tek kişi ben olurdum.

"İnmek istiyorum." derken kollarımı çözdüm boynundan. Hala belimden tuttuğu için ayaklarım yere değmemişti ve bu beni panikletiyordu.

"Örtüyü ser." diye emir verdi Set. Kevin'ın hoşnutsuzluğu suratına bakınca bile anlaşılıyordu ve bu beni fazlasıyla memnun ediyordu. Ölmeden önce biraz acı çekmesinde bence bir sakınca yoktu.

Kevin örtüyü yere serdi ve Set beni oraya bıraktı. Hava iyiden iyiye soğurken kollarımı kendime sardım. Dizlerimi iyice karnıma çekmiştim. Şort giyen aklımı bir güzel sevmek istiyordum. Gün içinde sıcaktan yeterince kavrulmamışım gibi şimdi de soğuktan donacaktım.

"Ateş yakacak bir şeyler bul." dedi Set yanıma otururken. Kevin emre uydu ve yanımızdan ayrıldı. Set'ten biraz uzaklaştım çünkü beni etkiliyordu. En başta korkumu gizlemek için yakışıklılığına odaklanmıştım ve daha o zaman ona karşı bir çekim hissetmiştim içimde. Elbette ki bunu reddetmiş ve geldiği yere postalamıştım fakat bu şimdiki çekime bir etki sağlamıyordu. O yakışıklıydı ve ben yakışıklıları severdim. Öte yandan hali, duruşu fazla etkileyiciydi. Hayır, liseye dönemezdim. O sıralar herkes gibi bir kötü çocuk hayranlığım vardı ve Set tam olarak onu karşılıyordu. Şimdi ondan az da olsa hoşlanmış olmamın sebebi de buydu belki. Gizemli oluşu dikkatimi çekiyordu. Üstelik tezim için araştırma yaparken de pek çok kez karşıma çıkmıştı adı ve daha o zaman ilgimi çekmişti. İyilerden çok kötülerin yaptıkları konuşulurdu çünkü biz insanlar iyiliği kolayca silebilirken kötülüğü bir türlü atamazdık içimizden. Belki de bu yüzden Set iyi bir yönetici oluşuyla değil de yaptığı kötü şeylerle ön plana çıkmıştı. En bilindik olayıysa şüphesiz kardeşi Osiris'i öldürmesiydi.

"Osiris'i öldürdüğün için mi cezalandırıldın?" diye sormaktan alamadım kendimi. Her zaman cıvık şakalar yapmış ya da ondan kaçmaya çalışmış birisi olarak şimdi onunla oturup konuşmam biraz tuhaf duruyordu ama merak ediyordum. Her şeyden önce tezim için bu adam bana fazlasıyla fayda sağlayacaktı.

"Hayır." dedi sert bir sesle. "Osiris öleli çok oluyor."

"Evet onu biliyorum. Sen bin yıllardır uyuyorsun zaten. Buradan bakılınca Osiris'in ölümünün üzerinden uzun zaman geçtiğini tahmin edebiliyorum." dedim. "Benim anlamadığım şey Keops'a nasıl hapsolduğun. Orası yapılırken firavun, Khufu'ydu. Onunla mı bir problem yaşadın?"

Tamam, bu biraz saçma olurdu. Aralarında sorun olduysa eğer kaybeden tarafın Set olması garip kaçardı. Sonuç olarak Khufu, tanrıların sütünü içtiğini iddia etsede, bir insandı ve Set gibi bir tanrıya karşı şansı çok azdı.

Set alaycı bir gülüş savurdu. Güneş artık tamamen battığı için ay ışığında görebiliyordum yüzünü. Tam olarak seçemiyordum ama küçük kahkahası güldüğünü fark etmem için yeterliydi.

"Bir insanla ne gibi bir sorunum olabilir?" diye sorarken benim dilimi konuşmuştu. Dil bilmek güzeldi fakat insanın kendi dili gibisi yoktu. Mısır gibi uzak ve dil bakımından yabancı olan bir memlekette ana dilimi konuşan birisini bulmak bir nimetti. Bunun kötü bir tanrı olmasını göz ardı edebilirdim.

"Bilmiyorum." deyip omuz silktim. Saçmaydı ve ben bunu sözlerimi bitirdikten sonra fark etmiştim.

"Tanrılar kendi köşelerine çekilmek istediler." dedi. Geriye doğru yaslandı. Ay ışığında kollarını başının altına koyduğunu seçebilmiştim. "Horus yerini insan soyundan çocuklarına bıraktı. Firavunların soyu Horus'tan geliyor bu yüzden."

"Evet bunu biliyorum. Hiyerogliflerde onun adına firavunların isimlerinin yanında rastlanıyor. Anlamadığım şey şu; Horus tahta geçtiğinde sana nasıl yaklaşıyordu?"

Tam olarak sormak istediğimi soramamıştım çünkü çekinmiştim. Nasıl yaklaşıyordu demek yerine nasıl cezalandırdı demeliydim. Horus'un babasının ölümünü affetmesini beklemiyordum. Tüm tanrılar gibi o da kibirli ve fazlasıyla kinciydi bana göre.

"Aramız hiçbir zaman iyi olmadı." dedi. Yerinden kıpırdamamış, gündüzün aksine buz gibi soğuk olan çölden bir an olsun etkilenmemişti. Bunda yıllarca çöllere hükmetmiş olmasının etkisi büyüktü şüphesiz. "Diğer tanrılar gibi benden nefret ediyordu. Ben de ondan... O, benim olmam gereken tahta oturmuş, tüm çabalarımı boşa çıkarmış şımarık bir veletten fazlası değil benim gözümde. Yine de bana ceza vermeye çalışmadı çünkü ben gidersem çöl kumları iflah olmaz canavarlara dönüşürdü." diyerek devam ettirdi sözlerini. "Osiris olayından sonra mimlendim. Yaptığım en ufak şey göze batar oldu."

"E hak etmişsin." diyerek araya girdim. Tam olarak göremesem de bana baktığını hissedebiliyordum.

Tut şu dilini Hüma!

"Dünyadan çekilmek ve Mısır'ı insanlara bırakmak istediler. Tüm tanrılar bunu istiyordu, bu yüzden Horus'un insanlardan olma çocukları tahta çıktılar. Onların soyu yıllarca Mısır'a hükmetti ama o süreçte pek çok başka ülke de kuruldu. Tek elden yönetilen dünyayı parçaladılar. Buna öfkelendim. Çölleri insanlar için tutarken onların düşüncesizce hareket etmeleri beni öyle çok kızdırdı ki artık kumları tutmayı bıraktım. Halk sefalet içinde yaşamaya çalışırken Horus'un çocukları sefa sürüyordu. Bu beni o kadar çok kızdırdı ki kum canavarlarını üzerlerine saldım. Önceden cennet olarak anılan Nil kıyıları bile çöl kumundan nasibini aldı. Binlerce insan öldü. Yaptıklarının bedelini ödediler. Ölenlerin arasında halk da vardı. Kum canavarları ayırt edemedi onları ama bu önemli değildi. Topaklarımı bölenleri yok ederken feda edilen birkaç candan ibarettiler."

Sustu. Ağzım açık karanlık siluetine bakıyordum. Set, toprakları bölündü, bir kesim zengin diğeri fakir oldu diye dünyayı yok etmek istemişti. Şimdi Afrikalı çocukların yaşadıklarını duysa kim bilir ne yapardı.

"Ra merhametsiz olduğumu iddia etti. Bazı tanrılar yanımda olurken, diğerleri karşımda duruyordu. İlk aşkım, karım Nephthys bir kez daha bana ihanet etti. Karşımda olmayı seçti. Yanımdakiler ve ben canlı canlı mumyalandık. Uyanıktık ve acı çekiyorduk. Bizimki sonsuz uyku değildi, sonsuz bir işkenceydi. Ra beni o zamanlar yeni yapılan piramide kapatırken hizmetkarımın gelip beni çıkaracağını söyledi. O gelip beni bulacak ve tahtıma kadar bana yoldaş olacaktı."

Set'in mezarını bulan kişi bendim. Bu yüzden bana en başından beri hizmetkar veya köle şeklinde hitap ediyordu çünkü ona söylenen buydu. Fakat bu işte bir yanlışlık vardı ve ben bunu dile getirmeden edemedim.

"Maden seni çıkartacaktım o zaman neden Anubis yeniden uyumanı istedi?"

Yerden kalktı. Benim gibi dizlerini kırmış, kollarını onlara yaslamıştı şimdi. Belli belirsiz, başını iki yana salladığını seçtim. Sonra, "Bilmiyorum." dedi. Bu öyle bir bilmiyorumdu ki uyandığımdan beri etrafına emirler yağdıran o değilmiş gibi gelmişti bana. Ses tonunda farklı bir şey vardı ve ben bunu anlamlandıramıyordum.

"Nereye gidiyoruz peki?" diye sordum konuyu değiştirmek için. O sırada Kevin gelmişti. Getirdiği şeyler dal parçasını andırıyordu ama tam olarak bundan emin değildim. Sayı olarak azlardı. Bizi ısıtmaya yetmeyeceğinin gayet farkındayken bir kulağım hala Set'teydi. Nitekim az önceki o konuşkan adam gitmişti Kevin'ın gelişiyle.

Sonrasında kimse konuşmadı. Kevin ateşi yaktı. Olduğum yerden bir an olsun kıpırdamadım o bunu yaparken. Ateş yandığında yüzüme vuran sıcaklık beni iyiden iyiye mayıştırdı. Üzerinde oturduğum örtüde biraz daha ateşe doğru kaydım. Cenin pozisyonu alarak uzandım yere. Kollarımdan birisi başımın altında, diğeri ise yere dayalıydı. Dizlerim olabildiğince karnıma doğru çekilmişti. Yüzüme vuran ateş fazlasıyla uykumu getiriyordu ve ben açlığımı bile unutmuş durumdaydım. Yarın kahvaltı yapabilirdim ama şimdi yalnızca uyumak istiyordum.

*

Omzum dürtüldüğünde açtım gözlerimi. Sabaha Kevin'ın o aptal suratıyla başlamak kesinlikle tercihim değildi ve ben belki yeniden uyurum diye gözlerimi kapatmakta sakınca görmüyordum. Eğer Set'in Kevin olmasa bütün işleri bana yaptıracağını bilmesem bu adamı tam şimdi öldürebilirdim ama ben tembel bir insandım. Evde bile doğru düzgün iş yapmazdım.

"Defol git başımdan." diye mırıldandım uyku sersemi bir halde.

"Uyan hadi. Bana yardım et."

"Oldu canım başka arzun?" dedim. Yine kendi dilime kaymıştım çünkü beynim otomatikman Türkçe çalışıyordu. "Çay, kahve falan de ister misin? Kahve istersen çok güzel fal bakarım."

Ne diyordum ben yahu?

"Kesin sesinizi!" diyen kişi elbette ki Set'ti. Ben bu adamı da uygun bir zamanda boğazlasam fena olmazdı. Böyle emir verdiği zamanlarda fazlasıyla sinir oluyordum ona.

"Özür dileriz efendim." dedi Kevin. Kapalı gözlerimi devirdim.

"Siktir git lan, özür falan dilemiyorum." dedim yine Türkçe bir şekilde. "Beni bu konuşturuyor. Bir sal beni de uyuyayım."

Kumaş hışırtısının ardından başımda kimse kalmayınca uykuma geri dönmek istedim ama istemekle kaldım. Belime dolanan kolun ağırlığını hissettiğimde az önce açılmayan gözlerim fal taşı gibi açılıvermişti. İlk gördüğüm şey çadır bezi oldu. Hemen ardından üzerime örtülmüş küçük battaniyeyi fark ettim. Belimdeki kol zaten uyanmama sebep olan şeydi ama ben buraya nasıl geldiğimi sorguluyordum. En son ateşin başında uyumuştum ben.

"Ne oluyor be?" diye cırladım. Set'in kolunu üzerimden itmeye çalıştım ama yapamadım. İki cesedi hiç zorlanmadan kaldıran bu adamdan bu şekilde kurtulabileceğimi düşünmem büyük aptallıktı. "Bırak beni! Ahtapot gibi yapışmışsın. Sapık mısın sen? Ne işim var benim burada? Bıraksana be adam!"

"Tahmini ne zaman susarsın?" diye sorarken beni kendine çevirdi. Yüzlerimiz arasında kısacık bir mesafe vardı. Ben neden her seferinde bu adamla burun buruna geliyordum?

"Sen beni bıraktığın zaman." dedim hırsla. Midemde oluşan bu his kitaplarda bahsedilen kelebekler değildir umarım yoksa sıçtık. "Temas bağımlısı mısın sen ya? Fırsatını bulduğun anda bana yapışıyorsun, bırakmıyorsun. Sor bakalım ben istiyor muyum bunu? İstemiyorum! Çek elini kolunu üzerimden ya!"

"Sus artık!" diye bağırdı. Büyükçe yutkundum. Evet, ona karşı geliyor ve sürekli konuşup hakaretler savuruyordum ama bu kesinlikle ondan korkmadığım manasına gelmiyordu. Bağırdığında ya da gerçekten beni korkutacak, birilerini öldürmek gibi, şeyler yaptığında ödüm patlıyordu. Ondan en çok korkmamın sebebi benimle işi bitince beni de öldürecek olma düşüncesiydi. Bu düşünce oturup ağlama isteğimi uyandırıyordu.

"Güzel." dedi Set. Gözlerini kapatıp başını omzuma koydu. Bir eli hala belimde sarılıydı ve bu durum artık midemde kelebekler falan uçurtmuyordu. Gözlerimde yağmur bulutları toplanıyordu. Korkuyordum ve ağlamak istiyordum.

"Böyle sessiz durursan iyi anlaşırız. Sinrilerimi bozmadığın sürece seni korurum."

Benim senin korumana ihtiyacım yok diyemedim. Benim senden korunmaya ihtiyacım var da diyemedim.

Sağ gözümden kayıp giden yaş saçlarıma doğru kaydı. Bu beni ikinci ağlatışıydı. Aslında ilki yaşadığım olayın ağırlığındandı ve bir nebze olsun göz ardı edebilirdim ama şimdi akan bu tek damla yaşın hesabını ondan soracaktım. Hani herkese yaptığının bedelini ödetmiş ya, ben de ona bu yaşın bedelini ödeteceğim.

Orada uzunca bir süre uzandım. Tekrar uyuyamadım ama ağlamadım da. İçimde büyüyen o öfkeye tutundum sıkı sıkıya.

"Efendim!" diyerek çadıra dalan Kevin'a ilk defa minnettardım. Onun endişeli sesiyle Set kalkmış ve ben en nihayetinde serbest kalmıştım.

"Ne oldu?"

"Kum fırtınası çıktı."

Set tek kaşını kaldırdı. En başta durumun vehametini anlamadığını düşündüm, hatta bir an için yeniden uyuyacak sandım ama o kalktı ve çadırdan çıktı. Hemen ardından ben de çıktım.

İlerde toplanmış kum öbekleri rüzgarla birlikte hareket ediyordu. Klasik bir kum fırtınasıydı ve ben az çok bundan nasıl korunacağımı biliyordum. En başta ağzı ve burnu korumak gerekiyordu ki nefes alabilesin. Sonrasında korunaklı bir yer bulup oraya saklanmak lazımdı. Ne yazık ki yüzümü kapatabileceğim bir bez parçası yanımda yoktu. Ayakkabım bile yoktu sayelerinde, bezin olmaması o kadar da şaşırılacak bir şey değildi. Bu yüzden uzun tişörtümün eteklerini tutup biraz asıldım. Kumaş kopmamak için bana direniyordu ve kum bulutları giderek bize yaklaşıyordu.

"Bu kum fırtınası değil." diyen Set'le tişörtü çekiştirmeyi bıraktım. Eğer bu bir fırtına değilse biz neyle karşı karşıyaydık?

***

Selam! Nasılsınız bakalım?

Bölümü nasıl buldunuz? Buradan sonrası fazlasıyla hareketli olacak ve ben bunun için bayağı heyecanlıyım.

Set'e gıcık olanlar derneğini tam burada kurabilirsiniz.

Set'e hak verenler derneği de şuracıkta olacak.

Hüma'nın yine dilini tutamamasına ne diyorsunuz?

Set'in onu koruması?

Sizce kum fırtınası olmayan o şey ne?

Sonraki bölümler hakkında tahminleri olan var mı?

Sizce sesleri çıkmayan tanrılar ne yapıyor?

Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Loading...
0%