Yeni Üyelik
40.
Bölüm

9. Bölüm - Sarhoş

@aysenurtekkanat

Birilerini üzmekten hoşlanmıyordum fakat sinirlendiğimde de dilimi tutamıyordum. Haliyle birileri bu öfkeden nasibini alıyor, öfkem geçince de bana büyük bir pişmanlık kalıyordu.

Tanrı bozuntusu.

Böyle söylemiştim ona ve o tek kelime etmeden yanımızdan gitmişti. Vahanın küçük ormanına dalmış, öylece gözden kaybolmuştu. Beni burada bırakmayacağını biliyordum çünkü bana ihtiyacı vardı fakat Astarte ile oturup bir şeyler yerken gözlerimi ormandan çekemiyordum. Onu merak ediyordum. Sinirim geçmişti, elbette hala bana köle demesinden haz etmiyordum ama şuan bunun için öfkeli değildim. Set'i merak ediyordum. Önce kum canavarları saldırmış, sonra ibis kuşları ve bizzat Thoth peşimize düşmüştü. Bir şekilde onlardan kurtulmayı başarmıştık ama peşimizi bu kadar kolay bırakacaklarına inancım sıfırdı. Tanrılar Set'in serbestçe dolaşmasını istemiyordu. Emindim ki daha fazlası gelecekti, hatta Ra bile bu işe el atabilirdi. O yüzden endişeliydim. Her şeye rağmen Set'e bir şey olmasını istemezdim.

"Merak ediyorsun değil mi?" diye sordu Astarte. Kimden bahsettiği belliydi. Benim baktığım yöne bakmış ve küçük bir tebessümle yeniden bana dönmüştü. Sorduğu soruya ne olumlu ne de olumsuz cevap verdim. Yalnızca sustum ve o konuşmaya devam etti. "Ona kolay kolay bir şey olmaz."

"Bundan o kadar da emin olmazdım." dedim. "Bin yıllar boyunca bir lahidde uyuyan ben değildim, oydu." diyerek kaşlarımla ormanı işaret ettim.

Astarte oturduğu hasır sandalyede geriye yaslandı. Bir bacağını diğerinin üzerine atarken, buram buram baharat kokan birasını yudumladı.

Antik Mısır'da bira sudan daha çok tüketilirdi. Arpa, bal, çeşitli otlar ve baharatlar kullanılarak yapılan bu içkiyi çocuklar bile içerdi. Mısırlılar alkol tüketmeyi sever ve hatta tanrılara bile ikram ederlerdi. Bu yüzden Astarte'nin bunu içmesini yadırgamadım. Sarhoş olmasa bile tadını seviyor olmalıydı.

"Başına gelen şey tanrılar tarafından verilen bir cezaydı." dedi Astarte. Bardağını salladı ve topraktan yapılmış sürahiden biraz daha içki koydu kristal bardağına. Benim bardağıma da şöyle bir baktı, hala doluydu. Çok fazla içmek istemiyordum.

"Biliyorum. Neden ceza aldığını anlattı ve ben, yaptığını tasvip etmesemde, niyetine hak verdim. Yalnızca bunun için yanlış bir yol seçmiş." dedim. Boğazımı temizleyip bardağıma uzandım. Burnumu gıdıklayan baharat kokusuna daha fazla karşı koyamamıştım. Bir yudum içtim. Tatlıydı. Alkollü olduğu belliydi fakat bizim bildiğimiz biralar gibi değildi. Boğazda yakıcı bir tat bırakıyordu ama ilginç bir şekilde dahasını istiyordu insan. Mısırlıların neden bu kadar çok bira içtiklerini şimdi daha iyi anlıyordum.

"Sana anlatmasını beklemiyordum." dedi Astarte. Tek kaşını hayretle kaldırmıştı. "O genelde ketumdur."

"Peki ya sen ne düşünüyorsun bu konuda?" diye sordum öne doğru eğilerek.

Astarte hiç istifini bozmadan bana baktı. Ortamızda duran küçük, hasır masayı işaret etti. Masanın üzerinde Antik Mısır'a özgü ekmeklerden vardı. Biraz meze ve bira dolu bir testi duruyordu.

"Biraz yemek ye, yeniden bayılmanı istemeyiz." dedi.

Masadaki ekmeklerden bir parça alarak ısırdım. Tadı farklıydı, muhtemelen içinde bal vardı. Onların dünyasında, pek çok şeyin içinde, beklenmedik malzemelerle karşılaşabiliyordu insan. Ve sanırım en çok sevdikleri şey de baldı. Şu ana kadar bira ve ekmek tüketmiş olsam da ikisinin de ortak özelliği içlerinde bal bulundurmalarıydı.

"Soruma cevap vermedin?" dedim sorarcasına. Bir parça daha ekmek ısırdım.

"Cevabı senin bulmanı istiyorum." dediğinde güldüm.

"Siz tanrılar..." diye söylendim.

Astarte omuz silkti yalnızca ve, "Ondan korkmuyorsun." diyerek yüz yılın tespitini yaptı. Gerçi bu tespit doğru değildi çünkü ilk karşılaşmamızda Set beni oldukça korkutmuştu. Fakat ben bunu söylememeyi tercih ettim.

"Korkmuyorum." dedim. Omuz silkip, "Zaten beni öldürecek." diye ekledim.

"Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"

Yeniden omuz silktim. Tatlı ekmeğimden koca bir parça ısırıp biradan içtim. İkisinin tadı biraz şekerli ama bağımlılık yapacak kadar lezzetli gelmişti bana.

"Birilerini öldürdüğüne şahit oldum." deyip omuz silktim yeniden. Bu gidişle omzum çıkacaktı. Hasır sandalyeye yaslanıp sözlerime devam ettim. "İşine yaramayan kişilerdi. Beni henüz öldürmeyeceğini, hayatta tutmak için çabalayacağını biliyorum ama bir gün benimle işi bitecek. İşte o zaman yaşamam için bir sebep kalmayacak."

Bakışlarım boşluğa düştü. Söylediklerim zihnimde dönüp duran ve bir türlü kaybolmayan düşüncelerdi. Tek temennim ise ölmeden önce ailemi son bir kez görebilmekti. Nitekim bu şimdiye kadar mümkün olmamıştı. Onlar Mısır'a gelmişti belki ama onları görmem şu durumda mümkün değildi. Belki Thoth gelmeseydi ailemi görebilecek kadar uzun kalırdım o pansiyonda ama bu yalnızca bir ihtimaldi. Gerçekleşmeyen ve olasılıklar mezarlığına gömülen bir ihtimal...

Astarte, "Onu bir canavar olarak mı görüyorsun?" diye sorduğunda bakışlarımı boşluktan çektim. Direkt olarak ona bakıp, "Onu canavara benzeten ben değilim." diye yanıtladım sorusunu. "İlk çağlarda insanlar ona şeytan diyorlardı."

Eflatun rengi gözleriyle onayladı beni Astarte. Ne ara boşalttığını bilmediğim bardağına yeniden bira koydu. Sarhoş olmamak güzel olsa gerekti çünkü ben bu bardağı bitirdiğim anda sarhoş olmuş olacaktım. Alkole karşı dirençli değildim ve tek bir kadeh alkollü içecek sarhoş olmama yetiyordu. Bu yüzden hep bardağım dolu kalırdı.

"Onun Mısır'a hükmettiği çağlarda yaşayanlara sor bunu." dediğinde güldüm ve başımı salladım.

"Set beni öldürdüğünde sorarım."

Bu kez onaylamadı beni. Başını iki yana sallarken dudağını büzmüştü.

"Onunla ilk tanıştığımda titriyordum." dedi. Bakışları boşluğa düşmüştü. Eski bir anıyı yeniden yaşıyor gibiydi ve ben bu anıyı merak etmiştim. Bu yüzden sözünü kesmeden onu dinledim. "Ra, beni ve Anat'ı yarattığında bir süre onun tapınağında kaldık. Görevimiz Set'in yanında olmak, Horus ile mücadele ederken onu desteklemekti. Bu bize söylenen ilk şeydi ama yeteneklerimizi kendimiz keşfetmeliydik. Bizi günlerce Heliopolis'te ağırladı. O sürede kulağımıza Set hakkında çok şey çalındı. Onun kötülüğü dilden dile dolaşıyordu. Osiris'i öldürmesi herkesin gözünde onu bir canavar yapmıştı. Korktum. Anat bile, bir savaşçı olmasına rağmen korkmuştu ondan. İçimden bu mücadelenin galibi olmamasını diliyor, bunun için neler yapabilirim diye düşünüyordum. Tarafında bulunduğum kişi kaybetsin istiyordum. Günler o şekilde geçmişti ve Ra bizi Aşağı Mısır'a, çöle gönderdi. Set'in yanına ilk geldiğimizde titredim. Bacaklarım tutmadı, düşmemek için çok çaba sarf ettim. Hakkında duyduklarım o kadar etkilemişti ki beni Anat'a tutunarak ayakta kalabildim. Fakat Set beklediğim gibi değildi. Başta çok soğuktu ve sürekli çatık kaşlıydı ama zamanla birbirimize alıştık. Onunla aynı tarafta olmak kötü gelmedi bana. Fikirlerini, planlarını dinlemek, bu planları hayata geçirmek isterken buldum kendimi. O, bilinenin aksine, hem iyi bir yönetici hem de iyi bir tanrıydı. Zamanla ona güvendim ve aslında görevim çok önce bitmiş olsada onun yanında olmaktan pişman değilim. Yani Hüma bazen gördüğümüz, duyduğumuz şeyler bizi yanıltabilir. Eminim bu yanılgıyı sen de yaşayacaksın, en azından Set hakkında ve ben bunun erken olmasını dileyeceğim."

Astarte'nin anlattıkları beni şaşırtmadı. Dün gece, Thoth gelmeden önce benzer bir şey yaşamıştık zaten. Hatta Set'i iyi birisi olduğuna ikna etmeye çalışmıştım ama yine de beni öldüreceğini düşünmekten alamıyordum kendimi. Bu, zihnimdeki değişmez gerçeklerden birisi haline geliyordu günden güne.

Yarısından fazlası dolu olan bardağımdaki birayı tek seferde içtim. Boğazımı yakıp geçen sıvının dilimde bıraktığı o tadı sevmiştim. Bu yaptığım beni sarhoş edecek bir hareketti ve Astarte bunu bilmediği için bardağımı yeniden doldurmakta sakınca görmedi.

"Biliyorum." diye mırıldandım. "Onun yaptığı iyi veya kötü her şeyi biliyorum."

"Öyleyse neden seni öldüreceğini düşünüyorsun?"

Omuz silkip iyice gömüldüm oturduğum yere.

"Çünkü onu sinir ediyorum."

Astarte'nin gülmemek için kendini tutması yeniden omuz silkmeme sebep oldu.

"Yapma o zaman." dediğinde sinirle doğruldum yerimde.

"O da beni sinir ediyor ama!" derken annesine kardeşini şikayet eden küçük bir çocuk gibi göründüğümden emindim. Sarhoş olmuştum. Tek bir bardak bunun için yeterliydi ve ben çoktan ikinci bardağı yarılamıştım.

Astarte koca bir kahkaha attı. Bense yeniden sandalyeye gömüldüm. Bardağın kalanını da tek seferde içip onu masaya bıraktım sertçe. Kollarımı kavuşturup başımı çevirdim. Astarte bardağımı yeniden dolduğunda bu küskün halimi uzatmadım. Bira güzeldi ve ben tadını gerçekten sevmiştim.

"Sevdin mi?" diye sordu Astarte. Hızlıca başımı sallayarak onayladım onu. Bardağı elime alıp büyük bir yudum içtim. O sırada vahanın küçük ormanından çıkan Set görüş açıma girmişti.

"Tanrı bozuntusu." diye mırıldandım. Geçen sinirim yeniden gün yüzüne çıkmıştı. Burun kıvırıp başımı diğer tarafa çevirmiş fakat bira içmekten vazgeçmemiştim.

"Ne oluyor burada?" diye sordu geldiğinde. Sesi sertti ve göz ucuyla gördüğüm kadarıyla suratı da sirke satıyordu. Zaten ne zaman normal olmuştu ki? Ah, doğru ya, bedevilerin yanında çok mutluydu.

"Sohbet ediyoruz." dedi Astarte. Ses tonu eğlenirmiş gibiydi. Eflatun rengi gözlerinin ışıldadığına yemin edebilirdim.

Set'in, "Ona alkol mü verdin?!" diye öyle bir soruşu vardı ki Astarte yerinde sıçramıştı. Yine de istifini hiç bozmadı.

Set'in bu tutumu beni gıcık ediyordu. Çok kaba ve sinirliydi. Biraz içtiğim için bu kadar bağırmaya gerek yoktu.

Ona sırtımı döndüm küskün bir halde. Bardağımda kalan sıvıdan büyük bir yudum içtim. Boğazımdan bir hıçkırık kaçtığında parmaklarımla dudaklarımı tuttum. Kaçamak bakışlarım önce sırıtan Astarte'yi, sonra da öfkeli bir boğayı andıran Set'i buldu. Bu halleri kıkırdamam için yeterli olmuştu. Ve ben, bu kadar sarhoş olmuş olmama rağmen, hala içmeye devam ediyordum.

Bir yudum daha içmek için bardağı dudaklarıma yaklaştırmıştım ki Set onu çekip aldı. Sertçe masaya koydu kristal bardağı. Öfkeden köpürüyordu.

"Ne yapıyorsun ya?!" diye cıyakladım. Sabır çeker gibi derin bir nefes aldı. Ben yeniden bardağa uzandığımda bileğimi yakaladı.

"Daha fazla içmiyorsun." dedi emredermiş gibi. Bana emir vermesi sinirimi bozuyordu ve ben şuan kelimelerimi doğru seçebilecek durumda değildim.

"Buna sen karar veremezsin tanrı bozuntusu!" derken hızla ayağa kalktım. Dengemi sağlayamayıp yalpaladım. Bu halime göz devirdi Set.

"Ayakta duramıyorsun!" dedi sinirle. O konuda haklıydı. Gerçekten ayakta duramıyordum. Zemin öyle bir dönüyordu ki onu yakalayacağım derken gözlerim yuvalarından fırlayacaktı.

"Bana bak." diyerek bir adım attım ona doğru. Sağ elimi kaldırıp çocuk azarlar gibi ona doğru salladım işaret parmağımı. "Sen bana emir veremezsin. Ben özgür bir bireyim. Bana köle dedin diye köle olmuyorum. Anladın mı beni? Ha?!"

Dilim dolanıyordu. Kelimeler birbirine girmişti ve Set anlamazca bana bakıyordu.

"Ona ne verdin Astarte?" diye sordu sinirle. Neden bu kadar sinirliydi?

Astarte, "Bira." diyerek omuz silkti. Sonra aklına gelmiş gibi gülümsedi. "Bizimkinden."

"Aferin sana!" dedi Set. Ses tonunun ani yükselişi yerimde sıçramama sebep olmuştu. Sendeledim. Yere düşmekten son anda Set'e tutunarak kurtuldum. Ellerimle kollarını yoklarken, "Senin bayağı kasın varmış." demiştim.

"Onu göle atmak istiyorum." diyen Set'i ittim. Fakat dengemi yeniden kaybetmiştim ve bu kez tutunamamıştım. Beni tutan kişi Set olmuştu. Ellerim omuzlarını buldu. Bu mesafeden gözleri inanılmaz güzel görünüyordu. Gözlerine sığdırdığı çöller öfkeyle dolup taşıyordu. Kumlar oradan oraya savruluyor, büyük kum fırtınaları esiyordu. Bu öfke bana mıydı?

"Gözlerin." dedim mırıltıyla. Büyükçe yutkundum. "Çok güzel."

Evet, öyleydi. Gözleri eşsizdi. Dünya üzerinde böyle bir göz daha önce görmemiştim ve muhtemelen bir daha da göremeyecektim. Bu yüzden daha yakından bakmaya karar verdim ve parmak uçlarımda yükseldim. Boyuna ulaşmam imkansızdı ama ben omzularına asılarak kendimi yukarı çekmiştim. Set'in, muhtemelen refleksle, düşmeyeyim diye belimden kavraması sonucunda ayaklarım yerden kesilmişti. Yüzlerimiz arasındaki kısacık mesafeden, garip bir şekilde hoşnuttum. İçimde tarif edemediğim bir mutluluk ve heyecan vardı. Gözlerini görmek beni sebepsizce mutlu etmişti.

"Uçuyorum!" dedim coşkuyla. Kollarımı boynuna sardım sıkıca.

"Uçmuyorsun, seni ben tutuyorum." dedi huysuzca Set.

Omuz silktim. Başımı ona doğru yaklaştırdım iyice. Gözlerine daha ne kadar yakından bakabilirdim bilmiyordum fakat artık burnum burnuna temas ediyordu. Sıcak nefesi dudaklarıma çarpıyor, benimkine karışıyordu. Set'in bakışları dudaklarıma kaymıştı ama ben hala gözlerine bakma derdindeydim. Fırtınaları dinmişti ve kumlar farklı bir esintiyle dans ediyordu. Gözlerini daha önce de görmüştüm ama daha önce böyle olmamıştı, bundan emindim.

"Öpüşecek misiniz artık?" diye sordu Astarte.

Ses tonundaki muziplik beni güldürdü. Set başını geriye doğru attığında bundan hiç hoşlanmamıştım. Az önce gülen suratım, onun bu hareketiyle öfkeye bürünmüştü. İki elimle başını kavrayıp kendime doğru çektim ve, "Rahat dur, gözlerine bakıyorum." dedim.

Astarte'nin kahkahasını umursamadım fakat aynısını Set için söyleyemezdim.

"Ne arıyorsun?" diye sordu. "Hazine mi?"

Şapşal şapşal güldüm.

"Gözlerin zaten birer hazine."

Astarte bir kez daha kahkaha atarken, "Bu kıza bayıldım!" dedi gülüşlerinin arasında. "Bence onunla evlenmelisin."

Onun ortaya attığı fikri düşündüm. Düşündükçe daha fazla aklıma yattı ve bakışlarımı çekmediğim gözler de beni bunun için ikna etmeye yeterliydi.

"Evet, hadi evlenelim!" dedim coşkuyla. Küçük bir kahkaha attım. Aklıma gelen detayla işaret parmağımı salladım yine. "Ama seninle o karı koca şeylerini yapmam. Sadece gözlerine bakarım." diye uyardım Set'i.

Sabır çeker gibi derin bir nefes aldı ve beni yere indirdi. İnmemek için direndim fakat hiçbir işe yaramadı. Küçük bir çocuk gibi kollarımı kavuşturdum tekrar.

Set yeniden gökyüzüne bakıp, "Ra!" diye bağırdı. "Beni neden böyle bir baş belasıyla sınıyorsun?!"

"Ben dedim ama başına bela olurum diye. Sen kaşındın, sonra da beni kaçırdın!"

Hiddetle söylediğim sözlerin ardından bacağına bir tekme savurdum. Onun etkilenmesini beklememiştim fakat yüzü acıyla kasılmıştı.

"Bu içkinin bu etkisinden nefret ediyorum!" dedi Set acıyla. Az önce benim kalktığım hasır sandalyeye oturdu. Bacağını sıvazlıyordu. Gerçekten canı o kadar acımış mıydı? Süper güç mü kazanıyordum yoksa?

"Hüma'cığım." dedi yanıma gelen Astarte. Suratındaki gülümseme hala silinmemişti. Eğleniyor gibiydi. Omuzlarımı tutup beni meraya doğru çevirdi. "Kuzuları sevmek ister misin?"

"Ya! Kuzular!" diye bağırıp koşa koşa kuzuların yanına gittim. Meranın kapısını açarken duyduğum çatırtı sesini umursamadım. Muhtemelen bir dal parçasına basmıştım.

Saatlerce kuzularla oynadım. Küçük, büyük demeden hepsini kucaklayıp sarıldım. İçimde inanılmaz bir enerji vardı ve bütün bir gün boyunca da geçmedi. Güneş batıncaya ve hatta ay göğe yükselinceye kadar devam etti. En nihayetinde yoruldum ve uykum geldi. Astarte'nin beni yönlendirmesiyle birlikte cam tavanlı mağara girdim. Dün gece yattığım ahşap yatağa yattım ve gözlerimi kapattığım gibi de uykuya daldım.

***

Hellooo! Nabersiniz?

Bölüm nasıldı?

Ben yazarken inanılmaz eğlendim. Hüma'nın sarhoşluğuna düştüm. 😁

Hüma'nın içtiği şeyi ben uydurdum bu arada. Evet Anrik Mısır'da alkol çok tüketiliyordu fakat burada bahsedilen içki baharatlı bira olarak geçiyor. Tanrılar içiyorlar genelde. Savaşlar ve belli başlı olaylardan sonra daha çok tüketiyorlar, böylece güçleri tazeleniyor. Alkollü olduğu için Hüma'yı sarhoş etti ama bir yandan da Set'in canını acıtacak kadar güçlendirdi. Öte yandan ballı ekmek olayını da ben uydurdum. Antik Mısır'da var mıydı bilmiyorum, araştırmadım.

Astarte'nin anlattıkları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kızımızın Set'in gözlerine bakıp bakıp durması peki?

Bizim kıza sarhoşluk yaramıyormuş, onu da öğrendik.

Karakterlere ne söylemek istersiniz? 👇

Hüma 👉

Set 👉

Astarte 👉

Bu bölüm aksiyonsuz ve mizah doluydu. Umarım sevmişsindir. Oy vermeyi 🌟 ve yorum yapmayı 💭 unutmayın. Seviliyorsunuz. ❤️

İnstagram - aysenurtekkanat_

Loading...
0%